1. 1.
    0
    patlak plastik toplarla ortalıkta deli danalar gibi koşturduğumuz günler. hayalimiz futbolcu olmak. güzel sağlam bir plastik top bulabilirsek dünyanın en mutlu çocukları biziz; eğer patlak bir plastik topumuz varsa yine de şanslıyız, birisi üzerine yanlışlıkla basılması yüzünden havası "pffssss.." diye inen pis topu patlak yerinden ağzıyla şişirdiği sürece problem yok; ama eğer o da yoksa uçları sivri olmayan daire şeklinde bir taş, ayakkabı topuğuyla tabanı ve tavanı özenle birleştirilmiş bir kola kutusu ya da kozalakla günü tamamlıyoruz. ben forvet oynuyorum. güzel oynuyorum ya da o zamanlar öyle düşünüyorum. başkalarının da öyle düşünmesini istiyorum. kemik'e attığım her golde mutluluktan havaya uçuyorum. anlamsız bir hırs var üzerimde. o kadar hırslıyım ki asfalt yolun üzerinde rövaşata yapmaya kalkışacak kadar gözüm kararıyor bazen.

    ona kemik diyoruz. o bizim hiç bir zaman değişmiycek olan kalecimiz. ona kemik diyoruz çünkü çok zayıf. vücudunda proteinden, vitaminden ya da herhangi bir sağlık belirtisinden eser yok. esmer, hafif kıvırcık saçlı ve çirkin bir çocuk. bazıları ona "kara" diyor. mahallemizde herkesin kafasına göre bir isim taktığı çocuk "kemik". çok kötü bir kaleci. ama biz bazen yalan atıyoruz ve ona çok iyi bir kaleci olduğunu söylüyoruz. çünkü "kaleye sen geç" dediğimiz de hiç sesini çıkartmadan kaledeki yerini alan tek insan kemik. o yüzden arada boş iltifatlar yağdırıp kendi yetki çevremizde kalsın istiyoruz. hiç bir zaman sinirlenmiyor, arada arkadaşlar arasında yaptığımız şakalara o da gülüyor ama genelde sessiz. hep olanı biteni izliyor uzaktan. babasının terzi olduğunu, çok fakir olduklarını, bizden büyük olduğunu ve 2 yıl sınıfta kaldığını biliyoruz. ileride de yine sınıfta kalıcağına kesin gözüyle bakıyoruz.

    bir sabah annemden aldığım para ile ben ve bi kaç arkadaşım koşa koşa güzelinden bir plastik top almak için bakkalın yolunu tutuyoruz. o kadar sabırsızız ki plastik topların içinde bulunduğu fileye boyumuz yetişmediği halde kana susamış minik vampirler gibi tırmanmaya çalışıyoruz. bakkalın sahibi durumu farkediyo ve güzel yeşil bi topu bizim için çıkarıyor. üzerindeki taze plagib kokusunu mutlulukla ciğerlerimize çekiyoruz. yamuk mu diye topu havaya döndürerek atıp bakıyoruz ve yamuk olmadığını anlayınca hemen parasını verip topa degaj vurarak bakkaldan dışarı çıkıyoruz. hemen bir maç kuruyoruz. fakat kalecinin ekgib olduğunu anlıyoruz. gözlerim kemik'i arıyor ama ortalarda yok. evinin önüne gidip dışarı çıkması için bağırıyoruz hemen iniyo ve maça başlıyoruz.

    yine bol küfürlü, itişmeli kakışmalı bir maç daha bitmek üzereyken kemik'in vurduğu top dikenli otların, kırık camların olduğu bi çöp birikintisinin orta yerine "lop" diye oturuyor. "ulan dua et patlamamış olsun yoksa ödersin parasını" diyorum. kemik'in suratı birden düşüyo. gerçekten üzülüyo çocuk dahası korkuyo hissediyorum bunu. ama üzerimde gereksiz bir vahşilik var. o an canını bile acıtmak istiyorum. suratındaki korku ifadesini hiç takmıyorum kafama. koşa koşa gidiyoruz topun olduğu yere ve patlamış olduğunu anlıyoruz. ben sinirleniyorum. kolundan tutup çekiyorum "vericeksin parasını" diyorum, küfür ediyorum. arkadaşlarıma güç gösterisinde bulunuyorum. benden korkuyo bunu biliyorum ama inadına üzerine gidiyorum. çünkü ben forvetim. çünkü ben hiç sınıfta kalmadım. çünkü ailem fakir değil. çünkü o top benim topum. üstelik benim 10 numara hagi formam bile var. kendimde görüyorum bu hakkı. kemik ağlamaya başlıyo. daha çok üzerine gidiyorum. "vericeksin onun parasını" diyorum. tir tir titriyo. daha sonra evine gidiyo koşarak. o giderken hala arkadaşlarıma "10 yaşındaki bir çocuğun megolamanyak" tavırlarından çeşit çeşit demetler sunuyorum. arkasından küfürler ediyorum. o gittikten sonra biraz daha oturuyoruz ben gövde gösterime biraz daha devam ediyorum. derken yavaş yavaş akşamüstü çöküyo, ezan sesi duyuluyo her evden ayrı ayrı yemek kokuları geliyo, biz de bu kokular eşliğinde bir şeyler yemek için koşarak evimize gidiyoruz. günü bitiriyoruz.

