1. 26.
    0
    Bu soruların karşılıklarını bize yine işinin uzmanı bilim adamlarıyla kutsal

    kitaplar araştırmacıları verecektir elbette.

    Onlara göre, bu öyle gözlerde büyütüldüğü kadar zor bir olgu değildir.

    Kutsal kitaplar ve Kur'an-ı Kerim, bize Tanrı'nın Nuh kuluna "Her tür hayvandan biri erkek, öbürü dişi birer çift almasını" buyurduğunu

    açıklar. Tanrı, Nuh kulunun işini kolaylaştırmak için tıpkı Nuh'a seslendiği

    (ve buyurduğu) gibi onlara da seslenmiş, yol yordam göstermiştir.

    ...

    Ayrıca, hayvanlardaki doğal önsezi, yaklaşmakta olan büyük tufanı onlara duyurmuştur da. Böylece Nuh'a ve gemisine kendi ayaklarıyla gelmişlerdir.

    Nuh, kişisel yapısı gereği, büyük bir hayvan dostu olarak biliniyordu. Bu

    durumda, Nuh, gemisine kaç baş hayvan almış olabilir dersiniz?

    Sorunun karşılığı yoktur, kimse de bilememektedir bunu. O dönemlerde dünyamızda kaç tür hayvan yaşıyordu? Bu da saptanmış değildir. Bilim adamları bu sayının (tür sayısının) 1544 ile 2392 arasında olabileceği

    kanısındadırlar.

    Yine bilim adamlarının hesaplarını değerlendirdiğimizde ortaya şu

    çıkmaktadır. Yaklaşık 2000 hayvanı doğru dürüst besleyebilmek için Nuh ve

    ailesinin her bireyi, her üç dakikada bir, bir hayvanı besleyip su vermek

    zorundaydı. Bu hesaplama bir günü 12 saat (uyku dışında) olarak

    kabullenip yapılmıştır.

    "Yaradılış ve Tufan" adlı kitabında Doktor Morris bu beslenme sorununa

    titizlikle eğiliyordu.

    "Doktor Morris, bu ileri sürülenlere göre, nasıl oluyor da 8 insan,

    2000 hayvana tam 13 ay süreyle bakabiliyor?

    "işin bu noktası, Nuh ve Tufan olayına karşı çıkışların en başında

    gelmektedir. Kimilerine göre, bu olanak dışıdır. Ama şu da

    düşünülmelidir; hayvanların bir çoğu kış uykusuna yatmış olabilir

    ya da kötü hava nedeniyle böyle bir zorunluğu duymuş olabilir.

    Bu durumda solumaları bile hafifler. Şunu demek istiyorum: Hava

    bozmaya, bulutlar kararıp çoğalmaya ve fırtına çıkıp azmaya

    başladığında kafeslerine konmuş hayvanlar tufan boyunca,

    sürekli uyumuşlardır."

    Eldeki şimdiye kadar olan verileri topladığımızda, anlatılanlardan teknik

    ve bilimsel verilere uygunluk gösterdiği ortaya çıkmaktadır. Gemi ve canlı

    yükü, büyük tufanı atlatabilecek bir güce sahipti.

    Fakat insanlar yine de kuşku içindedir: "Kanıt nerede, peki?" diye

    sormaktadırlar. Gemi, buzlar altında ve Ağrı dağında mı? Tufan sonrasında

    gidip o Ağrı dağının tepesine mi oturdu? Peki, nerede onun kanıtı da?

    Nuh'un gemisi gerçekten var oldu ve başından kutsal kitapların hepsinde

    yer alacak nitelikte bir serüven geçti ise, bunun elle tutulur, gözle görülür

    somut kanıtı mutlaka olmalıydı. Bu, ne idi, ne olmalıydı; varsa nasıl ve

    hangi yoldan ele geçirilmeliydi? Haklı sorulara bir karşılık arayıp bulmak

    amacıyla yeni keşif seferleri başlatıldı ve sürdü gitti.

    "ister inan, ister inanma" nın ünlü yazar ve çizeri Robert Ripley'i

    tanımayan yoktur. 1938 yılındaki Nuh'un gemisi keşif seferine Ripley'de

    katıldı. Ripley hemen hemen dünyanın bütün ülkelerinde sayısız okura

    sahiptir ve çizip yazdığı şaşırtıcı olguların yanlış ya da uydurma olduğu

    bugüne dek kanıtlanmamıştır.

    Ripley bir süre önce Irak'a gitmiş, ünlü Babil Kulesi'ni görmüş ve iran'da

    iken ülkenin toprağının dörtte birinin boş çöl olduğunu, garip köşeli

    biçimler halinde çatlayan toprağı tufan sularının yeniden biçimlendirdiğini

    ileri sürmüştü. Ripley, Şam'da Nuh'un mezarı diye kabul ettiği bir mezar da

    bulmuştur ayrıca.

