-
1.
+3sonra bekçi geldi kalk lan çimlerden dyerek tassaklarını yüzüne vurmaya basladı dmi lan?
-
2.
+2megerse bestenin babası sedat pekerin yeğeniymiş kanka ben bi yusuf çektim resmen içime sıçtım topuklarımı zütme soka soka eve kaçtım 4 yıldır evde yaşıyorm dışarı çıkmıyorum o derece
-
3.
-1"heheh! daha yavru bu , gerçek bir ejderha olsaydı o ateşi hissetmezdi bile."dedi.Tümünü Göster
sonra bu ejderhayla ne yapacalkarını bilemediler , kükremeleri duyan diyer ejderhalar gelmeden birşeyler düşünmeliydiler. hansel ona "bırakalım kalsın" dedi , fakat bu simyacının ek hoşuna gitmiyordu.bir süre düşüncelere daldıktan sonra ejderhanın bayıltılması gerektiğini anladı.
"onu bayıltacaksın!"dedi yanına aldığı bayltıcı potion'u çıkarırken.
"nasıl? benmi?"diye şaşkın şaşkın baktı simyacıya
"evet , sana iksir vereceğim. onun kuyruğundan başına kadar tırmanıp ağzında döküceksin bu iksiri... "derken öylesine ciddi ve efsunlu bir bakışla baktıki hansel'e , hemen görevi kabul ediverdi. hansel büyü yüzünden ne yaptığını bile bilmeden simyacıdan potionu alarak ejderha ve onu saran alevlerin arkasına kadar dolandı. sürekli kükreyen ve tepinen ejderhanın o büyük kuyruğu kırbaç misali öyle hareketliydiki çıkma ihtimali çok düşüktü.ama o efsunlu ve bulanık beyniyle hemen kuyruğa sıçradı , sopnrada ona sarılarak sıkı sıkı durdu. kuyruk sallanırken bir oyana bir bu yana çarpsa bile tırmanıp sırtına kadar geldi. ejderhayı ehlileştirmek imkansızdı ve bu yüzden epey afalladı efsunlanmış hansel.ama tamda o sırada büyünün etkisinden kurtulmuştu , kafasını ejderhanın sert derisine öyle bir çarptıki birdan ayılıverdi.i̇şte ozaman herşey daha belalıydı , korku heryanını sardı ve gözünden yaş gelene kadar dayandı. "naptım ben! neden!"...
ejderhanın sırtıntan kafasına giderken başına ilişmiş dev boynuzun çok yardımı olmuştu. kaygan düğüldü ve tutunabileceği çok çatlağı vardı. böylece ejderhanın kafasına kadar çıktığında elindeki potionu cam şişeyle birlikte aldı. eğilerek sürekli kükreyen ağıza öyle bir savurduki şişeyi , ejderha bir anda cam şişeyle birlikte yuttu. boğazında parçalanan camlardan sonra iksiri tadı ağzına geldi ve baygınlaştı. yere düşerken simyacı yerdeki alevi söndürdüğünde hansel korkular içinde kalmıştı... ejderhanın kafasını bir süre yokladıktan sonra daha önce kapanan gözlerini açtı. doğruldu ve simyacının yanına geri geri geldi. ejderha şiddetle horluyordu.
kulaklarını kapatarak şöyle söyledi hansel "uyanıkken daha sessizdi bu!"dedi. aslında demin yediği efsunun hesabını bile soramamıştı henüz.
"boşver , takma kafana bunu. vede gitmemiz gerek mağraya girecez!"dedi.
"nee! defasa bir ejderha var içeride , belkide bizim tuzağına düşmemizi bekliyor." diyerek çılgınca bağırdı.
elini kaldırıpta durmadan uzayan şah tepeyi işaret ederken "söylermisin ozaman başka nerden çıkacağız?"dedi.
"hatırlasana , beni kaleden alırken nasılda yükselmiştin. kalenin penceresine konmuş bekliyordun!"dedi simyacının daha önce kapıdan giripte pencerede onun uyanmasını beklediğini bilmeden. -
4.
+1fabrika püfür püfürdü , soydum bunları gece boyu gibtim...
-
5.
+1sonra bunları kızılay yerine yenidoağana zütürdüm taammı içlerinden tam biri bura nere derken bizim elemanlar arkadan eteri bastılar karılara bayılttık taammı ben hemen koştum evden aletleri kaptım yenidoğandaki yıkık dökük eski fabrikada buluştuk taaaammı
-
6.
-1ejderha kapaniTümünü Göster
oyukların çevresindeki karartı simyacı'nın gözünden kaçmadı , bu karartı ancak bir alevin isinden doğacaktır ve o alev bir ejderhanın nefesinden doğar.bir süre yolda ilerlediler , giderek yükselen kaya tepelere dönüştü çıkınlar. tutunacak yeri bile olmayan olanaksız yerlere vardıklarında gecenin o saf pürüzü çöktü , ellerindeki yemyeşil parlak alev olmasa ellerini dahi göremeyecek kıvama gelmişlerdi. simyacı başını kaldırıp göğe baktı , bulutların iç yüzünde birazcık parlaklık varsa bile bulutlar onlara engel oluyordu. sonrasında durdukları tepeden yüksek bir kükreme duyuldu , hansel öylesine korktuki bir anda sıçrayıp kayalara savruldu. aksine simyacı ciddi ve endişeli bir şekilde yeşil ateşin ışığında etrafı inceledi.dev bir mağranın yanı başındaydılar! karanlıkta göremediği hansele selendi.
"hansel! hansel! gel buraya , ışığa gel!"diye orta tonda bağırdı.ama ses yoktu , hansel'i kayaların arasında biten gölgeler almıştı sanki..
sonrasında bir kaç kükreme daha duyuldu , tepenin altına kadar oyulmuş mağradan geliyordu sesler. simyacı hemen mağranın yanına sıçradı , mağranın önüne elindeki parlak şişeden sarı sular damlatmaya başladı , sonra bu damlaları daha geniş bir alana döktü ve yolunu kaybetmeden mağra kapısının yanına saklandı. hansel'den çok endişelenmişti ve hala kısık sesle "hansel" diye bağırmaktaydı...
ama o sırada dalgınlaşan hansel ayağa kalkıverdi , ardı ardına gelen kükremelerin ortasında duruyordu. yeşil ışığın mağra yanndaki parlaması gözüne çarptığında "hey! i̇htiyar! neler oluyor!!"dedi yüksek sesle.
ama ona karşılık ejderhanın bir kükremesi duyuldu , ve simyacı kısık sesle seslendi "gel buraya.. koş!"...
hansel ihtiyarın yanına çekildiği sırada kalbi küt küt atıyor ve korkudan titriyordu.i̇nanın bir ejderhanın en kısa bağırışı bile sizi delip geçicek seviyede korkunçtur.i̇şte bu yüzden hansel dayanıklıydı , korku onu delip geçemesede yüreğini eşeliyordu. sonrasında ejderhanın dev ayak sesleri duyuldu , vede mağranın üst katına uçarkenki kanat sesleri... dev adımlardan sonra başını mağradan çıkardı , bu bir boynuzlu ejderhaydı. kafası mağraya zor sığdığından simyacı mağranın maşka bir deliği olduğunu anlayabilirdi.ama mağranın yanında saklanırken hiçbirşey göremiyordu , ve sonra ejderha devasa bir kükreme patlattı. geriye kaçarak mağranın karanlığına süzüldü... hansel bunu duyar duymaz dışarı fırladığıysada karşısında başka bir ejderha belirmişti. yavru bir boynuzlu ejderha hiddetli ve sinirli bir bakışla dik dik bakıyordu hansel'e. henüz solucan formunda kanatsızdı , ama devasa kolları büyümüş ve gelşmişti. hansel koca bir çığlık patlattığında simyacı arkadan gelipde onu geriye çekmeseydi o anda devasa bir ejderha pençesiyle parçalanmış olurdu.
yavru ejderha sert bir kükreme patlatarak mağranın önüne bir adım attı.i̇şte o sırada simyacının sesi duyuluverdi:
"parla!"dedi ve daha önce döktüğü sarı su birleşerek kızıl bir alev oldu , yavru ejderhanın elini kolunu yakarak ona zarar vermese bile şiddetli bir sancı verdi. ejderha daha korkunç bağırmaya başladı , simyacı yerinden fırlayarak tepinen ejderhanın karşısınde belirdi -
7.
-1"merak etme sularımız biterse yanımızdaki işe yarayacak potionlar bizi biraz daha dayandıracaktır. yakın ormanın elf ahalisi bize ozaman yardım edecek diye umuyorum... "dedi simyacı.
"tabi , gerçektende o pelerinin içinden çıkardığın gizemli iksirleri unutmuştum." diyerek doğruladı.
ve yolları bir süre daha boş mağrada geçti , sonunda şıpırdayan su sesleri işittiklerinde bir mucize görmüş gibi sevinçliydiler. kimin aklına gelirdiki buralarda su olacağı... ama sesin geldiği yöne yönlendiklerinde yollarda artık meşale olmadığını farkettiler. tekrar zifiri karanlığa gömüldü herşey... su damlalarının mucizevi sesi gittikçe yükseldi ve uzakta bir su başı gördüler , bu karanlıkta görülen tek şeydi zaten. nerden geldiği bilinmez gümüşi bir ışık saçıyorlardı. hemen yanına geldiler , o sırada simyacı bir kibrit daha aldı kav kutusundan. tekrar bir alev yaktı , ama bukez nedendir bilinmez kızıl bir alev doğmuştu.mor tepede mor alevin yanması gerekliydi , çünkü simyacı bile renk değişim büyüsü uygulamamıştı henüz. bunun üzerine simyacı mağrayı alev ışığında gözledi."buraya garip bir büyü vurulmuş , mor alev burada uyanamıyor... "dedi ve başını tekrar akarsuya döndü. orada sularını içtiler ve tulumbalarını tekrar doldurdular , su başında bir süre istirahat etmeyi kararlaştırdılar.ama simyacı bir süre uyumadı ve mağradaki büyüyü araştırdı , kendi gibi bir ateş büyücüsünün buraya geldiği kanısındaydı.ama yer yüzünde ateş simyacısı "kızıl elmound" dan başka kimse yoktu... en azından tüm dünyalar bunu böyle bilirlerdi...
sonrasında simyacı su başında bitmiş bitkilerle karşılaştı. bunlara elegram denirdi ve iksire dönüştürüldüğünde enerji ve dayanıklılık verecek kadar güzeldi.ama ateşe atılıp yakıldığında külleriyle karıştırılmış bir suyun zehirli olduğu bilinirdi.bu nedenle simyacı bir süre bu bitkileri topladı , akarsuda büyümüş olanları ayrı bir köşeye , toprakta bitmiş olanları ayrı bir köşeye dizdikten sonra onlardan potion yapmaya başladı. akarsudan topladıklarını sıcak suya ufaladı. topraktan topladıklarınıysa hem yakacak niyetine hemde acil durumda küllerinden zehir yapabilmek için yanına aldı. daha önce bitirdiği iksirlerin boş şişesine elegramlı suları doldurarak onları yanına aldı. sonrasında uyku diyarına gömülüp gitti... -
8.
-1birgün kuzey limanlarında bir talath birliği demir attı ve komutan john eşliğinde koca bir birlik eski talath karargahına yerleşti , takrar tamirleri yaptı ve kraldan izinsiz talath adaya indi. bu haber kralın kulaklarına gelmişti , hiddet içinde kargılı asker birlikleriyle birlikte prens fighuan'ı talath süvarilerinin peşine göderdi. prens babasına ne yapması gerektiğini sorduğunda tek cevabı onları kovması olmuştu.feb asla sevmemişti talathlıları , onlar belaydı başına. geçen yıllarda yaşanan saygısızlıklar ve korsanların tağruzlarına karşılık feb yeni bir sayfa açmıştı hayata. bunun üzerine şehri terk etti prens ve kuzey yollarını izleyerek atını ırak ormanlardan geçirdi. peşindeki kargı birlikleri sıra sıra izledi prensi ve onun izinde doğu-batı arasındaki avşar yolundan geçti ve yol boyunca karşılaştıkları tekşey vahşi hayvanlar ve gizemli gezginler oldu.ama onlar at sürmeye devam ederek bir hafta içersinde sığ ovaları aşarak batı ormanlarına girdiler , ormandaki patikayı terkederek kuzey batıya tekrar at sürdüklerinde talath surları gözüküverdi ormanın dışında , ufukta. prens anlamsızca sur duvarlarına kadar geldi ve borusunu beyaz duvarların ardından üfledi. keskin gürültü uvarların arksına saklanmış karargaha öyle şiddetli gelmiştiki karargah şiddetle koca bir borazan üflettiler.Tümünü Göster
ve bu cenk haberiydi , prens sinir içinde ordusunu peşine takarak surları dolandı ve kapıya geldi. atından inerek kapılara varıp o asil borusunu tekrar üfledi.ve onun peşi sıra kargılı askerlede çaldılar keçi boynuzu boruları... tellalların izinde prens karargaha seslendi "haksız ve izinsiz geldiğiniz topraklarınızı terketmenizi istiyoruz!!!". ve kapının arkasındaki gözcü kulelerinden talath'ın ak şapkasını giyen birkaç baş belirdi , rüzgarlı ama güneşli havada ağır kapı aralanarak içeriden bir elçi gönderildi. talath şapkasının altında iri bir vücuda sahipti , prense vararak "komutan john buraları terketmeyeceğini söylüyor! gidin ve bu toprakları rahat bırakın dedi!". prens duyduklarına şok olmuştu "bu topraklar talath ırzımın değil! bize aittir." demesiyle elçiye zaman bile bırakmadan ak kılıcını savurdu üzerine. elçi bir hamlede prensin ayak dibine yığılarak can vermişti. kargılı askerlerden sıra sıra yüksek bir nara koptu busefer. ama kapılar çabucak kapatıdı , gözcü kulesinden ateş açıldı. ateşe karşılık havada birkaç mırzak uçuşmuştu ama gerideki büyük at kişnemeleri ve düşenlerin ardında kalan toz bulutları vardı... bunun üzerine prens ve talath süvarileri sert bir savaşa tutuştular , ilk çarpışma karargahtan çıkıp hisara fırlıyan talathlılarla oldu. prens ve ordusu bu birlikleri önlerine katarak kapıya kadar çok az hasarla geldiler. talath süvarileri düştüğü sırada kapılar prens'in ikinci bir boru öttürmesiyle açılıverdi. talath'lılar ellerinde arbalet baş baş bekliyolardı kapının ardında ve karargahın önünde. aralarından çıkan komutan ilkönce kılıçlı talath süvarilerine baktı ve sert bir nara attı. talath süvarileri sevinç içinde bağırıştılar. komutan tekrar prense ve askelerine döndüğünde."sevgili prens ve ülkemizin varisi fighuan. bırakında bize ait olan sınırları koruyalım , karşılığında bu karargahı evimiz yapalım... "dedi ama sözü daha bitmemişti , kıza bir nefes çekip uzunca soludu ve diz çökerek prens'e saygı sundu."prens'imizin gelecekte yapacağı taht yarışında kendisine tüm desteğini verdiğimizi bilsin... " prens birden heycanlanmış ve geleceğini düşünmüştü , kardeşleriyle taht için yarışması ve babasının gözünde layık bir kral gibi gözükmeliydi... bir an tereddüte girdi arkasındaki askerlere geri çekilmelerini tembihliyen bir işaret yaparak talath'ın cesetlerini ezerek geriye çekildi."komudan john! bu konuyu babama tekrar danışıcağım... "... ve atlar tekrar koşturdu boydan boya adayı ve tekrar geçildi avşar yolundan agun tepesine tüm yolları. batı ormanlarında bir elde pala bir elde kamçı koşturuldu , nice hayvana karşı kargılar çekildi sırtlardan. neyseki haftalar sonra varıldı şehre ve prens doğruca kralın huzuruna getirildi. sarayın gök hutbesinde saf bir odaydı burası karşıda koca bir taht ve üzürende iri yarı bir kral oturmaktaydı. prens diz çökerek krala kendi hislerini saklayarak olanları anlattı. konuşmalar ve olaylarda biraz yalan payı eklenmişti onun tarafından. kral bu sözleri "hmm! , hum.." makarasınyla dinledi ve prense "oğlum!"dedi."gönlün ne yeğlerse onu yap. belki yarınlarda yeni kral olursun ve o gün tecrübenle çıkarsın tahta... " ve prensi odasından savdı... -
9.
