1. 1.
    0
    beynimde değişik sorulara cevap bulamıyorum inancımı kaybettim ne yapayım birisi bi öneri versin harbi bitiğim şuan bence nedeni körü körüne bağlandığım inancım bana dikta edilmiş sadece inandığım bir olgu bir felsefe acaba yanılıyor muyum bi amaç için mi varım yoksa sadece varolduğum için mi neyse dıbına koyim önerinizi bekliyorum şunu yap film izle gibtir git uyu gibi
    tevbe-5
    haram aylar çıkınca müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün; onları yakalayın, onları hapsedin ve onları her gözetleme yerinde oturup bekleyin. eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar, zekâtı da verirlerse artık yollarını serbest bırakın. allah yarlığayan, esirgeyendir.
    ···
  1. 2.
    0
    kafanın bulanık olduğu dönemler olabilir istersen bu aralar hiç bir şey düşünme kafanı dinle daha sonra yavaştan araştır sorgula. emin ol kafandaki soruların cevapları bir bir karşına çıkacak.
    ···
  2. 3.
    0
    sana din hakkında öğütler vericek bişeyler yazıcaktım ama sildim çünkü şuan sırası değil sen önce zihinsel bulanıklığını bitirmeye çalış ha din mevzusuna gelincede sureleri baştan sona oku daha iyi anlarsın.
    ···
  3. 4.
    0
    tamdıbını oku

    MÜSLÜMAN – GAYR-I MÜSLiM iLiŞKiLERi
    (TEVBE SURESiNiN 5. AYETiNE YANLIŞ ANLAM YÜKLENMESi)
    Prof. Dr. Abdulaziz BAYINDIR)

    David isminde, Çek Cumhuriyeti’nden Türkiye’ye yüksek lisans yapmak için gelmiş Hıristiyan bir öğrencim vardı. Bir gün konu karikatür krizine ve Müslüman-gayrı Müslim ilişkilerine geldi. David, benim bu konudaki görüşümün ne olduğunu sordu. Ben de ona: “Aç Tevbe suresinin 5. ayetini, oku” dedim. Açtı ve okudu.
    9. Tevbe 5:
    Haram aylar çıkınca o müşrikleri nerde bulursanız öldürün. Onları yakalayın, çevrelerini kuşatın, her gözetleme yerinde onlar için oturun. Tevbe eder namazı kılar ve zekâtı verirlerse yollarını açın.

    David ayeti okuyunca dedi ki: “Müşrik kime denir?”
    Dedim ki: “Sen de onlara dahilsin”
    Çocuk tedirgin olmaya ve sağa-sola bakınmaya başladı.

    Ben de David’e; “Bak, Avrupalılar ayeti bu kadarıyla okuyorlar ve ‘Müslümanlar bize böyle davranacak’ diyorlar” dedim ve konuyu burada size anlatacağım gibi anlattım.

    Sorun, ayeti Avrupalıların/insanların yanlış anlamaları değildir. Asıl sorun bizim bazı âlimlerimizin konuyu yanlış anlamaları ve onları taklit eden günümüz bazı meal yazanlarının aynı yanlışa düşmeleridir. Çünkü tarihte Müslüman gayrı Müslim ilişkilerinin merkezine bu ayet konmuş ve bu ayete dayanarak Kur’ân’daki Müslüman-gayrı Müslim ilişkilerini düzenleyen pek çok ayetin hükmü geçersiz kılınmıştır (nesh)

    Peki, bu ayet nasıl anlaşılmalıdır? Bu ayet gerçekten Müslüman-gayrı Müslim ilişkilerini mi belirliyor yoksa burada anlatılan başka bir şey mi var? Bunu anlamak için bu ayeti öncesiyle beraber okuyalım. Tevbe suresini 1. ayetten itibaren okursak 5. ayette öldürülmeleri istenen müşriklerin “bütün müşrikler” olmadığını, “antlaşma yapıp da antlaşmayı bozan savaş suçlusu müşrikler” olduğunu görürüz.