    Yeni seferin amacı, Ferdinand Parrot'nun Ağrı dolaylarındaki küçük

    Ermeni manastırında gördüğünü ileri sürdüğü, Nuh'un gemisinin

    tahtasından yapılan haç gerçeğini öğrenmekti. Bu seferden nice sonra,

    1950'de haçın gerçekten görüldüğü savı ortaya atıldı. Evet, böyle bir haç

    vardı; boyutları 12 inç uzunluğundaydı ve kızılımsı bir tahtadan yapılmıştı.

    O seferin ardından da yıllar geçti. ikinci Dünya Savaşı'nda Amerikan pilotları

    Ağrı Dağı üstünden sayısız uçuşlar yaptılar. Müttefikleri olan Rus Kızıl

    Ordusu'na malzeme ve yiyecek taşıdılar. Yine o yıllarda pek çok raporda

    Nuh'un gemisinin görüldüğü bildirildi.

    Bu raporlardan biri, 1943 yılında ABD ordusunun yayın organı "Stars and

    Strips" adlı dergide yayınlandı. Arada Rus pilotları da gemiyi karlar

    buzlar arasında gördüklerini belirtiyorlardı.

    Savaş sona erdi, barış yapıldı ve Rus pilotları tekrar tekrar Ağrı üzerinden

    uçtular.

    Nuh'un gemisiyle ilgili çalışmalarını bugün de sürdüren Errol Cummings,

    bu konuda Doktor Donald Liedmann'la konuştu. Doktor Liedmann'ın

    önde gelen özelliği, Rusların bu uçuşları üzerinde ilk elden bilgi sahibi

    olması idi.

    "Rus birliğinden bir subay, 1937 yıllarıyla 1947 arasında her yıl Ağrı

    ve yöresine sefer yapıyordu. 1948'de de böyle bir sefer yapılmıştı

    ayrıca. Bilindiği gibi, Ruslar, 1915-16'da ve 1918 yılında da birer sefer

    daha düzenlemişlerdi. Toplam, 13 seferdi hepsi. Benim tanışım olan

    o Rus subayı, 1937 ile 1947 arasındaki keşiflere katılmıştı. 1947

    seferinde çekilen fotoğrafları bana da gösterdi. Bu fotoğraflarda,

    çok iyi anımsıyorum, gemi yaklaşık 1400 fit yüksekliğindeydi ve 80

    fitlik bir bölümü buzlar arasından çıkmış, görünüyordu bayağı."

    1952'de, Ortaduğu'da çalışan Amerikalı bir pipe-line mühendisi de Ağrı

    Dağı'nda Nuh'un gemisini gördü. George Jefferson Green adlı bu

    mühendis, helikopterle keşif uçuşu yaptığı bir sırada gemiye rastlamıştı.

    Koca gemi kayalar arasında sıkışmış bir durumdaydı, tek bir yanı ortalık

    yerde duruyordu.

    Green, helikopterin pilotuna biraz daha yaklaşmasını söyledi. Pilot denileni

    yerine getirdiğinde ikisi de çok heyecanlandılar. Green görülenleri

    fotoğrafla saptadı. O sırada güneş de yavaş yavaş batıyordu. Green, altı

    tane birbirinden güzel fotoğraf çekti. Fotoğraflar her cepheden gemiyi

    gösteriyorlardı.

    Green çok geçmeden Ortadoğu'daki görevinden alınıp ingiliz Guyanası'na

    yeni bir görevle atandı. Maden işinde çalışırken bilinmeyen kişilerce

    öldürüldü sonra. Bu arada tüm eşyaları; içlerinde Nuh'un gemisinin

    fotoğrafları dahil, çalındı, yok oldu hepsi.

    Hikaye, şaşırtıcıdır, bir türlü bütünlenemiyordu. Yeni buluşlar, yeni bulgularla

    gün geliyordu, bir heyecan dalgası yaratıyor, bilim adamları, uzmanlar ve

    kutsal kitaplar araştırıcıları bir araya toplanıp önlerine konulanları enine

    boyuna tartışıyorlardı.

    Kimilerince yeni bulgular bir çok gizli kalmış olguyu gün ışığına

    kavuşturuyordu. Olay, bilinmezlikten neredeyse çıkmak üzereydi. Biraz daha

    çaba ve yeni seferler aracılığında yeni bulgular işin sonunu getirebilirdi

    pekala.

    Kimileri de temelden karşı çıkıyordu: Bu bulguların konuyla uzaktan yakından

    bir ilişkisi yoktu, olamazdı. Kanıtların daha somut, daha elle tutulur, gözle

    görülür olması zorunluydu. Kanıt sahiplerinin bir çoğu erişilmez bir düş

    gücünün sahipleri olabilirdi. Bu, kuşkusuz, konunun aydınlığa çıkması için

    yeterli olmaktan çok, daha karmaşık, daha bir bilinmezlik içine sürüklerdi.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster