1. 1.
    0
    MÜSLÜMAN-GAYRI MÜSLiM iLiŞKiLERiNDE MERKEZE KONACAK AYETLER

    Müslüman-Gayr-ı müslim ilişkilerinde merkeze konacak ayetler Mumtehine suresinin 8-9. ayetleridir:
    60. Mumtehine 8:
    Allah, din konusunda sizinle savaşmamış ve sizi ülkenizden çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasaklamaz. Allah herkesin payını verenleri (adil davrananları) sever.

    60. Mumtehine 9:
    Allah, inancınızdan dolayı sizi öldürmeye kalkanları, sizi ülkenizden çıkaranları ve çıkarılmanıza destek verenleri veli edinmenizi yasaklar. Kim onları veli edinirse yanlış yapmış olur.

    Veli, bir kişi hakkında söz söyleme yetkisine sahip olmaktır. Müslümanlar, zorunlu haller dışına böyle bir veliliği gayrimüslimelere veremezler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
    Sizin veliniz yalnız Allah’tır, Elçisi’dir bir de namazı kılan, nezaketle zekât veren müminlerdir. (Maide 5/55)
    Veli, dost anldıbına da gelir. Allah Teâlâ, üç kırmızıçizgiyi çiğnememiş gayrimüslimleri dost edinmemizi yasaklamamıştır. Zaten bu çizgiler savaş sebepleridir. Hangi insan kendisini ülkesinden sürgün edenleri ve onlara destek verenleri affeder? Hangi insan inancından dolayı kendisini öldürmeye kalkanları dost edinir? Bunlar savaş suçu değil midir?

    işte Tevbe suresinin 5. ayetinde anlatılan ve öldürülmesi istenen Mekkeli müşrikler bu üç savaş suçunu işlemekle kalmamış, Hudeybiye antlaşmasını da bozmuşlardı.



    ONLARDAN EZiYET VEREN ÇOK ŞEY iŞiTECEKSiNiZ
    SABREDiN, YANLIŞ YAPMAKTAN SAKININ

    3. Al-i imran 186:
    Mallarınız ve canlarınızla yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz. Sizden önce Kitap verilenlerden ve müşriklerden de çok sayıda üzücü söz işiteceksiniz, bundan kaçış olmaz. Eğer sabreder ve Allah’tan çekinirseniz bilin ki, bunlar kararlılık gösterilmesi gereken işlerdendir
    Bu ayet, diğer din mensuplarından bize eza veren çok şey işiteceğimiz kesin bir dille bildirmektedir. Buna engel olamayız. Çünkü Allah, böyle şeylerin kesinlikle olacağını söylüyor. Önemli olan bu durumda ne yapmamız gerektiğidir.
    Zaten bu durumda ne yapmamız gerektiği de ayette açıkça bildirilmiştir:
    Eğer sabreder ve Allah’tan çekinirseniz bilin ki, bunlar kararlılık gösterilmesi gereken işlerdendir
    Aslında bu tür şeyler, karşı toplumun islam’la ilgili duygularının canlı tutulmasını sağlar. Bunları, dini anlatmanın bir fırsatı saymaıyız.
    Adam Danimarka’da islam’a hakaret eden karikatür yapacak sen burada gösteri yapacaksın. Bu olmaz; yapılacak olan dikkatleri Kur’an-ı Kerim’e çekerek krizi fırsata dönüştürmektir. Yani sabırla yürümeye devam edeceksin. Yanlışlardan korunacaksın (takva). Zor olan, kararlılık isteyen işler bunlardır. Ama sen kalkar gösteriler düzenler, kırıp dökerek taşkınlık yaparsan onlara alet olmuş olursun,

    BU KONUDA PEYGAMBERiMiZiN TAVRI

    Peygamberimiz Medine’ye gelince orada zengin, bilgili, nüfuzlu, krallığa namzet bir kişi vardı. Bu kişi, Abdullah bin Ubey bin Selul idi. Peygamberimiz gelince Medine’lilerin büyük bir kısmı peygamberimizin etrafında toplandılar ve bu kişinin krallığı gerçekleşmedi. Bundan dolayı Abdullah bin Ubey ölene kadar peygamberimize düşman olarak yaşadı. Bu düşmanlığı açıkça gösterecek güç ve taraftardan mahrum olduğu için o da Müslüman gibi davranıyor ama en küçük fırsatta düşmanlığını belli ediyordu. Onun çevresinde de onun gibi düşünen insanlar toplanmışlardı. Böyle insanlara Kur’an-ı Kerim’de “münafık” deniyor. Bunlarla ilgili münafikun suresi inmiştir. O surede bunların söz ve davranışlarından örnekler verilmiştir. Konumuzla ilgili ayeti okuyalım:

    63. Münafikun 8:
    Onlar: “Hele bir Medine’ye dönelim izzetli ve şerefli olan, en hakir ve en zelil olanı oradan mutlaka çıkaracaktır.” derler. Halbuki izzet; Allah’a, onun elçisine ve mü’minlere aittir. Ama münafıklar bunu bilmezler.

    Bu sure, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl ve arkadaşları sebebiyle, Benî Mustalik savaşı sonrasında inmiştir. ilgili rivayetler şöyledir:
    Zeyd b. Erkam şunları anlatmıştır: Bir savaşta idim. Abdullah b. Ubeyy’i işittim, şöyle diyordu: “Allah’ın Elçisi’nin yanındakilere nafaka vermeyin ki dağılsınlar. Hele onun yanından dönelim, güçlü olan, güçsüz olanı oradan çıkaracaktır.” Ben bunu hemen amcama söyledim, o da Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme söylemiş, beni çağırttı. Ben de olan biteni anlattım. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem hemen Abdullah b. Ubeyy ve arkadaşlarına haber gönderip çağırttı. Onlar böyle bir şey söylemediklerine yemin ettiler. Allah’ın Elçisi beni yalan, onu ve arkadaşlarını da doğru söylüyor kabul etti. Öyle bir üzüntüye kapıldım ki onun gibisi hiç başıma gelmemişti. Gittim, evde oturdum. Amcam dedi ki, “Ne diye, Allah’ın Elçisi karşısında yalancı çakacak ve onu kızdıracak kadar ileri gittin?” Sonra Allah. Teâlâ Münafikûn suresini indirmiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hemen adam gönderip beni çağırttı ve okudu. «Allah Teâlâ seni haklı çıkardı, ya Zeyd!” dedi[2]”.
    Tirmizî’nin rivayeti daha kapsamlıdır: Zeyd b. Erkam şöyle anlattı: Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte savaştık. Beraberimizde bedevîlerden bir bölük de vardı. Suya doğru koşuşurduk. Bedeviler bizi geçerlerdi. Bir bedevî arkadaşlarını da geçerdi. O, önce havuz yapar, su doldurur, etrafına taşlar koyar, üzerini sergiyle örter ve arkadaşlarının beklerdi. Ensar’dan bir kişi bir bedevînin yanına vardı. Su içsin diye devesinin yularını salıverdi, ama o bırakmak istemedi. Ensarî, suyun çevresini yıktı. O bedevî değneğini kaldırıp Ensarînin başına vurdu ve yaraladı. Ensarî hemen varıp Münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy’e haber verdi. O, onun arkadaşlarındandı. Abdullah b. Ubeyy öfkelendi ve bedevîleri kastederek şöyle dedi: «Allah’ın Elçisinin yanındakilere bir şey vermeyin ki etrafından dağılsınlar». Çünkü yemek vaktinde onlar, Allah’ın Elçisinin yanına gelirlerdi. Abdullah dedi ki; bunlar dağıldıklarında muhafazid’in yemeğini zütürün; o beraberindekilerle yesin.» Sonra arkadaşlarına dedi ki «Hele Medîne’ye dönün, güçlü olan, elbette oradan güçsüz olanı çıkaracaktır.».
    Zeyd dedi ki: Ben Allah’ın Elçisi’nin bineğinin terkisinde giderdim. Abdullah b. Ubeyy’i duyunca hemen amcama haber verdim, o da gitti, Allah’ın Elçisi’ne haber verdi. Allah’ın Elçisi hemen Abdullah’ı çağırttı. O, yemin etti, inkardan geldi. Allah’ın Elçisi da onu doğrucu, beni yalancı saydı. Amcam geldi, “Allah’ın Elçisi’ni ve Müslümanları kızdırmaktan ve kendine yalancı dedirtmekten ne anladın?” dedi. Beni öyle bir üzüntü bastı ki, kimsenin başına gelmemiştir. Allah’ın Elçisi ile beraber gidiyorduk, ben üzüntüden başımı bükmüştüm. Allah’ın Elçisi, kulağımı büktü ve yüzüme güldü. Bana bunun yerine, dünyada ölümsüzlüğü verseler bu kadar sevinmezdim. Sonra Ebu Bekir yetişti, Allah’ın Elçisi ne dedi? diye sordu. Bir şey demedi yalnız kulağımı büktü ve yüzüme güldü dedim. “Müjde”, dedi. Sonra Ömer yetişti, Ebu Bekir gibi konuştu. Sabah ettik, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem Münafikûn sûresini okudu[3] .
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster