Bu entry silinmiştir
-
1.
0ali was here
-
2.
+1yol kenarında düz durmuş tek bir ayakkabı bana amcığı hatırlatır.
-
3.
0(bkz: usain boltun ayakkabisi)
-
4.
0(bkz: kap)
-
5.
0am kenarında yan durmuş bi yarak bana seni hatırlatır
- 6.
-
7.
0yol kenarında yarak bulmuş kedi bana ciğeri hatırlatır
- 8.
-
9.
0sürekli aynı tipi aldığım şey. raadıma düşkünüm.
-
10.
0ulan şimdi mükemmel bi şey buldum, hatta küçük bir serveti ona vermeye hazırdım ki numara 40tan başlıyormuş. ben ağlamaya gidiyorum.
-
11.
0buyrun ben yardımcı olayım
-
12.
0lan olum bsg lan en güzeli kardeşler kundura
-
13.
0sen nası bi malsında bu başlığı canlandırdın huur çocugu
-
14.
0boy uzatan ayakkabı olarak tercih edildiğine pek daha anlamlı olan giyecek. yıllarca normal ayakkabıları giydik, kullandık. boyumuz kısa ise bize pek bir faydası olmadı tabi bu ayakkabıların. ancak boy uzatanı tercih edildiğinde çok daha farklı bir durum ortaya çıkıyor. ayakkabı giymenin keyfini yaşıyorsunuz resmen. http://www.uzatanayakkabi.com adresinden temin edilebiliyor.
-
15.
0Terlik Ulan terlik
-
16.
0Onerdıgınız gunluk ayakkabı acıl ?
-
17.
0Ayakkabı geze geze araştırıp almak artık öyle gezerek giyerek vakit harcamak gına geldi. ayakkabı için https://ayakkabi.al/ siteden seçip numaramı veriyorum. En kısa sürede geliyor ve giyiyorum. Çok memnun kaldım.
-
18.
0LA KADIKÖY DE BiYER VARMIŞ ADiDAS NiKE AYAKKABILARI ÇAKMA NERDE BiLEN VARMI ?
-
19.
0Ayakkabının neden ayağa giyildiğini bilen varmı beyler
-
20.
0Ayakkabısını çıkardı. Boyacının terliklerini giydi. Ahşap sandalyeye yan oturdu. Sol koluyla arkalığa yaslandı. Sokağı seyre daldı. Üzerinde hiçbir gözün olmadığını bilen insanların serbestliği içinde gelip geçenleri izlemeye koyuldu. Benim yanı başında onu gözetlediğimden haberi yoktu.Tümünü Göster
Ayakkabıcı işine başladı. Kurumuş çamurları, çimento kalıntılarını yamulmuş çay kaşığıyla bir heykel traş gibi sıyırdı. Pos bıyıklı fırçayla tozunu aldı. Fazlalıkları atıp ayakkabıya ulaşınca murdar bir sünger parçası ile boyayı yedire yedire sürdü kurumuş, kartonlaşmış deriye. Bakımsızlıktan çatır çatır çatlamış ayakkabı, cildine krem sürüldüğünde damar damar gençleştiğini anlayan bir ihtiyar gibi hissetti kendini. Boyayı içine çekti, doydu, her karnı doyan varlık gibi gevşedi, gerginliğini attı, yumuşadı. Adam nemini uçuran ayakkabıya son bakım işlemini yaptı, cilasını vurdu.
- Hiç yeni ayakkabını boyayamayacak mıyız Hamit Usta? Gülümsedi. Dudakları yanaklarına doğru mülayimce yayılmakla yetindi. ileri gitmedi.
- Ayakkabı dediğin nedir ki yenisi de eskisi de bir.
- O sana göre öyle. Olan benim boyaya oluyor.
- Nasıl yani?
- Eski deri, süngerden farksızdır, boyaya doymaz, ha babam yer, yer de yer. Senin ayakkabılara vuracağım boyayla sekiz on ayakkabı boyarım.
Haraplık konusunda ayakkabı sahibinin, ayakkabıdan farkı yoktu. Sert işlerde çalıştığı belliydi. Elleri kalındı, kemikliydi, pençe gibiydi. Tırnakları, yeni alındığında bembeyaz olan, sonra sonra ister istemez sararan beyaz eşya plastiği gibi sararmıştı, kat kat olmuş kalınlaşmıştı. Elinin ve kollarının derisi, ayakkabısının meşini gibi can suyunu uçurmuş, kurumuş, kalınlaşmıştı. Yer yer yara bere izleri de vardı.
Ben bulduğum bu tasvir malzemesine dalmışken pideci siparişlerimin hazır olduğunu söyledi. Parasını ödeyip paketi aldım. Bir gözüm arkada eve yöneldim.
Akşam, aşağı mahalleden birinin evine çay içmeye gidecektik. Anacağızım yemekten sonra çıkacağımız duyunca;
- Oğlum biraz da bizde dur istersen! Biliyorsun senin evin burası! Ağabeyler, ağabeyler… Başka bir şey bilmez oldun.
- Şimdi onlara değil anne, bir amcanın evine sohbete gidiyoruz. Gidiyoruz’un izini sürüp babamın da benimle geldiğini öğrenirse bana demediğini bırakmazdı. Lafı başka yöne çevireyim dedim.
