/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
  1. 1.
    +5
    Part 9
    Susadım… Çok susadım… Size duyularımızın insanlara göre çok daha gelişmiş olduğundan bahsetmiştim değil mi? işte hislerimiz de o derecede kuvvetli. Aslında her tarafımda içecek var. Ama yapamıyorum, bu insanlara ihtiyacım var. Adem durumumu fark etmiş olacak ki bana korku dolu gözlerle bakıyordu.
    "Hey, bir sorun mu var?"
    "Hayır."
    "iyi görünmüyorsun."
    "Yok bir şeyim, yalnızca biraz susadım."
    Adem arka tarafta bulduğumuz su şişelerinden birini uzattı; Al. Şişeyi alıp birkaç yudum içtim, hayır bundan değil, çok daha kırmızısından, çok daha koyusundan, çok daha cezp edici olanından içmeliydim. Ama şimdi sanki biraz daha iyi hissediyordum.
    "Teşekkürler." diye fısıldadım.
    Fısıldadım çünkü ancak fısıldayacak takatim kalmıştı. Şu anki durumumu size örnekleyecek olursam: Çölün ortasında bir adam düşünün, boynundan aşağısı felçli olan bir adam. Yanında yakınında kimse olmayan bir adam. Şimdi bu adamı kızgın kumların üstüne yatırın, bekleyin, bekleyin, bekleyin... Birkaç saat sonra adamın çenesinden 5 cm kadar aşağıya, göğsünün üstüne buz gibi bir bardak soğuk su koyun. Şimdi o adamın o bardaktaki suyu nasıl içmek istediğini hayal edin. Nasıl bir pgiboloji içinde olduğunu. Dudaklarıyla bardağa uzanışını, başaramayışını hayal edin. Nasıl hissettiğini. işte şu an bulunduğum durum o adamın bulunduğu durumla tamamıyla aynı; hedefim çok yakında ama ulaşılamaz.
    Sanırım daha fazla dayanamayacağım, bir şeyler içmezsem öleceğim. Sanırım bunu yapacağım; arabadakilerden birinin boynuna sarılacağım. Yapmak istiyorum, kana kana içmek istiyorum. Yapacağım, Ademle başlayacağım, doymazsam Suzan, yetmezse babasını içeceğim.
    Derken ani bir frenle durduk.
    "Neler oluyor?" dedi Adem.
    "Kaldır kafanı da kendin gör." diye karşılık veren Suzan oldu.
    "Aman tanrım... "
    "Bir grup, sanırım artık tam bir kurt sürüsü gibi hareket ediyorlar, şu en önde yürüyen şişko zombi liderleri olmalı. Her ne kadar ölü olsalar da beyinleri hala yerinde öyle değil mi? Grup halinde daha rahat avlanabileceklerini düşünmüş olmalılar."
    Sanırım planımı ertelemem gerekecek, yoksa buradan hayatta kurtulamam. Acaba? Olur mu? Onları içsem, onlardan beslensem? Hemen bu aptalca düşünceyi kafamdan kovdum. Ama seçeneklerim çok fazla değildi. O yüzden bir plan yapma vaktim gelmişti.
    "Gidiyorum."
    "Nereye?" diye soran yine Suzan oldu.
    "Dikkatlerini başka bir yöne çekmeliyim, yoksa buradan canlı çıkma ihtimalimiz yok; eninde sonunda fark edecekler bizi."
    "Haklısın... "
    "Tamam, gidiyorum o halde, var mı benimle beraber gelmek isteyen?"
    Kimseden ses çıkmadı, anlaşılan planım yatmıştı. Neyse diyip arabadan indim. Ölülerin arka taraflarında kalan çalılığa doğru süzüldüm. En azından bu kadarını yapacak takatim varmış diye seviniyordum bir taraftan da. Etrafa şöyle bir göz gezdirip sincap, tavşan, tilki, fare vs. bir canlı var mı diye baktım. Sanırım bugün şanslı günümdü. Çünkü az ilerideki ağacın dibinde bir tavşan deliği vardı. Hemen oraya gidip elimi yuvaya sokabildiğim kadar soktum, ancak hiç bir şey yoktu. Gerçi sonuna kadar yetişmemişti elim ama yapacak bir şeyim yoktu. Etrafa göz gezdirmeye devam edip bir taraftan da ölüleri gözlüyordum. Arabaya giderek yaklaşıyorlardı. Hemen bir şey yapmazsam fark edilecekleri kesindi, ama bu kadar halsizken benimde kaçabileceğim garanti değildi. Tam o sırada tavşan deliğinden bana doğru bakan bir çift göz fark ettim. Deliğinden çıkmadan beni izliyordu, ama onu yakalayabilmem için orada olduğunu bilmem yetiyordu. Ani bir hareketle avuçlarımın arasındaki yerine yerleştirdim onu. Yerinden bile kımıldayamamıştı zavallı, hemen onu oracıkta sömürüp bizimkilere yardım etmek amacıyla ölülerin dikkatini çekmeye çalışmaya başladım. Bir kaç saniye bağırmam yetmişti, hemen hepsi bana döndü, gerisin geri kaçmaya başladım. Çalılığa girip bir ağaca çıktım ve beklemeye başladım, bir taraftan da bağırmaya devam ediyordum. Hepsinin ağacımın altında toplandığından emin olduktan sonra 1-2 m ilerideki başka bir ağaca, oradan da başka bir ağaca geçip kaçmaya başladım. Büyük bir daire çizip arabaya ulaştım.
    "Nerede kaldın?" diye soran yine Suzan oldu.
    "Anlatırım, şimdilik sadece gaza bas."
    Suzan gaza basıp bizi oradan uzaklaştırdı, Adem ise bana dik dik bakıyordu.
    "Ne var?" diye sordum.
    "Ağzın, her tarafı kıpkırmızı... "
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster