0
yıl 1992 veya 93. üniversitedeyim. dedim ya, bir kıza sırıl und sıklam aşık olmuşum. ama, kız bana aşık olmamış. üstüne üstülük, benim de kendisine tutkulu-sevgili aşık olduğumu bildiği için, beni kullanıyor. artık, ben de nasıl bir hıyarın tekiysem, bu kızın peşi sıra, kuçu köpeği misali dolaşıyorum. bir tek kuyruğum ekgib.
bizimki tutturuyor ve diyor ki, eve çıkalım. ben, bildiğin kıçı kırık üniversite öğrencisiyim. yurt kuşuyum. emekli sandığı'dan aldığım mayış (rahmetli babamdan dolayı) ve burs ile (annemden para kabul etmiyorum, asiyim ya... ama kıza gelince köpüş oluyorum... hay kafamı zikeyim) geçinmeye çalışıyorum. aslında, geçiniyordum da... ama kız mevzusu olunca, yok hediyesini al, yok yemeğe zütür, vs. derken para kalmıyor, ayın ortasında tükeniyor. ben de bulduğum irili ufaklı işlerde çalışıyorum ki, para kazanayım. borç almak zaten bana ters. kimseden borç istemem, aç kalsam da istemem, ölsem de istemem. istemem oğlu istemem. o yüzden de çalışıyorum (gerçi, bir ağabeyim var ama, o da para yerine öğüt veriyor... ulan rusya'dasın. paranın dıbına koyuyorsun... biraz görsen kardeşini ne olur? görmüyor. o, nataşa-pataşa'ları görüyor... ).
her ne ise...
bizim kız, baktı ki, hazır elinde benim gibi malın teki var, bunu kullanayım, deyu düşündü herhalde, "ayrı eve çıkalım" konusunu açmaya başladı. ev, diyorsam, batıkent gibi bir yerde tutacağımız mütevazi apartman dairesini düşünmeyin. abla, çankaya veya ayrancı'dan aşağı yer beğenmiyor. benim de annemde birikmiş bir param var. yazları da london'a veya bodrum'a veya kıprıs'a gidip işliyorum. oradan da gelen bir param oluyor. toplu para. valdeye vermişim. valde de bankada işletiyor. ben, diyorum ki anneme, "paramı çek, bana gönder". valde şaşırıyor... bu oğlan, şimdiye kadar hiç bu kadar fazla para istemedi. acep ne oldu ki?
bu arada, benim kız, evi de buluyor. illa ki, bu ev olacak, deyu tutturuyor. evin herhangi bir özelliği yok. hatta, berbat bir ev. ama, bizim kız, burayı cennet ederim, aşk yuvamız yaparım, vs. deyu benim aklımı çeliyor. aşk yuvası, dedikçe, aklıma amor geliyor, bir petite oluyorum.
tabii ki, konu ablama da açılıyor. ablamgil de, hafta sonu yanlarına gittiğimde (o sıralar, oran'da oturuyorlardı) anlayışlı abla ayaklarında bana soruyor: para ne için lazım? malın önde gideni bendeniz, diyorum ki, kız alkadaşum ile eve çıkıciz... para lazum... hem beğnim param... ehehehe! abla da bunu anneye yetiştiriyor. yemiyor, içmiyor. izmir'e, mothership'e, çağrılıyorum. anne, bir güzel beni sorguya çekiyor. bu kız kimdir, nedir, ne yapar, neden ayrı eve çıkmak istiyor? ben de anlatıyorum. sözde pazartesi olacak, anne ile bankaya gideceğiz, anne vadeyi bozduracak ve ben para ile ankara'ya geri döneceğim. hem de ucuz izmir ekispiresi ile değil, mavi tren ile... pheewww!
valde, kızarıp sararıyor... sen salak mısın, diyor. paranı bu kıza mı yedireceksin, deyu isyan ediyor. en nihayetinde, ben parayı değil, babayı alıp ankara'ya dönüyorum. kız da beni sıkıştırıyor: ne oldu, ne yaptın, parayı aldın mı, evi ne zaman tutacağız, vs... ki, ben depozito bile yatırmışım eve... salı günü, hava parası, vs. verip tamamen tutmamız gerekiyor. yıllık ödeyeceğim kirayı bir de (vay salak ben!). valdeyi bir kez daha arıyorum ama, aynı cevap: nayır! nolamaz! ben de bağırıp çağırıyorum tabii ki... bu arada, dersler de taka sarıyor biraz... annem de bir şekilde bunu öğreniyor. ve bu duruma gerçekten çok sinirleniyor...
valde, benim odayı temizlerken, kitaplarım arasında kızın mektup adresini buluyor. ben çok aşığım ya, kıza mektuplar yazıp duruyorum. yazıp da göndermediğim mektuplardan biri de kitabımın arasından yere düşüyor. vay efendim, sen o mektubu orada bırakır mısın? valde, hemen bir mektup döşüyor ve aps ile kıza gönderiyor. hacettepe tıp fakültesi'nden x y isimli öğrenciye. 90'lı yıllarda hiçbir mektup, en acelesinden bile olsa, zamanında sahibine ulaşmazdı. ama, bende bedevi şansı var ya, zamanından önce kızın eline ulaşıyor.
mektupda da, annem, "oğlumdan ev kiralamasını istemişsiniz. ancak, oğlum, öğrencidir ve üniversiteyi bitirinceye kadar size ev tutacak bir birikimi yoktur. okulunu bitirsin, niyetiniz ciddi ise evlenir, aynı evde oturursunuz. ev konusunda ısrarcı olmayınız. ailesi olarak izin vermiyoruz", deyu yazmış. anneme de çok sinirlendim.
en sonunda, kız geldi, mektubu önüme attı ve "senden ayrılıyorum" dedi. çekti ve gitti. depozito da yandı zaten (üç milyon lira'ydı... biriktirinceye kadar bi' tarafım çatlamıştı... )
yıllar sonra, öğrendim. remzi isminde bir arkadaşım vardı. şimdi, amerika'da, akademisyen. yeni, arş. gör. olmuşum. işimiz bitti, sunshine'a* doğru yürüyoruz. konu konuyu açtı. ben de dedim ki, hacettepe'den şunu tanıyor musun? tanımaz olur muyum, dedi. o, bana aşıktı... remzi, o kız ile çıktığımız dönemden bahsediyordu... o sıralar, bizimki de remzi'nin peşinden koşuyormuş. remzi, buna köpek çekiyor, o da bana... "dog triangle" mı dersiniz, fasit daire mi... ne derseniz deyin işte... remzi de, kızın illa ki tutalım deyu ısrar ettiği evin üst katında oturuyormuş. kafama o a'n dank etti. ulan dedim, anneme bir de o kadar kızdım... kadına çektirttim... malın önden gideniymişim meğerse...
işte, bazen, ayrılma sebepleri sizin dışınızda ve hayırlı olur ama, bunu yıllar sonra öğrenirsiniz.
bu arada, çok afedersiniz ama, ben bu dangalak kafamın ta dıbına koyim... evet...