/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 76.
    +2
    Heyecandan mı, yoksa aklımdan geçen yüzlerce düşünceden mi olsa gerek bilmiyorum, 750 metreye yapmış olduum ilk atışta hedefi bulamamıştım; hemen gülüşmeler, yorumlar ard arda gelmeye başladı ;

    - dedim ben size, daha genç bu çocuk, yapamaz

    - daha ne kadar zamandır asker ki bu,

    - silaha kadınmış gibi bakıyor, deli mi ne?

    - yahu gözlüklü keskin nişancı mı olur, boşa geldi çocuk...

    Ve bir cümle hepsini kestirip attı ;

    - Daha bir senesi dolmadı, karakolunu bırakıp eşinin cenazesine gitmedi, uzun süredirşehitleri yok, halâ vücudunda 6 mermi yarası var, yeterli mi beyler ?

    Tugay Komutanı idi bunu söyleyen, duygulandım, eşimn geldi gözümün önğne, yine öğürtülerim başladı, gözüm kararıyordu, ayağa kalktım ;

    - Yapayacağımı söylemek istemiştim, oysa ağzımdan çıkan kelimeler ; vr mısınız iddiaya... oldu.

    12 de 10 hedefi bulmuştum. Bir binbaşı vardı, 12 de 11 vurarak beni geçti ve göreve kendisi kabul edildi. Oysa ne kadar çok istemiştim o göreve gitmeyi.

    Yemekhanede verilen muhteşem yekler geçmedi boğazımdan, hem görevi başaramamıştım, hem de askerlerim yine kapuska yerken karakolda ben onca yemeği mideme indiremezdim.

    Görevi alan Binbaşı geldi yanıma, oturdu, bir süre sohbet ettik,

    - " Bugün yat dünlen, yarın sabaha karşı görev bölgesine ***ürüleceksin helikopterle, istersen aileni ve karakolundaki askerlerini ara; bu görevde ya ölecek, ya da öldüreceksin... "

    Genç olduğum için refleklerimin daha iyi durumda olduğunu ve benim gönderilmem gerektiği yönünde fikir bildirdiğini ve kabul gördüğünü söyledi. Oysa aylar sonra öğrenecektim ki, ailesini bir trafik kazasında yitirmiş, eşi ve 20 yaşındaki kızı hakkın rahmetine kavuşmuş, ne zaman aklıma gelse gözlerim dolar.

    Sabah gün ağarmadan yola çıktık helikopter ile, güzergahı aşağı yukarı tahmin ediyordum, ancak geçen süre operasyon bölgesinin hayli uzakta olduğunu göstermiştik ; ve Cudi'ye indik...

    Tüylerim diken diken olmuştu, helikopterden atılan kumanya çantalarını saklarken bir yandan da düşünüyordum. Ne işim vardı bu cehennemde, ne kadar süreceği belli değildi, üstelik her adımı birbirine benziyordu Cudi'nin, suyum biterse neler olacakları tahmin bile edemiyordum. Üstelik beni almak için helikopter geri dönmeyecek, görevi başarıyla tamamladığımda Silopi'ye yaya olarak intikal yapacaktım ve sadece bu günlerimi alırdı, telsizimi ise görevi tamamladığımda ve daha önce belirlenen koordinatlarda kullanacaktım, bu yolla da civardaki askeri birliklere haber verilecekti, dönüş yolunsa sadece gündüz hareket edeceğimden açık hedef haline gelecektim .

    Üçgün geçmişti, çıt yoktu etrafta, ne bir görüntü, ne bir ses; hiç birşey ...

    Minik bir radyom vardı rahmetli eşim almıştı. Öğretmenliğimizin ilk yıllarında parasızlıktan televizyon alamamıştık, hep bu radyoile geçmişti günlerimiz. Ya polis radyosunu dinlerdik, ya da Trt'nin gündüz ve gece kuşaklarındaki sanat müziği ziyafetiyle uyurduk. Ama burada çok kısa aralıklarla ve sadece gündüzleri dinliyordum radyomu.

    Beşinci günün sonunda güç bela kamufle edebildiğim nikonum ile etrafı incelerken açık bir görüntü aldım, silahı omzunda, kıyafetlerinin yeni olduğu belliolan, ayağındaki mekap ayakkabıları ile fütursuzca önündeki taşlara vura vura ilerliyordu. Hemen etrafı inceledim, başkası yoktu; hayaletile tanışma zamanı yaklaşıyordu...

    Mesafa 6000 metre civrında olmalıydı, nikonum 5000 metre mesafedeyi göstermeözelliğine sahipti. Arazi şartlarını, molalarını düşünerek ve içimden bana doğru gelmesi için dua ederek, geliş zamanını yaklaşık 1,5 gün olarak hesapladım, hemen uyumam lazımdı. Kendime öyle bir ziyafet çektim ki, en az 2 günlük erzağımı tüketmiştim bir günde, ve hemen uyudum, kulaklığımı taktım radyomu açtım, gözlerimi kapattım...

