-
26.
0Okuyoruz panpa
-
27.
+4Operasyonlar irili ufaklı devam ediyordu ardı arkası kesilmeden. Askerlerin neredeyse tamamı neredeyse bitik durumdaydı, ama hissettirmemeye çalışıyorlar, birbirlerine destek olmaya gayret ediyorlardı.Tümünü Göster
G.T.T. mevzisinde askerlerle sohbet ederken telsizci çevrimden aşağı inmem gerektiğini söyledi. Apar topar aşağı inerken de muhtemel bir operasyonu bu bedenlerin nasıl kaldıracağını düşünüyordum.
Tahmin ettiğim gibi görev emri gelmişti yine, hemen mesajı anlayıp uygulanabilirliğini içeren karşı cevapla geri gönderdim.
Bu kez farklıydı , ilk kez birliğe pusu için görev veriliyordu, 15 gün pusu atacaktık belirtilen koordinatlarda, bu daha fazla cephane, daha fazla yiyecek, kısacası hre adımda ağırlaşacak olan yük demekti. Pusudaki birliklere yardım gönderilemeyeceğinden iyi bir planlamadan sonra yola çıkmamız gerekiyordu.
Ertesi gün tim çavuşlarını topladım, durumu anlattım, gidip diğerlerine de anlatmalarını, söylemiş olduğum hazırlıkları yapmalarını söyledim. Fazlasıyla su almamız gerekiyordu, tuz tabletleri, mikrop kırıcılar... Bu pusu işi canımı sıkmıştı, 15 kişi gidecektik pusu görevine, zaten daha fazla sayıda olmamız yerimizi açıkedebilirdi ilerleyen günlerde.
Görev noktasına belirlediğiamiz zamandan 7 saat sonra ulaşabildik; kar zaten zordu, bastıran tipi yolu iyice zorlaştırmıştı bizim için. Hemen 6 kişi çevre emniyetini almak üzere belirlediğimiz noktalarda yerini aldı, diğerleri ise bu çemberin içinde görüş alanlarını gözetler pozisyona geçerek beklemeye koyuldu.
Ölüm sessizliği başlamıştı...
ilk günler
Her ne kadar yorgunluk üzerimizde fazlasıyla olsa da, kimse gözünü kırpmıyordu. Usulca Kubi geldi yanıma,
- " Hocam, kim ne zaman uyuyacak, onu belirlesek iyi olmaz mı ... ? "
Kubilay haklıydı, ancak bu görevde kimse gözünü bile kırpmadan 15 günü tamamlayacaktı, buna mecburduk. Birimizin bile uyuması demek, diğerlerinin de rehavete kapılıp uyuma ihtimalini güçlendirecekti; böyle bir durumda ise bizi kimse oradan sağ kurtaramazdı. Vadinin sırtlarında yuvalanan terörist gruba karşı yapılıyordu pusu görevi. Muhtemelen onlara operasyon yapacak diğer birliğin harekâtını engellemek için onlar da pusuya çıkacaklardı, pusuya karşı pusu kurmuştuk kısacası. Kubilay bunu duyunca pek hoşnut olmadı, ancak diğer birliğin güvenliğini sağlayacağımız için daha bir silkindi, kendine geldi ve diğerlerinin yanına giderek durumu onlara da anlattı. Bu bilgiyi onlara daha önce vermem demek, göreve gidiş yolunda düşük moralli olmalarına neden olacak, bu da bizim için iyi sonuçlar doğurmayacaktı .
7. Gün
" Hocam bak, 4 kişi iniyor kayalardan aşağıya, indiklerinde temizleyelim mi hepsini..?
- Evet Kubilay, hepsini temzileyin, görevi berbat edin, ben de buradan karakola kdar kovalayayım sizi...
Susarak yanımdan ayrıldı. Kimse, grubun tamamı mağaralardan çıkana kadar tek kurşun bile atmayacaktı, bu hem diğer birliğin görevini, hem de bizim canımızı tehlikeye atardı. Bunlar keşif koluna benziyordu, zaten giyimlerinden uzaklaşmayacakları belliydi, çevreyi kontol için ara sıra yakın civarda dolaşıp geri döneceklerdi; oldu da, belli aralıklarla geri döndüler sürekli.
- " Komutanım, mağaralardan dışarı çıkan 4 girişi tespit ettik " ...
Dürbünle baktığımda, belli belirsiz gözüken çıkışları net olmasa da seçebiliyordum.
11.Gün
Askerlerime 24 saat boyunca dönüşümlü olarak 12 er saat uyumalarını söyledim, ertesi gün bir şeyler olabilirdi, dinç olmaları gerekiyordu. Uykusuzluktan gözlerim kan çanağına dönmüş, uzağı seçemez olmuştum. Artık gelmeleri gerekiyordu, telsiz bataryaları da bittiğinden kimseyle çevrime geçemezdik, hoş bitmeseler de bu imkânsızdı, bizim orada olduğumuzu kimsenin bilmemesi görevin başarıyla sonuçlanması açısından hayati önem taşıyordu.
13 ncü gündeydik, halâ ses yoktu. Bize verilen emir, 13 gün dolduktan sonra diğer birliğin gelmemesi durumunda nasıl geldiysek, o şekilde oradan ayrılmamızdı.
14 ncü gün de gelen olmayınca o gece oradan ayrılacağımız söyledim, ay da yoktu tepemizde, gelişimiz gibi, dönüşümüzü de fark etmeyeceklerdi.
- " Hocam, mağaraların çıkışlarını tespit ettik, günlerdir buradayız, bizden haberleri yok, bu gece gidip oray havaya uçuralım " ...
Yine Kubilaydı konuşan. ( Kubilayı çok sevdiğimi bildiklerinden olsa ferek, aramızda ulak olmuştu sanki )
Düşünmüyor da değildim, yanımızda yeterli miktarda A4 ve C4 vardı. Herkesin 2' şer kilo taşıdığını düşünürsek toplam neredeyse 30 kilo patlayıcımız vardı; mağaraları başlarına yıkmamıza yeter de artardı bile.
Tamam dedim, Kubilay sen burada kalacaksın; Mehmet, Abdullah, Cengiz, ismail ve Soner; sizler benimle geleceksiniz. Herkes 6 ' şar kilo taşıyacaktı, tuzaklamaları hazırladık, sadece fünyeler oraya ulaştığımızda takılacaktı; herkes ne yapacağını biliyordu.
Kubilay'a terslik olurda çatışma çıkarsa tek mermi bile atmamalarını, yerlerini belli etmden yavaşça çekilerek karakola dönüş yoluna geçmelerini söyledim, isteksizce kabul etti.
iki saat sonra vadiyi aşarak ters istikametten mağara girişlerine ulaştık, fünyeler takıldı, zaman ayarları aynı anda çalıştırıldıktan sonra hızlıca geri çekilmeye başladık. Aşağı inerken ardımızdan ateşe başladılar, Soner'in düştüğünü gördüm sadece karanlıkta, diğerleri durup onu almaya yeltenince, çabuk devam edin dedim. O anda Patlayıcıların infilâk etmesiyle kulakları sağır eden bir gürültü oldu ve mağaraların olduğu tepe olduğu yere çöktü, ancak atış halâ devam ediyordu; bizim de fark edemediğimiz nöbetçileri olmalıydı bunlar. Kubilay'ın olduğu bölgeden ateş gelmemesi Kubilay'ın dönüşe geçtiğini gösteriyor diye düşünürken, ters istikametten bize ateş açanlara karşılık verilmeye başlandı, şaşırmıştım, orada olduğumuzu bilen yoktu, hem olsa da bu kadar çabuk gelmeleri için ışınlanmaktan başka çareleri yoktu.
Kubilay'dı bu, biz mağaralara doğru ilerlerken, o da ters istikametten mağaralara yaklaşarak ve beklemeye başlamış. Mağaraların olduğu yerdeki görüntüden oradan kimsenin sağ çıkamayacağı belli oluyordu. Bize ateş açanlar ise sağa sola yayılmış 6 kişilik grup baskı altına alınmış, ateşleri bastırılmıştı.
Hemen geri dönerek Soner'e ulaştım. Gözlerimin içine bakarak,
- " Ben demiştim içimden, ya Abdullah ya Komutanım gelir diye " ve bunnları söyledikten sonra bayıldı. Yarası ağır değildi, fakat ani kan kaybından şoka girmek üzereydi, elimden geleni yaparak sırtıma aldım ve koşmaya başladım.
---
Oradan hepimiz sağ çıktık; ertesi gün özel kuvvetlerin yaptığı araştırmada, mağaraların içinde en az 30 kişi kadar bir grubun olduğu tespit edildi. Soner'in yarası iyileşti, hemen izine gönderdim onu. Kubi... Ona diyecek laf yok, beşimizin hayatını o kurtarmıştı cesaretiyle. -
28.
+3- " Hocam yere yatsana, hocammmmmm... , Ulan Abdullah koş, hocada mıknatıs var, gene vuruldu... "Tümünü Göster
Kubilay'ın sözleri son duyduklarımdı, gerisini hatırlamıyorum...
ÖNCESi
Üçüncü güne girmiştik, yerimizden kımıldayamıyorduk, hava muhalefeti nedeniyle kara ya da havadan herhangi bir yardımın gelmesi imkânsızdı. Bu yüzden cephanemizi çok dikkatli harcamaya başlamıştık. Sadece keskin nişancılar ve ara sıra havan ve G.T.T'ciler atış yapıyordu; burada daha fazla kalabilirdik.
ilk şehitimiz Ahmet'in yerine gönderilen asker; Halil... Yaman bir nişancıydı, keskin nişancı olmamasına, iyi bir havancı olmasına rağmen kısa sürede verdiğimiz Kanas eğitimi ile önüne geçilmez bir nişancı olup çıkmıştı. Naraları hepimize hem cesaret evrir, hem de gülüşmelere neden olurdu;
- " ... ço cukları, birniz daha eşek cennetine gitti diyecem, ama cennete eşekleri almıyorlar "...
- " haha, zokayı yuttu sersem, önce boşa attım, kalkınca yedi mermiyi, bunlar hep böyle sa lak oluyor demek ki " ...
Bu ve bunlar gibi bir sürü söz, Kara Halil diyorduk ona, arap gibiydi, Adanalı, ama daha bir esmer, hatta siyahtı...
Mermim bitmişti, Halil'in de son 2 şarjörü ( toplam 20 mermi ), birini bana fırlattı, zor yakalayabildim.
Halil ile çapraza geçtik, acele etmeden yine tek tek atışa başladık. Bizi göremiyorlardı, fakat attıkları havan topları çok yakınımıza düşmeye başlamıştı. Halil'e hemen yerini değiştirmesini söyledim, daha yukarıda bulunan kayalara doğru seke seke gitti, giderken de;
- " Burada da vuramazsanız işinizi bitirecem sizin "
diye bağırıp duruyordu, anlaşılmıştı, yine bir söz dinlemez kahramanımız daha vardı.
Kubi elinde A-6 aralıklı fakat isabetli atışlara devam ediyordu; gören sanki elinde G-3 var zannederdi, üç ayaklı olan uçaksavarın ile MG-3 arasındaki bu silah, çok fazla kullanılmasa da diğer birliklerde, biz çok seviyorduk. MG-3 gibi namlu şişmesi yapmıyor, uçaksavar gibi ağır olmuyordu.
Karşıda hareketlenme başlamıştı, ya kaçacaklar, ya da yaklaşmaya çalışacaklardı. Bir kaç kişilik bir grup yaklaşmaya başladı tahmin ettiğim gibi; ama diğerleri öylece duruyordu, öndeki grup baskı ateşi kurmaya çalışırken diğerleri geriye doğru çekilecekler diye düşünürken öyle bir atış başladı ki toz topraktan gözümüzü açamıyorduk. Havancılar, hey gidi aslanlarım benim. Kubi'de durumu sezmiş olacak ki, hepsinin mesafesini 40 metre kadar arttırmış. işaret vermemle birlikte havancılarımız bütün gücüyle atışa başladılar. Öncü (!) grubu da Kubi ve Halil hallediyordu, diğerleri ise kaçmalarına meydan vermemk için seri atışa başlamışlardı, karşıdan gelen canhıraş sesleri duyabiliyorduk, büyük kayıp verdirdiğimiz belliydi. Henüz yaralı ve şehidimiz yoktu, bu harika bir şeydi; gülümsüyordum.
Bunları düşünürken yavaşça doğruldum, keskin nişancılarından biri isabetli olmasa da tehlikelis ayılabilecek atışlar yapmaya başlamıştı, göremiyorduk. Dizlerimin üzerinde, ardına gizlendiğim kayalığın arkasından izlemeye başladım. Ses yoktu karşıda, be şerefesiz, ne aralık yer değiştirdin, ne zaman oraya gittin. Yatmak üzereyken, Kubi'nin son sözleri kalçamdaki sıcaklığa rağmen gülümsememe neden oldu. Hayal meyal Abdullah'ın şu sözlerini hatırladım helikopterde;
- " Allah'ın hakkı üçtür... "
Ertesi gün kendime geldim, kalça kemiğimi parçalayan Kanas mermisi kasıklarıma yakın yerden çıkmış, kalçama platin eklenmesine sebep olmuştu, ama hareket etmeme engel değildi bu. Bir hafta ayrı kalabildim canlarımdan; hastanede çıkardığım kavga gürültülerden sonra beni en sonunda karakola gönderdiler apar topar.
Helikopter karakola inerken beni bekleyen yine Kubilay'dı; oğlum olsa anca bu akdar severdim sanırım; elindekini bana uzattı ve;
- " Hocam, tak bunu, teyzeannem ( annemden böyle bahsederdi hep ) sana vermiş gerçi ama, bunu sen yokken annemden istedim, bizim hocaya güzel dualar yazdırdı, sana tek koruma yetmeyecek bu gidişle" ...
Kubi'nin verdiği dualar ve annemin verdiği sanırım beni korumaya yettiler, bundan sonra 3 kez daha vurulacak, ama ne yaık ki şehitlik mertebesi ile tanışamayacaktım... -
29.
+1Gözlerim doldu
-
30.
+5Karlar henüz erimemişti, Mart ayının ortasında olmamıza rağmen, aralıklarla bastıran tipi nedeniyle bırakın operasyonları, askerlerin mevzilerde durması bie zorlaşmaya başlamıştı. Aker eksiğimiz vardı, çocuklar 24 saat kalmaya başlamıştı mevzilerde ( normali 12 saattir ), zaman zaman ben de mevzi nöbetlerine gidiyor, onlara destek olmaya çalışıyordum. Batıdaki usta birliklerinden gönderilen askerlerin çoğunu geri gönderiyorduk, kendilerine bırakın faydalrı olmayı, kalsalar bize zararları dokunacaktı; hal böyle olunca da asker eksiğimiz artmış, Siirt merkez bizi kendi halimize bırakmıştı neredeyse.Tümünü Göster
Nihayet beklediğimiz operasyon mesajı gelmişti, küçük birlikle çıkmamız emrediliyordu ( daha ne kadar küçülebiliriz diye güldüm içimden ). 40 kişilik bir grubun Cehennem Deresi olarak tabir edilen bölgeye doğru intikal edeceği bildirilmiş, acilen hazırlanmamız emredilmişti. Adı geçen mevkiiyi okuyunca tüylerim diken diken oldu; orası sadece Özel Harekât birliklerinin korkusuzca girebildiği yerlerden sadece birisiydi. Bunu askerlerimle paylaştığımda aldığım cevap beni yerin dibine sokmya yetti, Kubilay ;
- " Hocam, sen bizi Değil oraya, Cehennem'e göndersen, oraya da gider geliriz inşallah" ...
Bizde de korkudan eser yoktu, ancak elimdeki askerlerin eğitimi orası için yeterli olmayabilirdi. Bir de izel köpeklerimiz vardı, onları nasıl hava indirmeyle yere ulşatıreceğımızı düşünüyordum. Gö türmemiz gerekiyordu, hiç değilse izel'i; çocuklar onu harika bir mayın köpeği haline getirmişti, tüm mayınların kokusunu uzaktan alıp bizi uyarırdı.
Hazırlıklar yapıldı, helikopterleri beklemeye başlamıştık. Kubi ve Abdullah'ın izel'e paraşüt kuşanmaya çalışırkenki halleri görülmeye değerdi doğrusu;
- " Gel kızım buraya, sana ciciler aldım, gelllll" ( Kubi)
- " Gel lan buraya, uğraştırma ben, değerini bil kız, ilk paraşüt giyen köpek sen olacaksın " ( Abdullah )
Sonunda başardılar, iki yedek paraşütü ( Küçük oldukları için yedek kullandılar ) izel'in alt ve sırt kısımlarına bağladılar dengede tutabilmek için.
Helikopterlerdeydik artık; dört helikopter aynı anda büyük bir gürültüyle havalandılar. 30 kişiydik, yeterdik biz onlara, yetmeliydikte...
Herkes yere başarıyla inmişti hafif tipiye rağmen, yerde 10 dakika izel'i bekledik, kilosunu kimse hesaba katmamıştı ben dahil, yere süzülerek iniyordu, kızım benim, hiç mi sesi çıkmaz bir köpeğin; ama çıkmadı işte; biliyordu o da, ses çıkartmak yoktu...
Yavaşça görev yerimize doğru yaya olarak intikale geçtik, her şey normaldi, bizi gözetleyenler olduğunu sanmıyorduk; buna ilişkiin hiç bir emare yoktu. izel en önde, arkasında ben, Kubi ve Abdullah, bu şekilde devam ediyordu. Yaklaşık 2 saat kadar yürüdükten sonra izel'in hareketlerinde gariplikler sezdik, ama ortada ne mayın emaresi ne de etrafta biziö görebildiğim kimse vardı, her şey normaldi bize göre.
izel ileri geri koşuyor, atlayıp zıplıyordu, Kubi'nin ayağını bile ısırdı hafifçe ki bu neredeyse imkânsızdı, en çok onu severdi izel.
- " Kızım ne oldu, etrafta bi şey yok, sakin ol " ( Kubi )
Mayıncılar herhangi bir tehlikenin olmadığını söylüyordu, biz de yürümeye devam ediyorduk.
izel birden üzerimize doğru koşmaya başladı, önce Kubi'yi yatırdı yere, sonra da benim üzerime atlayarak beni yere yıktı. Aniden geri dönerek 30 metre kadar ileride havaya zıplayarak yere düştü ve düştüğü yerde büyük bir patlama oldu. izel bizi kurtarmak için kendini feda etmişti. Seri bağlı 8 mayın aynı anda patladı, topukkoparan diye halk arasında tabir edilen 6 , 2 de anti tank mayını. ilerideki tepe neredeyde olduğu yere çökmüştü. Kubi' ye baktım, ağlıyordu, Abdullah göz yaşlarını silmek için arkasını dönmüş, göstermemeye çalışıyordu.
Hemen toparlandık, yolumuza devam etmeliydik, birazdan büyük bir patırtının kopacağı belliydi, ileride bizi bekliyor olmalıydılar. Hemen yönümüzü değiştirerek başka bir yoldan ilerlemeye devam ettik.
O günün gecesi bir hafta süren bir çatışmaya girdik, şehidimiz yoktu Allah'a şükürler olsun, ancak 7 yaralımız vardı;ileride anlatacağım o geceyi.
Daha sonra geri dönerek, tepeyi kazdık ve izel'den geri kalanları toplayarak , hak ettiği şekilde karakolun bahçesine gömdük.
izel'i asla unutmadık... -
31.
0ReZ AldIM
-
32.
+4Hava şartlarının düzelmeye başlaması operasyonların sıklaşacağına işaretti. Kış uykusundan uyanacak olan kanı bozuklar , kış boyunca onlara nefes aldırmayışlarımıza misilleme yapacaklardı. Biz her zaman hazırdık, her gün, her saat, her dakika, her saniye... Yorgun da olsak ağzımızdan buna dair tek kelime çıkmazdı, nasıl çıkardı ki... ?Tümünü Göster
Sadece karakol olarak yakın çevrede bir A / T ( arama / tarama ) faaliyeti düzenlemeye karar verdim, merkeze bildirdim ve aynı gün onay cevabı geldi. Dört gün sonra çıkacaktık göreve, iyi bir şekilde hazırlanabilmemiz için kendimize yeterli süreyi tanımıştım. Kubi'yi çağırarak mevzilerdeki askerler haricindekilerin 24 saat uyumasını söyledim, herkes dinlenmeliydi, hazırlık için arta kalan 3 gün bize yeter de artardı bile.
Tahmin ettiğim gibi de oldu, yine kimse uyumuyordu, konuşuyorlar, mektuplar yazıyorlar, silâhlarını temizliyorlar, Çelik ve Ercan' a olmadık işkenceler yapıyorlardı. işkence dediysem lafın gelişi elbette. Abdullah'ın Ercan' a gaz maskesini takıp onun sağa sola koşuşturmasını izlemesi, Kara Halil'in Çeliğe otomatik bombaatarın özellikleri ve kullanılışını anlatmaya çalışması görülmeye değerdi doğrusu. Onları izledikçe bu çocuklara her geçen gün biraz daha bağlandığımı hissediyor, Allah'tan onların acısını bana göstermemesi için her gün dua ediyordum.
Hazırlıklar bitmişti, herkesin dinlenmesi gerekiyordu artık. Zorla da olsa, hepsini teker teker saat başı dolaşarak uyumalarını sağladım, karakolda bırakacağımız kuvvet hariç herkes uyuyordu artık. Gözlüğümü elime aldım, silerek kan çanağına dönmüş gözlerime takmaya çalışırken Çeliğin kulübesinin yanında uykuya dalmışım.
Sıçrayarak uyandım, hemen Abdullah ve Kara Halil'i çağırdım;
- ikiniz de gelmiyorsunuz operasyona, itiraz istemem...
Sözlerimi tamamlayamadan ikisinden de birbirine karışan cümleler gelmeye başladı, çaresiz kabul ettim, hem onlara ihtiyacım vardı operasyonda, hem de görmüş olduğum rüyadan dolayı onları bu görevde istemediğimi onlara açıklayamazdım.
iki gün neşe içerisinde geçti, dikaktli, tetikte; ama neşe içerisinde...
Tok bir ıslık sesiyle herkes emir almışçasına kendini yere attı, 61 lik havan topunun sesiydi bu; yaklaşık 50 emtre kadar gerimize düştü biri, diğeri de sağ çaprazımıza 40 metre kadar ileriye. Mesafe ayarı yapabilmek için iki zot ve farklı noktaya atış yapmışlardı, ikinci atışlar tepemize düşebilirdi. Hemen , herkesin yerini ivedi olarak değiştirmesini, kayalıklara doğru korunaklı siperler alınmasını söyledim. Sanki bunu bekliyorlardı; szölerimi bitirmemiştim ki herkes kayalıklardaydı. Tahmin ettiğim gibi ikinci atışlar tam da az önce bulunduğumuz yerre düşmüştü, büyük bir felâketten son anda kurtulmuştuk. iyi de bunlar neredeydi, madem bizi görüyorlardı; neden yaylım ateşi açmamış, havan topları ile atışa başlamışlardı... ?
15 dakika kadar geçtikten sonra yerlerini tespit ettik. O bölgede genelde kullandığımız yoldan gitmediğimiz için ne kadar da iyi bir şey yaptığımızı o an anlamıştım. ileride bizi bekliyorlardı, devam edecek olsaydık atış menzillerinden çıkacak, ancak ileride onların arkalarından dolaşmış olacak; bize doğru olan istikametten başka kaçış yönleri olmadığı için de ya büyük kayıp verecekler, ya da tamamıyle yok olacaklardı. Önce davranmışlar, ancak büyük hata yapmışlardı.
Kara Halil'e atışa başlamasını söyledim, Kubilay ise elleri hazırlamış olduğu havanda gözlerimin içine bakıyordu. Başımla işaret verdiğim anda gök gürültüsü gibi bir sesi andıran ilk atışımız başladı. Özellikle havanlar ve uçaksavarlar etkilyid, karşı tarafta çıt yoktu. Abdullah ise ardına gizlendiği kayadan çıkıp bizden yaklaşık 30 metre kadar ilerideki toprak yığınının arkasına koştu. MG-3' ü bırakıp hemen dönerek 3 kutu cephaneyi alarak tekrar yeni yerine yöneldi.
Abdullah atışa başladığında üzerimize gelen atışların yarısı ona yöneldi, açısı bize göre daha iyi olduğundan sanırım onları görüyor olmalıydı. Abdullah'a atışı kesmesini, sadece yatmasını söylememe rağmen dinlemiyordu bir türlü, tam koşmaya hazırlanıyordum ki Kubi kolumdan tuttu ve;
- " Hocam, bırak bu sefer bizi vurmaya çalışsınlar, sen hakkını doldurdun "
dedi ve ok gibi fırlayarak Abdullah'ın yanına gitti.
- " Lan madem gelecektin, cephane getirseydin ya, ağır mı geldi Boğaziçili... ? "
Abdullah verip veriştiriyordu Kubilay'a. Kubi, hemen geri döndü cephane almak için. Yerinden kalkıp geri gitmek üzereyken Abdullah'ın bulunduğu yere bir havan topu düştü; herkes susmuştu.
- " Abdi, cevap ver lan, öldüysen gebertirim seni, everecez lan seni daha... "
Kubilay'dı bunları söyleyen. inleme sesinden sonra Abdullah'ı ayağa kalkmış tek kolu ile MG-3 teki son mayonları karşı tarafa boşaltırken gördük; diğer kolu yoktu Abdullah'ın. Delirmiş gibiydi, şoka girdiği bellydi ancak bu diğer yandan da onu cesaretlendirmiş, acısını unutmasını sağlamıştı.
- " Kubi koş... " ...
dememin ardından Kubilay ok gibi fırladı, henüz yarı mesafedeyken Abdullah'ın göğsünden fışkıran kanı görebildim, Kanas ile vurulmuştu. Bunu gören herkes var gücüyle atışa devam ediyordu Allah Allah naralarıyla . Abdullah artık yoktu, ancak Kubi yarı yolda kalmış, onun da hayatı büyük tehlikedeydi.
Kubilay omzundan vuruldu, Kara Halil kalçasından iki yara aldı, beni bu kez vuramadılar, 5 yaralımız daha vardı; ama Abdullah yoktu artık.
Karşı tarafa ne kadar cephane varsa hepsini boşalttık, 3 saat sonra kontorl için gittiğimizde 16 leş ile karşılaştık. 16 değil 160 olsa ne olurdu;
Abdullah'ımız yoktu artık, sinirlerim iyice boşaldı, tutamadım kendimi, Kubilay ile bir kenarda birbirimize sarılıp ağlamaya başladık.
Kubilay bir taraftan omzunu tutuyor bir taraftan da ;
- " Vatan sağ olsun hocam "
diyordu.
Elbette Vatan Sağ olsun, son sözlerim o an şunlar oldu Kubilay'a ;
- " Bi ben ölemedim Kubilay, ölseydim de canlarımın yitip gitmesini görmeseydim "... -
33.
+3iki hafta kadar dinlenmemiz gerekiyordu. Yorulan beyin ve kaslarımız değildi; sinirlerimiz iyice yıpranmıştı; izin yok, gazete yok, dondurma yok, nefret ettiğim sakız bile yoktu. izine göndermek istediğim askerler bunu reddediyor, kimse arkadaşı buradayken gidip eğlenmek istemiyordu.Tümünü Göster
Günler yavaş ama sakin geçiyordu. Kubilay kendisine küçük bir bahçe yapmış kışın bitmesine yakın ektiği sebzelerin neden çıkmadığını düşünüp dururken, Kara Halil' de ;
- " Len Boğaziçili, karpuz ek karpuz, bu mevsimde en iyi o çıkar "
diyip gülüp duruyordu Kubilay'a.
Herkes serbestti, mevzi nönetlerini 6 saate düşürmüştüm, herkes bir şeylerle mutlaka ilgilenmeliydi. Ben de bir yandan " Gönderilmemiş Mektuplar " adı altında asla okuyamayacağını bildiğim halde rahmetli eşime mektuplar yazıyordum.
Tam dalmıştım ki telsizci koşarak yanıma geldi ve kağıdı elime tutuşturarak aynı hızle çekip gitti.
Kubilay'ın annesinin vefat mesajıydı bu, ertesi gün cenaze töreni vardı. iyi de bunu nasıl söylerdim ben, hadi söyledim diyeyim nasıl izine gödnerirdim. Bölgedeki operasyonlar nedeniyle tüm izinler iptal edilmişti, zaten operasyonlara katılmayan üç karakoldan biriydik. Bir de izine asker gönderdiğimiz duyulursa tüm gözler üzerimize çevrilecekti.
Kubilay ile konuşmam düşündüğümden de zor oldu. Arkadaşları şehit olduğunda oturup benimle ağlayan bu çocuk, annesinin ölüm haberini alınca tek göz yaşı dahi dökmedi.
- " Gördün mü komutanım, kaderlerimiz bir gibi seninle, sen yengemin cenasenize gidemedin, ben de anneminkine gidemeyeceğim "
ilk kez komutanım olarak hitap etmişti bana;
- " Kırk yıllık hoca komutan mı oldu Kubi... ? "
Güldük birlikte, gülümsedik, tebessüm ettik; sanırım sadece ağzımızın kenarında bulunan kasları kımıldatabildik...
Kubilay'ı muhakkak izine göndermeliydim, ama nasıl ? Komando Tugayı'ndan kesin red yanıtı geldi. Haddimi aşıp Ankara'ya şifreli mesajla durumu anlattım, durum tekrar geri dönerek Komando Tugayı'na intikal etti; Ankara ile bağlantı kurduğum için bizzat Tugay Komutanı tarafından bir güzel azarlandım.
Hayır, bu *** izine gönderecektim.
Çocukluk arkadaşım olan bir helikopter pilotu vardı, üsteğmen, 2 saat süre de onu bulmam, sonunda ulaşabildim. Durumu anlattım ve Kubilay'ı ivedi olarak karakoldan alıp Diyarbakır'a gö türmemiz gerektiğini söyledim.
- " Aklını peynir ekmekle mi yedin sen, bunu yaparsak ikimizi de yakarlar "
- Asıl yapmazsan ben yakarım seni, 1 saat içinde burada bir helikopter olacak ve bu *** Diyarbakır'a gö türecek "...
Nazımın geçtiğini biliyordum, ama adaşımdan istediğim imkânsızdan öte bir şeydi. Benim en fazla askerliğim uzar, askeri hapishanede yatardım, ama o subaylıktan atılırdı.
Yirmi dakika sonra şifreli bir mesaj geldi, çözemiyordum bir türlü; bizim kullandığımız şifreler değildi bunlar. Sonunda 3 bölgenin şifrelerinin karıştırılarak oluşturulan bir sistem olduğunu anlayabildik ve çözdük. Bir UH-1 ( hakl arasında pat pat olarak bilinir ) , yarım saate kadar burada olacaktı, adaşım düzmece bir görev belgesi hazırlatarak devrelerinden birini ikna etmeyi başarmış ve helikopteri yola çıkartmıştı bile. Sonundaki nota çok güldüm;
- " Görevi başarırsak misletimi isterim "
ilkokula bile gitmiyorken onun kocaman bir misketini yutmuştum, midemden çıkarttıklarında ise " o kirli " diyerek almamıştı... Hey gidi günler.
Helikopter geldi, Kubilay o an öğrendi her şeyi, daha doğrusu sadece öğrenmesi gerekenleri. Helikopter için izin aldığımı, onu direkt Diyarbakır sicil havaalanına gö türeceğini söyledim, uçak bileti orada hazırdı.
Kubilay Allah'ın izni ile gidip geldi. Bir hafta içerisinde olay duyulmadan dönmesini söylemiştim. Hiç bir şeyden haberi olmadı, tâ ki o güne kadar ( "o" günü ileride anlatacağım ) .
Kubilay'ın izinde iken olay duyuldu. Tugay baş telsizcisi telsiz konuşmalarımızı yakalamış ve çözmüş, durumu üstlerine bildirmiş. Adaşım üsteğmen 2 dönem rütbe cezası aldı, ben askerliğim bitiminden sonra olmak koşulu ile 3 ay hapis ile cezalandırıldım. Daha sonra bu ceza karakoldaki başarım göz önüne alınarak affedildi. Anacak adaşımın 2 dönem rütbe alamamasına neden oldum. Konuştuğumuzda söyledikleri gözlerimi yaşarttı;
- " Yine olsa yine yaparım, yalnız, misketimi isterim "... -
34.
0Rez güzele benziyor
-
35.
+3Tam kıştan çıkıyoruz, yine operasyonlar hızlanacak derken 2. pusu görevimiz geldiğinde herkesin yüzü asıldı; sevmiyorduk bu pusu görevlerini. Hem bütün görevlerden tehlikeli oluyorlardı, hem de kendimizi işe yaramıyor hissine kaptırıyorduk. Bize göre işe yaramayanlar pusuya gönderilir, diğerleri ise asıl operasyonlarda görevlendirilirdi... !Tümünü Göster
Emrin geldiği günün gecesi göreve çıkacaktık, tepemizdeki projektör gibi ay ben dahil herkesi gergin kılmıştı. Çok uzaklardan dahi olsa rahatlıkla görebilirlerdi bizi. Bu yüzden ufuk çizgisinin çok uzağında ve sürekli yamaçlardan intikale devam etmek zorundaydık ki bu hem yolumuzu uzatmış olacak, hem de bizi hayli yoracaktı; görev bölgesi bize yaklaşık 2,5 gün mesafedeydi. Yol üzerinde su kaynağının olmaması ise tam bir kâbus, süresi belli olmayan pusu görevlerinde su, cephane kadar kıymetli idi neredeyse. Herkese yanlarına taşıyabildikleri kadar limon almalarını söyledim, suratları daha da ekşidi, hep birlikte gülüştük...
Yola çıkalı 1,5 saat kadar olmuştu, vadileri kullanmamaya, yamaçlardan intikali sürdürmeye gayret ediyorduk. Ancak çok zordu bu erimeye başlayan karkarın oluşturduğu birikintilerde, bizi çok yavaşlatıyordu, hızlanmamız gerekiyordu, nasıl olsa pusuya gidiyorduk, dinlenebilirdik (!)...
iki gün boyunca hiç bir tehdit ile karşılaşmadık, tahmin ettiğimizden daha kolay olmuştu, Allah'ın yardımıyla görev yerimize zamanında ulaşacağımızı umuyordum. iki günde sadece yarım saat uyuyan askerlerimde yorgunluk belirtileri baş gösterse de kimseden şikâyeti andıran herhangi bir davranış ya da ses gelmiyordu.
Yaklaşık 60 km kadar kalmıştı görev bölgemize, hızımızı arttırmıştık, takip eden bile olsa bu hızla bize yetişmeleri neredeyse imkânsızdı. Sanki bizi arkadan itiyordu ilâhi bir güç, yorgunluğumuzdan eser kalmamıştı, sadece ayaklarımız; hissetmiyorduk onları. Bize verilen su geçirmez (!) botlarımızın içi kar suyuyla dolmuştu...
Görev bölgemize gece varmalıydık, gündüz ulaşmaya çalışır ve görüntü verirsek her şeyi berbat edebilirdik. Uygun bir yerde mola gelince akşama kadar mola vereceğimizi söylediğimde, içten içe atılan çığlıklar yüreğimi delip geçti; her türlü zor koşula rağmen büyük bir vatan aşkı ile görevlerini yerine getiren bu çocukları seviyordum.
Tam çevre emniyetini almış yerleşmek üzereyken büyük bir gümbürtü koptu, ıslık seslerini duyan herkes kendini yere attı; onlarca havan üzerimize geliyordu, o an gözlerim Abdullah'ı aradı. Olsaydı eminim ki şunları söylerdi;
- " Kelime- i şehadet getirin lan, uyumayın "...
Havan toplarından biri uçaksavarın olduğu yere düşmüş, Allah'tan ıslık sesini duyan uçaksavarcılar kendilerini yamaçtan aşağı atmışlardı. iki uçaksavarımız kalmıştı elimizde. Ben mi çok beceriksizim, yoksa bu pislikler mi çok akıllıydı? Onca zaman onları nasıl fark etmemiştik ki? ilerleyen zamanlarda uzun zamandır onların pusuda olduklarını öğrenecektik; ava giderken avlanmak üzereydik.
Üzerimizdeki şaşkınlığı çabuk attık, Mg-3 ve elimizde kalan 2 uçaksavar anında karşılık vermeye başladılar, cephaneyi dikkatli kullanmamız gerektiğini biliyordu arslanlarım, önce şaşırtmaca atışlar yapıyorlar, daha sonra hemen yer değiştirerek asıl atışlarını yaparak hedeflerini bulmaya çalışıyorlardı. Kara Halil'de mevzii aldığı yerden tek atışlara başlamış, görebildiğim kadarıyla havancılarını vurmayı başarmıştı; havanları artık susmuştu. Buradan bir an önce çıkıp gitmeliydik, ama nasıl? Yoğun ateş altındaydık, cephanemiz pusu görevi için tükeniyordu yavaş yavaş, hesapta olmayan durumlar için fazla cephane her zaman yanımıza alırdık, ancak bizim gördüğümüz değil de, bizi gören durumlardaki çatışmalara her zaman daha fazla cephane tüketilirdi. Kubi'yi çağırdım hemen; telsizciye merkezle irtibat sağlayarak hava desteği istemesini söyledim; hep cephanemiz yetmeyecekti, hem de sayıları bizden hayli fazla idi; destek istemekten başka çaremiz kalmamıştı.
Üç yaralımız olduğunu fark ettim, birinin durumu ağırdı, boynuna girip çıkan mermi atardamarı parçalamış, oluk gibi kan fışkırıyordu. Sıhhıye erimiz ( sivilde bir eczanede çalışan bu ço cuğun adı Mustafa, biz ona Mıstık derdik, çok görevde nice hayat kurtardı ) hemen damarı bağlayıp kan kaybını yavaşlattı.
- " Hocam, yaranız " ...
- Kubilay, git başımdan, yaram çoktan iyileşti, bilmiyormuş gibi davranma, kendine gel bir an önce...
- " Ama hocam, yaranız " ...
- Kubiiiiiii...
Kubilay'ın ısrarlarından sol kalçamın üzerindeki minik deliği görebildim. Aşırı kanama yoktu, mermi çıkıp gitmişti, kalaşnikof deliğiydi bu. 4 ncü kez yine beceremediler diye içimden kıs kıs gülerken canımın acıdığını o an hissettim.
- Bir şeyim yok Kubi, Mıstığın işi bitince sarıversin şu yarayı...
Bu arada da telsizci merkez ile irtibatı sağladığını ve 3 Kobra'nın 20 dk içerisinde burada olacağını söyledi. Kurtulmuştuk, tek dileğim şehit vermeden bir an önce oradan çıkabilmekti. Mg-3'lere durmadan ateş etmelerini, gerekirse tüm cephanelerini harcamalarını söyledim, Kara Halil'de boş durmuyordu bu esnada. Kubilay yine benden izinsiz getirdiği 81 lik havan ile atışlara başlamıştı. " Hey gidi söz dinlemez çocuk, yine yaptı yapacağını " dedim içimden. 81 lik havalar hem menzil, hem de isabetteki imha gücü açısından 60' lıklara oranla çok daha üstündü.
Helikopterlerin seslerini duyduğumuzda dünyalar bizim oldu. Pilotlar ile telsiz bağlantısı sağlanmış hedef koordinatları verilmişti. O esnada duyduğum ses beni hem çok şaşırttı, hem de daha bir sevindirdi sanki ;
- " Bana bak, bir daha vurulmak gibi bir saçmalık yapma, sizi oradan çıkartıp canını ben okuyacağım "...
Çocukluk arkadaşım, adaşım , pilot Ütğm. Murat'tı bu. iyi de ne işi vardı burada, onun görev bölgesi değildi. Daha sonradan öğrendim ki; Pervari civarındaki bir karakola destek için gitmiş, dönüşte yakaladığı telsiz konuşmaları üzerine, bize yönlendirilen diğer 2 helikoptere katılmış, hey gidi adaşım, komutanım, kan kardeşim benim...
Pilotlar 2 sorti yaparak hedefleri yakından gördükten sonra atışlarına başladılar; ortalık toz bulutundan sis benzeri bir manzaraya bürünmüştü; karşıdan gelen çığlıkları duyabiliyorduk. 15 dakika yetti hedefi imha etmeleri için. Hele son bıraktıkları birer napalm müthişti, karşıda artık alevler vardı...
Pilotlar üzerimizden selam uçuşu yaptıktan sonra gözden kayboldular, gidecek daha çok yerleri vardı...
Yarım saat sonra cephane ve su desteğimiz UH-1 ile gelmiş, yaralımızı almış ve bizi oldukça rahatlatmıştı.
Pilotlara çok şey borçluyuz. Güneydoğu'nun görünmez kahramanları hepsi. Onlar olmasa her şey çok, ama çok daha zor olurdu.
Bir saat dinlendikten sonra pusu görevimizi icra etmek üzere yola çıktık,
Yapacak daha çok işimiz vardı... -
36.
+3Operasyonların hızını kaybettiği günlerde askerlerimden bazılarını izine yolladım, onlar izinlerinden dönünceye kadar merkezden yedek kuvvet gönderdiler. izine gidip gitmemekte tereddüt ediyordum, gitsem kırık kandımı görebilecektim, ancak aklım hep burada olacaktı, Kubi'de gitmemişti izine. Vaz geçtim, gitmeyecektim; beni bırakmayanı ben nasıl bırakabilirdim ki...Tümünü Göster
Ertesi gün emir mahiyetinde bir izin mesajı geldi. iki saat içerisinde yerime bakacak devremin bulunduğu bir helikopter burada olacaktı ve acilen hazırlanmam gerektiği söyleniyordu. Alelacele mekanik hareketlerle toparlandım. Bu arada da Kubilay'ın da izin kâğıdını hazırladım, birlikte gidecektik.
- " Hocam, nereye gideyim ben, anam yok babam yok, bekleyenim yok, bırak kalayım burada, hem sizden sonra en kıdemli benim "
diyerek işi şamataya getirmeye çalışıyor, gelmek istemiyordu. Onu bırakamazdım ;
- Bu bir emirdir , diyerek geçiştirdim.
Helikopter Kayseri Askeri Havaalanı'na indiğinde hava kararmak üzereydi, uçaklarda yer bulamamıştık.
- " Hocam, kaldık mı yine karavanaya " ...
ikimizin de gülmekten karınlarımıza ağrılar girmişti, Kubilay'ın bana hocam olarak hitap ettiğini duyan diğer subaylar bir şeyler söyleyecek oldular ki bir el hareketiyle susturdum onları.
Yemekhane'nin yolunu tuttuk, erbaş yemekhanesine yönelmiştik ki;
- " Komutanım sizin yemekhane diğer tarafta, askeriniz buraya girebilir " ...
Kubilay'ı da alarak diğer yemekhaneye yollandık; bu kez de ;
- " Komutanım, erbaş yemekhanesi diğer tarafta, siz buraya girebilirsiniz. " ...
Zıvanadan çıkmıştım, beni erbaş yemekhanesine, Kubilay'ı da Subay yemekhanesine sokmamışladır, biz neredeydik ; karakolumuzu özlemiştik... Bağırdım, çağırdım, aklıma gelen küfürleri bağıra çağıra söyledim ortalığa, askerin şahsına hiç bir şey söylememiştim. Birden arkamdan tok bir ses geldi ;
- " O emirleri veren göbekli paşa benim asteğmenim " ...
Tamam dedim, şimdi askerliğim uzadı işte, utanmıştım. Günlerdir traş olamayışımız, eskiyen elbiselerimiz, yara bere içindeki ellerimiz, yüzümüz Paşanın dikkatini çekmiş, dikkatle bizi süzüyordu;
- " Gelin benimle " ...
Çocuklarını bayram sabahı alışverişe gö türen baba gibiydi, temiz elbiseler sağladı bize bizzat;
- " Kendinize çeki düzen verdikten sonra sizi yemekhanede bekliyorum " ...
Hah dedik, herkesin içinde fırçaların en büyüğünü afiyetle midemize indirecektik .
- " Hocam, kaçalım mı " ...
Aklıma da gelmedi değil hani, iyi de nereye kaçacaktık, gülüştük Kubilay ile.
Yemekhaneye indik, sanki herkes bizi bekliyordu, kimse yemeğine dokunmamış, Paşanın gelmesiyle tok bir selam hareketi ile herkes ayağa fırlamıştı, Paşa'nın arkamızda olduğunu o an farkettik.
Masasına aldı Paşa bizi, masanın üzerinde her çeşit yemek var, tatlı desen hangisini yiyeceğini şaşırıyor insan.
Paşa ayağa kalktı, aynı anda yine tok bir sesle tüm yemekhane ayaktaydı. Paşa konuşmasına bir dakika ara verdikten sonra, hafif çe bize bakarak benim karakolumun adını söylemesi bizde soğuk duş etkisi yaptı, Kubilay ile birbirimize bakıyorduk halâ...
iyi de Paşa bizi nereden tanıyor, isimlerimizi nereden biliyordu, hadi bildi diyelim, uçaklarda yer bulamadığımızdan ve birliğe geri döndüğümüzden nereden haberi vardı, hadi bundan da haberi var diyelim, bu kadar yemek nesin nesiydi? Basit bir asteğmen ve askeri için bu kadar şatafat olmazdı...
Karakolda olduğumuz aylarda ülkede ne de merkezde ne olup bittiğinden haberimiz olmazdı, ayrı bir dünyada yaşıyorduk sanki. Seçimler olmuş mu, kuraklık var mı, kim şampiyon olmuş, hangi transfer yapılmış... Bizi ilgilendirmiyordu bu; bizi ilgilendiren yegâne şey görev bölgemizdeki halkı korumak ve beraberce hayatta kalabilmekti...
Fazla olmasa da verdiğimiz şehitlere rağmen karakolumuzun adı merkezde ve diğer karakollarda duyulmuş, bölgedeki en iyi 3 karakoldan biri haline gelmiştik. Hakkımızda tüm araştırmalar yapılmış, kimin ne olduğu istihbarat tarafından belirlenmiş, katıldığımız her operasyon ve sonrası gözlem altına alınmış. Benim izin emrimi de bizzat Paşa vermiş. Tüm bunları Paşanın söylediklerinden ( ve de söylemediklerinden ) anladık.
Yemeğe gelince, duyunca kulaklarımıza inanamadık, o gün arefe günüydü ve ertesi gün mübarek Kurban Bayramı'ydı. Pes dedik, bu kadar mı soyutlandık " dış dünyadan " ...
Yemekler yenildi, kan ter içinde zorla Paşa tarafından bana konuşma yaptırıldı. Öğretmen olmama rağmen oradaki bir kaç asteğmenden biri olmamdan olsa gerek ayakta zor duruyordum, konuşmakta güçlük çekiyordum. Konuşmamı tam bitirmiştim ki Paşa;
- " Hadi bakalım asker, sıra sende " ...
Kendimi tutamadım, Paşanın Kubilaya söylediği bu söz beni kahkahalara boğmuştu, Paşa hariç herkesin şaşkın bakışları arasında gülmekten kendimi alamadım.
Konuşmasını bitiren Paşa yavaşça ayağa kalktı, dosyasından çıkardığı iki belgeyi açıklamalarının sonunda bana verdi. Biri karakola verilen başarı belgei, diğeri ise şahsıma ait başarı belgesi idi, gözlerim dolmuştu; karakoldaki diğer askerlerimin de yanımda olup bunu görmesini çok istedim o an.
- " Bir saat içinde Ankara'ya doğru yola çıkacak helikopterde olmalısınız, güle güle git oğlum, yaptığını asla unutmayacağız, eşinin cenazesine gitmeyip, silah zoruyla karakola yönlendirdiğin helikopteri kullanan Yüzbaşı herşeyi anlattı, başın sağ olsun; seninle gurur duyuyoruz... "
Başımı kaldırdığımda herkesin gözü üzerimizdeydi, Kubilay titreyen bacakları ile ayakta durmaya çalışıyor, bense gözyaşlarıma hakim olmaya uğraşıyordum. Bir an gözlerim karardı, eşimi gördüm, uzatmaya çalıştığım elimi itmeye çalışıyor " gelme " diyordu ; " gelme " ... Bir kaç dakika sürdü bu, gitmemi istemiyordu, belkid e o helikoptere binmemi istemiyordu. Çoğunuza garip gelebilir belki, ama ben bu tür şeylere inanırım; Allah tarafından insanların kimi zaman rüya ya da bu tür olaylar ile karşılaşrtırdığına çok şahit oldum.
Titrek sesle sadece Paşanın duyabileceği kısık bir sesle Paşaya o an gördüklerimi anlattım. Paşa bir an duraksadı, ayağa kalktı, emir subayını çağırdı ve ;
- " Hemen başka bir helikopter hazırlatın, diğer helikopteri bakıma yollayacaksınız " ..
Daha sonra öğrendim ki, helikopterin kuyruk pervanesinde devir bozukluğu tespit edilmiş, havalandığı taktirde kısa sürede kontrolden çıkıp yere çakılması içten bile değilmiş.
Gökyüzüne baktım ;
- " Biliyorum, halâ gitmedin, halâ benimlesin " ... -
37.
+4beyler şukulayalım herkeze ulaşsın . okumanız bıtınce belırtın beklemeyın ...
-
38.
0Rezerved devam
-
39.
+5Lütfen aşağıdakileri dikkatli okuyun, belki o zaman yaptığınız ayrımcılıktan utanabilirsiniz... !!! (ırkçılar kalplere dikkat)Tümünü Göster
---
Kürt Salih derdik ona; Kürt Salih aşağı, Kürt Salih yukarı, eee ; benim bile bir lâkabım vardı, onun mu olmasındı?
Karakola geldiğimde yıldızımız pek barışmamıştı, sürekli Kürtçe konuşmaya çalışıyor, söylediklerimizi anlamamazlıktan geliyordu. Sonraları farkına vardım ve kendimden utandım ki Salih Türkçe'yi tam olarak konuşamıyordu, anlıyor; ancak konuşamıyordu. Zamanla öğrendi, biz de Kürtçe'yi öğrenmeye başlamıştık yavaş yavaş. Giderek karakolda sevilenler arasına girmeyi başardı, hem de hiç bir şey yapmadan, çaba göstermeden; insandı Salih...
Bahar kendini göstermeye başlamış, operasyonlar irili ufaklı hız kazanmıştı; dur durak yoktu. Yine karakolda istirahatte olduğumuz bir gece acil operasyon emri geldi;iki saat içinde yola çıkılması gerekiyordu. Teçhizatımız her zaman hazırdı, ancak askerlerim henüz tam anlamıyla dinlenmemişlerdi, beni her zaman korkutan bu olmuştur; yorgunluk... En küçük bir dikkatsizlik sonucu bir kişinin bile yapacağı hata, birden fazlasının canından olmasına yeterdi.
Yola çıktık, her zamanki gibi mayıncılar en önde, Kubilay ve ben arkalarında yavaş ancak emin adımlarla intikale başladık. En arkadan Salih'in sesi duyuluyordu bazen, telsizle birileriyle konuştuğunu söylediler, Salih'e sorduğumda komşu karakoldan arkadaşıyla konuştuğunu söyledi; Salih'in civar karakollarda arkadaşı yoktu. içime bir şüphe düştü; ama konduramıyordum Salih'e, yapmaz diyordum, benim askerim bunu yapmaz, kim olursa olsun; yapmamalıydı.
- " Hocam, bırakta şunun ifadesini alayım, neymiş şu telsiz konuşmaları, öğrenirim "...
Cevap vermedim Kubilay'a, sadece baktım, hzılı adımlarla mayıncılara doğru yöneldi, anlamıştı kızdığımı. Yaklaşık 1 saat sonra Salih geldi yanıma; hem yürüyor hem de konuşuyorduk. Acaba yapmalı mıydım söylediklerini ? Ya yaparsam... Ya yapmazsam...
Hızlı düşünüp karar vermek zorundaydım. Kubilay'ı çağırdım hemen, diğerlerine 15 dakika sonra vadi girişinden önce yolumuzu değiştirerek vadi içinden değil de, vadi yamacından doğru devam edeceğimizi söylemesini istedim. Şaşkın gözlerle bakıyordu, ancak hemen gidip diğerlerine durumu bildirdi. Riske giremezdim, aramıza yeni katılan Astsubay'ı çağırarak, yanıne 25 kişi alıp daha önce belirlenen istikametten devam etmesini söyledim, biz de 30 kişi ile intikale devam edecektik.
- " Komutanım yapma, bırakma Astsubayımı orada, onlar da gelsin bizimle, gitmesinler oradan "...
Bunları söyleyen Salihti, ama yapamazdım, biliyordum, iki gruptan biri büyük tehlikedeydi, ama hangimiz... ?
- " Madem öyle, ben de onlarla gideceğim komutanım " ...
Salih onlarla gitti...
24 saat sonra çevrimden haykırıyorlardı ;
- " Pusuya düştük " ...
Astsubayımdı bunu söyleyen, yıklıdım. Onlara ulaşmamız en iyi şartlarda ve tüm hızımıza rağmen en az 18 saatti, civarda gelebilecek destek karakol da yoktu.
- " Dayanın aslanım, gereksiz yere atış yapmayın, cephaneyi idareli kullanın, yola çıktık bile " ...
Herkese sadece cephaneleri alıp diğer eşyalarını bırakmalarını söyledim, hızlı hareket etmeliydik, yoksa olacakları düşünmek bile istemiyordum. Bir yandan da koordinatları alıyordum, kestirme yoldan gitmeye karar verdim, kayalıklar tehlikeli olmakla birlikte, bize en az 4 saat kazanıracaktı.
Silah seslerini duyabiliyorduk artık, gece karanlığında havadaki izli mermileri bile farkeder olmuştuk, ama en az 5 km daha vardı. Yaklaşmıştık, silüetler karanlıkta görülebiliyordu. Şerefsizler, bizim geri dönebileceğimizi tahmin bile edemeden arkalarından ateşe başladık, bizimkilerin atış yoğunluğu artmıştı, iki ateş arasında kalmışlardı, naraları duyuyordum, haydi aslanlarım diyordum bağırarak, dayanın, sizi oradan çıkaracağım...
Çıkaramadık...
Başaramadım...
Çatışma 3 saat kadar daha sürdü, hemen bizimkilerin yanına doğru koşmaya başladık, yamaçtan aşağıya bırakmıştık kendimizi. Koşarken telsizden gelen konuşmalar yüreğime oturdu, içim acıdı, anaları düşündüm, sevgililerini düşündüm, ya bebeler...
Yanlarına gittiğimizde hem ağlıyor, hem de sayıyordum; tam 14 şehit. Allahım bana bunu neden yapıyorsun diye haykırdım, yankılandı sesim minik vadide. Salih'in yanına çöktüm, başını kucağıma aldım, gözlerimin içine bakıyordu, ama dimdik ayaktaydı sanki; Allahım bu nasıl bir ***netti...
Salih kucağımda şehit düştü, tam 12 mermi isabet etmişti Salih'e. Astsubayım az ileride yatıyordu, geri kalanlarını topladık, 2 havan topu deliği vardı toprak zeminde, kaçmamış, bırakmamıştı askerlerine; 4 ay sonra gideceği izinde evlenecekti, ben ne cevap verecektim sevdiceğine... ?
Salih'in naşını köyüne hep birlikte merkezden izin alarak gö türdük, köyündeki minik şehitliğe defnettik. Ailesini sordum, sordum ve bir kez daha yıkıldım; Salih'in ailesi terör örgütü tarafından yıllar önce katledilmiş.
Bir ay sonra merkezden gelen bir emir ile merkeze çağrıldım. Merkeze gittiğimde minik bir törenle 14 şehit verdiğim çatışma için bana üstün başarı madalyası vereceklerini öğrendim. Bu nasıl işti, hiddetlendim;
- " 14 şehit için beni asmalısınız, mu madalyayı asla kabul etmiyorum "
Albayıma olanları anlattım, madalyanın Salih'in ailesine verilmesi sağladım.
Telsiz konuşmalarına gelince; Salih, telsizden teröristlerin çevrimini yakalayarak konuşmalarına girmiş, kendini onlardan gibi tanıtarak koordinatları öğrendikten sonra bana bilgi vermişti. Birliğin tamdıbını diğer istikamete yöneltebilirdim; ancak ileride ne olduğunu bilmediğimden ikiye bölmem gerekiyordu. Doğru olanı yaptığımı biliyorum; ancak her Salih adını duyduğumda içim yanar, unutamıyorum... -
40.
+4Artık kayıp vermek istemiyorduk. Her verdiğimiz şehit canımızdan, gücümüzden bir parçayı alıp gö türüyordu; ancak her seferinde hırslanıyor, intikam ateşi her yanımızı kaplıyordu; güçsüzken güçleniyorduk...Tümünü Göster
Baharın kendini iyiden iyiye hissettirmesiyle yuavlarından çıkan hain sürüsü her yerdeydi. Bu yüzden karakolların görev bölgeleri genişletilmiş, zaman zaman da olsa birbirlerinin sorumluluk alanlarında operasyon yapar olmuştu tüm karakollar. Onlar her yerdeydi, ancak biz onlardan daima bir adım önde olmaya çalışıyor, gelen en küçük istihbarat bilgileri gözden kaçırılmadan çok büyük bir dikkatle inceleniyordu.
Son operasyonda çok sayıda şehit verdiğimiz için yaklaşık bir aydır görev verilmiyordu bize;hem dinlenmemiz, hem de moralman toparlanabilmemiz için. Artık yeter diye geçirdim içimden, hemen merkeze bir mesaj göndererek göreve hazır artık olduğumuzu, her an her yerde verilecek görevi en iyi şekilde yerine getirmeye can attığımızı söyledim. Mesaja yanıt beklerken telsizimden duyduğum ses bir an olsun irkiltti beni; duymuş olduğum kod Tugay Komutanı' nın emir subayına aitti. Bir kaç gün içerisinde hazır bulunmamızı, ... Karakolu'nun görev dahilindeki köylerden birine mühimmat ve silah araştırması için gönderileceğimizi söyledi.
Haberi askerlerime verdiğimde gözlerindeki sevinci size anlatabilmem imkânsız. Bir kaç saat içinde herkes hazırdı, yine yüzler gülüyor, alınabilecek muhtemel bir intikam düşüncesi yüzlerdeki sevinci daha da büyütüyordu.
iki gün sonra emir geldi, ... Karakolu bize yaklaşık 5 gün mesafedeydi. Helikopterlerin neredeyse tamamı görevde , bizim araçlarımız da yetersiz olduğundan bu mesafeyi yrüyerek katedmek zorundaydık. Gidiş, kalış ve dönüşü hesaplayarak herkesin cephane ve erzağını ona göre yanına almasını söyledim.
Yola Çıkmıştık...
Ne bir görüntü, ne de taciz, köyü silüet halince seçebiliyorduk. Geceyi burada geçireceğimizi, gün ağarmadan yola çıkıp, günün ilk ışıkları ile birlikte köye gireceğimizi söyledim ve herkese teker teker tembih ettim; bu bir baskın değil, sadece kontroldü, herkes tüm dikkatini bu işe verecek köylünün kılına zarar getirmeyecekti aksi bir durum olmadığı taktirde; baskına değil kontrole gidiyorduk...
Gün ağarmadan yola çıktık köye yaklaşmak üzereyken gösterdiğim noktalarda Halil ve iki askerin daha mevzi almasını söyledim, 6 kişi de karşı tepeye yerleşecekti. Hepsi şaşkın gözlerle yüzüme bakıyordu. Ters bir durumla karşılaşırsak bizi kimin koruyacağını sordum; çıt yok... Halil uzun menzilli Kanasıyla, karşı tepedikerl ise uçaksavar ve havanlarla her an destek olabilmek için hazırda bekleyeceklerdi.
Köye girdik...
Bir taraftan etrafımıza doluşan çocuklara yanımızda getirdiğimiz çikolataları paylaştırmaya çalışırken, diğer taraftan da gözlerimizle evleri, çevreyi kolaçan ediyorduk. Evleri aramaya kalksak tepki verebilirlerdi, tek tek evlere girmek de olmazdı; bu bizim için büyük tehlike oluştururdu.
Gülücükler, çocuk seslerine rağmen köylüde bir gerginlik vardı. Yanıma gelen Kubilay' da aynı şeyi sezmiş, ne yapacağımız konuşuyorduk. Toplu durmamalarını, 4-5 kişilik gruplar halinde arada en az 15 metre olacak şekilde bir şey yokmuş gibi etrafta gezinmelerini söyledim.
Evlerden birinin arkasında topraktaki renk değişikliği dikkatimi çekti, mayın olamazdı, hem eve çok yakın, hem de zemin çok sertleştirilmişti. Yeniden dolaşmaya başladım; bir kaç evde o köyden olmadığı izlenimi veren kişiler vardı, dışarı çıkmıyorlar evin içinden her adımımızı gözetliyorlardı. Yanıma yaklaşan bir çocuk paldır küldür düştü, elinden tutup kaldırmaya çalışırken elime bir kağıt tutuşturdu gözlerimin içine bakarak; ağlıyordu...
- " Amca, annem ve kızkardeşim içeride , yanında 2 adam var, biri yaralı, öküzlerin altında 3 kişi daha var, karşı kayalıklarda 6 kişi sizi bekliyor "...
Bu nasıl bir mesajdı böyle, öğretmeni olmayan, Türkçesi oldukça bozuk bu yavrucak ne zaman ve nasıl hzırlamıştı bu notu... ? Gözlerim yaşardı...
Hemen telsizle mors alfabesiyle Halil'e mesaj gönderdim, karşı tepedeki 6 kişiyide alarak verdiğim koordinata gitmesini, kayalıklardaki 6 kişinin her adımını sessizce ve hiç bir şey yapmadan gözlemsini istedim. Kubilay'ı çağırarak durumu anlattım ve askerlerin arasında gezinerek herkese içinde bulunduğumuz durumu söylemesini istedim. Belliydi ki biz harekete geçmeden onlar bir şey yapmayacaktı, yani kozlar biizm elimizdeydi her şeye rağmen, bu fırsatı iyi değerlendirmeliydik, acil bir plân yapmam gerekiyordu; ne köylüye, ne de bize zarar gelsin istemiyordum.
- " Hocam, bende 3 gaz bombası var, arkadaşlar sis bombalarını da taktılar, tabancanı bana ver, susturucu da var nasıl olsa, bırak gireyim şu eve " ...
Aslanım benim, elbette Kubilay'dan başkası değildi bu. Evet, o eve bir kişini gizlice girmesinden başka seçeneğimiz yoktu. Ya ben ya Kubilay girecektik. Kubilay yine cebinden parasını çıkardı ve;
- " Tura gelirse ben girerim Hocam "...
Yere düşen paraya baktım, yine tura gelmişti; bu kaçıncıydı, bir kez olsun yazı gel yahu diye geçirdim içimden. ( Aylar sonra Kubilay' ı şehit verdiğimiz gün yüreğim parçalandığı, canımdan can gittiği gün, cebindeki eşyaları alırken paranın her iki tarafının da tura olduğunu o gün öğrenecek bir taraftan gözümden yaşlar boşalırken, diğer yandan da acı bir gülümseme kaplayacaktı yüzümü... )
Dokuz kişi ahırın bulunduğu tarafa giderek hazır bekleyecek, Halil ve yanındakiler ise ilk atış sesinden sonra kayalıklardakileri ateş altına alacaktı, o taraftan bize tek atış dahi gelmesi sonumuz olurdu çünkü hem menzillerinde, hem de açık görüş alanlarındaydık. Havanları Halil ile birlikte bıraktığım iyi olmuştu, kayalıklardakileri tehlike olarak görmüyordum artık, içim rahattı. Asıl büyük tehlike köydeydi bizim için; ahır ve yaralının bulunduğu ev... Herkes Kubilay'dan gelecek işareti bekleyecekti; sonrası malum...
Kubilay kendini gizlemeyi başararak evin arkasına dolaştı, biz de onları farkettiğimizi hissettirmemek için elimizi tetiğe dahi uzatmıyorduk. Aradan 15 dk geçti, içeriden 2 el ıslık sesi duyuldu, tabancamın namlusundaki susturucudan çıkan seslerdi bunlar; 2 kişi 2 atış; başka bir atışın olmaması sevindirici olsa da Kubilay'ın halâ işaret vermemiş olması endişelendiriyordu ki beni; içeriden o hınzır gülümsemesiyle el salladı Kubilay. Aslanım benim, içeridekileri halletmişti. Telsizi mandalladığımı gören ahırın çevresindeki askerlerim ahırı öyle bir ateş altına altı ki, içeriden canlı çıkması imkânsızdı. Onlarla birlikte Halil ve yanındakiler kayalıkları havan yağmuruna tutmuştu, uçaksavarlar ve Mg-3 ler öyle çalışıyordu ki, Mg-3'lerin tutukluk yapmaması için dua ediyordum.
On dakika, sadece 10 dk içinde her şey bitmişti; yarım saat sonra Halil'den telsiz çevrimi geldi;
- " Komutanım 6 leş, yaralımız ve şehidimiz yoktur "...
On dakika içinde 11 leş ve hiç kayıp yok; mükemmeldi bu, hepsini alnından öpmemek için zor tutuyordum kendimi. Etrafı iyice kontrol ettikten sonra köylülerle vedalaşıp oradan ayrılmak üzere hareket ediyorduk ki Kanas'ın o muhteşem sesini duydum. Tek atış; arkamdaki yere yığılmıştı. Dürbünümle Halil'e baktığımda el sallıyordu; Halil'di arkamdakini vuran. Tabancasını çıkarmış, ancak bana ateş etmeye fırsat bulamadan Halil'in hedefi olmuştu. Köyde terör örgütüne destek veren 3 kişiden biri daha ( diğer ikisi dağ kadrosunda ) ortaya çaıkmış oldu.
