-
26.
+3Operasyonların hızını kaybettiği günlerde askerlerimden bazılarını izine yolladım, onlar izinlerinden dönünceye kadar merkezden yedek kuvvet gönderdiler. izine gidip gitmemekte tereddüt ediyordum, gitsem kırık kandımı görebilecektim, ancak aklım hep burada olacaktı, Kubi'de gitmemişti izine. Vaz geçtim, gitmeyecektim; beni bırakmayanı ben nasıl bırakabilirdim ki...Tümünü Göster
Ertesi gün emir mahiyetinde bir izin mesajı geldi. iki saat içerisinde yerime bakacak devremin bulunduğu bir helikopter burada olacaktı ve acilen hazırlanmam gerektiği söyleniyordu. Alelacele mekanik hareketlerle toparlandım. Bu arada da Kubilay'ın da izin kâğıdını hazırladım, birlikte gidecektik.
- " Hocam, nereye gideyim ben, anam yok babam yok, bekleyenim yok, bırak kalayım burada, hem sizden sonra en kıdemli benim "
diyerek işi şamataya getirmeye çalışıyor, gelmek istemiyordu. Onu bırakamazdım ;
- Bu bir emirdir , diyerek geçiştirdim.
Helikopter Kayseri Askeri Havaalanı'na indiğinde hava kararmak üzereydi, uçaklarda yer bulamamıştık.
- " Hocam, kaldık mı yine karavanaya " ...
ikimizin de gülmekten karınlarımıza ağrılar girmişti, Kubilay'ın bana hocam olarak hitap ettiğini duyan diğer subaylar bir şeyler söyleyecek oldular ki bir el hareketiyle susturdum onları.
Yemekhane'nin yolunu tuttuk, erbaş yemekhanesine yönelmiştik ki;
- " Komutanım sizin yemekhane diğer tarafta, askeriniz buraya girebilir " ...
Kubilay'ı da alarak diğer yemekhaneye yollandık; bu kez de ;
- " Komutanım, erbaş yemekhanesi diğer tarafta, siz buraya girebilirsiniz. " ...
Zıvanadan çıkmıştım, beni erbaş yemekhanesine, Kubilay'ı da Subay yemekhanesine sokmamışladır, biz neredeydik ; karakolumuzu özlemiştik... Bağırdım, çağırdım, aklıma gelen küfürleri bağıra çağıra söyledim ortalığa, askerin şahsına hiç bir şey söylememiştim. Birden arkamdan tok bir ses geldi ;
- " O emirleri veren göbekli paşa benim asteğmenim " ...
Tamam dedim, şimdi askerliğim uzadı işte, utanmıştım. Günlerdir traş olamayışımız, eskiyen elbiselerimiz, yara bere içindeki ellerimiz, yüzümüz Paşanın dikkatini çekmiş, dikkatle bizi süzüyordu;
- " Gelin benimle " ...
Çocuklarını bayram sabahı alışverişe gö türen baba gibiydi, temiz elbiseler sağladı bize bizzat;
- " Kendinize çeki düzen verdikten sonra sizi yemekhanede bekliyorum " ...
Hah dedik, herkesin içinde fırçaların en büyüğünü afiyetle midemize indirecektik .
- " Hocam, kaçalım mı " ...
Aklıma da gelmedi değil hani, iyi de nereye kaçacaktık, gülüştük Kubilay ile.
Yemekhaneye indik, sanki herkes bizi bekliyordu, kimse yemeğine dokunmamış, Paşanın gelmesiyle tok bir selam hareketi ile herkes ayağa fırlamıştı, Paşa'nın arkamızda olduğunu o an farkettik.
Masasına aldı Paşa bizi, masanın üzerinde her çeşit yemek var, tatlı desen hangisini yiyeceğini şaşırıyor insan.
Paşa ayağa kalktı, aynı anda yine tok bir sesle tüm yemekhane ayaktaydı. Paşa konuşmasına bir dakika ara verdikten sonra, hafif çe bize bakarak benim karakolumun adını söylemesi bizde soğuk duş etkisi yaptı, Kubilay ile birbirimize bakıyorduk halâ...
iyi de Paşa bizi nereden tanıyor, isimlerimizi nereden biliyordu, hadi bildi diyelim, uçaklarda yer bulamadığımızdan ve birliğe geri döndüğümüzden nereden haberi vardı, hadi bundan da haberi var diyelim, bu kadar yemek nesin nesiydi? Basit bir asteğmen ve askeri için bu kadar şatafat olmazdı...