    Polis radyosunun istiklal marşı ile uyandım, gün ağarmak üzereydi. Hemen nikonumun başına geçtim ve gözetlemeye başladım; yaklaşık 1 saat sonra yine görmüştüm onu. Kendinden emin bir şekilde oturmuş konservelerini yiyordu, yanındaki telsizin askeri telsiz olduğunu görünce hıncım iki kat daha arttı, kim bilir hangi şehidin üzerinden almıştı şerefsiz.

    Aradan saatler geçti ve kaybettim onu, geçtiği minik vadilerde gözden kaybolmuş, hangi yöne gittiğini kestiremez olmuştum.

    iki gündür üzerimdeki kayalıklarda bir şahin dönüp duruyordu, bir kaç kez sincapları nasıl avladığına şahit olmuştum. Bir taraftan şahini izliyor, bir taraftan da bakmadık yön bırakmamaya çalışıyordum ki, tam şahini izlerken ıslık sesiyle irkildim ve başımı ellerimin arasına aldım ; şahin yerde cansız yetıyordu. Herifçioğlu beni görmüştü, ve sırf dalga geçmek için şahini vurmuştu. Acilen yer değiştirmem gerekiyordu, bulunduğum yerden beni görmesiimkansızdı, yine de tedbirli olmam gerekiyordu, onu izşiyordum ve beni bir süre göremeyeceği bir noktaya geldiğinde fırlayarak yaklaşık 60 metre ilerideki kayalara gittim , hemen oradaymışım hissi vererek nikonumu kurdum, bazı erzakalrı görebilmesi için gelişigüzel bıraktım, ve hemen eski yerime dönerek daha
    iyi bir şekilde kamufle oldum.

    Madem oyun istiyordu, seve seve yapardım bunu...

    Silahımın ayaklarını toprağa gömdüm, ayakların birleşim yerindeki döner mafsal neredeyse toprak hizasındaydı, zaten parlamaya karşı bir ***lden yapılmıştı ve üzerindeki boya da görülmesini neredeyse imkansız hale getiriyordu. Zeytin ezmelerinin yarısını yedim, yarısınıda yüzüme sürdüm, kamuflaj boyalarından daha kullanışlı gelmişti bana her zaman, hiç değilse berbat kokmuyorlardı.

    Ve gördüm onu, namlumun ucundaydı. Hemen nişan aldım ve yanında duran askeri telsize atış yaptım, sıçradığını görmek beni fazlası ile mutlu etmişti; korktuğunun belirtisiydi bu;

    oyun başlamıştı...

    Kendini yuvarlayarak öylesine güzel mevzilendi ki, sadece silahının namlusunu görebiliyordum. Ancak atış yapmak için başını çıkartmak zorundaydı, avantahlı duruma geçmiştim, görebiliyordum ama görünmüyordum şu an...

    Silahının namlusunu gözlerken ıslık sesinin ardından arkamdaki son su şişem de patladı, atlatmıştı beni, demek ki demonte olabilen bir silahı daha avrdı ve benim gördüğüm sadece bir tuzaktan ibaretti. Silahımın dürbünü ile etrafı izlerken devam eden ve bir anda biten ayak izlerinden nerede olduğunu kestirebildim, ancak bir ağacın dibinde bitiyordu izler. Şerefsiz herif ağaca çıkmıştı, ulan dedim içimden, sana eğitim verenin deeeeeee, eline o silahı verip karnına o ekmeği koyanın daaaaaaaaaaaaa...

    Yeni gelen baharın coşturduğu doğanın nasibinden çıktığı ağaçta almıştı, gözükmüyordu. Ne bir hareket, ne de bir atış vardı, ikimiz de karşıdan gelecek atışı bekliyorduk görebilmek için. O anda açık kahverengi bir renk farkettim ; ağaç yemyeşildi, ancak o kahverengilikte neydi, öylesine güldüm ki, ses çıkarmamak için kolumu ısırmıştım.

    Kahverengi renk, ayağındaki mesaplara aitti. Ağacın ve dalların pozisyonundan vücut pozisyonunu tahmin etmeye çalışıyordum. Nişan aldım te atışımı yaptım; hiç bir şey olmamıştı, ne bir kan, ne de bir kıpırdanma...

    Yaklaşık yarım saat sonra kırmızı yaprağı gördüğümde hiç düşünmeden ve zaten atış pozisyonunda olduğumdan atışımı yaptım, kan fışkırıyordu. Hemen dizlerimin üzerine doğruldum, yaklaşık bir metre önüme düşen mermiye aldırmadan bir atış daha yaptım ; düşmüştü ağaçtan. Uzatmaya gerek yoktu, fazlası tehlikeli bir oyun olacaktı ;

    Önce iki dizinden, sonra da ensesinden yediği mermilerle yığıldı yere, hareketsizdi artık.

    Telsizimi açtım, görevin başarı ile sonuçlandığını bildirecek mesajı geçtim ;

    " hayal etmek güzeldir " ...
    Tümünü Göster
    ···
   tümünü göster