Karakola gittiğimizde telsizcim civar karakollardan ve merkezden gelen sayfalar dolusu tebrik mesajını verdi. Askerlerime dönerek ;
- " Sizi ben eğitmedim, buraya eğitilip gönderildiniz. ilk geldiğinizde beni sevmeyen, benim de sevmediğim kişiler vardı aranızda. Ama hanginizin kılına zarar gelse içim acıyor, benim herşeyim ailem ve sizsiniz. Bu elimdekiler benim değil, sizin başarınızın eseridir... "
Konuşmam deva ederken bir ses duydum sesin sahibini kovalamaya başladım ;
- " Yine öğretmenlik günleri geldi aklına bizim hocanın " ...
Kubilay'dı bu. Bizi o halde gören askerler bir taraftan gülşüyor bir taraftan da aralarında iddiaya giriyorlardı, yakalardı, yakalayamazdı, o daha hızlı koşar, bu bilmem ne yapar...
Nefesim kesilmek üzereyken Kubilay durdu, yakalamıştım. Kulağıma eğilerek ;
- " Amma yaptın hocam, komutan askerini yakalayamadı dedirtirmiyim ben sana " ...
Dilim tutuldu, çok şey söylemek istedim; ancak bu kadar büyük yüreklere verecek cevabım yoktu... -
41.
+1Rezzz
Ulan biri kuzenini gibse yada bimde ayar verse burasii dolardi dimi lafta alayi borda bereli.
Yaz dostumm yazz gozlerim dolu dolu okuyorum -
-
1.
+1oyle pnp en azından boş adamlara gitmiyor yazılanlar
-
1.
-
42.
+3Yüzümüzün akıyla, her şeyden önemlisi şehit vermeden çıktığımız o çatışmadan sonra irili ufaklı operasyonler devam ediyordu, bahar geçiyor, neredeyse yaz geliyordu, özlemiştik kuş cıvıltılarını; insan olduğumuz aklımıza geldi birden... !Tümünü Göster
iştahla askerlerimle yemeğimi yerden muhaberecinin koşarak geldiğini gördüm, yeni bir operasyonun belirtisiydi bu; hayırlısı diye geçirdim içimden. Mesaj yine şifreliydi, şifresini çözünce gördüklerime bir an inanasım gelmedi ve hemen telsize sarılarak Tugay ile irtibata geçtim; doğrulamışlardı. Yüzümün asıldığını gören askerlerimi endişeli bir bekleyiş almıştı; beni bu şekilde gördükleri pek vaki değildir, ancak gizleyemedim bu kez.
Yerime bakmak üzere devrelerimden birini göndereceklerdi 10 günlüğüne ve 2 gün sonra beni almaya gelecek helikopter ile tek kişil göreve gidecektim. Bu neredeyse hiç ratslanır bir olay değildi, duyuyordum bu tür görevleri, ancak karşı karşıya geleceğimi hiç düşünmemiştim; çünkü gidenlerin çok azı geri dönüyordu. Bir anda öylesine bir gurur ve cesaret kapladı ki her yerimi, o an dünyayı yıkıp yeniden inşa edebilirim hissine kapıldım...
Askerlerime durumu anlattığımda homurdanmalar, sorular, küfürler havada uçuşmaya başladı.
- " Hadi iyisiniz, 10 gün sayemde yan gelip yatacaksınız "
dedim.
Sen misin bunu söyleyen, ilk atılan her zaman olduğu gibi Kubilay oldu;
- " Hocam, yan gelip yatmaya gelmedik biz buraya, senin nereye gideceğini, nasıl olduğunu bilemeyeceğimiz günlerde bize rahat olur mu " ...
Öylesine şanslıydım ki, Allah bana böylesine askerleri silah arkadaşı olarak nasip etmişti, Allah hepsinden tekrar tekrar razı olsun, şehit olanlara rahmet eylesin...
Görev hakkında hiç bir bilgim yoktu, helikopterde öğrenecek ve direkt görev yerine gö türülecektim. Yalnız Kanasımı yanıma almam emredilmişti. Tahminim sınır ötesine gizli geçiş olmuştu, ama uzun silahlardan biriyle bu nasıl olacaktı ki... ?
Helikopterin sesini duyduğumuzda askerlerimle tek tek helalleştim. Eşimin mezarını yaptırması için Kubilay'dan söz aldım, bıçağımı geldiği ilk günden beri onu isteyen Halil'e verdim, Pilot arkadaşımın hediyesi olan isviçre el yapımı tabancamı ve günlüğümü Kubilay'a verdim. Her şey tamamdı ; ölmeye hazırdım... Elim telsize gitti annemlerle telefon bağlantısı isteyecektim, vaz geçtim, gerek yoktu, annem sesimden anlar gözüne uyku girmezdi kadıncağızın, vaz geçtim.
Helikopterden Kubilay'ın gözlerini silmeye çalıştığını görebiliyordum; dönüşü olmayan bir görev olabilirdi bu; hüzünlendim; sanki beni çocuklarımdan ayırıyorlardı. Silkinerek kendime geldim, vatan kutsaldı, duygusallığı bırakmalıydım kenara; ölmem gerekiysa ölecektim...
- " Aslanım, al bakalım şunu, hadi hayırlı olsun, kusura bakma töreni sensiz yapmak zorunda kaldık" ... dedi ve kahkahalarla güldü...
Plt. Yzb.' dı bunları söyleyen, Teğmen rütbesini elime tutuşturmuştu, anlam veremedim. Aylar önce terfi almam mümkün değildi, askerliğimin son bir ayında Teğmen rütbesini takmam gerekiyordu.
- " Bak aslanım, belki de geri dönemeyeceksin bu görevden, sen bu rütbeyi çoktan hakettin, şimdi takmanı uygun gördüler; kendinle gurur duymalısın" ...
Babamım sözleri geldi aklıma beni askere uğurladığı gün, gözlerim kızarmıştı ;
- " Geri dönmezsen üzülmem " demişti babam... -
43.
+2Silopiye gidecek, bir gece kaldıktan sonra sessiz uçuş yapan helikopter ile Şırnak - Hakkari arasında yer alan Kato Dağı'nda önceden belirlenen noktaya paraşüt ile atlayış yapacaktım. Aynı bölgede benim gibi 4 Teğmen daha olacaktı, ancak haberleşme imkânımız olmayacaktı, telsiz yok, işaret fişeği yok, harita yok, yok yok...Tümünü Göster
Kokrtum, yoksa korkmamalı mıydım? Bilri misiniz o dağları, ya da arazide rüzgarın sesini dinlediniz mi hiç... ? Bir süre sonra bu ses ürkürtür sizi, gördüğünüz her şey üzerinize gelmeye başlar geceleri, bir hafta sonra halisülasyonlar başlar, kendi kendinize konuşmaya başladığınızda ise işiniz bitmiştir...
Bölgede bir hafta sonra başlayacak opperasyonlara uzak destek amacıyla yerleştirilecektik belirlenen noktalara. Bölük komutanları hariç orada olduğumuzu kimse bilmeyecekti. iyice dinlenmemizi, bir hafta yetecek kadar cephane ve erzağı yanımıza almamız gerektiği söylendi. Brifing salonunda diğer teğmenlerle göz göze geldik, herkesin sinirleri gerilmişti. içerida sadece beşimiz kalmıştık, kimseden çıt çıkmıyordu. içlerinden biri;
- " Sen şu ... Karakolu'nun komutanı öğretmen değil misin, hadi gidip bir şeyler içelim, bir daha fırsatımız olmayabilir " ... dedi.
Hep birlikte kalktık, dışarıdan askerkere gizli gizli aldırttığımız içkileri alarak yataklarımıza uzanarak ertesi ve daha sonraki günler olabilecekleri konuşmaya başladık. Dalmışım, uyandığımda kimsenin içkisine dokunmadığını gördüm gülerek, laftı işte bizimki, askerde, hele ki böylesine bir operasyon öncesi bırakın içkiyi, yemek bile yiyememiştik.
Helikoptere bindiğimizde paraşütlerimizin son kontrollerini yaptık, ay yoktu, bizi göremezdi kimse. iyi de biz atlayacağımız yeri nasıl görecektik. 1 nci dünya savaşında ve Kıbrıs Savaşı'nda askerlerimizin yaşadıkları muhtemel olayları düşündüm ve utandım kendimden, sızlama artık Murat, yeter...
Aramızda helalleştik, Atom Mühendisi olan bir teğmen kulağıma eğilerek;
- " Hocam dikkat et,bu kez vurulmamaya bak, kedi gibisin, ama hakların azaldı" ...
demesiyle birlikte içeride kahkahalar koptu, ama kimse neden güldüğünü bilmiyordu.
- " Kızlar neşenizi bozmak istemem, ama hazırlanın 60 sn içerisinde atlayışlar yapılacak " ...
Yere indiğimde öylece kaldım, etrafı dinledim yarım saat kadar ne olur ne olmaz diye, ses yoktu. Hemen kendime bir yer bularak mevzilendim ve kamuflajımı yaptıktan sonra arkama yaslanarak beklemeye ve düşünmeye başladım. Diğer Teğmenlerle aynı bölgedeydik, koordinatlarımızı biliyorduk, bize son anda Bölük Komutanlarının' da varlığımızdan haberdar edilmeyecekleri söylendi; artık beş kişiydik, canlarımız Allah'a emanet beklemeye başlamıştık. En büyük sıkıntı ihtiyaç gidermekti, bulunduğumuz yerden ayrılmamız civardaki muhtemel terör örgütü mensuplarınca farkedilmemize yol açacak, bu da bir çuval inciri mahfedecekti. Erzak yönünden sıkıntımız yoktu, atlayıştan önce mini bir paraşüt ile erzak çantamızı atmıştık. Neler vardı neler içinde; ceviz, çikolata, fındık, kuru üzüm, helva, konserveler... seç beğen ye misali. Ancak neredeyse iki gün geçmesine rağmen birine bile dokunmamıştım, gergindim, ne olacağını bilmiyordum, kimin nereden geleceği belli değildi; gelirlerse tabii... Ancak her ne olursa olsun yakınımıza dahi yaklaşanmayacakalrı noktalar itina ile seçilmişti. Biz onları görecektik, onlar bizi değil.
Dördüncü gün operasyon başlayacaktı, hava ışımaya başlamıştı; karnımı geceden tıka basa doldurdum, ne bulduysam hepsinden yedim.