    1) Antlaşma yaptığınız müşriklere, Allah ve Elçisi tarafından yapılan ilişkiyi kesme duyurusudur.
    2) Bu topraklarda dört ay daha dolaşın. Bilin ki, Allah’ı çaresiz bırakamazsınız. Ama Allah, görmezlikten gelenleri (kâfirleri) rezil eder.
    3) Bu büyük hac gününde Allah ve Elçisi tarafından bütün insanlara bildirilen şudur: Allah’ın o müşriklere desteği yoktur; Elçisinin de öyle. Ey müşrikler, tevbe ederseniz hayrınıza olur. Sırt çevirirseniz bilin ki, siz Allah’ı çaresiz bırakamazsınız. Görmezlikten gelenlere (kâfirlere) acıklı bir azabı müjdele.
    4) Bu duyuru, sizinle antlaşma yapmış ve daha sonra bir kusur işlememiş, size karşı kimseye destek vermemiş müşrikleri kapsamaz. Onlara karşı olan andınızı süresinin sonuna kadar tam yerine getirin. Allah korunanları sever.
    5) (Dört) yasak ay[1] çıkınca o müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün. Onları yakalayın, onları kuşatın, onlar için her gözetleme yerinde oturun. Ama tevbe ederler, namaz kılarlar, zekât verirlerse yollarını açın. Allah’ın bağışlaması çok, ikramı boldur.”

    5. ayette anlatılan müşrikler; savaş suçlusu olan, antlaşmayı bozan müşriklerdir. Ayetleri dikkatle okursak bunu çok kolay anlarız. Çünkü birinci ayette “anlaşma yaptığınız müşriklere ilişkiyi kesme duyurusudur.” dendiğine göre ayetler tüm müşrikleri/gayrı müslimleri kapsamaz.
    4. ayette de “antlaşmayı bozmayanların ve Müslümanların aleyhine çalışmayan müşriklerin hariç tutulduğu” söyleniyor. Demek ki bu ayetteki ilişkiyi kesme duyurusu, anlaşma yapılan her müşrikle ilgili değildir.
    5. ayette de “o müşrikler” deniyor. 4. ayette antlaşmayı bozmayanlar hariç tutulduğuna göre geriye sadece “antlaşma yapıldığı halde antlaşmayı bozan müşrikler” kalıyor.
    Ayetteki ilk muhataplar Mekkeli müşriklerdir. Onca suçlarına rağmen yine de bunlara dört ay süre tanınıyor ve yanlıştan dönenlere (tevbe edenlere) ve çekip gidenlere dokunulmayacağı bildiriliyor. Ayet böyle olduğu halde ayeti bağlamından koparıp burada “o müşrikler” diye anlatılan müşrikleri, “tüm müşrikler” olarak anlamak ve bu ayeti Müslüman-gayrı Müslim ilişkilerinin merkezine oturtmak tam bir cinnet olsa gerektir. Zaten dikkat edilirse ayette; “el-müşrikîn” kelimesi geçiyor. “el- müşrikîn” “o müşrikler” demektir. Arapça kurallara göre bir kelimenin başına belirlilik takısı (el) gelirse bilinen bir şeyden bahsediliyor demektir. Dolayısıyla 5. ayette bahsedilen müşrikler tüm müşrikler değil, antlaşmayı bozan müşriklerdir. Ama maalesef tarihte, bu özel olayı anlatan ayetler tüm müşriklere genellenmiş ve buna göre hukuk oluşturulmuştur.
    Aslında bu ayetler, Mumtehine suresi 8-9. ayetlerle ilgili bir örnektir.

    Mumtehine suresi 8-9. ayetlerde üç kırmızıçizgi çizilmiştir. Bu kırmızıçizgileri çiğnemeyen herkesle iyi ilişkiler kurulur. Bu çizgiler şunlardır:
    1. Dinimizden dolayı bizi öldürmeye kalkanlar (savaş açanlar)
    2. Bizi vatanımızdan sürüp çıkaranlar
    3. Vatanımızdan sürüp çıkaranlara destek verenler.

