-
451.
+11yine bildiğiniz üzere, küçük kuş bir süre sonra uçmayı öğrenmiş, yuvasını (mineyi) terk edip gitmişti.. kolay olmuştu onun için kanatlarını öylece çırparak kaçıp gitmek,Tümünü Göster
belki uçabiliyor olmanın büyüsüne kapılıp unutmuştu o an herşeyi,
ama ne gidecek bir yeri vardı, ne de nereye gideceğini biliyordu..
havada savruldu da savruldu..bir kaç kere çakıldı sandı, çakılmasına ramak kaldı..
okan ın gidişi, mineden ayrılışı ve sonrasında etrafındaki sahte arkadaş yumağını da kaybetmesiyle, yeni kankası tolga dışında neredeyse yapayalnız kalmıştı.
kendini spora verdi, sigara, uyuşturucuya ya da zaten içmekte olduğundan fazla içkiye vermedi..
toparlıyorum sandı, ama içten içe git gide daha da delirdi,
bir ara tamamen pgibopata bağladı, gizli gizli, içine, dışına ağladı.. duvarları yumrukladı..
en sonunda, hiç ummadığı bir yerden, umulmadık bir çıkış noktası bulacak ve hayatın, ilişkilerin ve kadınların ne kadar basit olduğunu( biz erkekler zaten basitiz canım onda anlaşılmayacak bir şey yok * ), gözünde nasıl olup da böyle büyütme gafletine düşebildiğini görecek ve bazı temel gerçekleri kavrayacaktı,
aşk yoktu,
gerçek sevgi sadece masallarda mevcuttu,
değer verildiğin kadar değer vermeliydin ve kim olursa olsun, hiç kimseyi ve hiç kimseyi gözünde büyütmeyecekti, çok küçültmeyecekti de, hafife almak hep sorun oluşturmuştu..
sonuçta o da, karşısındaki de allahın bir kuluydu.
etkinlikler vasıtasıyla apar topar tanıştığım ayşenle (two) kendimi yine apar topar yatakta bulmuş, o gece bazı şeylerin hem ne kadar basit, hem de ne kadar zor olduğunu öğrenmiştim.
hayaliyle otuz bir çekmekten gibimi bile koparabileceğim bir hatunla neredeyse düzüşme aşamasına gelmiş, ama "kezban yasaları" uyarınca deyim yerindeyse çataldan dönmüştüm, milimetrik ofsaytta kalmıştım, çizgi üzerinden çıkarmışlardı şutumu..
buna paralel, aslında beni en çok şaşırtan gelişme, en sonda olmuş ve başında beri asla o gözle bakmak istemediğim, hor gördüğüm, önemsemediğim bir kızla, ebruyla bir araya gelmiştim,
işin tuhafı, mine ile olan ilişkimdeki gibi kendimi kandırıyor filan da değildim, yara sarmaya da ihtiyacım yoktu zira o yaralar çoktan kapanmıştı artık.. onca şeyden sonra..ha, izi kalmadı mı? kaldı tabi, ama artık kanamıyordu.
ebrunun, bana, başkalarından hayal ettiğim şefkati ve koşulsuz sevgisini sunmasına karşılık ben de ona acıma-sevgi karışımı, katkısız bir duygu yoğunluğu beslemeye başlamıştım,
sonlara doğru biraz sıkıntı oldu ama, yine de güzel ayrıldık, birbirimizin ne istediğini, neye ihtiyacı olduğunu biliyorduk, ikimizde birbirimizden nemalanıyorduk, fayda sağlıyorduk..o, benim kendiminkiler söz konusu olunca çoktan varolabilirliğini bile reddettiğim "hayallere" hayallerine kavuşmuştu,
ben de koşulsuzca sevilebileceğimi biliyordum, güvenim tamamen onarılmış ve zütüm de biraz kalkmıştı
işte bu ahval ve şeraitte sonunda sınavları ve koca yılı bitirip ailemin yanına dönmüştüm, beni sıcak yuvama, sevgi dolu kollarına aldılar,
anneannem adeta çıldırmıştı sevinçten, 6-7 çeşit hamur işi, poğaçalar ,kekler, kurabiyeler, sürüyle yemek, pilavlar, köfteler, patatesler (kalbime giden yolun midemden geçtiğini bilirdi ;) ) kucaklaşmalar, hasret gidermeler.. zaten ilk 2-3 gece anneannemin dizinde uyuyakalmışım muhabbet ederken *
kardeşim büyümüş, zaten aramız her zaman iyiydi, ama aklı daha da ermeye başlayınca daha da iyi olacağa benziyordu, onunla bol bol yattık yuvarlandık,
benim klagib bir hareketim vardır, bunu iki üç sene öncesine kadar yapıyordum,
okuldan eve döndüğüm ilk akşamları, bir nevi ritüelleşmiş şekilde, koltuğun sırt kısmından babamın üzerine devrilirim bilerek (rezil herifim biliyorum tamam * ) o da her seferinde "tamam len kalk eşşek sıpası, koltuğu kırıcaz" der..bu olay hiç sekmemiştir, geçen bayramda gittiğimde gene yapacaktı da artık bu sefer harbiden koltuğu giberiz diye yapmadım, yani utandığımdan değil *
başlık yok! burası bom boş!