/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 76.
    +4
    Beyler başlıktan yanlış anlaşılma olmuş . hikayedeki ben değilim 2010 da tanıştığım emekli bır komutan . hıkayeyı yazdıktan sonrada msn (ozamanlar face yoktu) konuşmuştum . ıncıde ırkcılık artınca yazmaya karar verdım ...
    ···
  2. 77.
    +3
    Kışın sertliğini yoğun yaşadığımız günlerdi... Erzak gelemiyor, elimizdekilerle idare etmeye çalışıyorduk. Karın şiddetini azalttığı günlerde ise yakın bölgeye ava çıkıyorduk.

    Köpeklerimizden birini yanıma aldım, böylesi günlerde her zaman çıkıp kendimle baş başa kaldığım eski vericiye çıktım.

    Kimi zaman dürbünle etrafı izler, kimi zamanda askerlerin neler yaptıklarına bakardım. Çok seviyordum bu çocukları. Yanlarında olmasam da ciddiyeti kesinlikle elden bırakmazlardı hiç bir zaman. O an gördüğüm görüntü karşısında gülmekten karnıma ağrılar girdi.

    GTT mevzii çavuşu yavaşça uçaksavar mevziine yaklaştı ve arkasını dönerek dürbünle uzak gözetleme yapan arkadaşının ense köküne öyle bir patlattı ki çocuk ayakta gidip geldi, sonra gülerek karlarda yuvarlanarak güreştiler. Son görüntü daha müthişti ; GTT çavuşu uçaksavarın yedek namlusunu alıp kendi mevzisine dönmüş , uçaksavar eri ise ne yapacağını bilemez vaziyette karşı mevziiyi kartopu yağmuruna tutuyordu. Tüm bunlar olmasa zaman geçmez, düşünceler boğardı bizi. Çoğu zaman izin verirdim böyle şeylere, hatta kimilerinde yapılan şakalara ortak bile olmuşumdur. Olmak zorundaydım, aramızda çok fazla yaş farkı olmasa da askerlerle ***m gibiydi hepsi, bana emanettiler...

    Gözlerimi diktim ufka ; dalmışım...

    Ayak seslerini farkettiğimde hiç istifimi bozmadım , açmadım gözlerimi. Tıslayan kar sesini duyduğumda, sıcak çay kupalarının kar üzerine konulduğunu anladım, zemindeki kar erimiş ve o sessizlikte çok hoş bir ses çıkarmıştı.

    - " Komutanım, iyi ki gelen terörist değildi, yoksa bu tepeye son çıkışın olacaktı "

    dedi Taner gülerek.

    - " Sağ koltuğumun altından emniyeti açık ve ona doğrultulmuş tabancamı gösterip ; desene o şerefsizleri gebertmek nasip olmadı bu kez " dediğimde ;

    gülerek ;

    - " Komutanım , sen uyumaz mısın hiç Allah aşkına , saatler oldu tepeye çıkalı " dedi ve yanıma oturdu.

    Anlatıyor da anlatıyordu, o konuşurken hiç birimiz susturmaya yeltenmezdik, bir kez bunu yapmıştık ve daha çok konuşmuştu, susmak nedir bilmedi hiç...

    - " Yaaa, işte böyle komutanım, Ayşe' yi vermediler bana, ben de kaçırdım " dediğinde ;

    - " iyi yapmışsın Ayşe'yi kaçırmakla, afferim sana " dedim , dediğime de pişman oldum ;

    - " Aşkolsun komutanım Ayşe benim kardeşim, hanımın adı Sema " , sen beni yine dinlemiyorsun ki...

    Ah be Taner dedim , hangi birine aklımda tutacağım anlattıklarının.

    Çayımızı içtik soğumadan, dertleştik biraz ve indik karakola.

    Biz inerken kış aylarında sigara getirttiğimiz köylü de uç mevziiye gelmiş, sigaraları dağıtıyordu. Dört paket sigaraya 3 kışlık çorap... Bizde böyleydi, askerler işin kolayını bulmuş, iki kişinin ördüğü çorapları sigara karşılığında köylüye veriyorlardı.

    O an bir şey fark ettim ; sigaraları koyduğu çuval daha büyüktü sanki, uzaktan işaret ederek açmamalarını ve uzaklaşmalarını söyledim .

    Yanlarına gittiğimde torbanın ağız kısmındaki ince telleri gördüm, bubi tuzağıydı bu. Tellerden biri koptuğunda bomba pimlerini çekecekti.

    Hemen kanasımı istedim, 1 dk da geldi.

    Köylü (!) halâ menzildeydi. Havancılara hazır olmalarını istedim, ilk atışta düşüremezsem atışa başlayacaklardı.

    ilk atışta dizinden vurabildim, kalkmaya çalışırken de ikinci mermi ensesine girdi.

    Ben kalkarken Taner'in söyledikleri uzun süre hepimizi güldürdü ;

    - " Demedim mi lan ben size sigara öldürür, bırakın şu mereti diye " ...
    Tümünü Göster
    ···
  3. 78.
    +2
    Yataktan yeni kalkmıştım, bademciklerim yine azmış, gırtlağımdaki minik delikten nefes almaya çalışıyordum. Penicilin allerjisi yüzünden iğne de olamıyordum, ateşim geçmek bilmiyordu günlerdir...

    Her yeri kaplayan bu beyaz örtüyü çok seviyordum da , o bana ihanet ediyordu, ne zaman ona sevgiyle baksam uygun anı kollar yatağa düşürürdü beni...

    Beklediğim operasyon emri de gelmişti, muhabereci yatağımda vermişti emir yazısını , başı öne eğik ; gücüm yoktu...

    Kalktım, soğuk bir duş aldıktan sonra gidip karlarda yuvarlandım, kendime gelmiştim bir nebze de olsa...

    Hemen 3 timi toplayıp 2 saat sonra çıkacağımız operasyon detaylarını anlattım...

    40 kişiden oluşan bir görüntü alınmış bize yakın bir bölgede ve ivedi olarak bölgeye intikal etmemiz emredilmişti. işin kötüsü ( hastalığımı geçmiştim ) kar günlerdir durmadan yağıyordu, görüş neredeyse yok denecek kadar azdı ve sis bastırmıştı, ava giderken avlanabilirdik... Bölgenin kayalık olması da cabası, bizim için tehlikeli ne varsa mevcuttu o gece...

    Tam karakoldan çıkıyorduk ki gökyüzü bir an aydınlandı ; işaret fişeği zannederek herkes yere attı kendini. Ama o da ne ; gökyüzündeki beyaz karanlığın (!) arasındaki boşluktan bir yıldız süzülerek ve arkasında muhteşem ışık parçacıkları bırakarak kaybolup gitti. Her güzelin vardır bir kötü yönü diyen rahmetli eşim geldi aklıma, buruk bir gülümseme...

    Yaklaşık 17 saatlik zorlu bir yürüyüşün ardından hiç bir zorlukla karşılaşmadan aşmamız gereken kayalık bölgeye gelmiştik. Başımı kaldırdığımız o korkunç güzellik (!) bir an büyüledi beni...

    Yavaş yavaş 5'er li gruplar halinde tırmanacaktık. Aşağıdaki 10 kişinin belirlediğim yerlerde mevzilenmesini ve yerlerinden asla ayrılmamalarını söyledim. 20 kişi bu görev için yeterdi, hem bizi koruyacaklardı, hem de aksi bir durumda arkamızda yardım getirecek birileri olmasını istiyordum.

    Tırmanış tahmin ettiğim gibi kolay olmuştu. Mesele arka taraftan inebilmekti ki gözüm çoktan korkmuştu. Harcadığım enerjinin üzerine yüksek ateş yine nüksetmiş ve kimi zaman adım atmakta zorlanır olmuştum. En son ben inecektim ; hepsinin salimen indiğini görmek zorundaydım.

    Yine 5'erli gruplar halinde ve 10'ar metre aralıklarla inişe geçilmişti. Zirvede benimle birlikte kalan iki askerim de uzak gözetleme yapıyorlardı. Onlara da inişe geçmelerini söyledim. Sonuncu askerim de salimen indiğinde yavaş yavaş inmeye başladım, ancak beyaz örtü hem gözümü alıyor, hem de iyice artan ateşim nedeniyle gözüm kararıyordu 1-2 dk.lık sürelerle.

    Tam yarıya gelmiştim ki, ıslık sesini duymamla yatın diye bağırmam bir oldu ; askerlerim iyi mevzilendiğinden aynı anda atılan 4 roketatar mermisinden etkilenmediler.

    Beni görmüşlerdi ; üzerime tek tek atışlar başlamıştı, bulduğum minik bir oyuğa girmiştim, ancak gelmesi muhtemel bir roket mermisi sonum olurdu. Hemen doğrularak hızlıca aşağı inmeye başladığımda omzumdaki acıyı hissetmedim bile. Kızıla boyanan karlardan vurulduğumu ancak anlayabildim. Mermi içerideydi, acı ve ateş giderek artıyordu. Kanasımı sopa gibi kullanarak inmeye devam ettim. Sağ dizimi parçalayarak çıkan mermi ile birlikte gözüm karardı, kendimi boşlukta buldum ve yaklaşık 30 metre düştüm. Kar örtüsü sayesinde sadece sol bacağım 2 yerinden kırılmıştı.

    Tamamen açık hedeftim artık, bizim çocukların atışı roketlerin geldiği yöne yoğunlaşmıştı. Bir saat kadar süren karşı ateş sonunda kesilen roketlerden imha edildiklerini anladım; aslanlarım benim...

    Aralıklarla bayılmaya başladım, kan kaybı ve ateş gücümü iyice tüketmişti, dizime turnike yapmaya çalıştım, başaramadım.

    Tam o anda hayal meyal birinin yukarı doğru tırmandığını gördüm, Kenan' dı bu. Karakolumuza geleli 2 hafta bile olmamıştı, laf dinlemez, asi, cesur mu cesur bir gençti. Henüz 17 yaşındaydı ;babası yaşını büyük yazdırmış nüfusa. Çerkezköy'lüydü , havasından mı suyundan mı bilimez 25 nde gösteriyordu...

    Son gücümü kullanarak bağırdım gelmemesi için ; tek atışlar ona yönelmişti. Cevap vermeden turmanmaya devam ediyordu. Bu kez askerlerimin atışı tek atışı yapan istikamete yönelmişti, ama görüş mesafesinin neredeyse sıfır olmasından dolayı sadece termal ( o da 2 kişide vardı ) dürbünleri kullananlar isbetli atış yapabiliyordu.

    Ellerim iki yanda , Kenan'a sıkıca bağlanmış aşağı inerken buldum kendimi ; aradaki zamanı hatırlamıyorum ; bayılmışım. " pof " sesini duyduğumda Kenan'ın vurulduğunu anladım ;

    - " çocuk, bırak beni ; ikimiz de geberip gideceğiz burada "

    kelimeler ağzımdan zorla çıkıyordu , Kenan'ın nefes alıp vermesi sıklaşmıştı, sol ciğerinden giren mermi, kalbe yakın bölgeden çıkmış, oluk gibi kan fışkırıyordu...

    ikinci " pof " sesini duyduğumda Kenan'ın elleri çözüldü tuttuğu taş parçasından, aşağı düşerken göz göze geldik , son bir çabayla beni bağladığı ipi kesmeye çalıştım, olmadı ; başaramadım...

    Gözümü Diyarbakır asker hastanesinde açtığım. Sol omzuma ve sağ dizime platin takıldığını, 9 gündür hiç uyanmadığımı öğrendim.

    Kenan 2 nci kez yara aldığında ensesinden vurulmuş, yere düştüğümüzde bana tamamen zarılmış vaziyetteymiş, onun sayesinde bir kaç kırıkla atlatmıştım o düşüşü. 2 hafta sonra omzumdaki platin alındı , sağ dizimdeki küçük platin de benimle birlikte yaşayacaktı artık...

    Bir yıldız daha kaymıştı...

    Ve ben halâ yaşıyordum koruyamadığım canların ağırlığında...
    Tümünü Göster
    ···
  4. 79.
    +2
    Operasyonlara ara verilen zamanlardan birini daha yaşıyorduk. Kimi zaman dinlendiğimiz, kan görmediğimiz için severdik bu zamanları. Kimi zamansa nefret eder , başka askerlerin o an ne halde olduklarını düşünür gelecek muhtemel operasyon emrini beklerdik...

    izin kullanmayan askerlerimi birer ikişer izine göndermeye başladım. Ne kadar karşı koyarlarsa koysunlar 1 ay boyunca herkesin dönüşümlü olarak izin kullanmasının zorunluğu olduğunu söylediğimde fazla da ısrar etmediler açıkcası..

    Bir yanım sürekli karakolda olsa da diğer yanım babamı özlemişti...