    Tevbe suresi 5. ayette bahsedilen müşrikler, bu üç kırmızıçizginin tamdıbını çiğneyen Mekkeli müşriklerdi. Mekkeli müşrikler sırf inançlarından dolayı Müslümanları öldürmeye kalkmışlar, onları yurtlarından çıkarmışlar ve çıkarmak için işbirliği yapmışlardı. Peygamberimizle yaptıkları barış anlaşmasına (Hudeybiye antlaşmasına) rağmen Medine’nin dış mahallelerine baskın yapıp adam öldürmüşler ve hayvanları alıp zütürmüşlerdi. Bu olaydan sonra peygamberimiz Mekke’yi fethetmiş ve bu işi yapan insanlara bir yıl hiç dokunmamış, sonra bu ayetler inmişti. Ayetlerde o müşriklere dört ay daha süre tanınıyordu. (toplam 16 ay) Bu dört aylık süre zarfında istedikleri yere gidebilirler ya da Müslüman olabilirlerdi. Bu süre bittikten sonra Tevbe suresinin 5. ayeti uygulanacaktı. Bu ayette geçen haram aylar zilkade, zilhicce, muharrem, receb ayları değildir. Bu ayetin gelmesinden sonraki dört aydır.
    Fakat elinizdeki meallere bir bakın, Tevbe suresi 5. ayete nasıl anlam vermişler? Mesela ben bir-iki örnek okuyayım:
    “O haram aylar çıktı mı artık diğer müşrikleri nerede bulursanız öldürün”
    “Haram aylar çıktığı zaman müşrikleri nerde yakalarsanız öldürün”
    Peki “diğer müşrikler” ile “o müşrikler” aynı kavram mı? Veya “müşrikler” ile “o müşrikler” aynı şeyi mi anlatıyor? Ne oldu ayetin manasına? Ayetin manası değişti ve sistem tersine döndü.
    Günümüzde bilen bilmeyen herkes meal yapmaya başladı. Meal yapanların çoğu, âyetler arası ilişkileri dikkate alarak değil, eski ulemanın görüşlerine uyarak meal yapıyor. Onlar bir konuyu yanlış anlamışsa bu yanlış anlayış normal anlayış haline getiriliyor. Bu da hakların çiğnenmesine ve saldırılara yol açılıyor. Dikkatsiz cahil insanların tuzağa düşmesi de kolaylaşıyor.
    Tümünü Göster
    ···
  4. 5.
    0
    MÜSLÜMAN-GAYRI MÜSLiM iLiŞKiLERiNDE MERKEZE KONACAK AYETLER

    Müslüman-Gayr-ı müslim ilişkilerinde merkeze konacak ayetler Mumtehine suresinin 8-9. ayetleridir:
    60. Mumtehine 8:
    Allah, din konusunda sizinle savaşmamış ve sizi ülkenizden çıkarmamış olanlara iyilik yapmanızı ve onlara karşı adil davranmanızı yasaklamaz. Allah herkesin payını verenleri (adil davrananları) sever.

    60. Mumtehine 9:
    Allah, inancınızdan dolayı sizi öldürmeye kalkanları, sizi ülkenizden çıkaranları ve çıkarılmanıza destek verenleri veli edinmenizi yasaklar. Kim onları veli edinirse yanlış yapmış olur.

    Veli, bir kişi hakkında söz söyleme yetkisine sahip olmaktır. Müslümanlar, zorunlu haller dışına böyle bir veliliği gayrimüslimelere veremezler. Allah Teâlâ şöyle buyurur:
    Sizin veliniz yalnız Allah’tır, Elçisi’dir bir de namazı kılan, nezaketle zekât veren müminlerdir. (Maide 5/55)
    Veli, dost anldıbına da gelir. Allah Teâlâ, üç kırmızıçizgiyi çiğnememiş gayrimüslimleri dost edinmemizi yasaklamamıştır. Zaten bu çizgiler savaş sebepleridir. Hangi insan kendisini ülkesinden sürgün edenleri ve onlara destek verenleri affeder? Hangi insan inancından dolayı kendisini öldürmeye kalkanları dost edinir? Bunlar savaş suçu değil midir?

    işte Tevbe suresinin 5. ayetinde anlatılan ve öldürülmesi istenen Mekkeli müşrikler bu üç savaş suçunu işlemekle kalmamış, Hudeybiye antlaşmasını da bozmuşlardı.



