-
51.
+2- " Geri dönmek için izin istiyorum, dayanmaları imkânsız " .Tümünü Göster
Cevap ;
- " OLUMSUZ "...
- " Geri dönüş yoluna çıktım, arz ederim "
dedim ve yola koyulduk. Hemen karşı cevap geldi ;
- " Emirlere itaatsizlik ediyorsunuz, dönüşünüzde askeri mahkemeye verilebilirsiniz, rütbenizi kaybedebilirsiniz "...
Rütbenin de sizin de canı cehenneme dedim ve askerlerimin şaşkın bakışları arasında bana verilen rütbeyi sökerek cebime koydum ve telsizi karakolun kanalına çevirdim tekrar, askerlerime de;
- " Bana bakın, 7 saatte buraya geldik 3 saatte geri döneceğiz. Arkada kalan olursa gözünün yaşına bakmam olduğu yerde bırakırım; 3 saatte karakola varılacak; bu bir emirdir ".
Saçmalıyordum ; bir emre henüz karşı gelmiştim, üstelik hiçbirini canım pahasına da olsa geride bırakmayacağımı biliyorlardı.
Kan ter içinde kalmıştık, her yanımız titriyordu, ama karakolu uzaktan görebildik minik bir silüet halinda ve dönüşe geçeli 2 saat olmuştu, bu çocuklardaki yürek kimde vardı ki...
Durdum, " yorulacaksınız ama dolaşacağız dedim, dönüş yolunda ya bizi bekliyorlardır ya da tuzaklar vardır, onların işini sonra bitiririz, 2 uçaksavar ve 3 Kanas burada kalacak, nikoncu da. Nikoncu bizi karakola 1000 metre mesafede gördüğünde hepiniz hareket eden her şeye ateş açmaya başlayacaksınız, dikkatleri dağılınca da biz arkadan sarmaya başlayacağız.
izli mermilerin geldikleri yere bakın, ap tallar dağılmamış, hemen hemen toplu halde duruyorlar. Buradan şehit vermeden çıkın, dileyin benden ne dilerseniz; size tezkere bile verdiririm " ...
Karakol ile de yedek kanaldan şifreli çevrime geçtim ve durumu onlara da anlattım. Kubilaylar ateşe başlayınca 120 lik havanlarla karşı tarafı dövmelerini söyledim ; gülüyorlardı , arada bir ses duydum ;
- " Demedim mi lan ben sana hoca bizi yalnız bırakmaz diye ver 10 liramı " ...
Gösteririm ben size iddiaya girmeyi diye içimden geçirdim gülerek ve var gücümüzle koşmaya başladık. Sadece silah ve cephanelerimizi almış, gerisini Kubi'lerin olduğu yerde bırakmıştık.
Biz ateşe başlayınca karşı tarafın ateşinin büyük kısmı bize yöneldi ve ilk düşen yakışıklı ( ileride anlatacağım lakabının nedenini ) oldu.
- " iyiyim bi şeyim yok, omzumu deldi şe refsizler "...
- " Geriz zekalı yakışıklı, ben sana ayakta durmayacaksın demedim mi, heriflerin keskin nişancılarını göremiyoruz "
- " Ama komutanım, ben yaralıyım, bana bağırma "
dedi sırıtarak, gülüştük mermi sesleri arasında. Yakışıklı hareket edemediği için Mg-3'ün başına geçti ve kaşla göz arasında 3 ncü mayon takımını ( mermilerin birbirine bağlandığı şerit ) da namluya sürmüştü. Havanlar da durmuyordu, Kubilay ise uçaksavarlara harika hedef vermişti, adamlar (!) başını kaldıramıyordu.
- " Teslim olmak için ayağa kalkanı da vurun, şehit Jandarmaların intikamı alınacak "
diye bağırdım.
Çatışma 3 saat kadar sürdü. 7 yaralımız vardı sadece , içlerinde durumu ağır olan yoktu şükürler olsun. Bir çatışmadan daha şehit vermeden sıyrılmıştık. 28 leş saydık gidince, sanırım diğerleri arkadan yavaşça kaçmışlardı, önlerini kesme gibi bir lüksümüz yoktu o an için, bunu başaramamıştık.
Bir saat kadar sonra Kubilaylar da geldi.
- " Hocam ; rütbelerin " ...
Yıldızları elime aldım, canları cehenneme diyerek telsizi aldım ve Tugay'a durumu bildirdim. Karşımdaki Albay'dı ve halâ beni emre karşı gelmekle itham ediyordu ; haklıydı da üstelik ; benden kat be kat tecrübeliydi, ne zaman nelerin olabileceğini kestirebilirdi; ama ona da ağzıma geleni söyledim. Çevrim bitmişti. Yarım saat sonra GPS'e şifreli bir mesaj geldi, gönderen kodu Tugay Komutanı'na aitti ; hah dedim , Murat kendin kaşındın, şimdi çek cezasını. Mesaj şöyleydi ;
- " Göstermiş olduğunuz üstün başarıdan dolayı sizi ve kahraman evlatlarını tebrik eder alınlarınızdan öperim. Üstlerinize karşı gelmenizi ise bu kez görmezden geliyor ve tekrarında prosedürün aynen uygulanacağını bildiriyorum. ilgili mesaj yazılı olarak ulaştırılmıştır. Allah sizi korusun " ...
Utanmıştım kendimden, ancak mesajı askerlerime okuyunca, arada yine iddia sesleri geldi, gülüşmeler, iddialar ; çocuk bahçesi gibiydi.
Karakola ulaştığımızda askerlerimin karakolu canla başla nasıl savunduklarını gördüm; roket telleri işe yaramış aşırtmalar hariç direkt gelenlerin hepsini tutmuştu teller, her yer 60 lık hava deliği doluydu, harikasınız aslanlarım dedim bağırarak.
Tam o esnada telsizcim geldi ve Tugayın yazılı mesajını getirdi ;
- " Gerek yok, haberim avr, haberleştik zaten " dedim gülerek.
- " Özel Harekât teklifini kabul edecek misiniz komutanım ? "
dediğinde ise hem gururlandım hem de aklımdan bir sürü düşünce geçmeye başladı .
Herkes susmuştu ; ayrılık zamanı geliyordu... -
52.
-1askelik bile yapmamıştır lan bu züt
-
-
1.
0la yapan birinin yazdığı zaten sakin ol
-
1.
-
53.
+2Özel harekatta geçen 1,5 ayı atlayarak devam ediyorum. Gurur dolu geçen bu süreyi anlatmak istemeyişimi anlayışla karşılayacağınızı umuyorum.Tümünü Göster
---
Sıcakların baş göstermesiyle birlikte kimi hastalıklarla birlikte su sıkıntımız da baş göstermişti. Zaten meşakkatli bir tepeden güç bela su getirdiğimiz kaynak neredeyse kurumak üzereydi. Bölgedeki en büyük özlemin gün gelip su olacağı aklımıun ucundan geçmezdi...
Ufak tefek operasyonlar yine büyük bir operasyonun habercisiydi. Başlarda bu şekilde yapıp hem kendimize güven sağlamamızı başarıyorlar, hem de bu süre içerisinde paslanmamızı önlüyorlardı ; her geçen gün askeri düşünce sistemine hayranlığım giderek artıyordu.
Bir gece mevzide yine Kubi ile oturmuş, askerden sonra neler yapabileceğimizi konuşuyorduk. Kubi ile birlikte bir şeyler yapmaya karar verdik ; internat cafe açacaktık ileride ; önce bilgisayar teknik servisi ile başlayacak daha sonra işi genişletecektik , hani biraz daha konuşsak neredeyse dünyanın en büyük şirketlerinden biri olmak üzereydik Seviyordum bu ***...
Telsizden gelen mandallama ile konuşmamıza ara vermek zorunda kaldık, daha doğrusu hayallerimize. Üşengeç telsizcimiz konuşmak yerine yine mors alfabesi ile göndermişti mesajını . ( Telsizcimiz ileride büyük şirketlerden birinde Genel Müdür olacaktı ) .
Tam dört günümüz vardı operasyon için. Operasyon bölgesinin çok yakın, ama ihtiyati tedbirlerin yüksek oluşu ise kafalarımızı bulandırmaya yetmişti. Topu topu 60 km gidecektik, neydi ki bu? Yine de aynı gün sabaha karşı tüm hazırlıklarımzı bitmişti.
Bizden yaklaşık 50 km ileride gerçekleştirilecek operasyon için tıkama görevini yapacaktık, yani geriye kaçan olursa bizim tarafımızdan ağırlanacaktı güzel bir şekilde (!). Nasıl olsa her operasyonda birileri o ya da bu şekilde operasyon bölgesinden kurtulmayı başarıp kaçıyordu, yine üzerimize düşeceklerdi, bu bizi keyiflendirmişti.
Komando Tugayı'ndan zırhlı araçlar geldi sevkiyat için. Hiç değilse yürüyerek yorulmaktan kurtulacaktık bu sefer, görev bölgesinde ne kadar kalacağımız belli değildi çünkü.
Zırhlı araçlar görev bölgemize 15 km kala bizi bıraktı , yolun kalan kısmını yürümemiz gerekiyordu. Görev bölgemize 5 km kadar kalmıştı ki havadaki ıslık sesi ile irkildik , artık refleks olmuştu, sesleri tanıyorduk ; orta mesafeden atılan bir roketti bu ; başımızın üzerinden geçerek kayalıklarda büyük bir gürültü ile patladı ; kafamıza küçük kaya parçaları yağıyordu yağmur gibi. Başımı kaldırıp etrafa göz atmak istemiştim ki, 3 roket çok yakınımızda patladı, sesler kesilmişti, ama görebiliyordum, ne olmuştu birden böyle ; duyamıyordum ki... O an boynuma akan sıvının sıcaklığını hissetmiştim, yine mi vurdular diye düşünürken her iki kulağımdan da gelen sıvıyı farkettim, sanırım orta kulaklarımın ikisi de patlamıştı ; duymuyordum hiç.
El kol hareketleri ile anlatmaya çalışıyordum, Kubi'de bir şeyler söylüyordu, ama sadece ağız hareketlerini okumaya çalışıyor, ama anlayamıyordum.
Çevre güvenliği alınmıştı neredeyse, ama ağır ateş altındaydık, 2 keskin nişancıları vardı sanırım, mermiler hep yakınımıza düşüyordu; görerek atış yapıyordu.
Kayalıkların alt kısmındaki mağara girişine makinelilerimiz hemen mevzilendi, baktım uçaksavarcılar da aynı yerdeydi, hemen 30 derece kadar Batı'ya kaymalarını işaret ettim.
Atışımızın başlamasının ardından karşı ateş zayıflamış, ama daha hedefkar olmaya başlamıştı, 3 yaralımız avrdı ve hepsi de keskin nişancılarındandı. Bulmamız lazımdı bunları, ama göremiyordukki herifleri, çok iyi kamufle olmuşlardı.
Kubi'ye Kanası getirmesini söyledim, ama gelen cevapları duymuyordum tabii, insanın doğası gereği duyamadığımdan konuşamaz olduğumu yaklaşık 1 saat sonra farkettim, sesim de çıkmıyordu ; artık işaretleşiyorduk.
Aradan geçen 3 saat boyunca pek bir şey değişmemişti, ne biz, ne de onlar ilerleyebiliyordu , arada karşılıklı atışlar yapılıyordu o kadar. Ancak duyamamak iyice sinirlerimi bozmuştu, duymadan nasıl yer tespiti yapacaktım ki...
Üstteki kayalığa doğru arkadan çıktım, Kubi'de peşimden, hiç değilse buradan daha net görüş açısı sağlayabilirdim.
Cephaneleri bittiğinde geri çekilecekleri belliydi, sanırım hazırlıksız gelmişlerdi, pusu kurmamışlar, bizi gördüklerinden cani yönlerini yine ortaya çıkararak saldırıya geçmişlerdi...
Zor da olsa keskin nişancılarından birini vurmayı başardım, ama o kadar. Bizde de can kaybı yoktu, belli ki onlarda da.
Birden Kubilayın el kol hareketleri yaparak üzerime koştuğunu gördüm, ne yapıyordu bu çocuk diye düşünürken bana öyle bir omuz darbesi vurdu ki kayalıklardan aşağı yuvarlandım, köprücük kemiğim sızlıyordu, gözlerim bir an kapandı. Kendime geldiğimde köprücük kemiğimin çıktığını farkettim düştüğüm sırada. Yukarıya baktım , Kubi'nin sadece kayadan sarkan kan içinde kalmış kolunu görebildim, atış da devam ediyordu bu arad üzerimize ; görmeden atış yaptıkları belliydi artık. Acıyı falan unutmuştum ; yine koşarak Kubi'nin yanına gittim ; gördüklerim karşısında göz yaşlarımı tutamamıştım yine, rpg-7 atılmıştı, ıslığını duymadığımdan Kubilay beni kurtarmak uğruna feda etmişti kendini. Silahımı bıraktım; Kubilaydan geriye kalanları topluyordum...
Mandalla telsizciye hemen Tugay ile irtibata geçmesini söyledim, tam koordinat vermesini söyledim, hata bizim sonumuz olurdu. Obüs atışları istedim hedefe. Yaklaşık 10 dk sonra öbüsler bize ateş gelen bölgeyi toz duman etmişti, gitmedik bile bakmak için; sonları belliydi. Yarım saat sürdü obüs atışı.
Herkes kalktı yavaşça, bir ben kalkamıyordum, yine yapışmıştım olduğum yere. Bu çocuklar neden şehit oluyordu sürekli, neden kayp veriyordum, ailelerine, sevdiklerine ne cevap verecektim , başaramadım, çocuklarınızı koruyamadım mı diyecektim. Bir an elim tabancama gitti , tam kaldırıyordum ki arkamdan biri atladı üzerime ; ağlayarak elimden tabancamı aldı.
insanın bu tür zayıflık halleri çok olurdu orada, çok gördüm, çok engel oldum, ama ilk kez biri bana engel oluyordu...
Kubilay'ın cenazesini memleketine gönderdik, ailesi ile irtibat kuramadım, yapamadım.
Bu olaydan sonra hiçbir askerime olan sevgimi kimseye belli etmedim, edemezdim. Birine bir şey olduğunda bir kez daha aynı duruma düşmek istemiyordum.
Kubilay bizim son şehidimiz oldu, askerliğimin bitimine yakın karakolumuz resmi kayıtlarda yer almasa bile telsiz çevrimlerinde, konuşmalarda, anılarda, gönüllerde, bölgedeki tüm askerler arasında Kubilay Karakolu olarak anılır oldu. Şimdi nasıldır bilmem, umarım ismi değişmemiştir.
Askerden sonra Kubilayın kabrine gittim, uzun uzun konuştum, askerlerin toplayıp bana verdiği para ile güzel bir mezar yaptırdım ona. Bir süre düzenli olarak gittim ziyaretine, ama sonraları gitmez oldum , gidemez olmuştum.
Kulaklarım mı ; 4 gün hiç bir şey duyamadım, sonra biraz düzeldi. Şu an halâ % 30 işitme kaybı var.
Keşke hiç duyamasaydım da, Kubilay hayatta olsaydı... -
54.
0Anlat reis
-
55.
+3Yaz aylarının verdiği rahatlıktan (!) faydalanan soysuz takımı karakol saldırılarına başlamıştı artık. Her gün çeşitli karakolların basıldığına dair bilgiler geliyor, kimi zaman da basılan karakolalrdaki çatışmalara telsiz çevrimlerinden şahit oluyorduk içimiz acıyarak , yüreklerimiz dağlanıyor ; çoğu zaman da yardım isteyen feryatlar nedeni ile kapatıyorduk tüm telsizleri ; dayanması çok zordu...Tümünü Göster
irili ufaklı operasyonlara hız kesmeden katılmaya devam ediyorduk. By operasyonlar sırasında dikaktimi çeken bir şey oldu. Tek teknolojimiz gece görüş ve termallerlerimizdi. Bize farklı şeyler gerekiyordu, ama ne ?
Özel Harekattaki komutanlarımdan biri ile irtibata geçip durumu anlattım. Önce geçiştirdi, ancak her fırsatta çevrimlerine girip aynı şeyleri anlatınca 2 gün sonra söylediği gün ve saatte helikopter karakola geleceğini söyledi.
iki gün bitmek bilmedi benim için. Çünkü gelecek olan Binbaşım özel harekatta oldukça tecrübeli bir subaydı ve onun engin bilgi ve tecrübelerine ihtiyacım vardı.
Helikopterden inişini ve yürüyüşünü imrenerek izliyorduk, üzerinde neredeyse 3 askerlik silah ve cephane vardı ve biz operasyonlarda taşıdığımız 30-40 kiloluk sırt çantalarından bile hayıflanırdık çoğu zaman.
En çok üzerinde durduğumuz nokta, keskin nişancılarımızın dürbüğnleri ve telsizler olmuştu. Telsizlerimiz tam anlamı ile bir felaketti, çoğu zaman operasyonlarda çıkardıkları cazırtılar yüzünden kapatmak zorunda kalıyorduk ve ateş ortasında bizi çok zor duruma sokuyordu bu durum.
Dijital mesafe göstergeli kenskin nişancı dürbünlerinden 2 adet temin edeceğini söyledi. O halde 14 tane daha keskin nişancı silahı gerektiğini söylediğimde bana öyle bir bakışı vardı ki yerin dibine girip çıktım ve askerlerimin önünde dayak yiyeceğimi düşündüm birden. O kadar keskinnişancı silahını ne yapacağımı sordu. Ben de amacımın uzak mesafeden küçük grupları tek seferde etkisiz hale getirecek bir tim kuracağımı ve artık şehit vermek istemediğimizi söyledim. Bir kez daha baktı yüzüme ve ;
- " Giderek tecrübe kazandığını biliyorum ve seni özel harekata isteyenlerden biri de benim üstelik, ama kalem tutmaya benzemez bu iş, bu kadar kısa sürede ve bu şartlarda o timi hazırlaman imkansız "
dedi.
Tam konuşma bitiyor demiştim ki ; minik kulaklıkları olan yeni nesil telsizlerden gerektiği kadar sağlayacağını söyledi. Bir taraftan sevinmiştim, ama diğer yandan da yeni nesil telsizleri düşünüyordum, ne demekti ki bu ? Biz askerdeyken dünya bu kadar mı değişmişti... ? Neyse, ben telsizlerimi alayım da , isterse uzaylılar getirsin, umurumda değildi.
Tam 3 gün sonra bir şifreli mesaj geldi. Mesajı okumak 1 saatimi aldı ve gözlerime inanamadım birriğinde. O gece bir helikopterin istemiş olduğum tüm malzemeleri getireceği ve bunun değerini bilmem gerektiği yazıyordu. Sonundaki noru ise çözemedim ; helikopter pilotu tarafından sözlü olarak iletilecekyi mesaj o gece ;
- " Askerliğin bitiminde özel harekata bekliyoruz , itiraz istemiyorum " ...
Kaybedecek neyim vardı ki, zaten bu dağlarda işim bitmemişti, bitmezdi de. Sözlü olarak bu teklifi kabul ettiğimi söyledim pilota.
Gelen sandıkları özenle yerleştirdi herkes, sıra açılmalarına gelmişti.
Aman Allahım ; istemiş olduğum dijital mesafe göstergeli keskin nişansı silahları ; gıcır gıcır , tam 14 adet . Herkes sevgilisine sarılıyordu sanki, özenle, incitmeden , konuşanlar bile vardı aralarında ;
- Kuzum benimmmm,
- Ceylan gibi mübarek,
- Lan bunun yağları bile üzerinde, çalıntı mı lan bunlar ( gülüşmeler... )
- Aha, dürbüne bak, kaçıl lan önümden koca kafalı (gülüşmeler kesilmiyor... )
- Bunu alanın kafasını kırarım, ilkokul numaram seri numarası...
- Hadi ordan, senin okuman yazman yok ki lan ( KAhkahalar vardı artık... )
- Isırmasana lan telsizin kulaklığını, töbe töbe... -
56.
+2Oturmuş onları izliyordum gülümseyerek, bu şamata ister inanın ister inanmayın tam 3 saat sürdü, uzun zamandan beri bu kadar eğlenmemiştik, gözümüzden yaş gelmişti artık. Yavaşça kalktım, herkes susmuştu, bu kadar yeter dememe gerek bile yoktu onlara ; aslanlarım benim...Tümünü Göster
Bir hafta içerisinde yeni dürbünler ile nokta atışı yapmasını öğrenmişti herkes, ama özellikle seçtiğim 14 kişi üzerinde durmuştum ; onlar bir harikaydı.
Ertesi gün yaklaşık 20 kişilik terörist bir grubun geçeceği güzergah züerinde pusu atmamızı emreden bir mesaj gelmişti. işte beklediğimiz görev ; silah ve dürbünleri deneme fırsatımız olacaktı , telsizleri de merak ediyordum doğrusu, poşetlerini bile çıkarmamıştık çizilmesinler diye.
Pusuyu atacağımız yer kayalık ve korunaklıydı, ancak dağılmamız gerekiyordu ; daha ne isterdik ki ; yeni teçhizatlarımızın hepsini test etme şansımız vardı.
Aradan 6 saat geçmişti ki uzak gözetlemede bulunan nikoncudan kulaklarımı tırmalayan haber geldi telsizden , bunların ses ayarı da varmıi diye güldüm kıs kıs...
12 kişilik bir grup yaklaşık 4 km mesafede ve bize doğru geliyorlardı, daha doğrusu altımızdaki vadiden geçeceklerdi, tek geçiş yolu orasıydı, bulunduğumuz yere çıkmaları imkânsızdı.
Zaman geçmek bilmiyordu, herkes birbirine bir şeyler söylüyordu , kulaklık-mikrofonlu telsizler muhteşemdi, dışa ses yok denecek kadar az sızıyordu.
Nikoncu grubun 2000 metrede olduğunu söylediğimde seçtiğim 12 kişiye herkesin kendi belirlediği hedefi silahlarının dürbünlerinden takip etmesini söyledim. Grup 4000 metrede gözüktüğünde herkes görüş açısına göre hedefini seçmiş ve kulaklıklar sayesinde neredeyse konferans görüşme yapılmıştı. Hedefler 1530 metreye geldiklerinde atış pozisyonları alınacak ve aynı anda 1510 metrede atış yapılacaktı aynı anda.
Nefesler tutulmuştu, giderek yaklaşıyorlardı ; hazırdık.
1560
1550
1540
1530
1515
Hazırrrr ;
1510 ; Ateş
Çabucak diğer hedefleri kontrol ettim ayakta 2 kişi vardı, ikinci atışlarda onlarda yerdeydi, yatmaya fırsat bile bulamamışlardı.
Henüz kalkmıştım ki zafer naraları minik vadide yankılanmaya başlamıştı bile çoktan ; silahlar ve dürbünler mükemmeldi. Ama daha da mükemmel olan silahları kullananlardı.
Karakola döndük, raporumu ilettim hemen merkeze. Yerime oturmaya fırsat bile bulmadan Tugay Komutanı imzalı tebrik mesajı geldi, civar karakollardan da tebrik mesajları yağıyordu; değil bu kadarını 1 tebrik bile beklemiyordum. Ancak aynı anda 10 tek atış ile hedeflerin imha edildiği bir operasyon daha önce hiç duyulmamıştı.
O günden sonra telsiz çevrimlerinde Kartallar olarak anılır olduk .
O atışları yapan askerlerin tamamı uzman çavuş olarak askerde kaldı, bunlardan 2 tanesi astsubaylık sınavalrını kazandı, astsubay olanlardan biri ise göstermiş olduğu üstün başarılardan dolayı bir çok tavsiye ile girdiği subaylık imtihanını kazanarak Teğmen rütbesi ile göreve başladı. Son haber aldığımda Yüzbaşı olmuştu... -
57.
0insan okicak bunu
-
-
1.
0okusun işte
-
1.
-
58.
+3Neredeyse gece yarısı teslim olmuştuk 3 arkadaş, yoğun kar yağışı yüzünden mi, yoksa sudan çıkmış balığa döndüğümüzden mi bilmiyorum halimize acımış olsalar gerek bizi aldılar içeri. Oysa gece yarısı kabul etmezler diye bilerek o saatte gitmiştik ; yatacak yer bulamayacağımız ihtimaline mi hayıflanalım yoksa lokantada bıraktığımız diğer arkadaşlarımızın masasında kalan o yiyeceklerin hayali mi kuralım, bilemedik...Tümünü Göster
- Aslanım, sen bakayım şöyle... !
- Hocam, ne diyor bu herif ya, o er, biz asteğmeniz, gösteririm ben şimdi ona.
Kolundan zor tutmuştum arkadaşı, Fizik Mühendisiydi, bütün gece yemek boyunca atomun nasıl parçalandığını anlatmıştı; kar taneleri atom parçacığı gibi geliyordu artık bize. Kolumdan sıyrıldı ve askerin üzerine atladı, karışmıştı işte ortalık, vukuat ilk günümüzde başlamıştı. Eeeee, asker arkadaşımızdı ya, 3 kişi biz, 4 nöbetçi onlar, nizamiyede kavga ediyorduk karlar içerisinde. 10 dk içinde bir baktık ki 7 kişi kar topu oynuyor. Karalr içinde gülmeye başlamıştık ki o tok sesle irkildik, ilahi bir kuvvet bizi esas duruşa sokmuştu ;
- Dikkayttttt, sas duruş... !
- Sas duruş ne lan, esas duruş değil miydi o Murat... ?
Basmıştık yine kahkahayı. Binbaşı yanımıza yaklaştı yavaşça, mesleklerimizi sordu, o kadar sakindiki Binbaşı, her an patlayacak diye biraz geri duruyorduk açıkçası. Üçüncü arkadaşımız Doktordu, en kolay o yırttı, hem de anında. Ayak üstü orada kalacağını söyledi Binbaşı, bize gelince sivildeki paraşüt brövelerimizden ve mesleğimiz orada bir işe yaramayacağından dolayı adresimiz belliydi ; Güneydoğu...
Selim ile birbirimzie bakakaldık, daha içeri giremden gideceğimiz yeri söylemişti Binbaşı; ileride öğrenecektik bu babacan adamın tam bir asker olduğunu...
Bizi içeri aldılar, kayıtlarımız yapıldı, sıra kıyafetlere geldi, yok işte ; 45 numara bot nasıl olmaz yahu koca Tugayda. Güç bela ertesi gün birer çift buldular da soğukta donmaktan kurtulduk.
- Gençler, hiç gece atalyışı yaptınız mı sivilde?
Ne atlayışı, gece mi, bu kar yağışında mı? YAndık dedim içimden, Selim ile asıl şimdi korkmuştuk. Gece atlayışı nasıl yapacaktık ki, bu konuda deneyimimiz yoktu.
- Gidin bir şeyler yiyin, tam 1 saat sonra burada olacaksınız.
Paraşütlerimizi kuşanıyorduk yavaşça, ellerimiz donacaktı neredeyse,
- Hoca, ben dedim sana bunlar bizi bırakmaz diye, dinlemedin ki beni, sayende adamlar gece atacakalr bizi uçaktan...
- Havadaki atomları say Selim...
Kahkahalarla kuşandık paraşütleri. Bizden başka 10 kişi daha vardı, ancak bunların kıdemli askerler oldukları belliydi, hareketleri set ve ağırdı.
Uçağa bindik, başka çaremiz yoktu ki... iki tur attı uçak havada.
- Rüzgar 17 nat, atlayış için son tur.
Şaka yapıyor olmalıydı, bu havada atlayış yaparsak kim bilir nereye düşerdik bu kontrolsüz paraşütlerle.
Birden pilotların olduğu bölümden dumanlar yükselmeye başladı. Artık o an gelişen olaylara uyum sağladığımızdan mı yoksa paraşüt tecrübemizden mi bilmiyorum hemen ayağa kalktık Selim ile, ama Selim kulağıma eğilerek bunun kablo ya da yakıt kokusu olmadığını , boya koktuğunu söyledi, bunun içinde var bir şey dedi, sakin ol.
Ollllldu, nasıl sakin olayım be, uçak düşecek, atlayacaktım ben, kararımı verdim. Elimde tuttuğum kancayı hemen çelik halata geçirerek ardımdan seslenenlerin bağrışlarına aldırmadan atladım uçaktan.
Paraşüt açıldığında uçağı aradı gözlerim, ne duman kalmıştı ne bir şey, gayet güzel uçuyordu işte. Yere çok sert indim, kask forlamıştı başımdan, demir kuşamlar çarpmıştı paraşütün açılması esnasında, alnıma giren taşı çıakrmaya çalışıyor bir taraftan da aklıma gelene basıyordum küfürü.
Askerler başıma toplandı hemen, sıhhiye eri oracıkta kaşıma ayak üstü 3 dikiş attı.
- Hadi Hocam iyisin, ilk günden gazi oldun.
Yuh dedim içimden bu nereden tanıyordu beni, öğretmen olduğumu nereden biliyordu bu asker.
Yaklaşık 15 dk sonra Binbaşı ve Selim geldi, Selim öyle bir gülüyordu ki, gözünden akan yaşlar donuyordu soğuktan, ısı - 17 dereceydi o gece.
gazinoya aldı bizi Binbaşı, sıcak çaylarımız geldi.
- Çocuklar kusura bakmayın, kırk yılda bir yaparız bu şakayı gelenlere, ama yılalrdır uçaktan atlayan olmamıştı korkudan.
Tüylerim diken diken oldu, Binbaşıyı yumruklamak istedim o an, damarlarım çıkmıştı sinirden, haytımda ilk kez gece atlayışı yapmıştım yahu, ne kusura bakması...
Gelen yemekle birlikte ben yumuşadım,
- Komutanım, Muratın en zayıf noktası bu, yemeğini verin her gece 10 atlayış yapar bu...
Eh, rezil de olmuştum ilk günden.
Ertesi gün gün ışımadan kalkmıştık. Ben hayatımda hiç 8 km koşmamıştım, ama o ilk koşuyu neredeyse ön sıralarda bitirdim, o an anladım insana yüce Allah'ın askerde insan üstü bir güç verdiğini.
Beni Güneydoğu'ya gideceklere verdiler, Selim ise orada kalıyordu, Bilgisayar Öğretmeni olduğunu da söylemiş hınzır, bilgi işlemde kalacaktı.
Kayseriden dağıtımlarımız olduktan sonra Selim ile hiç kopmadık, sürekli haberleştik, Tuncrli'de bir dağ karakoluna gönderildi Selim, askerliği boyunca bırakın bilgisayarı hesap makinesi bile görmemişti. Salimen o da bitirdi askerliğini. eşi doğum yapıp izin alamadığı gün firar etti, ancak askeri mahkeme hapis cezası yerine askerliğini 3 ay uzattı.
Aradan yılalr geçti, neredeyse 20 yıl, ancak o gece uçaktan atlayışımı ve arkamdan bağıran Yüzbaşının sesini asla unutamıyorum ;
- Atlama lan, ŞAKAYDI... -
59.
0vays hocam
-
60.
+3Selim ile sivilden de paraşütçü olduğumuz için eğitimlere çok fazla katılmayacağımızı sanıyorduk, ancak yanıldığımızı her geçen gün daha da iyi anlıyorduk.Tümünü Göster
Paraşüt tecrübebizden dolayı bir çok acemi askeri ( içlerinde subay ve astsubaylar da vardı ) paraşüt eğitimleri için bize verdiler. Adamlara gak guk denmiyordu ki. Birincisi biz acemiydik daha, arkamızdan konuşulanlar geliyordu kulaklarımıza.
- " Şu hoca var ya, paraşüt şakasını ona da yapmışlar, herif gık demeden söve söve atlamış uçaktan " ...
Ve daha bir sürü şey...
ikincisi ise bizden rütbelilere nasıl söz geçireceğimizi bilemiyorduk henüz. Bir keresinde Selim öyle bir pot kırmıştı ki, içimden eyvah dedim bu askerlik bitmez...
Eğitimlerden birinde paraşütün katlanması esnasında can ipi adı verilen ve paraşütte iki adet bulunan ipi katlayamadığı için Bçvş.'a öyle bir bağırmıştı ki, sesinin yankılanmasına az kalmıştı neredeyse.
- " Lan ben size kaç kere anlatacam, can ipi bu ayakkabı bağı değil, bot bağlar gibi bağlamaycaksınız, nasıl kopup açılacak lan bu paraşüt... "
Selimin bağrışlarına bölük komutanımız geldi. Selimi öyle bir fırçaladı ki, gözlerimi kapadım olacakları görmemek için. Ama yanından geçerken kulağına fısıldadıkları da bir o kadar şaşırttı beni...
- " Afferim aslanım, iyi öğreticisin. Ama senden rüğtbeli birine bir daha bu şekilde davranırsan kendini çokkk uzaklarda bulursun ... "
Selim ana paraşütlerin katlanılmasını, ben de yedek paraşütlerin katlanılmasını öğretiyordum. işimin Selim'e göre kolay olacağını sanıyordum, ama nerdeeeeeeeeeeeee...
Yedek paraşüt göbek hizasındadır askeri paraşütlerde ve sağ tarafında paraşütü açmaya yarayan demir D haklası tabir edilen bir aparat vardır. Bunun çekimesi ile paraşüt açılır. Ancak göbek hizasında olduğu için halkayı çektikten sonra aniden başı geriye atmak gerekir açılana kadar, aksi taktirde paraşütün demir kuşamlar çeneyi parçalar.
Basit değil mi... ?
Ama yok, bir türlü anlatamadım bunu işte. Platformlardan yaptırdığım atlayış çalışmalarında bir Allahın kulu da elleri yedek paraşüt üzerine atlasın, ama yok, hepsi anlaşmış sanki. Eller zeybek oynar gibi havada. Eller paraşütte atlanmazsa eğer, gerekli görüldüğü taktirde yedek paraşütü aömak için zaman kalmıyor. Normal atlayış mesafesi 650 metre, ancak muharebe atlayışları uçaktan 450, helikopterden ise 150 metreden yapılıyor. Bu yüzden yedek paraşüt açma esnasında zamanlama hayati önem taşıyor.
Atlayışlara gelmişti sıra, herkeste bir kargaşa,
- Kuşamları bağlayamadım...
- Lan can ipini kaybettim, botun ipini bağlayacam ben ( işte size bir şehit adayı, ama son anda yetiştik )
- Bu demir kuşamları nereye bağlıyorduk be, yeri yok bende bunların...
- Atlayıştan sonra hatırlat gösterecem ben sana nereye bağlayacağını, töbe töbe...
- Bu ip fazla be, bağlayacak yer yok...
Daha o kadar çok konuşma vardı ki, hepsi bel altı, yazmak mümkünd değil...
Atlayışa az kalmıştı, herkesin yedek paraşütünü kontrol ettim teker teker, kuşamlarına baktım, bazılarının paraşütlerini yeniden katladık ve özellikle tek tek uyardım hepsini yedek paraşüt konusunda.
Başta biraz heyecan olsa da henüz uçakta öğrendiğim marşları bağıra bağıra söyletmekten gaza geldi herkes, hazırlardı. Uçak son turunu da attıktan sonra, atlayış aşanına girdiğimizi bildiren yeşil ışık yandı. En son ben atlayacaktım.
Görebildiğim kadar herkesin ana paraşütü sorunsuz açılıyordu. Kancamı kontrol ederek kendimi boşluğa bırakırken, Yüzbaşımın elinde tuttuğu yedek paraşüte baktım, bir de benimkine; yoktu...
Yere indiğimizde herkes toplandı başıma, uçaktan inen Yüzbaşım yanıma geldi ve ;
- " Afferim aslanım, büyük cesaret gösretip ana paraşütü denemek için yedek olmadan atlayış yaptın tebrik ederim " ...
Şaşkınlığım geçmemişti ki yanımdan geçerekn kulağıma eğilerek ;
- " 10 dakika içinde odamda olacaksın "
dedi.
Gerisini siz tahmin edin, bi sopa yemediğim kaldı o odada. Yine de beni almadı eğitmenlikten. O hatayı nasıl yaptım hala aklım ermiyor. Heyecan desem yok, çünkü sivilden de paraşütçüydüm ve paraşüt atlayışları en iyi bildiğim ve en çok zevk aldığım şeylerden biriydi hayatta.
Hani derler ya basireti bağlanırmış insanın bazen, belki de öyle oldu. -
61.
+2Uzun süredir karakola yapılacak baskın istihbaratları geliyordu, tedirgindik. Ne gecemiz, ne de gündüzümüz kalmıştı. Askerlerin bazıları teskere alacaktı ve ara boşuğa düşecektik, yenilerinin gelmesi zaman alacağından çok tehlikeli bir döneme girmek üzereydik.Tümünü Göster
Karakola yaklaşık 20 km mesafedeki geçit bölgesindeki vadide pusu atmaya karar verdik. Ağırlıklı keskin nişancılardan oluşacaktı pusu timi, diğer ağır silahlar da sanki karakol boşmuş hissi vererek, karakolun uzağındaki tepelere konuşlanacaktı.
10 kişilik keskin nişancıları tespit ettik, 5 mg3'ün tamdıbını yanımıza aldık, 3 de 80'lik havan ; yeterdi...
Gece yarısı yola çıktık, görüntü vermemeye özen gösteriyorduk, ertesi gece yarsını kuytu bir yerde bekledikten sonra yine hava karardıktan sonra yola devam ederek pusu bölgesine ulaştık. Hemen Mg3'ler ve havacılar yerini aldı. Sıra keskin nişancıları yerleştirmeye gelmişti. Kör nokta bırakmayacak şekilde yerleştirdim keskin nişancıları, yarıısnda gece görüş olduğunda, birer atlayacak yerleşmişlerdi.
Beklemeye başladık...
Tüm telsiz irtibatını kestiğimizden sadece çevirmdekileri duyabiliyor, hiç bir çevrime yanıt vermiyorduk. 3 ncü günün sonunda kulaklaıklar artık yara yapmaya başlamıştı kulaklarımıza...
6 ncı günde ise her şey hareketlenir olmuştu gece. Tilki uykusundaydık hepimiz, rüzgar biraz sert esse hemen gözlerimizi açıyorduk, uyumak ölüm demekti. Gözümü açtığımda üaerime doğru koşan karaltıları gördüğümde son nefesimi aldığımı hissettim. Kendime gelmem uzun sürmedi, ve gülmemek için kolumu ısırmaya başladım, kanıyordu kolumç Halisünasyonlar başlamıştı artık, ağaçlar insan gibi üzerime koşarken ürkmüştüm ; ilk değildi bu...
9 ncu günde çok tiz sesler duymaya başlamıştık, sesin kalitesinden karakola yakın bir bölgeden geldiği belli oluyordu seslerin. Hemen karakolun alarma geçmesi için morf alfabesi ile işaret verdim ;
Karakola baskın yakındı...
Beş saat sonra yine aynı şekilde cevap gelmişti. Karakola yapılan baskın teşebbüsü mevzilerin yerini değiştirdiğimizden atlatılmış, karşı tarafa ağır kayıplar verdirilmişti, şehit yok, ancak yaralımız çoktu karakolda. Yerimizi belli etmemek için ses çıkaramadığımızdan öylece beklemek zorunda kalmıştık karakola yapılan baskını. En az aynı kuvvetteki grubun bize doğru geldiği artık aşikardı, nefes bile almaz olmuştuk neredeyse...
Hava kararmaya yakındı, 10 ncü gündeydik.. Nikoncu yaklaşık 4 km de 16 kişilik bir grubun bulunduğumuz istikamete doğru geldiğini söyledi. Her keskin nişancıya bir numara vermiştim ve karşı grubun dizilişine göre, herkes kendi numarasına ve aynı anda atış yapacaktı belirlenen zamanda.
Aradan 2 saate yakın bir zaman geçmişti ki aramızdaki mesafe 2 km' ye düştü. Hazır olmalarını söyledim, 20 dk içerisinde atış yapılacaktı. 2 nci atış yapılmadan, vurulamayan hedeflerin kaçmalarını önlemek için havancılar ve Mg3 lerde konumlarını almış, keskin nişancıların atışları ile birlikte ortalığı cehenneme çevirmeye hazırlardı.
Mesafe 1500 m ye kadar düşmüştü, bekliyorduk, bekleyecektik...
Mesafe 850 metre iken herkese nişan almalarını söyledim.
Şimdi...
10 keskin nişancı da aynı anda ateş ettiğinden, namlulardan çıkan sayıyı kestirmeleri imkansızdı, hoş ; buna zamanalrı da olmamıştı. Kanasımın dürbününden baktığımda 10 kişiyi yerde hareketsiz gördüm, 1 dk içinde hedefi havan ve Mg3 lerin atışından toz bulutu kaplamıştı, neye uğradıklarını şaşırmışlardı hainler. Tek karışılk bile gelmemişti. Çember şeklinde hedefe doğru ilerleyerek ulaştığımızda gördüğümüz manzara (!) karşısında gurur duydum askerlerimle ; 16 leş , yarısı parçalanmış...
Öylece bıraktık onları, gece soğuk ve aç vahşi hayvanlar gerisini hallederdi... -
62.
0Niye kolunda amerikan çavuş rütbesi var amk
-
-
1.
0temsili be panpa
-
1.
-
63.
0Yalanınızı seveyim bu adam askerliğini muğlada yapmıştır mq
-
-
1.
0eski zamanda tanıştığım birinin hayatı beni çok değiştirdi . yanlız muğla iyiymiş
-
1.
-
64.
+2Civar karakolların belası olmuştu bu herif uzun süredir. Ne zaman nerede olacağı belli olmuyordu , en kötü tarafı da sürekli yalnız hareket etmesiydi. Ne iz bırakıyordu ardında ne de başka bir şey. Bir gün A/T sırasında sadece şu notu bulmuştuk ;Tümünü Göster
- " Sobeeee... "
Dalga da geçiyordu alenen,ve bu artık kanımıza dokunmaya başlamıştı. Ancak sorumluluk bölgemizin dışında olduğundan şu ana kadar bu husustaki operasyonel isteklerimizin hiçbiri kabul edilmemişti; ta ki o ana kadar...
- " Komutanım komutanım, 10 dk içinde bir helikopter acil sizi almak üzere geliyormuş " ...
Daha önce operasyona dair hiç bir emare olmayışı düşündürmüştü beni, telsizle nedeninin sorup yanıt bekleyecek zamanım bile yoktu. Hemen bir ay önce gelen kademeci başçavuşun yanına gittim; muhteşem bir insandı, asla asker olmamalıydı diye içimden geçirmiştim ilk gördüğümde. Kibar, kültürlü, 2 dil biliyor, amatör ressam ve fotografçı... Daha neler neler...
Beni görünce hemen ayağa kalktı ;
- " Komutanım yine çayın kokusunu aldın herhalde, gel otur şuraya "
dedi gülerek...
- " Abi gözünü seveyim, hiç değilse yalnızken bu şekilde hitap etme bana , yalnızken komutan yok "...
Hemen yerinden kalktı ve sert bir sesle ;
- " O iki yıldızın değerinibil komutanım, çoğu kimseye aylar önce nasip olmaz "...
Tartışacak zamanım yoktu, hemen durumu anlattım, benden tecrübeli olduğunu söylemem gerek yok sanırım bu arada, alınacak tedbirleri, ıvırı zıvırı,her şeyi biliyordu...
Helikoptere bindiğimde kendimi Kızılay - Etimesgut minibüsünde hissettim, gözlerim karardı, öğürdüm, aklıma rahmetlieşim geldi, o minibüzlerde az mı vakit geçirmiştik.
Evimizile Kızılay arası minibüsile kalabalık trafikte en az 1,5 saat bir zaman alırdı ve gençliğimizde paramız olmadığında minibüse binerek gidip gelmek bizim için her zaman eğlenceli olmuştu...
- " Üsteğmenim kaldır ... çını da yanaş biraz, daha bisürü adam var binecek " ...
-" Hayırdır, teskere mi aldık ; ha ha ha " ...
Benden başka gülen yoktu, en gençleri bendim içlerinde , sanki kız istemeye gider gibiydi herkes, botlar boyanmış, deliği en az olan kamuflajlar çekilmiş, saçına jöle sürenler bile vardı, onu görünce gülmekten alamadım kendimi...
Komando Tugayı'nda toplantı odasına alındık. içeri girenin Tugay Komutanı olduğunu görünce hepimiz gözleri faltaşı gibi açılmıştı, alışıldık bir durum değildi bu.
Civar karakol komutanlarından oluşuyordu toplantıya katılanlar, en gençleri ve en rütbesizi bendim, zaten alışılmışın dışında verilen rütbemden dolayı tüm gözlerin bende olduğunu biliyordum uzun süredir, sevmezlerdi pek beni.
Tugay Komutanı'nın konuşması bittiğinde herkes birbirine bakıyordu, geri dönmeyecektik, hiç değilse bir süre için. Bir saat sonra uzun menzilli atışlar yapılacak, en iyi atışları yapan ise hayalete yapılacak tek kişilik operasyone gönderilecekti.
Atışlar kademeli olarak ; 750,1000,2500 ve 3000 metrelere yapılacaktı. Silahalrımızı getirmemiştik yanlarımızda, sadece tabancalarımız vardı...
Hava açık, görüş oldukça netti, 15 kişiydik, herkes belirlenen hedeflere aynı silah ile atış yapacaktı.
Ve silahı getirdiler...
Bu da neydi, daha önce hiç görmemiştim, A6 ( makinalı tüfek ) gibi ayakalrı vardı, çok hafifti, boş tetik düşürdüğümüzde yerinden milim oynamaması hevesimizi bir anda kabartmıştı. Herkes atış yapmak için can atıyordu artık, bir an için gönderileceğimiz görevi unutmuş, silaha odaklanmıştık.
Atış yapanları izlerken onlarla o kadar çok gurur duydum ki, anlatamam. Hepsi sanki asker olarak doğmuştu, yatışları, nefeslerini tutmaları, hedefe odaklanıp bismillah çekerek tetiğe dokunmaları...
ilk 8 kişi neredeyse % 100 başarı sağlamıştı atışlarda, tamam dedim kendi kendime, bunların arasından sıyrılıp göreve gönderilmen imkansız, hevesim kırılmıştı..
Ve sıra bana gelmişti... -
65.
+2Heyecandan mı, yoksa aklımdan geçen yüzlerce düşünceden mi olsa gerek bilmiyorum, 750 metreye yapmış olduum ilk atışta hedefi bulamamıştım; hemen gülüşmeler, yorumlar ard arda gelmeye başladı ;Tümünü Göster
- dedim ben size, daha genç bu çocuk, yapamaz
- daha ne kadar zamandır asker ki bu,
- silaha kadınmış gibi bakıyor, deli mi ne?
- yahu gözlüklü keskin nişancı mı olur, boşa geldi çocuk...
Ve bir cümle hepsini kestirip attı ;
- Daha bir senesi dolmadı, karakolunu bırakıp eşinin cenazesine gitmedi, uzun süredirşehitleri yok, halâ vücudunda 6 mermi yarası var, yeterli mi beyler ?
Tugay Komutanı idi bunu söyleyen, duygulandım, eşimn geldi gözümün önğne, yine öğürtülerim başladı, gözüm kararıyordu, ayağa kalktım ;
- Yapayacağımı söylemek istemiştim, oysa ağzımdan çıkan kelimeler ; vr mısınız iddiaya... oldu.
12 de 10 hedefi bulmuştum. Bir binbaşı vardı, 12 de 11 vurarak beni geçti ve göreve kendisi kabul edildi. Oysa ne kadar çok istemiştim o göreve gitmeyi.
Yemekhanede verilen muhteşem yekler geçmedi boğazımdan, hem görevi başaramamıştım, hem de askerlerim yine kapuska yerken karakolda ben onca yemeği mideme indiremezdim.
Görevi alan Binbaşı geldi yanıma, oturdu, bir süre sohbet ettik,
- " Bugün yat dünlen, yarın sabaha karşı görev bölgesine ***ürüleceksin helikopterle, istersen aileni ve karakolundaki askerlerini ara; bu görevde ya ölecek, ya da öldüreceksin... "
Genç olduğum için refleklerimin daha iyi durumda olduğunu ve benim gönderilmem gerektiği yönünde fikir bildirdiğini ve kabul gördüğünü söyledi. Oysa aylar sonra öğrenecektim ki, ailesini bir trafik kazasında yitirmiş, eşi ve 20 yaşındaki kızı hakkın rahmetine kavuşmuş, ne zaman aklıma gelse gözlerim dolar.
Sabah gün ağarmadan yola çıktık helikopter ile, güzergahı aşağı yukarı tahmin ediyordum, ancak geçen süre operasyon bölgesinin hayli uzakta olduğunu göstermiştik ; ve Cudi'ye indik...
Tüylerim diken diken olmuştu, helikopterden atılan kumanya çantalarını saklarken bir yandan da düşünüyordum. Ne işim vardı bu cehennemde, ne kadar süreceği belli değildi, üstelik her adımı birbirine benziyordu Cudi'nin, suyum biterse neler olacakları tahmin bile edemiyordum. Üstelik beni almak için helikopter geri dönmeyecek, görevi başarıyla tamamladığımda Silopi'ye yaya olarak intikal yapacaktım ve sadece bu günlerimi alırdı, telsizimi ise görevi tamamladığımda ve daha önce belirlenen koordinatlarda kullanacaktım, bu yolla da civardaki askeri birliklere haber verilecekti, dönüş yolunsa sadece gündüz hareket edeceğimden açık hedef haline gelecektim .
Üçgün geçmişti, çıt yoktu etrafta, ne bir görüntü, ne bir ses; hiç birşey ...
Minik bir radyom vardı rahmetli eşim almıştı. Öğretmenliğimizin ilk yıllarında parasızlıktan televizyon alamamıştık, hep bu radyoile geçmişti günlerimiz. Ya polis radyosunu dinlerdik, ya da Trt'nin gündüz ve gece kuşaklarındaki sanat müziği ziyafetiyle uyurduk. Ama burada çok kısa aralıklarla ve sadece gündüzleri dinliyordum radyomu.
Beşinci günün sonunda güç bela kamufle edebildiğim nikonum ile etrafı incelerken açık bir görüntü aldım, silahı omzunda, kıyafetlerinin yeni olduğu belliolan, ayağındaki mekap ayakkabıları ile fütursuzca önündeki taşlara vura vura ilerliyordu. Hemen etrafı inceledim, başkası yoktu; hayaletile tanışma zamanı yaklaşıyordu...
Mesafa 6000 metre civrında olmalıydı, nikonum 5000 metre mesafedeyi göstermeözelliğine sahipti. Arazi şartlarını, molalarını düşünerek ve içimden bana doğru gelmesi için dua ederek, geliş zamanını yaklaşık 1,5 gün olarak hesapladım, hemen uyumam lazımdı. Kendime öyle bir ziyafet çektim ki, en az 2 günlük erzağımı tüketmiştim bir günde, ve hemen uyudum, kulaklığımı taktım radyomu açtım, gözlerimi kapattım...
Polis radyosunun istiklal marşı ile uyandım, gün ağarmak üzereydi. Hemen nikonumun başına geçtim ve gözetlemeye başladım; yaklaşık 1 saat sonra yine görmüştüm onu. Kendinden emin bir şekilde oturmuş konservelerini yiyordu, yanındaki telsizin askeri telsiz olduğunu görünce hıncım iki kat daha arttı, kim bilir hangi şehidin üzerinden almıştı şerefsiz.
Aradan saatler geçti ve kaybettim onu, geçtiği minik vadilerde gözden kaybolmuş, hangi yöne gittiğini kestiremez olmuştum.
iki gündür üzerimdeki kayalıklarda bir şahin dönüp duruyordu, bir kaç kez sincapları nasıl avladığına şahit olmuştum. Bir taraftan şahini izliyor, bir taraftan da bakmadık yön bırakmamaya çalışıyordum ki, tam şahini izlerken ıslık sesiyle irkildim ve başımı ellerimin arasına aldım ; şahin yerde cansız yetıyordu. Herifçioğlu beni görmüştü, ve sırf dalga geçmek için şahini vurmuştu. Acilen yer değiştirmem gerekiyordu, bulunduğum yerden beni görmesiimkansızdı, yine de tedbirli olmam gerekiyordu, onu izşiyordum ve beni bir süre göremeyeceği bir noktaya geldiğinde fırlayarak yaklaşık 60 metre ilerideki kayalara gittim , hemen oradaymışım hissi vererek nikonumu kurdum, bazı erzakalrı görebilmesi için gelişigüzel bıraktım, ve hemen eski yerime dönerek daha
iyi bir şekilde kamufle oldum.
Madem oyun istiyordu, seve seve yapardım bunu...
Silahımın ayaklarını toprağa gömdüm, ayakların birleşim yerindeki döner mafsal neredeyse toprak hizasındaydı, zaten parlamaya karşı bir ***lden yapılmıştı ve üzerindeki boya da görülmesini neredeyse imkansız hale getiriyordu. Zeytin ezmelerinin yarısını yedim, yarısınıda yüzüme sürdüm, kamuflaj boyalarından daha kullanışlı gelmişti bana her zaman, hiç değilse berbat kokmuyorlardı.
Ve gördüm onu, namlumun ucundaydı. Hemen nişan aldım ve yanında duran askeri telsize atış yaptım, sıçradığını görmek beni fazlası ile mutlu etmişti; korktuğunun belirtisiydi bu;
oyun başlamıştı...
Kendini yuvarlayarak öylesine güzel mevzilendi ki, sadece silahının namlusunu görebiliyordum. Ancak atış yapmak için başını çıkartmak zorundaydı, avantahlı duruma geçmiştim, görebiliyordum ama görünmüyordum şu an...
Silahının namlusunu gözlerken ıslık sesinin ardından arkamdaki son su şişem de patladı, atlatmıştı beni, demek ki demonte olabilen bir silahı daha avrdı ve benim gördüğüm sadece bir tuzaktan ibaretti. Silahımın dürbünü ile etrafı izlerken devam eden ve bir anda biten ayak izlerinden nerede olduğunu kestirebildim, ancak bir ağacın dibinde bitiyordu izler. Şerefsiz herif ağaca çıkmıştı, ulan dedim içimden, sana eğitim verenin deeeeeee, eline o silahı verip karnına o ekmeği koyanın daaaaaaaaaaaaa...
Yeni gelen baharın coşturduğu doğanın nasibinden çıktığı ağaçta almıştı, gözükmüyordu. Ne bir hareket, ne de bir atış vardı, ikimiz de karşıdan gelecek atışı bekliyorduk görebilmek için. O anda açık kahverengi bir renk farkettim ; ağaç yemyeşildi, ancak o kahverengilikte neydi, öylesine güldüm ki, ses çıkarmamak için kolumu ısırmıştım.
Kahverengi renk, ayağındaki mesaplara aitti. Ağacın ve dalların pozisyonundan vücut pozisyonunu tahmin etmeye çalışıyordum. Nişan aldım te atışımı yaptım; hiç bir şey olmamıştı, ne bir kan, ne de bir kıpırdanma...
Yaklaşık yarım saat sonra kırmızı yaprağı gördüğümde hiç düşünmeden ve zaten atış pozisyonunda olduğumdan atışımı yaptım, kan fışkırıyordu. Hemen dizlerimin üzerine doğruldum, yaklaşık bir metre önüme düşen mermiye aldırmadan bir atış daha yaptım ; düşmüştü ağaçtan. Uzatmaya gerek yoktu, fazlası tehlikeli bir oyun olacaktı ;
Önce iki dizinden, sonra da ensesinden yediği mermilerle yığıldı yere, hareketsizdi artık.
Telsizimi açtım, görevin başarı ile sonuçlandığını bildirecek mesajı geçtim ;
" hayal etmek güzeldir " ... -
66.
0doğruysa zütümü gibsinler
-
-
1.
0ofisime bekliyorum panpa
-
1.
-
67.
0Yazz komutan yazz
-
-
1.
0bn değilim panpa tanıştığım bir insandır kendısı
-
2.
+1Eyw güzel yazıyon
-
3.
0Eyvallah güzel yazıyosun
diğerleri 1 -
1.
-
68.
+2Bir hafta önce katıldığımız ortak operasyonda kaybolan askerler moralimizi alt üst etmişti. Tüm aramalara rağmen izlerini bulamamışlardı. Gerçi bu iyiye işaretti ; yaşıyor olmasalardı muhakkak aksi bir işaret bulunurdu. Aramaların sonlandırıldığını duyduğumda dünyam başıma yıkıldı. Ancak yapılacak başka da bir şey yoktu. Tugay'dan defalarca arama faaliyeti başlatmak için izin istedim, ancak her seferinde olumsuz yanıt aldım. Onların bedenlerini cansız da olsa getirmeyi kafama koydum, plânlamaların hepsini yaptıktan sonra Tugaya bir haftalık bir A/T faaliyetine çıkacağımızı ve koordinatları bildirdikten sonra heyecanla beklemeye başladım. Gün batmadan olumlu cevap geldi; iş bize kalmıştı artık.Tümünü Göster
Askerlerin kaybolduğu bölgedeki 3 karakolda görev yapan 3 karakol komutanı arkadaşıma durumu bildirdim ... ;
Tugay'a bildirdiğim koordinatlara 10 askerimi ve 5 korucu gönderecektim, bir hafta dolaşıp duracaklardı o bölgede, tehlike olmadığı için içim rahat olacaktı. Ben de yanıma alacağım 4 kişi ile birlikte askerlerin kaybolduğu bölgeye gidecektim. Askerlerim ve 3 karakol komutanı arkadaşımdan başka kimse bilmeyecekti bölgede olduğumuzu.
Tugaya yalan söylemiştim, ama çaresizlik içindeki tek çaremdi bu...
O gece gün ışımadan iki ayrı grup, iki ayrı yola çıktık...
Çok hızlı yol alıyorduk, herhangi bir ihtiyaç için durmak yoktu asla...
Ne var ki 16 saat sonra gücümüz tükendi artık, dinlenmeliydik ; 1 saat mola vermek üzere durduk...
Uzandım...
Bir yandan kaybolan çocukları düşünüyordum, diğer yandan da eşim geliyordu gözlerimin önüne berrak gökyüzü altında. Hadi diyordu, hadi geç kaldın, sen beni bu kadar yalnız bırakmazdın...
Tabancamı aldım elime, emniyetini açtım, tam kaldırıyordum ki Kubilayın devre arkadaşı tuttu tabancamı ;
- " Hocam, yenge cennette, onun yanına gitmek istiyorsan vaz geç bundan " ...
Kubilaydan sonra bana " hocam " olarak hitap eden bu çocuk tam bir askerdi, teskere bırakarak uzman erbaş oldu daha sonra. En son haber aldığımda Astsubaylık sınavlarına girecekti...
Düşüncelerimden sıyrıldım, haydi dedim, yeter bu kadar, daha çok yolumuz var...
Hiç bir engelle karşılaşmadan kayıp bölgesine yaklaşmıştık 4 ncü günün sonunda nihayet.
Topu topu 5 kişiydik, hızlı ilerlemek için ağır silahlarımızı da almamıştık, en ufak bir hata hepimizin sonu olurdu.
Kayalık bir bölgede gizlenerek gece ilerlemeye karar verdim, gündüz görüntü verebilirdik...
Uyuyamadım, beni yalnız bırakmayan anılarımı yaşamak istemedim rüyalarımda...
Gün batmaya yakın hazırlandık ve yola çıktık...
Bulduğumuz boş kovanlardan yakın zamanda burada şiddetli bir çatışma yaşandığı belli oluyordu. Ayrılmadan, ağır ama emin adımlarla ilerlemeye devam ettik.
- " Komutanım "...
Duyduğum titrek ses yıkmıştı beni adeta, anlamıştım birini bulduklarını; kaybolan askerler 4 kişiydi.
Ben birini bulduklarını ümit ederken (!) 4 aslan parçasının da cansız bedenini bulduk, işkence gördükten sonra şehit edildikleri belli oluyordu. Askerlerimden birini orada bıraktım, devam edecektik.
Bir askerim gömmemiz gerektiğini söylerken yanındaki bir dirsek vurdu ona ve hemen sustu. Böyle durumlarda benimle konuşulmayacağını bilirdi Sedat...
Yaklaşık 4 saat sonra teröristlerin kampını bulduk. Çevresinde ağır silahlar vardı, nöbetçi sayısı ise çok fazlaydı. Sızmamız, yaklaşmamız bile imkânsızdı...
Çabuk karar vermek zorundaydım, ancak çaresizliğe batmıştım ve askerlerimi de buna sürüklemiştim. Görüntü vermeden geri dönebilirdik, ama bu şeref sizlerin olduğu yeri yerle bir etmek istiyordum, ama nasıl... ?
- " Komutanım, tek çare hava desteği, ama onda da askerliğinizi yakarlar, izinsiz geldik... "
Henüz yeni kullanımda olan Gprs cihazı ile koordinatları ve mesajı askerlerimin şaşkın bakışları altında Tugaya gönderdim. Askeri mahkemeye çıkacağımı biliyordum, ama umurumda değildi, gebermeliydi hepsi, 4 aslan parçasının intikamları alınmalıydı...
On dk içinde yanıt geldi, kobralar yola çıkmıştı, hedef bölgeden acilen uzaklaşmamız emredildi.
Bir anda olup bitmişti her şey, kobraların uzaktan yaptıkları füze atışları ile ağır silahları imha edilmişti. Yürüyün dedim, buradan en az bir leş almadan dönmeyeceğiz... Sanki bunu bekliyorlardı, koşarak kampa girdik ve daha önce belirlediğimiz hedeflere tek atışlar yapmaya başladık...
- " Kampın içinde dolaşan manyak, çabuk çıkın oradan, sizin yüzünüzden ateş açamıyoruz " ...
Kobralardan birinin pilotuydu bu, çevrimime girmiş, bağırıp duruyordu.
- " Komutanım, buradan leş almadan dönmeyeceğim, siz devam edin, gerekirse beni de vurun " ...
- " Oğlum, manyak mısın sen , çık dedim oradan, senin işin bitti, bırak da biz halledelim gerisini... "
Cevap vermedim...
Sesi yumuşamıştı bu kez ;
- " Hadi aslanım, sana bir çay ısmarlamayı çok görme buradan, bırak da hepimiz canlı çıkalım şıradan, uzaklaş oğlum hedef bögeden... "
Babam gibi konuşmuştu, o kadar sevecendi ki, askerlerimin babalarını düşündüm, onlara evlât acısı yaşatamazdım; hemen uzaklaştık...
Hedef bölge tamamen imha edildi, daha sonra aldığım bilgilerde kamptaki tam 28 kişinin leşinin bulunduğunu öğrendim. Dört aslan parçasının naaşları ailelerine teslim edildi, şehide yakışır biçimde defnedildi hepsi.
Askeri mahkemeye çıkmadım, Tugay Komutanı yine yapacağını yaptı ve üstlerine durumu bildirmedi...
Hayat devam ediyordu... -
69.
+2Ufak tefek biriydi, kimseyle konuşmaz, kendi halinde, verilen selamı bile almazdı çoğu zaman. Üstleri bile alışmıştı onun bu haline. Eğitimlerdeki başarısının bunda etkili olduğunu düşünüyordu herkes. Atışlarda en öndeydi. Ufacık boyuna rağmen bizim zorlandığımız engelleri sanki günlük, sıradan hareketlermiş gibi kolayca geçip gider, sonra da baykuş gibi başını arkasına çevirip pis pis sırıtırdı , en sevmediğim hareketi de buydu. Adam bizimle resmen dalga geçiyordu. Bir gün yanına gidip ,Tümünü Göster
- " Bana bak, bir daha baykuş gibi başını çevirirsen, o kafanı koparırım "
dedim...
Gülerek ;
- " Varsın senin elinden olsun hocam, gideceğimiz yerdeki şerefsizler almasın da bu başı. işte sana vasiyetim, bana bir şey olursa sen gidip haber verirsin benim hanıma " ...
Dedi ve kahkalarla gülerek uzaklaştı.
Eğitimlerimizi tamamlayıp ilk görev yerlerimize gittikten sonra Selim'i 4 ay hiç görmedim.
Ve Selim görevli olduğum karakola yaklaşık 60 km mesafedeki başka bir karakola atandı. Ara sıra telsizle irtibat kurardık, o bana Hoca, ben ona Baykuş... Her iki telsizden de askerlerin gülüşme sesleri gelirdi.
Yine bir gece Selimle telsizde konuşuyorduk. Ard arda gelen ıslık sesinin hemen ardından Selim'in " yatın " diye bağırdığını duydum. Sonrasındaki bir saat karakoldan çevrime cevap veren olmadı. Tugay'dan Selim'in karakolunun yaklaşık 80 kişilik bir grup tarafından saldırıya uğradığını öğrendiğimde başımdan kaynar sular döküldü. Selim'e patikamsı araç yolu ile bağlantısı olan tek karakol benimkiydi. Hava desteği ise sis yüzünden imkânsızdı o gece.
Tugaydan semac kullanmadan s-desteğe gitmek için telsizle isin istedim. Anında olumlu yanıt verdiler, çünkü başka destek kuvvet yoktu gidebilecek. Hazır olan 4 araca doluşan 48 askerim ile yarım saat içinde yola çıktık. Yolda Selim ile 30 sn kadar telsiz irtibatı sağlayabildim, şehit sayılarının çok olduğunu söylerken içimden, insanlığımdan bir şeyler daha yok olup gitti. Buna sebep olanların derilerini yüzmek istiyordum, onlara en ağır işkenceleri yapıp kor ateşlerde yakmak istiyordum ; insanlığımdan uzaklaşıyordum...
Karakola 3 km kala araçları durdurdum , yürüyerek devam edecektik. Herkesin atış alanı seçip yarım saat çökmesini söyledim. Bütün gözler bana çevrildi birden ;
- " Orada askerlerimiz şehit olurken yarım saat çökmek de neyin nesi " der gibi bakıyorlardı...
Yaklaşık 20 dk sonra kalktım. 20 kişiyi ayırdım. 10'ar lı iki grup halinde karakolu tam karşıdan gören eskiden trt'nin vericilerinin bulunduğu ve bu nedenle telsiz tepe olarak anılan tepeye tüm ağır silah ve havalarla birlikte gönderdim. işaret fişeğini görür görmez fişeğin düştüğü yere tüm güçleriyle ateş açmalarını söyledim. 10 kişiyi de karakolun ardındaki tepeye gönderdim, diğer grup ile birlikte fakat karakola yaklaşmakta olan gruba ateş açacaklardı.
Ve geri kalan 18 kişi, yani biz...
Her iki grubun açacağı ateş ile birlikte yarma yapıp içlerinden geçmek zorundaydık, karakola ulaşmanın başka bir yolu yoktu.
Grupların yerlerini aldığı haberi geldiğinde yanımdakilere dönüp ;
- " Hakkınızı helâl edin arkadaşlar, dönmek isteyen varsa burada kalsın, görevimiz zor, içlerinden geçmek zorundayız " ...
O anda emniyetlerin şıkırtısını duyduğumda gözlerim doldu...
Bizden yaklaşık 60 metre uzağa koyduğumuz işaret fişeğini uzaktan kumanda ile ateşlediğimizde karakola yönelen ateş 1-2 dk bocaladıktan sonra fişeğin çıktığı yere yöneldi ve aynı anda üzerlerine yağmur gibi havan ve mermi yağmaya başladı. Öylesine koşuyorduk ki, içimizden vurulanlar olsa da koşmaya devam ettiler ve 18 kişi sağ salim karakola girmeyi başardık.
ilk yapılan şey mevzilenmek oldu, herkes kendine bir yer bulmuş ve ateşin geldiği yöne karşı ateşe başlamıştı. Refleks ile gözlerim Selim'i aradı, yoktu ...
O an sayabildiğim şehit sayısı 12 oldu, bıraktım saymayı...
Ancak 4 saat sonra karşı ateş hafifledi. Sabahın ilk ışıkları ile de tamamen kesildi. Havancılara yarım sat daha hiç durmadan atışa devam etmelerini söyledim. Bizim 7 yaralımız vardı, şehit vermemiştik.
Tepelerdeki gruplara telsiz ile bulundukları yerde 5'er kişinin kalmasını ve diğerlerinin karakola gelmesini söyledikten sonra zarar tespitine başladık.
16 şehit, 7 si ağır 20 yaralı, 7 yaralı da bizde vardı. Ama Selim yoktu, bir an kaçırılmış olma ihtimalini düşünerek sevindim (!) . Daha sonra karakoldaki askerlerden biri kendilerine ateş açılan yerde büyük bir patlamanın olduğunu ve o andan itibaren de Selim'i görmediklerini söyledi. Olduğum yere yıkıldım...
Yanıma 8 kişi alarak hızlı ama emniyetli bir şekilde karşı tarafa gittiğimizde gördüğüm manzara karşısında gözlerim karardı, kusacak gibi oldum...
Selim'in parçalanmış bedeninin etrafında 12 şerefsizin leşi vardı. Selim üzerine bağladığı C4'leri aradan sıyrılmayı başararak tek hamlede patlatmış.
Döndük...
Ertesi gün Tugay'dan acil olarak merkeze gelmem emredildi. Apart topar 2 araç ile yola çıktım.
Selim vasiyetinde ( hepimizin vardı ) ismimi vererek şehit olması durumunda ailesine benim haber vermemi belirtmiş.
Çok yalvardım, yapamam dedim ...
Ama gittim...
Puslu Ankara sabahında Selim'in evine bir ambulans ile geldiğimde nefes almam bile zorlaştı, yutkunamıyordum. Ambulans şoförü askere ;
- " Aslanım merkeze dön "
dediğimde çocuk Selim gibi başını çevirdiğinde gözyaşlarımı tutamadım.
Kendime geldiğimde eşi ile sarılmış ağlıyorduk.
O gece Ankara Kurtuluş Parkı'nda yattım, ne kadar içtiğimi hatırlamıyorum. Ankara'nın keskin ayazını hissetmiyordum bile. Sonra birilerinin elini cebimde gezinirken hissettiğimde aniden tabancamı çekip adamın üzerine oturduğumda ;
- " Bu ne çeviklik Asteğmenim, polisiz biz, aman yavaş "...
dediğinde yine ağlıyordum.
Selim'e ağlıyordum,
16 şehidimize ağlıyordum.
Sıhhiye ordu evine ***ürdüler beni, telefon ile durumu anlatmışlar, hemen içeri aldılar beni; ordu evinde nezaretteydim, bir an güldüm kendi kendime.
10 dakika sonra nöbetçi subay gelerek koluma girdi ;
- " Başımız sağ olsun oğlum "
dediğinde ;
- " Neden komutanım, neden " ...
diyerek halâ ağlıyordum. -
70.
+2tamammı deyim devammı deyim
başlık yok! burası bom boş!