-1sendo adasının kuzey geçitlerinde bir ülkeydi burası , pusulanın göstereceği her bölgeyi kusursuz bir mimariyle tasarlamışlardı. talath'ın pekte rast gelmediği geniş ve verimli olan bu adanın kralıysa feb ve oğullarıydı. prens fe , fighuan ve fingon...
adanın kuş uçmaz kuytularından ortaya kadar uzayan han yolları doğuya doğru bir liman kıyısına bağlanır ve kuzey sahillerine kadar ulaşırdı bu limanlar. batıya doğru ormanlık arazılarle doluşmuştu , burada eski ve yıkıntı bir talath karargahı kurulmuştu. daha sonra kral feb bu karargahı yıktırarak talath süvarilerini adasından uzaklaştırmıştı. batının doğuya doğru uzandığı , ormanları keserek uzayan geniş bir patıka , avşar yolundan kuzeyin sığ yolcuklarına kadar kaplayan alanın ortasında ise şehir bulunurdu. zayıf surlarla çevrelense bile şık bir tasarıma evsahipliği yapan geniş sehirim içinde nice ev vardı. evlerin arasından gözcü kullerine doğru surlar kuruluydu ve surların doğduğun yerde dev saray vardı.feb ve karısı akshema bu sarayda yaşarlardı... -
10.
-1yaklaşık 10 saat sonrasında iri gürültülere karşın uyandılar, subaşı titremekte ve durmadan su taşırmaktaydı. hafif bir deprem tiz ıslıklarla doğmuş ve nedensiz büyüyordu.i̇lk uyanan simyacı oldu , aceleyle hansel'i dürttü ve bir yandan incin eşyaları keten bohçaya sarmaya koyuldu. hansel yarım yamalak uyandı ve bir okadarda o heycanlandı. nerden doğduğu bilinmeyen rüzgar seferleri mağrada esmeye başladı.ve bir süre sonra herşey sustu , mağra yine karanlığa gömüldü.o dev sarsıntı tekrar sustu...Tümünü Göster
hansel "ne oldu!"diye tepikledi simyacıyı
simyacı ona yanıt olarak "bilmiyorum ama deprem arka taraftan , geldiğimiz yerden doğdu."dedi.
"kötü yada iyi bizi tehlikeye sokabilirmi?"dedi korkan ve endişeli hansel.
"görmeden , bilmeden yanıtlayamam.ama araştırmaya gitsem iyi olacak , buralar şimdilik güvenli... "dedi.
"bende geleceğim!"diye araya katıldı hansel
simyacı onu "hayır , sen burada kalacaksın.su başında olduğuna göre iki tulumbayıda yanıma alacağım.bu arada kav kutusundan iki kibrit daha ver bana."diyerek retteddi.
"yinemi kibrit! çok az kaldı , yakında biticek."dedi ve kav kutusunu karıştırdı."tam 5 tane kalmış , ikisini sana veriyorum."dedi ve iki parça düzensiz kibriti simyacıya uzattı.
kibritleri alan simyacı bunlardan biriyle tiz bir alev yaktı , kızıl rengini şu sözcüklerle turuncuya dönüştürdü:
"senderas lakers! sana bağşedilmiş büyüyü unut ve bana kendi zatımdan bir parça ilet!"
ama büyü bir süre renkten renge katıldı , ve tekrar kızıl ateşe dönüşüverdi. mağraya vurulmuş büyü belliki yüce bir irade tarafından yaratılmıştı.bu nedenle simyacı daha fazla uğraşmadan kızıl alevle karanlığa yürüdü. gölgeler kısa zamanda onun sildiği boşluğu boyadılar...
hansel tek başına kalmıştı , bohçasından birkaç lokma peksimet atıştırdı ve su başına vararak o serin sudan içti. gözü uyandığından itibaren alışmıştı karanlığa , yinede herşey koyu ve solgun görünüyordu , en fazla 5 metre önünü ölçüp biçebilirdi. daha fazlası sadece göz yanılgısı veya hayellerden yaratılabilirdi.kav kutusundan bir kibritte o çıkardı , onu yakarak su başını tutan kayalıkların arasına sıkıştırmıştı.o alevin ışında yakacak bitkiler buldu(elegram).bunlarla ayrı bir ateş daha yaktı , bir süre boş boş bekledi...
i̇şte o sırada birkaç uzun bacak mağranın içinde oynaştı , kara örümcekler pörtlek gözleriyle su başındaki alevleri gördüler. daha demin yaşanan deprem onları ürkütmüştü. açlıktan korkularına karşı koyarak aleve yaklaştılar. oradaki hansel'i gördü gözleri ve iplikler tüküre tüküre hansel'in yanına kadar iliştiler.ama iri ve tombul gövdelerini farkeden hansel yerinden fırlayarak tepinmeye başladı.o sırada bir tekmede yanına gelen örümceğe çarpmıştı. kısa zamanda her tarafını örümcekler sardı , hansel kayaya sıkıştırdığı kavı kaptığı gibi onların üzerine yürümeye başladı. ateşten kaçıyorlardı kaçmasınada hansel'in ateşi zütürdüğü yerden kaçıp başka yönden geliyorlardı hemen. hansel korktu ve endişe içinde kılıcını çekti , mağrada kılıcın şıngırtısı duyuldu...
hansel onlarca böceği alel acele biçmeyi başarmıştı , ama böcekler aynı anda onca farklı yönden saldırmaktaydı.bir süre karşı koydu hansel , bu böceklere.ama yere yığılan onlarca cesetin ortasında kılıç savurduğu vakit örümcek iplikleriyle bağlanıp düşürüldü. tepinip durması bil o kalın ağları koparmaya yetmemişti. örümcekler piz zehirlerini hansel'e akıttı ve sonra onu bir güzel beyaz iplerle sarıp sarmaladılar. zehire karşı koyamayıp uyuyan hansel su başından pis örümcek kuytularına doğru çekilirken düşündüğü son şey simyacının onu kurtarıp kurtaramayacağıydı... -
11.
+1ak ülkeni̇n haberleri̇Tümünü Göster
kısa zamanda hanselin baygın bedeni bulundu , uzun zaman kovuğa hiçbir örümcekte uğramamıstı.i̇ki büyücü hayatta kalan sayılı kurbanları ve hanse'li toplayarak çıktılar. diyer büyücünün bulduğu başka bir giriş çıkış mevcuttu , daha geniş salonlardan geçiyordu burası ve bunedenle dönüş için burayı kullandılar.su başına doğru iki büyücünün izinde yaralılar zütürüldü. çoğu baygında olsa bir kaçı halen ayakları üzerinde durabiliyordu.yol boyunca kısa kısa fısıldaştı bu iki büyücü , garip sorular soruldu ve tartışmalar iki kulak arasında yaşandı.ve tüm bunların izinde subaşının bulunması zor oldu , simyacı yolda eşyalarını geri toplama fırsatıda elde etmişti. yaralılar su başında yatırıldı , elegram'ın aydınlattığı alanda yaklaşık iki saat dinlendiler. sularını içtiler ve orada daha önce öldürülen örümceklerin zalim bedenlerini yaktılar. gerçekten korkunç bir koku yaymıştı cesetlerden tüten alev ama oarada bekleme mecburiyetleri vardı...
"neden buradasın?"diye sordu simyacı.
"haha! özel bir nedenim yok , elluim'e yol alıyorum."dedi büyücü
"armor endeb'ten geliyorum , peki ya sen nereye gidiyorsun."dedi.
"aydüşen... "dedi simyacı.
gece ve sonraki geceler burada beklediler , birkaç yaralı(3 insan 1 elf ve 2 cüce) ve hansel artık iyileşmişti.ama diyerleri(12 kadar insan ve 3 goblin) örümceklerin zehirine ve uzun zamandır yaralarının şifa bulamaması sebebiyle yenig düşüp can verdiler. erzaklar bitme derecesindeydi , artık iki kişiye bile yetmeyen yemekler tam tdıbına sekiz aç boğazı doyurmak zorundaydı. mağranın diyer kapısına su başından ayrılarak yola çıktılar. uzun bir yoldu ve herkez aç kalmıştı , bir lokmadan azdı yedikleri...
mağranın dipsiz çukurları uzun bir yol sonunda kendini ileriden parlayan ışık hüzmesiyle aydınlatıverdi.bu kurtuluşa ve huzura işaretti , mağradan ayrılmalarıyla birlikte yakın ormana çok kısa bir mesafeleri kalacaktı.
sonuçta varacaklarını bildiklerinden dahada yavaşladılar , mağranın güvenli olduğuna inandırıyorlardı kendilerini. haklıydılar! ne bir trol nede bir goblin sürüsü burada yaşamaya gönül verirdi. çünkü onları afiyetle yiyecek sinsi eklembacaklar kol gezerdi burada ve hiç olmasa acıkmış bir ejderhanın lokmaları olmamaya gönüllüydüler...
simyacı yolda ilerlerken "dediğin üzere armor endeb'den gelmişsin"dedi.
"evet... "
"orada ne işin vardı"
"ak tepeden oraya geçtim , ve bu nedenle armor endeb'deydim."dedi.
simyacı ak ülkenin lafını duyunca güzleri faltaşı gibi açıldı."haber taşırsın galiba"
"evet."
"söyle bakalım yedi kavmin bekçisi... elluim'e ne haberler taşırsın?"dedi simyacı.
"pek birşey yok , onuncu tepede hala kükreyen bir güç var.."
"onuncu tepe hakkında ne senin nede benim bir bilgim var."