    Babamın benim için her zaman ayrı bir yeri olmuştur. Arkadaş gibi değildik, çocukken çok fazla dayak yemişimdir babamdan, gerekli gereksiz, hemen her gün... Yine de çok severdim babamı, nice zorluklara katlanmış kızkardeşimle beni yapabileceği en iyi seviyede yetiştirmişti ve biz de onun yüzünü kara çıkarmamaya çalışıyorduk. Annemim yemeklerini de özlemiştim tabii..

    Gitsem yerime kim bakacaktı... ?

    Yine de tugaya izin istek dilekçemi gönderdim, nasıl olsa olumsuz yanıt geleceğini bildiğimden içim rahattı ; sonuç belliydi ya...

    iki saat geçmemişti bile cevap gelmişti ; gidiyordum. Defalarca okudum yanıtı, halâ inanamıyordum. Yerime özel harekâttan birini gönderecek olmaları beni fazlası ile rahatlatmıştı, benden deneyimli, tecrübeli ve yetenekli birinin gelecek olmasından mutluydum.

    Bu kişinin kısa bir süre sonra hayatımı değiştireceğini bilmiyordum oysa...

    Aynı gün kendimi Diyarbakır havalimanında buldum, zaman ne çabuk geçmişti, aralarsa ne olmuştu, yoksa bu da mı hayatın oynadığı çirkin oyunlardan, kötü şakalardan, kabuslardan biri miydi... ?

    Hostesin " çok horluyorsunuz " dediğini duyduğumda hepsinin bir gerçek olduğunu anladım, yaşasın ; halâ horlayabiliyordum...

    Bilgisayar Mühendisi bir arkadaşım vardı Ankara'da, uçağa binmeden onu aramış, beni karşılamasını söylemiştim. Hamsi sözü vardı bana ; özlemiştim hamsiyi...

    Yıllardır görmediğim arkadaşıma öyle sarılmışım ki ;

    - " kemiklerimi kıracaksın, bıraksana yahu "

    dediğinde kendime geldim ; üzerinde üniforma olmayan birine sarılıyordum uzun zamandır ilk kez...

    Ankara'nın göbeğinde karşıya geçecektik, yeşil yanmıyordu bir türlü yayalara, gelen araçları izliyordum , birden arkadaşımın şaşkın bakışları arasında araçların kornaları, sürücülerin küfürleri, polisin el kol hareketleri eşliğinde karşıya geçiverdim...

    Akın akındı insanlar...

    Nereye gidiyorlardı...

    Kiminin hastası vardı, kiminin yetişeceği bir randevusu, birbirlerine çarpıyorlardı, ancak umursayan, ya da özür dileyip yüzü kızaran yoktu...

    Genç aşıklar vardı, el ele tutuşmuşlardı, görenler o eller asla ayrılmayacak sanırdı ; ancak sevgiler de bitiyordu işte... Kimi zaman insanlar bitiriyordu bu sevgiyi, kimi zamansa tek başına kalan kader yorgunluktan ne yapacağını şaşırmış durumdayken sonlandırıyordu bu sevgiyi...

    Yürümek istemiyordum , bacaklarım titremeye başlamıştı, ne de zormuş asfaltta yürümek, toprağı özlemiştim...

    Çankırı caddesi vardır Ankara'da, bilenler bilir. Üniversite gençliğinin uğrak yeridir, arada bir de olsa benim gibi müdavimleri de vardır. Oraya gidelim dedim arkadaşa, gözleri parladı ; anılarımız canlanmıştı; anılar...

    Acaba anılarımız da bizi hatırlar mı diye gülerek geçirdim içimden...

    Taksiden indik , her zamanki gibi kalabalıktı cadde, gidecekleri yere programlanmış insanlar kimi zaman yanlarında bulunanları dahi görmeden hedeflerine ilerliyorlardı...

    Yakınımızda askeri servis aracı vardı, ilk gözüme çarpan çevreyi gözetlemek yerine " çevreyi seyreden " nöbetçilerin büyük ihtimalle içerisinde mermi bulunmayan emniyetleri kapalı silahları oldu. Bu nasıl olurdu, saldırı olsa emniyetleri açmalarına, öncesinde mermiyi namluya sürmelerine bile vakitleri kalmazdı...

    Tam bunları düşünürken büyük bir gürültü koptu beraberinde gelen ışık ile birlikte , arkadaşımı iterek kendimi yere attım ve tabancamı çıkararak sağa sola bağırmaya başladım. Şaşkınlığım geçtiğinde herkesin beni izlediğini, arkadaşımın ise yalvarırcasına ,

    " yapmayın, sakın ateş etmeyin, o bir subay, ilk izin günü, asker o, yapmayın"

    dediğini duydum. O an farkettim üzerime yönelen namluları, şaşkın gözleri...
    Aralarından sivil giyimli genç bir subay silahını yere bırakarak yanıma yaklaştı, elini uzattı sadece, bayılmışım ; gerisini hatırlamıyorum...

    Gözümü orduevinde açtım, revire yatırmışlar beni, silahıma baktım, belimdeydi.
    Tok sesli, ancak bütün sevecenliği ile konuşmaya çalışan binbaşıyı gördüğümde , otur demesine rağmen ayağa kalktım , sallanıyordum, ama kalktım.

    Yaklaşık bir saat konuştu benimle , dertleştik, yaşadıklarımı anlattım...

    Duyduğum patlama ile birlikte gelen ışık huzmesi havai fişekten başka bir şey değilmiş. Oysa ben onu aydınlatma fişeği zannetmiş ve karakolumun baskına uğradığına yormuş ve hemen silahımı çekmiştim. Yaklaşık yarım saat konuşmuşlar benimle, ama kimseye cevap vermemişim, arkadaşım onları Tğm olduğuma ikna etmiş...

    Hamsilerimizi yerken kendi kendime düşünüyordum ; yaşadıklarım normal miydi, yoksa ben mi çizgiden çıkıp insanlıktan uzaklaşmaya başlıyordum... Zaten hemsileri de yiyemedim, askerlerimin yine kapuskaya talim ettiklerini düşününce geçmedi boğazımdan, bıraktım...

    Annemlere gittiğimde 4 gün evden hiç çıkmadım, sürekli uyudum.

    2 haftalık iznimi bitirmeden 5 nci gün geri döndüm, artık yapabileceğim tek meslek bu olmalı diye düşündüm ; öğretmenlik çok uzaktı artık...
    Tümünü Göster
    ···
  5. 80.
    0
    panpa efsane hikaye yarısına bile gelemedim daha gözlerim gibildi daha sonra devam edicem
    ···
    1. 1.
      +1
      banada oldu panpa yarım bırakmayacağım meraklanma
      ···
  6. 81.
    +3
    devam eden varsa belirtsin ...
    ···
  7. 82.
    +1
    Var sen yaz biz okuyoruz panpa
    ···
  8. 83.
    +3
    5 gün kullandığım izin bitmiş, dönüş yoluna geçmiştim. Siirt Komando Tugayı'nda kalkacak helikopteri bekliyordum, ancak bu neredeyse imkânsız görünüyordu. Gece uçuş kabiliyetine sahip helikopterlerin tamamı görevdeydi ve diğerlerinin bu siste havalanmaları intihar olurdu.

    iki gün beklememe rağmen yoğun sis kalkmamış, aksine giderek kötüye dönüyordu. Konvoyla gidecektim, başka çare yoktu. Fazla araç çıkarılması da tehlikeli olduğundan tek araçla gidecektim, asker istemeyişime rağmen yine de 4 asker verdiler.

    Sabah ezanından sonra çıktık yola. Güle oynaya gidiyorduk, mercedes marka aracı kullanan asker karadenizliydi, hemşehrimdi ama bir insan bu kadar mı çok fıkra bilirdi, bitmek bilmiyordu fıkralar. Annemin yaptığı pasta börekler yarım saat içinde tükendi.

    - " bir hafta aç mı bıraktılar sizi, yavaş biraz, boğulacaksınız "

    dediğimde o ana kadar hiç sesi çıkmayan , makinalının başındaki asker ;

    - " poşette duracağına midemizde dursun a be komutanım "

    deyinde bastık kahkayı hepimiz, bir taraftan da ağzından dışarı taşan pastayı parmaklarıyla içeri itmeye çalışıyordu.

    Eruh merkesi geçtiğimizde sis daha da bastırdı, geri dönmesini söyledim şoföre, şaşkın gözlerle bakmasına rağmen aracı seri bir manevrayla Eruh merkeze yönlendirdi. Jandarma karakoluna 100 m mesafede durmasını ve hepsinin inmelerini söylediğimde indiler, ancak şaşkın ördek gibiydi hepsi. Bütün el bombalarını vermelerini söyledim, cephaneyi de, ve 1 roketatar da aldım.

    - " Siz karakola girin, ben yalnız devam edeceğim, yolda muhakkak pusu vardır, telsizle benim karakola bildirsinler, emniyet için kimse yola çıkmasın, karakolda kalsın herkes, çift pusu yemeyelim. "

    dedikten sonra askerlerin bağrışları arasında araçla hemen ayrıldım oradan. En son duyduklarım şunlar olmuştu ;

    - Deli mi bu ?

    - Öğretmenmiş galiba...

    - Lan öğretmen silah tutmasını nereden bilecek...

    - Ütğm nasıl olmuş lan bu, kesin torpillidir.

    Son sözü yol boyunca fıkralarıyla gülmekten bizi kırıp geçiren hemşehrim söylemişti ;

    - Bilip bilmeden konuşmayın lan, bu adamın kaç şehit verdiğini, eşinin cenazesine bile gitmediğini, kaç kez vurulup hayatta kaldığını biliyor musunuz, girin lan hepiniz içeri...

    Çok sonradan öğrendim; karadenizli bu genç asker kimseyle konuşmazmış, o ana kadar bir fıkra bile anlattığını kimse duymamış...

    ...

    Yavaş ilerliyordum mecburen, önümü göremez olmuştum neredeyse, önümü birileri kesse yapacak hiç bir şeyim yoktu ; ama başka çarem de yoktu. Bir elimde tabancam , diğer elim direksiyonda , gözlerimse görebildiğim en uzak nokta olan 2 metre önümdeydi...

    Araçla gidemezdim artık, hiç bir şey görmüyordum, aracı bırakacak yer de yoktu, amannn dedim kendi kendime, bu şerefsizler nasıl olsa yola çıktığımı haber almış, bekliyorlardır bir yerde, aracı yol ortasında görseler ne çıkar... dedim ve hemen durdurdum aracı, ancak kontak kapatmadım, çevrede birileri varsa eğer, aracın yavaş da olsa ilerlediğini sanmalarını istiyordum.

    Hemen inip uçaksavarı yerinden söktüm, bütün cephaneyi sırt çantasına doldurup ayak seslerimi gizleyen aracın motor gürültüsünün sesinde çalıların arasında kayboldum.

    Uçaksavarı yere sabitledim, ayaklarını toprağa gömdüm, hemen yaklaşık 40 m ileride bulunan çukurumsu yere cephaneleri bıraktıktan sonra üçgenin son noktası olan yan çapraza da roketatar ve mermilerini koyarak çukura geri döndüm.

    Bekleyecektim, başka çarem yoktu. Etrafı görmem gerekiyordu, eğer görüşüm iyi olursa araziden kolayca gidebilirdim karakola...

    Aradan 3 saat geçmişti, acıkmaya başlamıştım, ama yiyeceğim yoktu, hınzırlar hepsini yemişti; helali hoş olsun...

    Beşinci saatte etrafta bazı sesler duymaya başladım, ancak net değillerdi ve sürekli yer değiştiriyorlardı. Sonrasında ayak seslerini aldım, bir kişiydi bu ve sürekli yer değiştirerek yaklaşıyordu yavaşça ; kalabalık izlenimi veriyordu...

    Diğer iki noktaya gidemezdim, çünkü herifçioğlunun nerede olduğunu bilmiyordum, gerçi o da benim nerede olduğumu bilmiyordu...

    Yavaşça etrafımda daireler çizerek nisbeten kayalık bölgeye doğru gittim ve bulduğum bir oyuğa girdim, görüşüm netti, her yeri görebiliyordum bulunduğum açıdan, roket yeme ihtimalim de yoktu bu yüzden, görerek atış yapması gerektiğinden atıştan önce nasıl olsa görecektim onu.

    Aradan 2 saat daha geçmişti, sıkmıştı bu iş artık, ve çıkıp onu bulmaya karar verdim. Önce uçaksavarımın yanına gittim , her şey yerli yerindeydi, ama o da ne ; çok sevdiğim 2 hamsi konservesi ve biraz ekmek poşet içine uçaksavarın altına gizlenmişti. Baktım konservede deilk var mı diye, ve 30 sn içinde ikisini de yuttum neredeyse. iyi de kimdi bu ; öldürmeden doyumak isteyeni de ilk kez görüyordum, gülümsedim ister istemez...

