yaşadığım yer yıkık dökük olan inşaat halinde eski iki katlı bir viraneydi. yıkık dökük viranenin içinde yaşayan ve nefes alan insanlar bile vardı. gerçi sadece üç kişiydik. birisi Diyarbakır lı diğerisi Ankara nın köyünden olan bu iki çocukla sabahtan akşama kadar hırsızlık, dolandırıcılık ve gasp yapardık. sistem ve düzeni gibebilmek için mi? hayır. zorunda mıydık, hayır. hiçbir zaman hiçbir şeyin zorunda kalmadık biz.
hatırlıyorum; birisi bayrağı yakıp üstünde tepinirdi, diğeri söndürür ve tavana asardı. pgibolojimiz yannanı yemişti ama aç kalmadık.
her gün akşamın aynı saatinde toplanır cebimizde ne varsa önümüze döker (ki-bunların içinde uyuşturucuda olurdu) aç olan karnımızı doyururduk. ve tabi kafamızı da.
sokakta bir gün, birisi geldi, boyu benden kısa olan bu adam, çok hızlı konuşuyordu ama sallana sallana.. kafası güzeldi, belliydi bu. bir avukat olduğunu iddia ediyordu ama görüntüsü böyle birşeyin imkanı olmadığı konusunda dirençliydi. dar sokağın arasına oturdu, united of benotton siyah çantasının içinden bir sigaralık çıkarıp yaktı ve gözlerini bana çevirdi. neden ve nasıl sorularına cevap veremeyeceğimi biliyordu. üstelik toydum. kendimden ve yaptıklarımdan bahsettim. haşarı ve uçarı olan bir çocuk olduğumu anladığından olsa gerek bana ertesi gün tekrar geleceğini söyledi ve karanlıklara kayboldu.
ertesi gün gelmişti, geçen gün ile arasında ki fark sadece saçlarını toplamış olmasıydı bu adamın. ayakkabımın yan yüzü yırtık ve kot pantolonumun rengi siyaha atıyordu artık, mavilikten eser kalmamıştı. yaklaşık 9 aydan beri o virane de giydiğim tek kotum oydu yapılabilecek hiçbir şey yoktu. evine gittik. odasına girdiğimde gözlerim kamaşmıştı, her taraf kitap ve angiblopediler vardı. duşa girdim, yeni bir kaç parça elbise verdi üstüme. anlam aramakta zorlanmıyordum, iyilik yapabilecek birisine benzemiyordu, ama neden diye de sormayacaktım bu adama. elime bir kaç tane kitap verdi, al oku bunları, ve beni yarın saat bilmem kaçta öküzün orada bekle dedi. eyvallah dedim. sürmeye başladım ayaklarımı viraneye. gece olmuştu, bana baktılar üstümde ne ekmek, ne yiyecek ne de kafa kıracak birşey vardı ellerimde iki tane kitap harici.
yarın gelmişti, sözleştiğimiz saatte oradaydım. çantası yine üstündeydi, kadıköy yokuşunu çıkmaya başladık. içeri girdiğimiz kapının üstünde agf yazıyordu.
anarşist gençlik federasyonu. içerisi soluk turkuaz rengindeydi, sınıf gibi bir yere girdik, ama insanlar sandalye yerine yeri tercihi etmişti. sandalyede oturan bir kız bu yerde oturan insanlara birşeylerden bahsediyordu. tam hatırlayamıyorum ama devrim ateşinin kök aldığı avrupa ülkeleri ve ispanya iç savaşı kahramanı
buenaventura durruti ydi. mevzubahis. hiçbir gibimden çakmayan benliğimi sezgiliyebilen avukat abi bana otur şöyle bir yere dedi. oturdum. gözler benim üzerime çevrilmişti, hoşnutluk değildi bu tanıyordum insanların bakışlarını, onların gözünde bu beyinsiz de kim bakışları vardı.
sandalyede oturan kız, avukat abiyi görünce oturduğu yerden kalktı ve yanaklarına iki öpücük kondurdu ve oturdu yere. Bu arada bende bana bakan gözlere karşılık veriyordum yüzümü buruşturarak. Alışıktım ama yeterince uzun bakmışlardı ve sinirimin bozulma derecesi ateşimi yükseltmişti.
Avukat abi başladı konuşmaya;
Evet arkadaşlar, ismim devrim, Ankara hukuk fakültesi mezunuyum, sizlerden bir farkım yok, bu sandalyede oturma sebebim, size biraz mücadelemizden bahsetmem gerekliliğidir. Bu yüzden nokta görünümü yani oturduğum yer gerekli.
Bizler terörist değiliz, yıkım bizim işimiz değildir. Fakat yıkılmak ve dizlerimizin üzerinde durmakta bizim işimiz değildir, biz bize zorla üstümüze giydirilen terörist sıfatından daha fazlası olduğumuzu biliyoruz, bu yüzden böyle düşünen, medya ve toplum ile sadece eylem sırasında yüzleşeceğiz. eylemlerimiz, yapıcı, kurgulanmış, biçimlendirilmiş ve sömürülen kandırılan ve mal yerine konulan tüm insanların acısını alabilmek için gerçekleşecek fikirlerden oluşacaktır, bu yüzden tek düzenimizin aklımızın birliği olması gerektiğini söylüyorum. düşüncelerimizi eyleme geçirdiğimiz sırada bir olmazsak, kimseyi inandıramaz ve güçsüz gözükürüz. Bir devrimcinin isteyeceği son şey güçsüz gözükmektir..
Güçsüz ve manasız bakışlarım ile sınıfı süzmeyi devam ettiren ben, insanların pür dikkat avukat devrimi izlediklerini gördüm. Konuştukça konuşuyordu, bitmek bilmiyordu, sıkılmıştım dinlemekten, tam bayılmak üzereydim ve yanımda oturan birtanesi dürttü kolumdan. Ses çıkarmadım, dinlemeye koyuldum..
Son sözlerini, bizim istediğimiz ve yaratmaya çalıştığımız dünya, kuşkusuz, şiddetsiz ve yalansız bir dünyadır. Ortadaki çelişki ise, şiddetsiz bir dünyayı ancak şiddetsiz mücadeleyle elde edebiliriz. Dünyayı falsifikasyonlara itenlerin ise bu şekilde ittiğini biliyor ve hergün haberlerde duyuyoruz. Şiddet uygulamak anarşistlerin işi değil, otoriterlerin işidir. Biz sadece zorbalara karşılık vereceğiz.
Unutmayın arkadaşlar, bir yazarın bir sözü;
Devrimi satın alamazsınız,
Devrimi yaratamazsınız,
Devrim olabilirsiniz ancak.
Yarın burada taksim eyleminin nasıl olması gerektiği tartışacağız dedi. Size iyi akşamlar arkadaşlar..
iyice sıkılmış benliğimin bir sigaralığa ihtiyacı vardı. Kafalarını çözememiştim.