+3
inancı mantık çerçevesinde kanıtlamak...
Mantığın mantığını bilmek yani.
Tıpkı "Kelimelerin mânâlarını, başka kelimelerle izah etmeye çalışmak" gibi... izah eden kelimelerin de mânâlarını izah için kelimelere başvurmak...
Bir yerde okumuştum. Akla yön vermek için mantığın kabul ettiği bir yol göstermeye çalışıyordu müellif (yazar)...
Uzun... Ama merak edersen, Bir örnek:
... Umumî (genişçe bir mekân ve zamana bakan) mes'elelerde isbata karşı nefyin kıymeti yoktur ve kuvveti pek azdır.
Meselâ: Ramazan-ı Şerif'in başında, hilâli görmek hususunda, iki âmi (cahil) şahid hilâli isbat etseler (böyle böyle gördük deseler) ve binlerle eşraf ve âlimler "görmedik" deyip nefyetseler, onların nefiyleri kıymetsiz ve kuvvetsizdir.
Çünki isbatta birbirine kuvvet verir, birbirine tesanüd (yardım) ve icma' (toplanma ile kuvvetlenme) var.
Nefiyde ise bir olsa bin olsa farkları yoktur; herkes kendi başına kalır, infiradî (ferd ferd, tek başına) olur.
Çünki isbat eden harice (dışa) bakar ve nefsü'l-emre (yani hakikatte ne oluyorsa ona) göre hükmeder.
Meselâ: Misalimizde olduğu gibi, biri dese: "Gökte ay vardır." Diğer arkadaşı parmağını oraya basar (Evet ay vardır, der), ikisi birleşip kuvvetleşirler.
Nefy ve inkârda ise, nefsü'l-emre bakmaz ve bakamaz.
Çünki, "Hususî olmayan (zaman ve mekân bakımından yeterince sınırlı olmayan) ve has bir yere bakmayan bir nefy (yokluk) isbat edilmez" meşhur bir düsturdur.
Meselâ bir şeyi dünyada var diye ben isbat etsem, sen de "Dünyada yok" desen; benim bir işaretimle kolayca isbat edilebilen o şeyin sen nefyini yani ademini (yokluğunu) isbat etmek için, bütün dünyayı aramak ve taramak ve göstermek, belki geçmiş zamanların her tarafını dahi görmek lâzım geliyor.
Sonra "Yoktur, vuku bulmamıştır" diyebilirsin.
Madem nefy ve inkâr edenler nefsü'l-emre (hakikate) bakmazlar; belki kendi nefislerine ve akıllarına ve gözlerine bakıp hükmediyorlar.
Elbette birbirine kuvvet veremezler ve zahîr (yardımcı) olmazlar.
Çünki görmeye ve bilmeye mani olan perdeler, sebebler ayrı ayrıdırlar.
Herkes "Ben görmüyorum, benim yanımda ve itikadımda (anladığım, inandığım kadarıyla) yoktur." diyebilir. Yoksa "Vaki'de (gerçekte olan şeyde) yoktur" diyemez.
Eğer dese, hususan umum kâinata bakan iman mes'elelerinde dünya kadar büyük bir yalan olur ki, doğru diyemez ve doğrultulmaz.
Elhasıl:
isbatta netice birdir, vâhiddir (tekdir), tesanüd olur.
Nefiyde ise, bir değildir, müteaddiddir (farklı farklıdır).
Ya "yanımda ve nazarımda" veya "itikadımda" gibi kayıdların herkese göre taaddüdü (sayılması) ile neticeler dahi taaddüd eder (ayrı ayrı sayılı olur), daha tesanüd (birbirine yardım) olmaz.
işte bu hakikat noktasında imana karşı gelen kâfirlerin ve münkirlerin kesretinin ve zahiren çokluğunun kıymeti yoktur.
Ve mü'minin yakînine ve imanına hiç tereddüd vermemek lâzım iken; bu asırda Avrupa feylesoflarının nefy ve inkârları, bir kısım bedbaht meftunlarına tereddüd verip yakînlerini izale ve saadet-i ebediyelerini mahvetmiş.
Ve insandan her günde otuz bin adama isabet eden ölümü, mevt ve eceli bir terhis (serbest kalma) manasından çıkarıp i'dam-ı ebedî (sonsuz bir yokluk) suretine çevirmiş.
Kapısı kapanmayan kabir, daima i'ddıbını o münkire (inkar edene) ihtar etmekle (hatırlatmakla), lezzetli hayatını elîm elemlerle zehirliyor.
işte, iman ne kadar büyük bir nimet ve hayatın hayatı olduğunu anla!..
Tümünü Göster