0
karının ağzından devamı:
saat 5:45 de çeşme deki toplanma noktasına vardık. çığlıklar içinde seviniyorduk, uzaktan iki tane büyük yolcu gemisi görebiliyorduk. toplanma noktasının önü arabalardan geçilmeyecek haldeydi. ulaşabilenlerin araçları dışarda kalmıştır diye düşünüp bunu dert etmedik. biz de aracımızı oldukça uzakta bir noktada bırakabildik ve giriş kapısına doğru elele koşmaya başladık. daha koşarken bir şeylerin ters gittiğini anladık. bazı araçların içleri kanla kaplıydı, bazı araçlar ise ters istikamete doğru duruyordu. adımlarımız yavaşladı, durduk ve birbirimize baktık. geriye, araca koşup silahlarımızı aldık. dikkatlice ilerlemeye başladık. kapıya ulaştığımızda ikimizde ağlıyorduk. kapıda hiç kimse yoktu, tellerin bir kısmı yıkılmıştı. gemilerden birine doğru koşmaya başladık. kısa sürede vardık ve merdivenlerin olmadığını gördük. hala gözlerimizden yaşlar gelirken birbirimize baktık. tam bu sırada vahşi bir sesle irkildik. geminin giriş kapısından üzerimize bir enfeksiyonlu atladı. onu vurduk, mermilerin gücüyle aradaki mesafeyi alamadan denize düştü. şaşkın bir şekilde kapıya bakarken ardından daha fazlası gelmeye başladı. onları da vurduk. eşim arabaya koşmamı söyledi. arabaya koşmaya başladım. o da yavaş yavaş beni koruyarak gelmeye başladı. arkama bakmıyordum, sadece arada sırada silah sesleri geliyordu. kapıya ulaştığımda içimden dua ederek geriye baktım. eşim bana yakındı. durdum ve ben de bir süre gelenlere ateş ettim. kısa bir süre için gelenleri bitirdik fakat gemiden kıyıya atlayan çok sayıda enfeksiyonlu vardı. ciğerlerimiz patlayana kadar arabaya koştuk.
arabaya ulaştığımız sırada dönüp bir süre daha ateş ettik. bize en yakında olanları öldürdükten sonra arabaya bindik ve ordan uzaklaştık. aynada yavaş yavaş küçüldüler...
düşünemiyorduk, nereye gideceğimizi bilmiyorduk. yaklaşık yarım saat bu şekilde ilerledik. sonra bir yerde durduk, toplanma noktasında olanları ve ne yapacağımıza düşünmeye çalıştık. şüphesiz ki gemilere enfeksiyon sızmıştı. toplanma noktası diye bir şey kalmamıştı. onu aklımızdan çıkarmaya çalıştık. nasıl kurtulacağımızı düşünmeye odaklanmaya çalıştık.
eşim; bir tekne bulup sakız adasına kaçmamızı önerdi. başka bir yol göremiyorduk zaten. tek sorun ise ikimizin de daha önce tekne kullanmamış olmasıydı. yelkenli değil de motorlu bulursak üstesinden gelebileceğimizi düşündük ve marinalara bakmaya karar verdik. ilk bulduğumuz marina bomboştu. ordan ayrıldık ve bir başkasına gittik. uzaktan baktığımızda büyük bir kaos görünüyordu. çok sayıda araba, daha da çok sayıda enfeksiyonlu vardı. bizi farkedemeyecekleri bir noktada durduk. ilerlemek mümkün görünmüyordu.
eşim bir kaç kilometre geride gördüğümüz deniz fenerine gitmemi söyledi. denizden yüzerek ilerleyerek bir tekne alacağını söyledi. kabul etmedim. sesimi yükseltmeye cesaret edemeden bağırdım, ağladım.
yüzümü ellerinin arasına aldı ve geri döneceğini, beni yanlız bırakmayacağını söyledi. en sonunda kabul ettim. ağlayarak arabaya bindim ve ilerlemeye başladım. arkada durmuş, öylece bana bakıyordu. virajı dönünce gözden kaybettim...
deniz feneri, kayalıklarla denize doğru elli metre kadar içeri giren bir yerdeydi. zor da olsa araçla oraya kadar vardım. etraf sakindi. tüm silahları ve mermilerimi aldım, kıyıya doğru dönüp beklemeye başladım...
motor sesini duyduğumda gözyaşlarımın sebebi değişti. mutluluktan ağlamaya başlamıştım artık. eşim altı, yedi metrelik güzel görünen ahşap bir tekneyle gülümseyerek geliyordu. birbirimize deli gibi el sallıyorduk. biraz sertçe olsa da kayalıkların yanına yanaşmayı başardı. önce silahları, erzağı ve diğer malzemeleri attım. hepsini yere attı. sonra da kollarını açıp beni beklemeye başladı. suya atlayıp tekneye çıktım.
ikimizde sırılsıklamdık. birbirimize sarıldık, öptük, kokladık. sürekli "bitti artık, bitti artık" diye bağırıyordu. "hemen burdan uzaklaşalım, sakız adasına gidelim" dedi ve içeriye gitti. tam kendimi yere bıraktığım anda bir çok şey birden oldu.
eşim korkunç bir çığlık attı, ardından zayıf bir hırlama sesi, viyaklamaya dönüştü. hemen yerden silah aldım.ve içeriye koştum. eşim yere düşmüş, kusuyor, bağırıyor ve çırpınıyordu. yerde bir fare ezilmişti.
aşık olduğum adamın son sözleri "ateş et" oldu...
tekneyi nasıl aldığını, o enfeksiyonlu farenin oraya nasıl geldiğini, eşime nasıl saldırdığını hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. bildiğim tek şey gözlerinin değişmediğiydi. ona ateş etmeden önce geçen bir ömürlük zaman boyunca gözlerine baktım. gördüğüm tek şey aşk ve hüzündü. son ana kadar gözgöze kaldık. bir kaç defa ateş ettim ve öldü.
kocamı öldürmüştüm.
sonrasında olan olaylar hafızamda çok az yer tutuyor, sakız adasına ulaştım. boş bir kumsala çıktım. biraz ilerde bir eve doğru ilerledim. yaşlı bir çift bana doğru geldi. türkçe ve ingilizce seslendim. türkçe cevap verdiler. olanları anlattım. yaşlı adam kazma ve kürek getirdi, birlikte eşimi gömdük, tekneyi ise yaktık. yunan ordusunun artık mülteci kabul etmediğini, burada kalmamın tehlikeli olduğunu söylediler. beni psara da bir arkadaşlarına zütüreceklerini, bir süre orada kalmam gerektiğini söylediler. onların da türkçe bildiğini belirttiler ve beni hemen o gece tekneyle psara ya getirdiler.