    ONLARDAN EZiYET VEREN ÇOK ŞEY iŞiTECEKSiNiZ
    SABREDiN, YANLIŞ YAPMAKTAN SAKININ

    3. Al-i imran 186:
    Mallarınız ve canlarınızla yıpratıcı bir imtihandan geçirileceksiniz. Sizden önce Kitap verilenlerden ve müşriklerden de çok sayıda üzücü söz işiteceksiniz, bundan kaçış olmaz. Eğer sabreder ve Allah’tan çekinirseniz bilin ki, bunlar kararlılık gösterilmesi gereken işlerdendir
    Bu ayet, diğer din mensuplarından bize eza veren çok şey işiteceğimiz kesin bir dille bildirmektedir. Buna engel olamayız. Çünkü Allah, böyle şeylerin kesinlikle olacağını söylüyor. Önemli olan bu durumda ne yapmamız gerektiğidir.
    Zaten bu durumda ne yapmamız gerektiği de ayette açıkça bildirilmiştir:
    Eğer sabreder ve Allah’tan çekinirseniz bilin ki, bunlar kararlılık gösterilmesi gereken işlerdendir
    Aslında bu tür şeyler, karşı toplumun islam’la ilgili duygularının canlı tutulmasını sağlar. Bunları, dini anlatmanın bir fırsatı saymaıyız.
    Adam Danimarka’da islam’a hakaret eden karikatür yapacak sen burada gösteri yapacaksın. Bu olmaz; yapılacak olan dikkatleri Kur’an-ı Kerim’e çekerek krizi fırsata dönüştürmektir. Yani sabırla yürümeye devam edeceksin. Yanlışlardan korunacaksın (takva). Zor olan, kararlılık isteyen işler bunlardır. Ama sen kalkar gösteriler düzenler, kırıp dökerek taşkınlık yaparsan onlara alet olmuş olursun,

    BU KONUDA PEYGAMBERiMiZiN TAVRI

    Peygamberimiz Medine’ye gelince orada zengin, bilgili, nüfuzlu, krallığa namzet bir kişi vardı. Bu kişi, Abdullah bin Ubey bin Selul idi. Peygamberimiz gelince Medine’lilerin büyük bir kısmı peygamberimizin etrafında toplandılar ve bu kişinin krallığı gerçekleşmedi. Bundan dolayı Abdullah bin Ubey ölene kadar peygamberimize düşman olarak yaşadı. Bu düşmanlığı açıkça gösterecek güç ve taraftardan mahrum olduğu için o da Müslüman gibi davranıyor ama en küçük fırsatta düşmanlığını belli ediyordu. Onun çevresinde de onun gibi düşünen insanlar toplanmışlardı. Böyle insanlara Kur’an-ı Kerim’de “münafık” deniyor. Bunlarla ilgili münafikun suresi inmiştir. O surede bunların söz ve davranışlarından örnekler verilmiştir. Konumuzla ilgili ayeti okuyalım:

    63. Münafikun 8:
    Onlar: “Hele bir Medine’ye dönelim izzetli ve şerefli olan, en hakir ve en zelil olanı oradan mutlaka çıkaracaktır.” derler. Halbuki izzet; Allah’a, onun elçisine ve mü’minlere aittir. Ama münafıklar bunu bilmezler.