    Roketatarın yanına gittiğimde şaşkınlığım bir kat daha arttı, su vardı şişeler içerisinde, neler oluyordu, bu kadarı da artık fazlaydı. Diğer tarafa gitmemeye karar verdim, gelip beni bulmasını bekleyecektim. Öyle de oldu ;

    Yaklaşık 20 dk sonra karaltıyı gördüm, hedef mesafemde olmasına rağmen atış yapmadım, görmek istiyordum bu cesur kişiyi, merak da ediyordum açıkcası. Kimse bu kadar deli olamazdı...

    Karaltı durdu, mekanizma sesi duymuyordum, ne yapıyordu bu, benimle dalga geçiyordu. Mermi hala şarjörde ve emniyeti kapalıydı; cesurdu doğrusu; cesur ve deli...

    Enniyetimi açtığımda ilk ses geldi karşıdan ;

    - " Aman hocam, hamsiye verdiğin karşılık bu mu... "

    Haydaaaa, yerime karakola bakan özel harekatçının sesiydi bu ;

    - " Aman abi ne yaptın sen, az daha birbirimizi vuracaktık, gel hemen "

    dediğimde ;

    - " Meraklanma hocam, sen beni vurmazdın, ben de seni. Saatlerdir yerini bulmaya çalışıyorum, yerlerini buldum , ama seni bulamadım bir türlü, hiç mi yorulmazsın çocuk sen... ? Kim yetiştirmişsse iyi yetiştirmiş seni... "

    Beklediğim pusuyu yemedik, sanırım yoğun sisten olsa gerek, onlar da cesaret edemeyip dönmüş olsalar gerek.

    Özel harekatçı komutanım Yüzbaşıydı, çeşitli sınıflardan çok asker görmüştüm, ama onun kadar yüeklisini görmemiştim.

    - " iyi de abi, ben karakola kimse gelmesin demiştim, çok tehlikeli bu siste, sen neden tehlikeye attın kendini bir kişi için "

    dediğimde cevabı kısa ve net oldu ;

    - " Sen bana lâzımsın koçum, adamlarımı kendim seçerim ben " ...

    Daha fazlasını soramadım, ve ne söylkemek istediğini askerliğimin bitimine 2 ay kala yine kendisinden öğrenecektim...
    Tümünü Göster
    ···
  9. 84.
    +2
    Buraya geldiğimde hiç ayrılmayacakmışım hissine kapılmıştım. Ve her şeyine, evet tüm zorluklarına rağmen sevmiştim burayı ;

    Üzerimdeki üniformayı sevmiştim, omzumdaki yıldızları sevmiştim, hemen her gün didişip durduğum askerlerimi sevmiştim... Sevmediğim o kadar çok şey vardı ki oysa... Ama buradan ayrılmak istemiyordum, artık öğretmenlik yapmak da istemiyordum...

    Babamın henüz ilk gün beni hastanede kucağına aldığı ve yıllar sonra bana akseden o sözü geldi aklıma ;

    " benim oğlum asker olacak " ...

    Hava Harp Okulu terkti babam, çocukluğum babamın pilotluk resimlerine bakarak geçmiş, her günümde imrenmiştim ona. Pilot olmaya karar vermiştim daha ufacıkken, ancak lisede okuduğum bölüm nedeniyle bu imkânsız hale geldi ve öğretmen olmuştum işte ; ama elimde kalem yoktu ki...

    Operasyonlar tüm hızıyla devam ediyordu, kimi zaman aktif operasyonlara katılıyor, kimi zaman da A/T ( arama / tarama ) faaliyetlerine destek veriyorduk.

    Çadırımda uzanmış yıldızları izleyip hayallerimle (!) baş başayken muhabereci geldi ve elindeki kâğıdı uzatarak bekleme başladı. Normalde mesajı verdikten sonra hemen geri dönerdi.

    " ne cevap vereceksiniz komutanım... ? "

    mesaj şifreli olmadığı için haliyle okumuştu, merak ettim ve bir çırpıda okudum. Bu nasıl olurdu, bunu yapamazlardı, olmaz, yaptırmayacaktım bunu onlara...

    Aakerlik süremin bitimine yaklaşık 3 ay kalmıştı ve beni merkez alacaklarını söylüyorlardı bu süre içinde.

    Hemen telsizin başına geçerek tuhay merkez muhabere ile irtibat kurdum. Israrla tugay komutanını istiyordum ancak imkânsız olduğunu biliyordum bunun. Emir subayı ile konuşuyordum telsizde, yalvardım yakardım, tehdit bile ettim, ama yok, emir kesindi ve 2 gün sonra konvoy düzenleyerek merkeze gelmemi söylüyorlardı.