Nikon ile gözetlemeye devam ederken, yaklaşık 4 km den ilk birlikleri görebildim. Başlamıştı... Kuşatma harekâtı yapılacaktı, gördüğüm ilk birlik öncülerdi, diğerleri Kuzey yamacından tırmanmaya çoktan başlamış olmalıydılar, Batı yakasını ise Bolu'dan takviye edilen komandolar çoktan tutmuş olmalıydı. Operasyonun tüm detaylarını biliyorduk. Ama biz... Bizi bilen yoktu... Beklenen sıcak çatışma görüş alanımızda ve yaklaşık 2,5 km deki mesafede gerçekleşecekti, tahminler bu yönceydi. Ancak gördüğüm birlik neredeyse 1,5 km ye yaklaşmıştı; bir şeyler oluyordu. muhakkak onları görmüşlerdi, ama neredeydi bu şe refsizler. Gözlüğümü de takarak de li gibi etrafa bakmaya başladım, evet , işte görmüştüm yansımayı. Hiç düşünmeden nişan alarak atışımı yaptım, tamamdı, keskin nişancıılarından birini vurmuştum. ilk atışımla birlikte dürbünüme sarıldım tekrar, aşağısı kıyamet gibiydi, birliğin üzerine yağmur gibi havanlar yağıyordu, iki havacıyı da gördüm, bir daha atış yapamadılar. ikincisine atışımı yaparken, arkalarındaki iki makinalı tüfekçinin yere yıkıldığını gördüm, hey gidi koçlar, diğer Teğmenler de atışa başlamıştı, harikaydılar. Bizim nerede olduğumuz kestirmeleri imkânsızdı, susturucularımız vardı, ses yok, görüntü yok, biz rahattık; ama ya aşağıdakiler. Askerlerin bir bir vurulduklarını görüyordum, ama hareket ediyorlardı; şu an için şehit yoktu. iki keskin nişancıyı daha vurdum, ama bri yaralanmıştı, tekrar atış yapmama izin vermeden kendini kayalığın ardına atarak bulunduğum yeri işaret ediyordu ki, ensesine yediği mermiyle yere yığıldı. Teğmenlerden biri daha görmüştü onu. Ama beni de görmüş olabilirlerdi. Bulunduğum yere havanlar düşmeye başladı, başımı ellerimin arasına alarak dua etmeye başladım, bir saate yakın sürdürdüler havan atışını, sonra sustu havanlar. Dürbünle baktığımda yerde cesetlerini gördüm gülerek. iki Kobra makinalı tüfeklerle bulundukları yeri delik deşik etmişti, ne zaman geldiniz, ne ara ateş ettiniz... Gürültüden seslerini dahi duyamamıştım. Ancak arazi şartları helikopter ve uçakların tam destek vermesini engelliyordu, hem bölgede çok sayıda asker vardı, hava desteği tehlikeliydi.
Terörist gurup incin halde yaklaşık 150 kişiydi, sayıları azalsa da bitmek bilmiyorlardı, sanki bir yerlerden yenileri geliyordu. Daha sonra bölgede yapılan incelemelerde çok sayıda yer altı mağarası tespit edilecekti. Bir kısmının ters istikamete doğru yöneldiğini görünce Bolu Komando'nun arkadan sarma operasyonuna başladığını anladım, işleri bitmişti; ya ölecek ya da teslim olacaklardı.
Hava kararıyordu, tam bize göreydi bu, gece görüşlerle rahatlıkla atış yapabilir, tek tek sayılarını azaltabilirdik. Öyle de oldu; 14 tane saydım vurabildiğim gece boyunca, yaralıları saymamıştım. Diğer Teğmenlerin bulunduğu iki yerden atış gelmiyordu, sanki orada yüzlerce asker yomuş gibi, sanki sadece beşimiz varmış gibi onlar için üzüldüm...
Bolu Komando'nun kıskacı işe yaramış, kaçamayacağını anlayan çapulcular rastgele ateş aömaya başlamıştı, aşağıdan gelen yoğun ateş geri gitmelerine de engel oluyorlardı; işte kurt kapanı buydu, yemişlerdi tokadı. Ancak sayıları birden o kadar azalmıştı ki, ışınlandılar sandım, yeraltı mağaralarından çoktan kaçmış olmalıydılar; zaten alttan sürekli destek geldiği belliydi, onlarcasının ölmesine rağmen sayıları neredeyde hep sabitti.
Teröristlerin atışı yok denecek kadar azalmıştı, artık son anlarını yaşıyorlardı. Ne yapacağımı düşünürken kalkmaya karar verdim, ancak aşağıdakilerin benden haberleri yoktu, askerler tarafından vurulabilirdim. Aşağıdaki komutanlardan birinin açısını yakalayarak aynamla mors alfabesi gönderdim, cevap gelince dünyalar benim oldu, anlamışlardı.
Yerimden yavaşça doğrularak kamuflajlarımı attım, üzerimden büyük bir yük kalkmıştı, ne kadar da ağırlarmış diye güldüm kendi kendime. Dizlerimin üzerine kalkmıştım ki göğsümdeki acıyla yere yıkıldım, vurulmuştum. Beni fark etmiş, izlemeye almış olmalıdılar. Keskin nişancıları da gördüğü anda vurmuştu beni. Kanı durduramıyordum, kalbimin yaklaşık 5-6 cm altındaydı. elimi sırtıma gö türebildim zorla, delik yoktu, halâ içerideydi kurşun. Gözlerim kararmaya başladı, kelime-i şehadet getirdiğimi ve eşimi gördüğümü hatırlıyorum, gülüyordum...
Sonraki 1,5 ay hiç bir şey hatırlamıyorum; hayatımın tamamen yitik zamanlarından biri. Yoğun bakım ünitesinde kaldığım 1 ayın sonunda benden ümidi kesmişler, yaşarken şehitlikte yerim bile hazrılanmış. Ama yok; Allah yine nasip etmedi bana şehit olmayı; eşimin, askerlerimin yanına gitmeyi. 1,5 ay sonra açmışım gözlerimi, seri operasyonlardan sonra 2,5 ay sonra tam olarak ayağa kalktım; helikopter beni bekliyordu; özlemiştim karakolumu...
---
Beş teğmenden 3 kişi geri dönebildik, diğer ikisi alınlarından tek kurşunla şehit oldular. 86 leş sayılmış, gö türülenler muhakkak vardır, yer altı mağaraları yerle bir edilmiş, diğer birliklerde toplam 12 şehit, çok sayıda yaralı. Yine de başarılı bir görev.
Hayat devam ediyor... -
44.
+1Kardeş iyi güzel de 2009'dan beri sözlükte açılan 2817944. asker anısı başlığı. Beni yanlış anlamada kimin gerçek kimin palavra attığını nerden bilelim? Cod mw oynayan gelip burda başlık açıyo. Kısacası caps atmazsan inanmam
-
-
1.
+1hıkaye sonu panpa okadarda işsiz değilim meraklanma snde haklısın ...
-
-
1.
0Tamam panpa o zaman şuraya yerleşeyim yarıda bırakma ip adresinden bulur gelirim
-
1.
-
1.
-
45.
+1Hastaneden çıkalı iki ayı geçmişti, tamamen iyileşmiştim artık. Gözüm gelen mesajlardaydı, operasyon emrini bekliyordum özlemle...Tümünü Göster
Eşimi kaybedeli dört ay olacaktı 2 gün sonra ;
özleyecek başka neyim kalmıştı ki...
Ertesi gün bir mesaj geldi, üzerinde hoş geldin yazıyordu. Baş tarafını şöyle bir okuduktan sonra attım masanın üzerine çıktım dışarı. Vadiyi gören mevziye gittim, askerlerle başladık sohbete, Kubilay'da geldi. Birden aklıma mesajda gözüme çarpan bir cümle geldi " 2 gün sonra "... Fırladım yerimden ve çadırıma doğru koşmaya başladım, tabii Kubilay'da peşimden. Tahmin ettiğim gibi operasyon emriydi ve hoş geldin hem kelime anldıbını taşıyordu hem de operasyonun adını; başladım gülmeye. Kubi'ye durumu anlattıktan sonra beraber güler olmuştuk ki aniden sustum. Kubi önce yüzüme baktı, sonra ;
- " Hocam, vardır her işte bir hayır, yengemin gidişinin 4. ayının ilk gününde çıkacağız, vardır bi hayır işte " ...
dedi.
Hiç mi bir şeyi unutmazsın diye geçirdim içimden, olduğum yere yığıldım adeta, yine o nöbetlerden biri daha geliyordu, hayır dedim kendi kendime sırası değil şimdi, ama kımıldayamıyordum, kalkacak oldum olmadı, seslenecek oldum ; çıkmadı yine sesim...
Yine o eli gördüm, tuttu elimden ve kaldırdı beni bir kez daha...
( Not : Çoğunuza bunlar hayali gelebilir ama eşimi kaybettikten sonra hallisünasyonlar başlamıştı ve askerden sonra da 3 yıl ilaç tedavisi gördüm ).
Beş saat içinde hazırlıkları tamamlamıştık, yavaşlamışssınız kızlar dedim.
- " Hocam, Allasen yapma, kullanma şu tabiri bize, bak gücüme gidiyor " ...
Kubilay'dan başkası değildi bu. Her ne kadar hepsini çok sevdiğimi bilseler dahi, hiç birisi Kubilay gibi değildi, sadece o lafını sakınmazdı benden, ağzına geleni söylerdi...
Karakolda yine küçük bir kuvvet bırakacak, biz dönene kadar ise yine Jandarma Komandolardan takviye birlikler gelecekti karakola. Gece yola çıkıyorduk...
Yaklaşık 7 saat geçmişti yola çıkalı ki karakoldan şifreli çevrim aldım ; yazılı mesajdı bu ve ilk kez oluyordu. Yeni kullanmaya başladığımız GPS cihazlarına yazılı emsajlar gönderilebiliyordu. Mesajda sadece şu vardı ;
" Baskın yedik " ...
Elim ayağım titremeye başlamıştı, nasıl olurdu bu, bizim karakol baskın yapılamayacak bir bölgede ve oldukça korunkalı mevzilerden oluşuyordu. Jandarmalar neredeydi, yeni kuvvetlerin geldiği bir karakola hangi sa lak baskın yapmaya cesaret ederdi. Hemen telsizi aldım elime ;
- " Acele rapor verin, Jandarmalar nerede, baskın yapanlar kaç kişi, zaiyat var mı? "
Cevap yarım saat sonra gelebildi ; ama o yarım saatte ömrümden yıllar gitti ve sakallarım işte o an beyazladı...
- " Jandarmaların aracı mayına çarpmış, kurtulan yok, yalnızız, karşı taraf 40 kişi kadar, elimizde ne varsa boşaltıyoruz, cephanemiz bol, yaklaşamazlar, 4 yaralımız var, keskin nişancıları canımızı okuyor "...
Bir bu ekgibti, sayısını bilmediğim şehit Handarmalara mı yanayım, askerlerime mi üzüleyim, yoksa o an içinde bulunduğum çaresizlikten nasıl kurtulacağımı mı düşüneyim...
Hemen Tugay ile irtibata geçtim ve karakola acil destek gerektiğini, benim de geri dönmek için yola çıkmak üzere olduğumu söyledim. Anında cevap geldi ;
- " Hava şartları olumsuz, hava desteği imkânsız, kara yolu ile destek kuvvetler yola çıkmak üzere , siz görevinize devam edin, geri dönmeyeceksiniz, " ...
Şaka yapıyor olmalıydılar, kara yolu ile destek saatler sonra ulaşırdı karakola, cephaneleri yeterliydi, ancak karakola sızarlarsa bu hepsinin sonu olurdu ki buna dayanamazdım. Bir kez daha çevrime geçtim ;
başlık yok! burası bom boş!