    Bu sure, Abdullah b. Ubeyy b. Selûl ve arkadaşları sebebiyle, Benî Mustalik savaşı sonrasında inmiştir. ilgili rivayetler şöyledir:
    Zeyd b. Erkam şunları anlatmıştır: Bir savaşta idim. Abdullah b. Ubeyy’i işittim, şöyle diyordu: “Allah’ın Elçisi’nin yanındakilere nafaka vermeyin ki dağılsınlar. Hele onun yanından dönelim, güçlü olan, güçsüz olanı oradan çıkaracaktır.” Ben bunu hemen amcama söyledim, o da Peygamber sallallahu aleyhi ve selleme söylemiş, beni çağırttı. Ben de olan biteni anlattım. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem hemen Abdullah b. Ubeyy ve arkadaşlarına haber gönderip çağırttı. Onlar böyle bir şey söylemediklerine yemin ettiler. Allah’ın Elçisi beni yalan, onu ve arkadaşlarını da doğru söylüyor kabul etti. Öyle bir üzüntüye kapıldım ki onun gibisi hiç başıma gelmemişti. Gittim, evde oturdum. Amcam dedi ki, “Ne diye, Allah’ın Elçisi karşısında yalancı çakacak ve onu kızdıracak kadar ileri gittin?” Sonra Allah. Teâlâ Münafikûn suresini indirmiş. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem hemen adam gönderip beni çağırttı ve okudu. «Allah Teâlâ seni haklı çıkardı, ya Zeyd!” dedi[2]”.
    Tirmizî’nin rivayeti daha kapsamlıdır: Zeyd b. Erkam şöyle anlattı: Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem ile birlikte savaştık. Beraberimizde bedevîlerden bir bölük de vardı. Suya doğru koşuşurduk. Bedeviler bizi geçerlerdi. Bir bedevî arkadaşlarını da geçerdi. O, önce havuz yapar, su doldurur, etrafına taşlar koyar, üzerini sergiyle örter ve arkadaşlarının beklerdi. Ensar’dan bir kişi bir bedevînin yanına vardı. Su içsin diye devesinin yularını salıverdi, ama o bırakmak istemedi. Ensarî, suyun çevresini yıktı. O bedevî değneğini kaldırıp Ensarînin başına vurdu ve yaraladı. Ensarî hemen varıp Münafıkların başı Abdullah b. Ubeyy’e haber verdi. O, onun arkadaşlarındandı. Abdullah b. Ubeyy öfkelendi ve bedevîleri kastederek şöyle dedi: «Allah’ın Elçisinin yanındakilere bir şey vermeyin ki etrafından dağılsınlar». Çünkü yemek vaktinde onlar, Allah’ın Elçisinin yanına gelirlerdi. Abdullah dedi ki; bunlar dağıldıklarında muhafazid’in yemeğini zütürün; o beraberindekilerle yesin.» Sonra arkadaşlarına dedi ki «Hele Medîne’ye dönün, güçlü olan, elbette oradan güçsüz olanı çıkaracaktır.».
    Zeyd dedi ki: Ben Allah’ın Elçisi’nin bineğinin terkisinde giderdim. Abdullah b. Ubeyy’i duyunca hemen amcama haber verdim, o da gitti, Allah’ın Elçisi’ne haber verdi. Allah’ın Elçisi hemen Abdullah’ı çağırttı. O, yemin etti, inkardan geldi. Allah’ın Elçisi da onu doğrucu, beni yalancı saydı. Amcam geldi, “Allah’ın Elçisi’ni ve Müslümanları kızdırmaktan ve kendine yalancı dedirtmekten ne anladın?” dedi. Beni öyle bir üzüntü bastı ki, kimsenin başına gelmemiştir. Allah’ın Elçisi ile beraber gidiyorduk, ben üzüntüden başımı bükmüştüm. Allah’ın Elçisi, kulağımı büktü ve yüzüme güldü. Bana bunun yerine, dünyada ölümsüzlüğü verseler bu kadar sevinmezdim. Sonra Ebu Bekir yetişti, Allah’ın Elçisi ne dedi? diye sordu. Bir şey demedi yalnız kulağımı büktü ve yüzüme güldü dedim. “Müjde”, dedi. Sonra Ömer yetişti, Ebu Bekir gibi konuştu. Sabah ettik, Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem Münafikûn sûresini okudu[3] .
