/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 76.
    +2
    - teşekkür ederim geldiğin için.
    - önemli değil. ne oldu?
    - göstereceğim.

    salona aldı beni. içerde bir adam daha vardı.
    - aykut, doruk. doruk, aykut. siz takılın ben çay hazırlayıp geliyorum.

    çay? çay nedense ortama pek uygun değildi. çay içilen bir evde bu tip cinayetler işlenmesi nereden baksan saçmaydı aslında... bu absürd düşünceleri kafamdan atarak doruk'a odaklandım. kimdi bu herif?

    - arkadaşı mısınız deniz'in?
    - evet, bir süredir tanışıyoruz.
    - nereden?
    - internetten.

    bu gece bu evde bir şeyler olacağı belliydi.
    - kabalığımı bağışlayın ama beni neden çağırdınız?
    - deniz anlatmadı mı durumu?

    neyi ulan neyi?

    - yoo?
    - öyleyse onun anlatması daha uygun olur.

    hava iyice ağırlaşmıştı artık evde. göğsümü sıkıştırıyorlardı sanki.

    - çaylar geldi. buyrun.

    titreyen elime verdi çayı deniz, imalı imalı bakmayı da ihmal etmedi. deniz, onun gerçek kimliğini bildiğimi biliyor olmalıydı. artık hiçbir şüphem kalmamıştı.

    bugün bu evde birisi ölecekti.
    - şeker alabilir miyim denizciğim?
    - tabi doruk ne demek.

    karşımda kalitesiz bir ilkokul müsameresi oynanıyordu sanki. titreyen ellerimle çayı içemeyeceğimi fark edip yanımdaki sehpaya yerleştirdim bardağı. genzim kurumuştu, konuşmaya çalıştım fakat başaramadım. tüm gücümü toparlayıp,

    - biri bana neler olduğunu anlatacak mı, diyebildim ve koltuğa yığılırcasına yaslandım.

    ikisinin de gözleri bana bakıyordu şaşkınca.

    - bir şey mi oldu aykut?

    bitir artık şu saçma oyunu anlamında sırıttım deniz'e. birbirimizi o kadar iyi tanıyorduk ki...

    - eh madem öyle küçük sırrımızı senle de paylaşabiliriz.
    - öldürecek misiniz beni?

    birbirlerine bakıp ortamın ağırlığına hiç de uymayan bir kahkaha patlattılar.

    - o nasıl söz aykut, ne saçmalıyorsun sen?

    deniz anlamsızca rolüne devam ediyordu.

    - her şeyi biliyorum deniz.
    - güzel, bu bize zaman kazandırır. aykutçuğum doruk'un bizden küçük bir isteği var. sen anlatmak ister misin doruk?

    bardağın dibinde kalan soğumuş çayı bir hamlede içen doruk söze başlamak için boğazını temizledi.

    - aykut lafı çok dolandırmayacağım. sen temiz bir delikanlıya benziyorsun, öncelikle seni de bu işe karıştırdığımız için özür dileriz. fakat deniz senin bunu kaldırabileceğini düşündü.

    neyi ulan neyi? deniz barbie bebek yapmacıklığında bir gülümseme oturtmuştu suratına.

    - beni öldürmeni istiyorum senden.

    odada sessizlik konuşuyordu artık. doruk ve oturduğu koltuk nedense yan dönmüştü ve yukarı doğru çıkıyordu. sorunun onda değil, benim, bayıldığım için yere doğru düşen kafamda olduğunu uyandığımda fark ettim.

    uyandığım anki pgibolojimi kelimelere dökmeye dünyanın hiçbir dili yetmez. etrafıma bakındım, uyandığım zaman evimde olduğuma ilk defa şaşırdım o sabah. evet, yaşıyordum ve evimdeydim. dün yaşananlar rüya mıydı? sanmıyordum, sanki o lanetli çayın kokusu hala burnumdaydı...

    deniz'i bulmalıydım. cevaplarım ondaydı. üstüme giyinip doğru işyerine yollandım. kapıdan içeri girdiğimde deniz'i 9 yaşındaki bir çocuğa, alacağı bilgisayarın özelliklerini anlatırken buldum. böylesi şeytanlar sokaktaydı, aramızda yaşıyorlardı. işin sosyolojisini sonraya bırakarak deniz'in karşısına dikildim.

    - dün ne oldu?
    - ne?
    - dün ne oldu!!
    - neden bahsediyorsun?
    - doruk'tan.

    tuhaf bir şekilde suratıma bakıyordu.

    - oturup sohbet ederken bayıldın bir anda. biz de seni evine bıraktık.
    - doruk nerde şu anda?
    - şey, yurtdışına çıktı uzun bir süre gelmeyecek.

    hadi ya?
    omuzlarından tutup sertçe rafa çarptım. görevli arkadaşlar bizi izliyorlardı.

    - oyun oynama benle.
    - bırak beni, canımı acıtıyorsun.
    - türk filmi çekmiyoruz burada, neler olduğunu anlatacaksın bana.

    suratıma baktı, ilk defa bu kadar keyifsiz gözüküyordu.

    - iyi bu akşam 22'de geçen gittiğimiz pub'da buluşalım.
    - tamam.

    çıkmak üzere döndüm ki arkamdan seslendi.

    - aykut, unutma bu işe kendi isteğinle karıştın. bu dünyayı bir kez gördükten sonra istediğin anda unutamazsın.

    o sırada omzumda bir el hissettim. şefti bu.

    - kovuldun aykut.
    - çok da gibimdeydi.

    içinde bulunduğum durumun iyi tarafı da buydu belki... dünyevi şeylere verdiğim önem hayli azalmıştı.
    dünyayı algılama biçimim değişmişti şu son günlerde yaşanan olaylardan dolayı. insan hayatına verilen önemin ne kadar düşebileceğine şahit olmuştum. şu dünyada yaşama verilen önem bile bu kadar düşükse, neyin değeri kalırdı ki? bugüne kadar inandığım tüm değerler yıkılmıştı bir anda. hiçliğin sularında yüzüyordum sanki.. tuhaf ve hoş bir histi bu.
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster