0
fransa sefaretnamesi̇
paris şehrinde görülenler
şehir içinde acayip ve garaip binalar ve saraylar ve bahçeler vardır ki saymak mümkün değildir.
bir bahçe daha gördük. kralın imiş. bu bahçe birkaç daireden ibarettir. bir dairesi teşrihhanedir. mahsus müderrisi var. ne kadar kuş varsa teşrih edip mahsus odalara komuşlar. bu arada bütün bir fili teşrih edüp zincirler ile öyle tutturmuşlar ki, güya ayak üzre durur. lakin, etten ve yağdan ari olup kemikleri birbirinden ayrılmamak için her bir mafsalı başka demir tellerle bağlamışlar. her uzvu gereği gibi seyir ve temaşa olunur. bütün kuşlar da öyle. ve bir çok erkek, kadın ve çocuktan insanlar var, her uzvu seyrolunur. etleri, yağları, damarları ve sinirleri dahi görünsün için, balmumundan her uzvu mücessem tasvir etmişler. bir de temaşa olunur ve talebelere ders vaktinde gösterirler. damarların, sinirlerin renklerini benzetmişler. bu türlü işlerde dikkat ve ihtimamlarına söz yoktur. ve bir dairesi daha tabibhanedir. anın dahi mahsus müderrisi var. bahçe, ana teslim olunmuş.
devâhaneyi vardık. müteaddit odaları hep hücrelere bölmüşler. şişeler ile türlü ilaçları toplamışlar. öyle ki dünyada mevcut olandan bir şey hariç kalmamak üzere. nice deniz ve kara acaibinden taşlar, ağaçlar ve miller ve madenler toplamışlar ki saymak kabil değildir.
geldik bahçeye. gezûp dolaştıkta, tıp kitaplarında adı geçen ve yazılı ne kadar nebat var ise toplamakta o mertebe ihtimam etmişler ki acem ve özbek diyarında hasıl olan nebatlardan getürüp dikmişler. (ve hindi'den ve çin'den bilhassa yeni dünya'dan ol kadar ağaç çiçek ve nebatlar getürmüşler ki sayısı belli olmayan garip ve acayib görülmedik ağaç, çiçek ve nebatlar gördük ki görmeyenlere tarif ve tavsif ile ifade mümkün değildir.)
paris şehrinin havası soğuk olmağla yeni dünya nebatlarının terbiyesine uygun olmadığından limonluk gibi kışlıklar yapup dört tarafını camla çevirmişler. bunların altları boş olup ocaklar yapmışlar, şiddetli kışda yeni dünya havasına muadil olacak kadar ateş yakmağla hamam gibi altından ısıtırlar ve havası ılık olsun diye bakır döşeyip anınla ısıtırlar. i̇stediklerini elde etmek için bu mertebede dikkat ederler.
bundan başka, nice saraylar ve kiliseler ve kitaphaneler seyir ve temâşâ olundu ki saymakla bitmez.
paris şehri, aslında i̇stanbul kadar yoktur. lakin binaları üçer, dörder kat olup yedi kat yapılmış haneleri dahi çoktur. her tabakasında bir kalabalık, çoluk çocuklarıyla otururlar. sokaklarında halk ziyade çok görünür. zira avretler daima sokaklarda hâne be hâne gezmektedirler. asla evlerinde oturmazlar. erkek ve kadın karışık olmağla şehrin içi ziyade kalabalık görünür. dükkânlarda oturup alışveriş edenler hep kadınlardır.
sokakları geniş olup baştan başa dört köşe yontulmuş kaldırım taşı ile döşenmiştir. hanelerinin çoğu kârgir binadır. sağlam yapılmış, hoş görünüşlüdürler.
şehrin ortasından sen nehri geçip üç ada hâsıl olmuştur. şehrin ortasında kalup köprü ile bir taraftan öbür tarafa geçilir.
bu şehirde ölmüş olan koca kral bir müneccimhâne bina etmiş ve kasin adında bir üstad-ı kâmil için de bir rasatgâh yapmış bir büyük kârgir kule bina ettirmiş. üç tabakadır ve her tabakasında müteaddit odalar var ki yıldızları gözleyecek rasat âletleri ile dopdolu. cerri eşkal sanayiine müteallik hiçe âletler havasızlığı ve havayı tecrübe için âletler, suları yokuş yukarı çıkarmak için nice âletler ve dahi türlü garip sanatlara müteallik hesapsız âletler var ki sayılır gibi değil.
heyet ve hendese âletleri sayısız idi ve çelik kürsüler üzerinde küreler var idi ki her birinin içine üç adam oturtmak kaabil idi. ve daha nice görülmedik yıldızlara müteallik aletler seyir ve temaşa eyledük ki yıldızlar ilminden biraz haberi olan adam bu âletler ile kısa zamanda üstad olabilir.
bu arada ay tutulması ve güneş tutulması bilmek için bir âlet icat etmişler. birkaç daireden yapılı ve etrafına rakamlar yazılmış, ay ve güneş de işaret olunmuş. daireler döndürüldükçe saat akrebi gibi bir mil var, ucu akçe gibi yuvarlak, kâh güneşe kâh aya uzanır.
yine güneş dahi böyledir, gezegenleri seyr için durbin peyda etmişler. şöyle ki: âyinesi, berber âyinesinden büyük, tenekeden kubur etmişler, kuyu tulumbası gibi olmuş. uzunluğu elli ziradan fazla. ve bir gemi serenini dikine oturdup başına makara şeklinde bir tekerlek koyup bir âlet asmışlar. ol âletin bir ucunu durbine sağlam bağlayup bir ucuna dahi kurşunlar ve demirler asmışlar. cerri eşkal sanatı üzere bir adam o durbinin ucunu alçağa, yükseğe, öne, arkaya, sağa, sola çevirebilir.
biz dahi ol durbin ile ay'a baktık. gayet büyük görünürdü. durbine sığmaz idi ve hepsi bize öyle göründü ki içi sünger gibi bir ekmek somunu ortasından kessek nasıl görünürse öyle bir hâli vardı. güya, ay'da çukurlar ve tümsekler olup çukur yerler gölge olmağla mavi renkte görünür, zemini ise beyaz ve berrak gönünürdü.
yirmisekiz mehmet çelebi