-
101.
+2Ufak tefek biriydi, kimseyle konuşmaz, kendi halinde, verilen selamı bile almazdı çoğu zaman. Üstleri bile alışmıştı onun bu haline. Eğitimlerdeki başarısının bunda etkili olduğunu düşünüyordu herkes. Atışlarda en öndeydi. Ufacık boyuna rağmen bizim zorlandığımız engelleri sanki günlük, sıradan hareketlermiş gibi kolayca geçip gider, sonra da baykuş gibi başını arkasına çevirip pis pis sırıtırdı , en sevmediğim hareketi de buydu. Adam bizimle resmen dalga geçiyordu. Bir gün yanına gidip ,Tümünü Göster
- " Bana bak, bir daha baykuş gibi başını çevirirsen, o kafanı koparırım "
dedim...
Gülerek ;
- " Varsın senin elinden olsun hocam, gideceğimiz yerdeki şerefsizler almasın da bu başı. işte sana vasiyetim, bana bir şey olursa sen gidip haber verirsin benim hanıma " ...
Dedi ve kahkalarla gülerek uzaklaştı.
Eğitimlerimizi tamamlayıp ilk görev yerlerimize gittikten sonra Selim'i 4 ay hiç görmedim.
Ve Selim görevli olduğum karakola yaklaşık 60 km mesafedeki başka bir karakola atandı. Ara sıra telsizle irtibat kurardık, o bana Hoca, ben ona Baykuş... Her iki telsizden de askerlerin gülüşme sesleri gelirdi.
Yine bir gece Selimle telsizde konuşuyorduk. Ard arda gelen ıslık sesinin hemen ardından Selim'in " yatın " diye bağırdığını duydum. Sonrasındaki bir saat karakoldan çevrime cevap veren olmadı. Tugay'dan Selim'in karakolunun yaklaşık 80 kişilik bir grup tarafından saldırıya uğradığını öğrendiğimde başımdan kaynar sular döküldü. Selim'e patikamsı araç yolu ile bağlantısı olan tek karakol benimkiydi. Hava desteği ise sis yüzünden imkânsızdı o gece.
Tugaydan semac kullanmadan s-desteğe gitmek için telsizle isin istedim. Anında olumlu yanıt verdiler, çünkü başka destek kuvvet yoktu gidebilecek. Hazır olan 4 araca doluşan 48 askerim ile yarım saat içinde yola çıktık. Yolda Selim ile 30 sn kadar telsiz irtibatı sağlayabildim, şehit sayılarının çok olduğunu söylerken içimden, insanlığımdan bir şeyler daha yok olup gitti. Buna sebep olanların derilerini yüzmek istiyordum, onlara en ağır işkenceleri yapıp kor ateşlerde yakmak istiyordum ; insanlığımdan uzaklaşıyordum...
Karakola 3 km kala araçları durdurdum , yürüyerek devam edecektik. Herkesin atış alanı seçip yarım saat çökmesini söyledim. Bütün gözler bana çevrildi birden ;
- " Orada askerlerimiz şehit olurken yarım saat çökmek de neyin nesi " der gibi bakıyorlardı...
Yaklaşık 20 dk sonra kalktım. 20 kişiyi ayırdım. 10'ar lı iki grup halinde karakolu tam karşıdan gören eskiden trt'nin vericilerinin bulunduğu ve bu nedenle telsiz tepe olarak anılan tepeye tüm ağır silah ve havalarla birlikte gönderdim. işaret fişeğini görür görmez fişeğin düştüğü yere tüm güçleriyle ateş açmalarını söyledim. 10 kişiyi de karakolun ardındaki tepeye gönderdim, diğer grup ile birlikte fakat karakola yaklaşmakta olan gruba ateş açacaklardı.
Ve geri kalan 18 kişi, yani biz...
Her iki grubun açacağı ateş ile birlikte yarma yapıp içlerinden geçmek zorundaydık, karakola ulaşmanın başka bir yolu yoktu.