"bunu zaman gösterecek... "
çıkınların taş suretlerinde uzunca ilerlediler , umduklarına göre akşama doğru yakın ormanın doğusuna varacak gibiydiler. yolda üç kez dinlenmişlerdi ve bu sürede yiyecekleri bitmiş , aceleyle doldurulmuş tulumbalarda su bitmişti. aslına bakılırsa yanlarında gelen 5 kişi hakkında bilgi vermem gerekiyor.2(hansel katıldığında 3 oluyordu) insan vardı kafilede , adları legon ve melagon'du onlarla gelen elfle birlikte dorkduk kreigh'e yol almaktaydılar ama ejderha çıkınlarında zorlu bir zaman geçirdiler. yaşlı bir ejderhanın kovaladığı zeminde örümceklerin tuzağına düşmüşlerdi. diyer cücelerden biri için bahsedecek olursak o armor endeb'deki sıradan bir demirci dükkanında çalışan biriydi. adı lefn'dir. örümceklere yakalanmadan önce elluimden getirdiği nice malzemesi vardı ama artık sadece yanında taşıdıklarıyla yetinebilirdi. öteki cüceden konu açılırsa o ejderhanın gazabından kaçabilmiş tekti. çünkü üç gün önce armor endeb'e düzenlenecek bir saldırı için gönderilen thoren cücelerinin ordusundaki bir askerdi. geceleyin ejderha çıkınlarından geçtiler , ejderhaların gazabına uğradıklarında sadece gollem kurtulmuş ancak oda pis örümceklerin avı oluvermişti... çünkü bambaşka bir kıtada yaşayan thoren cüceleri ile armor endeb insanları arasında büyük bir savaş süregelmekteydi. herneyse konuya dönelim...
akşama doğru ufukta koyu renkli ağaçlar belirmişti , gölge dağın ardına çekilirken orman hayal meyal gözüküyordu... -
12.
-1ve sonra birkaç bulut yükseldi gökte , günşin etrafını çepeçevre sardı. eriyip yok oldu... ve aynı şer birdaha yaşandı , birdaha ve birdaha... elluin'in bereketli toprakları artık bir çölü andırıyordu , çok yakında çıkınlara girilecekti ve bunun için iyi hazırlık gerekiyordu. güney çıkınlarındaki eldoom tepeleri kumların ardında belirdiği fakit ihtiyar yorgun düştüTümünü Göster
"biraz dinlensek iyi olacaktır , akşama doğru yola devam edebiliriz"dedi
"peki... "
minik bir kamp kurdular , erzaklarını ve sularını hazırlayarak kısa bir atıştırma yaptılar. şimdiden erzak konusunda dikkatli olmaları gerekiyordu, nede olsa hancı umduğumuz kadar bonkör çıkmamıştı... güneş hafif hafif geri çekilirken kızıllıklardan cizilmiş bataklıkta onu kaplamaya başlamıştı. sonras sarmaşıklar gibi kavradı bu kızıllıklar güneşi.onu aşşağı çekiştirerek düşürdüler , öbür taraftan ay tüm haşmetiyle fırlayıverdi. işıltı soluk ay parıltısına dönüştü hava karardı , o sırada uyku çeken ikili uyandığında göz gözü görmez geceye bürünülmüştü.i̇htiyar doğruldu ve tulumları toplamaya koyuldu , hanselde yardım etti.
bu karartıda yol almak imkansız gibiydi , ateş yakmak gerekiyordu...
"kav kutunu ver!"dedi simyacı
"ne! delirdinmi sen? mor alevi uyandırırsın... "dedi.
"ver dedim sana!"demesiyle beraber üflüye püflüye verdi hansel kavları...
i̇htiyar kavla bir ateş yaktı , bu ateş mor renkte yanıyordu.ve öyle hoş parlıyorduki insanı büyülüyordu resmen. aydınlığı çok soluk ve tizde olsa yeterli görüşü sağlamalarında etkiliydi.ama hansel korku içinde ciyakladı.mor alev karşısında parıldamıştı.
"lanet olsun hepimiz ölüceğiz!"diyerek tepinmeye başladı.
"hehehe! ateştenmi korkuyorsun? hehehe!"diyerek dalga geçti onunla , simyacı.
"çek şunu , lanetlendik!"
"heheheehehe!!!"diyerek yanan kibriti hansele doğru zütürmeye başladı.
hansel yerinden fırladığı gibi gece karanlığında güney çıkınlarına doğru kaçıştı... i̇htiyar arkasından gülmekle yetindi , ama ciddileşme zamanıydı. nede olsa hansel şer yola gidiyordu... ciddi bakkışlarıyla elindeki mor aleve elini doğrulttu ve şu sözleri sarfetti:
"elmes minor thufan , bana tepelerden haber getir!"
bu sözlerle birlikte mor alev yeşile dönüşüverdi , yeşil renk öyle şiddetli bir aydınlık sağladıki.. ama başka bir dünyanın alevini mor dünyada kullanması nasılda olabilidi? belliki bunu bile imkanlı hale getirebileceğinden yüce bir büyücüydü o...
ardından kaçışan hansel'in peşine gitti , neyseki hansel güney çıkınlarına gitmekten aşırı derece korktuğu için sınırlarda oturup beklemişti. simyacı geldiğinde elindeki yeşil alev onu tekrar korkutsada artık alevden yakması dışında ruhani bir zararın gelmeyeceğini öğrediğine mutluydu... ve birlikte yola devam ettiler , kısa süre içersinde devasa bir kükreme kulaklarını çınlatsada görünürde birşey yoktu.i̇şte böyle girdiler güney çıkmazına , yaklaşık yarım saat düz giden yol sonradan engebeli , bir yığın oyuklarla deşili acı bir şekle büründü. buralarda yol katetmek 2 kat zor oldu bu nedenle varış süreside yavaşlamıştı...
ejderha kap -
13.