    Tümünü Göster
    ···
  5. 6.
    0
    Elmalılı muhafazid Hamdi YAZIR, yukarıdaki rivayetleri naklettikten sonra şöyle diyor:
    Bu hususta diğer hadîs kitaplarında ve tefsirlerde daha geniş bilgi vardır. ibn-i Cerîr bir çok rivayetten sonra özetle şöyle nakleder: Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem; Benî Mustalik’in kendine karşı, Haris b. Ebî Dırar komutasında asker topladığını haber alınca yola çıktı. Sahile doğru Kudeyd nahiyesinden Müreysi' denilen su üzerinde onlarla karşılaştı. Çarpıştılar, Allah Teâlâ Benî Mustalik’i yenik düşürdü. Onlardan ölenler oldu, oğulları, kadınları, malları ganimet alındı, Benî Kelb b. Avf b. Âmir b. Leys b. Bekir’den Hişam b. Dababe denilen bir adam da yaralandı. Ensar’dan Ubade b. Samit’in takımından bir adam onu düşman zannederek yanlışlıkta öldürmüştü. Su almağa gelenler suyun başındaydılar. Bu sırada Benî Gıfar’dan, Ömerin atını çeken işçisi Cehcâh b. Said ile Abdullah b. Ubeyy’in dostu Cüheyneli Sinan, su üzerine itişip döğüşmüşlerdi. Sinan: « Yetişin Ensar! » diye, Cehcâh da «Yetişin muhacirler!» diye bağırmıştı. Abdullah b. Ubeyy b. Selûl buna öfkelenmişti, yanında kavminden bazı kimseler vardı. Henüz genç yaşta olan Zeyd b. Erkam da iç­lerinde idi. Abdullah şöyle dedi: “Bunu da yaptılar ha! Kendi ülkemizde bizi istemiyorlar. Artık çok oldular. Vallahi bizimle şu Kureyş kaçkınlarının halini şu söz açıklıyor: «Besle köpeği, yesin seni.” Ama vallahi Medîneye dönersek güçlü olan, güçsüz elbette oradan çıkaracaktır. Sonra adamlarına dönüp şöyle dedi: işte sizin yaptığınız. Onları ülkenize soktunuz. Mallarınızı onlarla bölüştünüz. Şimdi vallahi eğer siz elinizde olanı onlara vermeseniz çekip giderler“.
    Zeyd b. Erkam bunu işitti; gidip Peygamber’e yetiştirdi. Savaş bitmişti. Ömer ile beraberdiler. «Ey Allah’ın Elçisi! Abbad b. Bişre emret, onu öldürsün“ dedi. Allah’ın Elçisi dedi ki: Nasıl olur Ömer! O zaman herkes, muhafazid arkadaşlarını öldürüyor, diye lâf ederler. Hayır. Söyle, asker yola çıksın”. Bu öyle bir saatte idi ki o saatte yola çıkmak Allah’ın Elçisi’nin âdeti değildi. Asker hareket etti. Abdullah b. Ubeyy, Zeyd b. Erkam’ın şikayetini işitince huzura vardı. “Billahi öyle bir şey ne dedim, ne söyledim” diye yemîn etti.
    Abdullah’ın kavmi içinde itibarı vardı; büyük sayılırdı. Ensar içinde arkadaşlarından orada bulunanlar ondan çekinerek şöyle dediler: “Ey Allah’ın Elçisi! Çocuk… Sözünde hayale kapılmış, adamın söylediğini belleyememiş, uydurmuş olmalı.” Allah’ın Elçisi tek kalıp yürüdüğü sıra Üseyd b. Hudayr geldi. Selâm verdi ”Ey Allah’ın Elçisi! Olağan olmayan bir saatte yola çıktınız. Bu saatte çıkmazdınız?» dedi. Allah’ın Elçisi şöyle dedi: “işitmedin mi, arkadaşınız ne demiş?” “Hangi arkadaş?” dedi. “Abbullah b. Ubeyy” diye cevap verdi. “Ne demiş?” dedi “Medîneye dönerse güçlü, oradan o güçsüzü çıkaracakmış diye düşünüyormuş” dedi. “O halde Ey Allah’ın Elçisi! Dilersen onu sen çıkarırsın. Vallahi o güçsüzdür , sen güçlüsün” dedi. Sonra da: “Ey Allah’ın Elçisi!” dedi. “Ona aldırma, nazik davran. Vallhi, Allah seni gönderdi, o sırada kavmi ona taç giydirmek için boncuk diziyordu. O seni, krallığını elinden almış görür”.