Karakolda olduğumuz aylarda ülkede ne de merkezde ne olup bittiğinden haberimiz olmazdı, ayrı bir dünyada yaşıyorduk sanki. Seçimler olmuş mu, kuraklık var mı, kim şampiyon olmuş, hangi transfer yapılmış... Bizi ilgilendirmiyordu bu; bizi ilgilendiren yegâne şey görev bölgemizdeki halkı korumak ve beraberce hayatta kalabilmekti...
Fazla olmasa da verdiğimiz şehitlere rağmen karakolumuzun adı merkezde ve diğer karakollarda duyulmuş, bölgedeki en iyi 3 karakoldan biri haline gelmiştik. Hakkımızda tüm araştırmalar yapılmış, kimin ne olduğu istihbarat tarafından belirlenmiş, katıldığımız her operasyon ve sonrası gözlem altına alınmış. Benim izin emrimi de bizzat Paşa vermiş. Tüm bunları Paşanın söylediklerinden ( ve de söylemediklerinden ) anladık.
Yemeğe gelince, duyunca kulaklarımıza inanamadık, o gün arefe günüydü ve ertesi gün mübarek Kurban Bayramı'ydı. Pes dedik, bu kadar mı soyutlandık " dış dünyadan " ...
Yemekler yenildi, kan ter içinde zorla Paşa tarafından bana konuşma yaptırıldı. Öğretmen olmama rağmen oradaki bir kaç asteğmenden biri olmamdan olsa gerek ayakta zor duruyordum, konuşmakta güçlük çekiyordum. Konuşmamı tam bitirmiştim ki Paşa;
- " Hadi bakalım asker, sıra sende " ...
Kendimi tutamadım, Paşanın Kubilaya söylediği bu söz beni kahkahalara boğmuştu, Paşa hariç herkesin şaşkın bakışları arasında gülmekten kendimi alamadım.
Konuşmasını bitiren Paşa yavaşça ayağa kalktı, dosyasından çıkardığı iki belgeyi açıklamalarının sonunda bana verdi. Biri karakola verilen başarı belgei, diğeri ise şahsıma ait başarı belgesi idi, gözlerim dolmuştu; karakoldaki diğer askerlerimin de yanımda olup bunu görmesini çok istedim o an.
- " Bir saat içinde Ankara'ya doğru yola çıkacak helikopterde olmalısınız, güle güle git oğlum, yaptığını asla unutmayacağız, eşinin cenazesine gitmeyip, silah zoruyla karakola yönlendirdiğin helikopteri kullanan Yüzbaşı herşeyi anlattı, başın sağ olsun; seninle gurur duyuyoruz... "
Başımı kaldırdığımda herkesin gözü üzerimizdeydi, Kubilay titreyen bacakları ile ayakta durmaya çalışıyor, bense gözyaşlarıma hakim olmaya uğraşıyordum. Bir an gözlerim karardı, eşimi gördüm, uzatmaya çalıştığım elimi itmeye çalışıyor " gelme " diyordu ; " gelme " ... Bir kaç dakika sürdü bu, gitmemi istemiyordu, belkid e o helikoptere binmemi istemiyordu. Çoğunuza garip gelebilir belki, ama ben bu tür şeylere inanırım; Allah tarafından insanların kimi zaman rüya ya da bu tür olaylar ile karşılaşrtırdığına çok şahit oldum.
Titrek sesle sadece Paşanın duyabileceği kısık bir sesle Paşaya o an gördüklerimi anlattım. Paşa bir an duraksadı, ayağa kalktı, emir subayını çağırdı ve ;
- " Hemen başka bir helikopter hazırlatın, diğer helikopteri bakıma yollayacaksınız " ..
Daha sonra öğrendim ki, helikopterin kuyruk pervanesinde devir bozukluğu tespit edilmiş, havalandığı taktirde kısa sürede kontrolden çıkıp yere çakılması içten bile değilmiş.
Gökyüzüne baktım ;
- " Biliyorum, halâ gitmedin, halâ benimlesin " ...
başlık yok! burası bom boş!