+1huri savcıdan izin alıp ananı resmi belgeyle gibecem
-
14.
-1durun lan geldim gri ekran amk. işte bunlar gülüşüyo falan ben de ders çalışıyorum müzik dinliyorum ağacın altında
-
15.
+1@3 güldürdün bin
-
16.
+1@1 gerisini anlatamamis anlatirken bosalmis heyecandan
-
17.
0tam o sırada duvarın oyuk penceresinde sarı yıldızlarla bezenmiş mavi bir şapka giyen bir ihtiyar belirdi , zıplıyıp hoplayarak girdi içeri üzerinde mavi bir pelerin vardı , pelerin tüm vücudunu çepe çevre kaplayıp yerlere doluşuyordu. hansel'i ensesinden kavradığı gibi kale penceresine doğru sıçradı , hanselde havada çekişerek ardından uçtu.ama kafası kalenin taşlarına pata küte çarparken okadan yüksekten aşşağı atlamak pek sağlıklı görünmemişti ona... aşşağıda kendini toparladığında ihtiyar deminki çılgın yerine ciddi , ağsasına dayanan kambur bir adama dönüşmüştü.ak sakallarını ovarak hansel'i̇ dikkatle süzüyordu ve yanında hancıda vardı , bir süre fısıldaştıılar.
-
18.
0hurininbasi dıbına koyim senn sustum sen anlat o daha heycanlı gibi yoksa gibicek bu am beyinliler beni
-
19.
0aklını gibeyim bin almadın değil mi kızın numarasını. utancını gibeyim senin.
-
20.
0simyacının gelmeside pek uzun sürmedi , çünkü depremin nedenini bulmuştu. geçen gece uçuruma asılı kalan ejderha aşşağı düşmüş gibi görünüyordu.bu nedenle kısa bir sarsıntı oldu... bunu öğrenipte geri döndüğündeyse karanlık subaşında nice örümcek cesedini buluverdi.i̇çine o anda korku ve endişelerin en zalimi düşüverdi. sonra örümcek leşlerinin tepesinde kalmış olan hansel'in kılıcını görüverdi.su başında bir süre dönüp dolandığı vakit ilk kibriti bitmişti.i̇kinci bir kibrit daha yaktı , sadece iki kibritleri kaldığını bilseydi inanın bana karanlıkta yürümeye boyun eğerdi... ve tüm mağrada uzun bir araştırma yapmaya başlamıştı simyacı.Tümünü Göster
karanlığın içinde alev bile pek etkili olmadığından biraz zorlanması gerekecekti. mağranın oyuklu yolları bir süre sonra kendini daha dengesiz ve dar çukurlara bıraktı.bu oyuk yollar sayıca çoktu ve simyacı bile hangi yolun onu doğruya zütüreceğini bilemiyordu.her birini teker teker deneme kararı olarak rastgele birine girdi , gittikce daralan ve ikiden fazla cücenin üst üste koyulduğu taktirde asla geçemeyeceği ağır bir oyuğa dönüştü yol. simyacı ,hansel'in böyle biryere gelmeyeceği veya getirilemeyeceği kanısında olsada yoluna devam etti.bir süre emekleyerek idare etti ama daha da daralmıştı çukur , sürünmeye başladı. burada ağsasına ve keten bohçasına veda etmesi gerekmişti. daha ince bir halde ilerlerken mavi pelerini onca minik tümseğe takıldı ve bertaraf oldu. yaşlı adam daha fazlasını kaldıramayacak gibiydi , onlarca çukur denemesi gerekebilirdi ve bu duruma daha katlanamazdı.ama ona umut ve heves veren şey yine o tümseklere takılıpta örümcek ipliklerinin kopmuş olmasıdı.i̇htiyar bu iplikleri inceledi ve çok yoğun örüldüğüne karar verdi. tıpkı bir avlarının sarıp sarmalandığı yoğun ağlar gibiydi.ve bunun heycanıyla ihtiyar bir süre daha ilerledi , pelerini yırtıldı ve herzaman pelerinin içinde tuttuğu iksir çantasını geride bırakması gerekti. çünkü onlarda kalınlık vermeye başlamıştı. yola devam ederken içine giydiği keten zırh ortaya çıktı.ama bir zaman sonra kibritide sönüp gitti , artık sessiz oyukların karanlığına kalmıştı...
simyacı nice zorluğa dayanıpta ilerlediğinde oyuğun tekrar genişlemeye , en azından emekleyebilecek seviyeye geldiğini farketti.bu onudahada hızlandırdı...
karanlık oyukta bir süre daha ilerlemesiyle birlikte oyuğun yüvarlak geniş bir bacada son bulduğunu gördü. burada mağra salonlarıyla buluştu , elbette büyük değidi burası ve hala oyukları kapsıyordu. elbete karanlıktı heryer , simyacı sizin bildiğinizden fazlasını bilemiyecekti.ve sonra minik mağra odalarında gezinmeye başladı.bir yerden sonra meşalelerle aydınlanmış daha düzgün odalarla buluştu. yanına bir meşale almayı akıl etmesi gerçekten iyi oldu , çünkü kısa zamanda tekrar karanlık odalara varmıştı. buralarda ilerlemek katbe kat zordu ve sonsuza kadar gidecek gibi bir görünüşü vardı...