    ertesi gün topsuz kalmış olmanın verdiği üzüntüyle oturmuş 10 yaşındaki çocuklar ne hakkında konuşurlarsa onlardan konuşuyoruz. fakat 10 yaşındaki bir çocuğun konuşabileceği fazla bir şey yoktur. vücudunu yorucağı şeylerle mesşgul olmak ister. bunun en klişe örnekleri futbol oynamak, sapanla çıkılan avlar ya da adam dövmeye gitmelerdir. biz de sıkılmaya başlıyoruz haliyle. sokakta sahipsiz bir top bulmak için etrafa bakıyoruz ama bulamıyoruz. sonra arkadaşlarımdan biri bana "gidip paranı alsana kemik'ten" diyo. "evet yaa" diyorum. "beni burda bekleyin parayı aliyim hemen bi maç kurarız" diyip hayatım boyunca unutamıycağım o manzarayı görmek için kemik'in oturduğu apartmana doğru hızla koşuyorum. o an aklımda olan tek şey futbol oynamak. "paramı verin de hemen gidiyim burdan" düşüncesiyle kemik'in oturduğu evin ziline basıyorum. kapıyı annesi açıyor. çok samimi bir gülückle yüzüme bakıyor. ama aynı zamanda bir telaş da var. kemik annesine toptan bahsetmiş diye düşünüyorum o anda. kemik'i soruyorum. "evde" deyip içeriye sesleniyo. sonra karşıma geliyo. "hani diyorum vercektin parasını". "tamam" diyo kemik ve içeri gidiyo tekrar. içeride fısıltılar var. annesi bi şeyler söylüyo. içime çekerken beni tedirgin eden bir koku dalgası yüzümü yalıyo. aynı zamanda evin içerisini görüyorum çünkü kapı açık. kemik'in ufak kardeşi dışkapının karşısındaki odada yere oturmuş eline geçirdiği çorapla bana bakıyo. yüzü yer yer kirlenmiş. şaşkın bir ifadeyle beni izliyo. sonra çorap geçirdiği elini ağzına zütürüyo. evin içerisinde halı dışında herhangi bir eşya görünmüyo. o an korkuyorum ve ordan gitmek istiyorum yaptığım şeyin doğru bir şey olmadığını bir an kavrıycak gibi oluyorum çünkü. ama tam o sırada annesi muhtemelen evdeki tüm para olan bozuklukları sayarak karşıma çıkıyo. topun fiyatının ne kadar olduğunu soruyo, ben hala gereksiz bir inatla fiyatını söylüyorum. kadın parayı saymayı bitiriyo. bi süre susuyo sonra konuşuyo."biz şimdi şunu verelim kalanını da sonra verelim sana" diyo. kadın bunu söylerken bana öyle sıcak bi bakış atıyo ki aklıma annem geliyo. kemik annesinin arkasından bana korkuyla bakıyo. yerde oturan bebek ağlamaya başlıyo. o an ordaki fakirliği son haddine kadar hissediyorum ben. buz gibi oluyo içim. bebek içeride hala ağlıyo, kemik arkadan hala bana bakıyo, annesi ise 10 yaşındaki bir alacaklıyla mücadele ediyo. hiç bir şey diyemiyorum. parayı alıp almadığımı da hatırlamıyorum. tek hatırladığım apartmandan çıkarken hüngür hüngür ağladığım.

    yıllar geçiyo. kemik yine sınıfta kalıyo ve bizim grubumuzdan kopuyo zaten sonra biz de o mahalleden taşınıyoruz. kimseyi görmüyorum. lise başlıyo. büyüyoruz.. arada bir aklıma geliyo bu olay. kimseye anlatmıyorum çünkü bu hikayedeki başkötü benim.

    bi gün oturduğumuz ilçenin merkezinde simit satan bir çocuk görüyorum uzaktan. başında taşıdğı simit tepsisi ile o kadar tanıdık geliyo ki öyle onu izliyorum. sonra biraz daha yaklaşıyo ve kemik olduğunu anlıyorum. bizim bi kelimemizle koşa koşa kaleye geçen çocuk sokaklarda hayat mücadelesi veriyo. işinde artık usta olduğunu simit tepsisini kafasında hiç düşürmeden taşıyışından anlıyorum. sakalları çıkmış, saçları aynı ama eskisinden daha kirli görünüyo. üstü başı kir toz içinde. ayakkabıları ayakkabı denmeyecek kadar değişime uğramış. yanına gidip selam veremiyorum. çekiniyorum. belki de böle kalabalık bir caddede kemik gibi bir çocukla selamlaşıyor olmak görüntüsü o an için hoşuma gitmiyo. yine de kalkıyorum oturduğum yerden ve arkasından yürümeye başlıyorum. biraz takip ediyorum bi kaç kişiye simit satışını izliyorum. sonra dayanamayıp o önde yürürken sessizce "murat, çok özür dilerim lan" diyorum. "gerçekten çok üzgünüm" diyorum. ya da dediğimi zannediyorum. bi an arkasını dönüp bana bakıcak gibi olsa da dönüp bakmıyor. ilerideki kalabalığa karışıp yok oluyor.

    ---

    hayatımda hiçbir zaman hakkını arayan, bunun için mücadele eden bir insan olamadım. öyle ki bazen dolmuşta verdiğim paranın üstü dönmezse "hiç sesimi çıkarmiyim inip gidiyim nolcak ki" diyebilen andaval bir insanım. 10 yaşındaki bir çocuğun, yani benim bölesine fakir olan bir insandan gereksizce "hakkını aramaya çalışmış olmasını" ise çocuksu heyecanlara bağlamak istiyorum. ama olmuyor, işi buraya bağlayamıyorum. kapitalist imgeler kafamda çığlık atıyor.
    ···
   tümünü göster