-1
saolun kankalar hemen bunun üzerine acıklı bi hikaye benden
Ankara'dan ayrılırken yanımdaki koltuk hala boştu.
Doğrusu bu durumun hoşuma gitmediğini söylemeyeceğim.
Siz de hak verirsiniz ki tanımadığınız biriyle yanyana
oturarak saatlerce yolculuk yapmak pek de hoş bir
durum değildir. Ancak keyfim uzun sürmedi. Otobüsümüz
Gölbaşı'na gelince durdu. Bizim boş koltuğun sahibi de
ortaya çıkıverdi. Oldukça yaşlı biriydi. Otobüse
binerken gençten bir adam ona yardım ediyordu.
Koridorda ilerleyerek bana yaklaştı. Genç adamın
işaretiyle, yaşlı adama yol verdim, o da pencere
kenarındaki koltuğuna kendini bırakıverdi. Genç adam,
"Hoşça kal dede," dedikten sonra kulağıma eğilerek,
"Biraz rahatsız ona yardımcı olur musunuz?"
diye rica edince çaresiz, kabul ettim.
Otobüsümüz yeniden yola koyulunca, yaşlı adam hiçbir
şey söylemeden bir süre dışarıda akıp giden bozkırı
izledi. Sonra sanki aniden anımsamış gibi bana
dönerek,
"Merhaba delikanlı," dedi titrek bir sesle "Yolculuk
nereye?"
"Antep'e," dedim. ilk kez ona dikkatle bakıyordum. Ve
onda ilgimi çeken şey yüzündeki keder oldu. Ağarmış
saçları, alnındaki derin çizgiler, feri kaçmış kül
rengi gözleri, sanki yaşlanmanın doğal bir sonucu
değil de, derin kederini daha iyi vurgulamak için
yerleşmişlerdi yüzüne. O da bir an beni süzdükten
sonra, "Niye gidiyorsun Antep'e?" diye yeniden sordu.
Savcı gibi böyle sorular sorması canımı sıktı ama ayıp
olmasın diye yanıtladım. "Yeğenimin nikahı var da."
Kül rengi gözlerinden bir ışık geçti. "Düğün ha!" diye
mırıldandı. "Görücü usulüyle mi evleniyor yoksa sevda
mi?" Daha fazla soru sormamasını umarak, "Görücü
usulüyle," diyerek kestirip attım.
Başını sallayarak, kendi kendine gülümsedi. Ben, artık
kurtuldum, diye düşünürken, yeniden söze başladı.
"Görücü usulüyle evlenmek iyidir. Arada sevda filan
olsaydı kötüydü." Yaşlı adamın, sorularından sonra
şimdi de Don Juan misali kendinden emin bir tavırla
aşk üzerine atıp tutması beni sinirlendirdi. "Bu
konuları çok iyi biliyorsunuz galiba?" diye alaycı bir
tavırla sordum. Alay ettiğimi anlamadı, gözlerine
tatlı bir özlem çöktü. "Eh, biraz bilirim," dedi.
"Başından çok macera geçmiş anlaşılan," dedim
alaycılığımı sürdürerek. Yüzü ciddileşti. Sonunda alay
ettiğimi anladı, şimdi bana kızacak, diye düşündüm ama
sandığım gibi olmadı. "Bu işin macerası olmaz," dedi
yaralı bir ses tonuyla. "Hakiki sevda tektir. Sonuna
kadar da tek kalır."
"Yapma be dede, insanın gönlü o kadar dar mı?" dedim.
"insanın gönlü geniştir geniş olmasına ama sevda kuşu
nazlıdır, öyle her önüne çıkan dala konmaz. Her önüne
çıkan dala konana bizde başka ad verirler."
"Bu konuda anlaşamayacağız," diyerek konuyu kapatmak
istedim ama yapamadım. Yaşlı adamın yüzündeki keder mi
desem, sesindeki tini mi bir şey bana engel oldu. Bu
ihtiyarin sıkı bir hikayesi olduğunu sezinlemeye
başladım. "Kusura bakma dede, ama sormadan
edemeyeceğim, sen hiç sevdalandın mı?" Hiçbir şey
söylemeden öylece yüzüme baktı sonra derinden bir iç
geçirerek, "Oldum ya," dedi. "Sevdaya düşmemiş adam,
adam mıdır?" "Bak şimdi olmadı dede," diye güldüm. "Az
önce sevda kötüdür diyordun, şimdi de sevdaya düşmemiş
adam, adam mıdır, diyorsun." O da gülmeye başladı.
"ikisi de doğru," dedi. "Sana hikayemi anlatırsam,
daha iyi anlarsın."
Tümünü Göster