ama simyacı kısa zaman sonra daha yeni ipuçları bulmayı başarmıştı , oyukların kambur finallerinde açılan solgun dar patikalardan sonra örümcek ağlarıyla doluşmuş küçüklü büyüklü gedikleri gördü. buranın arkasına tek gidiş yine dar salonlardan geçiyor gibiydi , simyacı birkez daha katlandı bu tünellere ama sonuçtan memnun gibiydi. büyük ve geniş bir salon açılmıştı karşısına , tavanlardan aşşağı asılmış nice av burada bekletiliyordu içlerinden haa canlı olanlarıda vardı ve erümcek ipliğiyle sarmalanmış bu bedenler kıpırdaşıp duruyorlardı. simyacı bir süre hangisinin hansel olduğunu göz hesabı araştırdı.ama buracıkta çok , çok fazlası vardı.ama her birini kontrol etmeyede zaman yerecek gibi görünmüyordu , kısa zaman içinde halletmeliydi bu işi.bir süre mırıldanarak düşündü , simyacı çok sabırlıydı(gereğinden fazla) uzun süre böylece bekledikten sonra odaya doluşan birkaç örümcek onu fakediverdi.ve kovalamaya başladılar , doğal olarak simyacıda önlerinde kaçışıyordu... salonda bir süre devam eden kovolamaca simyacının gizlice başka bir odaya saklanmasıyla son bulmuştu.ama o nerden bilebiliirdiki kraliçe örümceğin odasına girdiğini ve arkasında iki trol büyüklüğünde bir örümceğin beklediğini? simyacı odanın gölge düşmüş kapısından örümcekleri bir süre gözledikten sonra huzurluca arkasını döndü , bir kaç adımdan sonra ancak farketti kraliçe örümceğin suretini...
anı bir sıçrama ve korkunç bir his kapladı içini simyacının , minik odada kendisine yeni bir delik arayıp durdu ama odanın tek çıkışı geldiği salondan ibaretti. kraliçe yeşil salyalarının ardında koca ve diken gibi bacaklarıyla simyacının üzerine durmadan darbe indirdi.ama simyacı sıçrıya sıçrıya kaçıyor korku içinde sarsıntılardan meydana gelen taşlarla cebelleşiyordu. simyacı işte tamda burada gördü yaşlılığın etkilerini , yorgun düştü ve her adımda daha yavaşladı. kraliçe örümcekse onu peşinde öyle hızlıydıki bir yandan zehire bulanmış ağlar saçıyor ve diyer yandan ince baçaklarıyla dört bir yanı param parça ediyordu.son şans olarak geldiği kovuktan dışarı kaçtı simyacı , dışarıda altı gözle birden simyacıyı arayan örümceklerde böylelikle farkediverdi onu. simyacının kaçıcak yeri kalmamıştı artık , sarmalanıp duvara asılan inlerce avın arasına daldı. burada hansel'in kılıcını çekti , gerçekten yorgun du ve dahada yorulacaktı. sağdan doldan birkaç örümcek parladı gözünün önünde , simyacı ter içinde kılıcı kaldırarak yarım yamalak bir büyü okudu. arkasından nice çığlık duyuldu ve kılıcın ucundan büyük bir parlama doğdu. rüzgar darbeleri gibi bir sıyrıktan ileri gidemeyen binlerce darbe etrafa yayılıverdi. simyacının belden üstü çok fazla hasar aldı , etraftaki örümcekler kan fışkırta fışkırta sarhoş misali dört döndüler salonda. vede birkaç kurbanın üzerindeki ağlar deşilerek yırtıldı , çok tepindiler ve birkaçı larvalarından salya sümük fırlayarak yere düştüler. çoğu orktu bunların , ama nadirde olsa cüce , elf , insan vardı.ve inanırmısınız bilmem ama simyacının yakınlarında bir ağda ejderha yumurtası vardı.bu bücürlerin haylazlıklarında sınır yoktu vegidip nice av yakalamışlardı
-
oglun basardi baba
-
bakircan asla mutlu bir ilişkin olmayacak
-
aga bak teletabiyi gördük namiki gördük
-
rammstain bu muymuş
-
melek entryi sil şifreyi randomla çıkış yap
-
enguzelhalinle ifşa
-
cfrkn ne haber dost
-
cfrkn günaydın başlığına kabul ediliyor
-
cayda lipton o anayin
-
günaydın kelimesi icat edilmeseydi maxosman
-
axento yalakalığı
-
1075 başlık 1315 trend
-
axento çevresine
-
inci sozluk sosyolojisi tezine başlıyorum
-
vikings geldiğinden beri sözlük tamamen
-
kendine layık bişey buldun mu spastik dostum
-
31 spor bu ne rezillik la
-
zuahdjdksöcçax
-
sokie kiona salatası yemekten
-
erkek dediğin kıllı sakallı ayı gibi bişi olur aga
-
uçan kedi bu muymuş la
-
odlek topal ordek official
-
size gece yarısna kadar süre veriyorum
-
brom benim bir göz mekkeye bi göz medineye bakıyor
-
kanzi görecelik teorisi falan
-
napalım kanzi iş güç uğraşıyoz işte
-
maxosman cumle kuramiyor olum la
-
sözlüğün son bitki örtüsü
-
hayatt artıgı ne haber dosstum
-
fena elmas gibesim var
- / 3