    Sonra Allah’ın Elçisi ordu ile o gün akşama kadar ve gece sabaha ve ertesi günün kuşluğu kadar yürüyüş yaptı. Nihayet güneş rahatsızlık vermeğe başlamıştı, konaklama emri verdi. Halk yere dokunur dokunmaz uyuya kaldılar. Bunu böyle yapması, kimse Abdullah b. Ubeyy’in lâfı ile meşgul olmasın diye idi. Sonra yine yola çıkıldı. Hicaz yolunu tuttu. Nihayet Hicazda Bakî’in biraz üstünde bir su başına kon­du. O suya Nak' denilir. Oradan hareket edildiğinde şiddetli bir rüzgâr esmeye başladı. Halk ondan rahatsız olmuş ve korkmuştu. Allah’ın Elçisi, “Korkmayın, kâfirlerin büyüklerinden biri öldü.“ Dedi. Medîneye geldiklerinde, Riffaa b. Zeyd b. Tabut’un o gün öldüğünü duydular. Yehûdîlerin büyüklerinden ve münafıkların sığı­nağı idi. işte o vakit Münâfikûn suresi indi. Sûre inince Allah’ın Elçisi, Zeyd b. Erkamm kulağını tuttu ve “Allah bu­nun kulağına doğruluk verdi.“ dedi. Abdullah b. Ubeyyin oğlu Abdullah da babasının yaptıklarını öğrendi. O, temiz bir mümin idi. Allah’ın Elçisi’nin huzuruna geldi «Ey Allah’ın elçisi! işittim ki Abdullah b. Ubeyy’i size uluşan sözünden dolayı öldürmek istiyormuşsunuz. Eğer yapacaksanız bana emredin, ben ounun başını sana ge­tireyim. Vallahi, bütün Hazrec bilir ki içlerinde babasına benden daha iyi davrananı, daha saygılısı yoktur. Korkarım ki, benden başka birine emredersiniz, o babamı katleder, ben de babanım katilinin halk içinde gezmesine tahammül edemem, tutar onu vururum. Bir mümini bir kâfire karşılık öldürmüş olur bu sebeble ateşe girerim“ dedi. Allah’ın Elçisi, “Hayır. Biz ona nazik davranırız. Beraberimizde bulunduğu müddetçe iyi­ davranırız.“ dedi.
    O günden sonra her ne yap­sa kavmi onu aşağılar, hakaret ve tehdit ederlerdi. Allah’ın Elçisi bunu işittikçe Ömer’e, „“Bak Ömer! Görüyor musun, nasıl oldu? Senin dediğin zaman öldürseydim onun için nice dik kafalılar sevinirdi. O gün sana vur desem, vururdun degilmi?“ derdi. Ömer de; “Elbette. Allah’ın Elçisim emri benim emrimden çok büyük çok bereketlidir. » derdi .
    Keşşaf Tefsirinde de şu nakil vardır: «Abdullah b. Ubeyyin bu alancalığı iyice ortaya çıkınca, « Senin hak­kında şiddetli âyetler indi. Hemen Allah’ın Elçisi’ne git, senin için istiğfar ediversin. » denmişti. Ama o, başını bükmüş, sonra da «Bana iyman etmemi emrettiniz, iman ettim, malımın zekâtını vermemi emrettiniz zekât verdim, artık muhafazid’e secde etmemden başka bir şey kal­madı» demişti. Ondan sonra da çok yasamadı, bir kaç gün içinde hastalandı öldü[4].

    Şimdi bu olaydaki hakaretle Danimarka’da yapılan karikatür olayını karşılaştıralım. Hangi hakaret daha ağır? Bu hakaret Kur’an ile sabit olmasına rağmen hakaret eden kişiye hiçbir ceza uygulanmamıştır. Bizim yapmamız gereken de peygamberimizin yaptığı gibi daima Kur’an-ı Kerim’e uygun davranmak ve akl-ı selimle hareket etmektir. insanlara katlanamazsanız başarılı olmanız mümkün değildir. En hafif bir tahrikte bile dengesini kaybeden ve Kur’an’dan habersiz olduğu için gayet hissi davranan günümüz Müslümanlarının, en zor şartlar ve en ağır hakaretler karşısında bile metanetini koruyan, daima Kur’ân’a uyduğu davranan peygamberimizi örnek almaları lazımdır. Çünkü onun her hareketi bize örnektir.
    Tümünü Göster
    ···