Grupların yerlerini aldığı haberi geldiğinde yanımdakilere dönüp ;
- " Hakkınızı helâl edin arkadaşlar, dönmek isteyen varsa burada kalsın, görevimiz zor, içlerinden geçmek zorundayız " ...
O anda emniyetlerin şıkırtısını duyduğumda gözlerim doldu...
Bizden yaklaşık 60 metre uzağa koyduğumuz işaret fişeğini uzaktan kumanda ile ateşlediğimizde karakola yönelen ateş 1-2 dk bocaladıktan sonra fişeğin çıktığı yere yöneldi ve aynı anda üzerlerine yağmur gibi havan ve mermi yağmaya başladı. Öylesine koşuyorduk ki, içimizden vurulanlar olsa da koşmaya devam ettiler ve 18 kişi sağ salim karakola girmeyi başardık.
ilk yapılan şey mevzilenmek oldu, herkes kendine bir yer bulmuş ve ateşin geldiği yöne karşı ateşe başlamıştı. Refleks ile gözlerim Selim'i aradı, yoktu ...
O an sayabildiğim şehit sayısı 12 oldu, bıraktım saymayı...
Ancak 4 saat sonra karşı ateş hafifledi. Sabahın ilk ışıkları ile de tamamen kesildi. Havancılara yarım sat daha hiç durmadan atışa devam etmelerini söyledim. Bizim 7 yaralımız vardı, şehit vermemiştik.
Tepelerdeki gruplara telsiz ile bulundukları yerde 5'er kişinin kalmasını ve diğerlerinin karakola gelmesini söyledikten sonra zarar tespitine başladık.
16 şehit, 7 si ağır 20 yaralı, 7 yaralı da bizde vardı. Ama Selim yoktu, bir an kaçırılmış olma ihtimalini düşünerek sevindim (!) . Daha sonra karakoldaki askerlerden biri kendilerine ateş açılan yerde büyük bir patlamanın olduğunu ve o andan itibaren de Selim'i görmediklerini söyledi. Olduğum yere yıkıldım...
Yanıma 8 kişi alarak hızlı ama emniyetli bir şekilde karşı tarafa gittiğimizde gördüğüm manzara karşısında gözlerim karardı, kusacak gibi oldum...
Selim'in parçalanmış bedeninin etrafında 12 şerefsizin leşi vardı. Selim üzerine bağladığı C4'leri aradan sıyrılmayı başararak tek hamlede patlatmış.
Döndük...
Ertesi gün Tugay'dan acil olarak merkeze gelmem emredildi. Apart topar 2 araç ile yola çıktım.
Selim vasiyetinde ( hepimizin vardı ) ismimi vererek şehit olması durumunda ailesine benim haber vermemi belirtmiş.
Çok yalvardım, yapamam dedim ...
Ama gittim...
Puslu Ankara sabahında Selim'in evine bir ambulans ile geldiğimde nefes almam bile zorlaştı, yutkunamıyordum. Ambulans şoförü askere ;
- " Aslanım merkeze dön "
dediğimde çocuk Selim gibi başını çevirdiğinde gözyaşlarımı tutamadım.
Kendime geldiğimde eşi ile sarılmış ağlıyorduk.
O gece Ankara Kurtuluş Parkı'nda yattım, ne kadar içtiğimi hatırlamıyorum. Ankara'nın keskin ayazını hissetmiyordum bile. Sonra birilerinin elini cebimde gezinirken hissettiğimde aniden tabancamı çekip adamın üzerine oturduğumda ;
- " Bu ne çeviklik Asteğmenim, polisiz biz, aman yavaş "...
dediğinde yine ağlıyordum.
Selim'e ağlıyordum,
16 şehidimize ağlıyordum.
Sıhhiye ordu evine ***ürdüler beni, telefon ile durumu anlatmışlar, hemen içeri aldılar beni; ordu evinde nezaretteydim, bir an güldüm kendi kendime.
10 dakika sonra nöbetçi subay gelerek koluma girdi ;
- " Başımız sağ olsun oğlum "
dediğinde ;
- " Neden komutanım, neden " ...
diyerek halâ ağlıyordum.
başlık yok! burası bom boş!