- Anne kafeye, bara takılsam daha mı iyiydi? Bu her zaman işe yarar.
...
içeride, salonda, her bir çift göz, yöneldiği hemcinsini incitmemecesine birbirine bakıyor. Yürekler iman kardeşliği ateşini alevliyor. Ortada kurulmuş, emayesi yer yer dökülmüş kömür sobası yanmıyor, demek koca salonu günün yorgunluğunu hiçe sayan bu sıcak yürekler ısıtıyor. Babamla birlikte oturuyoruz.
Şakir abi derse başladı bile.
“Bismillahirrahmanirahim.
Hazret-i Yunus’un Allah’a yakarışı ne yüce bir yakarıştır öyle. Yunus peygamberin meşhur macerası özetle şöyledir. Bindiği gemiden denize atılmış, koca bir balık onu yutuvermiş.
Fırtınalı mı fırtınalı bir denizde, karanlık mı karanlık bir gecenin ortasında her taraftan ümit kegib. Sesini, yalvarışını, yakarışını her bir şeyi ekgibsiz duyan o zattan başkasının duyması mümkün değil, O Allah ki gizli açık her sesi ekgibsiz duyar.”
Evin oğlu çalan zile koştu. Kapının buzlu cdıbının arkasında girenin silüeti belirdi. Ayakkabısını çıkardığı belliydi. Şimdi de ceketini verdi çocuğa. Kapının buzlu camı, uydu bağlantısında problem çıktığında kegib kegib karelenen ekranlar gibiydi. Salon kapısı aralanıp açıldı. O da ne! içeriye, kahvede ayakkabısını boyatan adam süzüldü, girdi. Utangaç utangaç yürüyüp kanepelerden birine ilişti. Konuşanı dinlemeye başladı.
Salonu dolduranlar pür dikkatti. Sohbeti dinleyen bu yaşlı başlı adamlar ilkokul öğretmenin önünde ilk okuma derslerini sökmeye çalışan kırk elli yaşlarındaki adamları andırıyorlardı. Anlatanın bilgisine, görgüsüne güveniyorlardı. Bu gencin kendilerini iman merdiveninde birkaç basamak yukarı çıkaracaklarına itimatları tamdı.
Kahvedeki adam başını önüne eğmiş, anlatılanları kafasıyla tasdik ediyordu.
Sohbet bitti. Kitap kapandı. Şakir abi son sözü olarak üniversite okuyan fakir öğrenciler için yardım toplanacağını bildirdi. Mahallede bir öğrenci evi daha açılacaktı. Bu ev için eşyaya ihtiyaç vardı. Herkes gönlünden ne koparsa veriyordu.
Cam kenarındaki ikili koltukta oturan sakallı, takkeli amca evdeki eski elbise dolabını verebileceğini, ama birilerinin bunu evden alması gerektiğini, kendisinin getiremeyeceğini söyledi. Onun yanındaki zayıf, sarı bıyıklı olan, evden bir halının eksilmesinin çok önemli olmayacağını, kendisininde bunu verebileceğini belirtti. Daha bunun gibi birçok eşya verildi, himmet edildi.
Bunları başı önünde dinleyen kahvedeki adam yerinden kalktı. Şakir abiye doğru gitti. Sehpanın önünde çömeldi. Fısıltı ile bir şeyler söyledi. Sözlerini başkasına duyurmamak için uğraşıyor gibi alçak sesle konuşuyordu. Söyledikleri gizli olmasa, bunları herkesin duymasını istese herkesin içinde sesli söylerdi herhalde.
Şakir Abinin gözleri, kulaklarının işittikleri karşısında yuvalarından fırladı. Kaşları hayret makamında kalktı. Dudakları şaşırma kalıbına girdi. Sonra başı ret anlamında iki yana gelip gitti. Adamın söylediklerini kabul etmiyordu. Adam rica eder şekilde başını yana eğiyor, işi söylediği şekilde kapatmak istiyordu. Sonunda Şakir Abi, bunu birilerine sormadan evetleyemem, der gibi bir tavır takındı. Ayrıldılar.
Allah var, adamın söylediklerini merak etmiştim. Sanıyorum oradaki herkeste merak etmişti. Çıkışta yanaşıp sordum meseleyi. Şakir Abi bunu söyleyemeyeceğini, kimseye açmayacağına söz verdiğini belirtti. Üstelemenin anlamı yoktu. Vazgeçtim.
Bahsi geçen öğrenci evi bir hafta kadar sonra mahallemizde açıldı. Söylenene göre, yeni yapılmış bir apartmanın üçüncü katıymış. Gösterişliymiş. Hem ev sahibi bu ev karşılığında içindekilerden kira da almıyormuş. Adam zenginmiş diyeceksiniz. Yok be ya hu! Zengin mengin değilmiş. Bir devlet kurumunda inşaat işçisiymiş. Emekli ikramiyesi ile aldığı bu evi hayrına bağışlamış. Bağışlarken bir rica da bulunmuş:
- Aman ha aman, bu evi benim verdiğimi kimse duymasın! Riya olmasın!