    " sizin deeee, tugay komutanın daaa, bu emri verip imzalayanın daaaaa... Gitmiyorum hiç bir yere, cesareti olan varsa gelip kendisi alsın. "

    dedim ve telsizi kapattım.

    Arkamı döndüğümde mevzi nöbetçileri hariç tüğm askerlerimin beni dinlediğini o an fark ettim. Bir anlık şaşkınlıktan sonra hepsi üzerime öyle bir çullandı ki, artık omuzlardaydım ve onlara bağırmak yerine bıraktım, herpimiz o anın keyfini çıkarıyorduk.

    Çadırıma döndüm, kısa bir not yazdım ve yaklaşık 1 saat içinde ikmal için gelecek helikopteri beklemeye başladım.

    Helikopter indi ve içinden çıkan Pilot Yüzbaşı sert adımlarla üzerime gelmeye başladı. Eyvah dedim içimden askerlerimin önünde fırça yemesem bari...

    Hemen önümde aniden durdu, sertçe verdiği selamdan sonra öyle bir sarıldı ki tüm kemiklerim kırılacak zannettim.

    Telsiz konuşmamı çevrimde olan hemen herkes dinlemiş, bölgedeki tüm karakollara haber gitmiş bile.

    " Seni kutluyorum oğlum, ama başına dert aldın, benden söylemesi. Konuştuğun tugay komutanının ta kendisiydi... "

    Hah dedim içimden , işte şimdi ... tım.

    Yaklaşık 3 saat sonra bir helikopter karakolun üzerinde daireler çizerek alçalmaya başladı ve piste indi.

    Önce 4 tam teçhizatlı subay atladı helikopterden henüz yere inmeden, tekerlekler yere değdiğinde ise iri yarı kocaman bir adam...

    Ama tugay komutanıydı bu... Elindeki Devrek bastonunu sallaya sallaya yanıma geldi ( arkasında duran özel harekâtçı yüzbaşımı o an gördüm, göz kırpmıştı ve bu beni fazlasıyla rahatlattı ) ;

    - " evet delikanlı, seni almak için cesur birini istedin, ben de geldim
    ; hadi toparlanman için yarım saatin var ; gidiyoruz " ...

    Hiç duraksamadan gelmeyeceğimi söyledim, paşa hariç herkesin gözleri fal taşı gibi açılmıştı.

    - " Gelmiyorum paşam, beni buradan silah zoru ile de ***üremezsiniz. Karakol komutanlığı görevimden alındığımı belirten yazılı emir varsa tamam, ama yoksa size iyi yolculuklar "...

    Paşa bir adım daha atarak elini omzuma koydu, umarım kalbimin atışlarını hissetmez dedim içimden, resmen titriyordum.

    - " Gel bakalım benimle, yürüyelim biraz "...

    - " Bak oğlum, tüm bunlar bir oyundan, daha doğrusu bir denemeden ibaretti desem, fazla sövmezsişn bana sanırım, değil mi "

    derken kıs kıs gülüyordu.

    Ne oyunu yahu, çıldırdınız mı siz, böyle oyun mu olur, hem ne denemesi, ne için ... ?

    Askerde kalmak isteyip istemediğimi sordu, o an boynuna atlayıp sarılabilirdim, istediğim zaten buydu ve başvuru zamanını bekliyordum sadece.

    - " Başvuru yapmana gerek yok, zamanı gelince yüzbaşın seni gelip alacak, sadece 3 gün iznin olacak, git kimi görmek istiyorsan gör bu süre içinde, sonrasında uzun bir süre kimseyi göremeyeceksin, eğitimin yaklaşık 6 ay sürecek, daha sonra yüzbaşın seni gelip oradan da alacak. Gerisini eğitimn bitiminde öğreneceksin." ...

    6 ay eğitim mi olur yahu, askerliğimin yarısı zaten bu, görmediğim, bilmediğim, yapmadığım şey kalmamıştı ki...

    Daha sonra yüzbaşımın açıklamaları ile biraz da olsa fikir sahibi oldum gelişmelerden. Ve " Yeşil Bereliler " nı varlığını ancak o zaman öğrenebildim.

    Ve o 3 ay geçmek bilmedi bir türlü...

    Artık Yeşil Bereli sayılırdım ve tek düşüncem anneme bunu nasıl açıklayacağımdı...

    Artık öğretmen değildim...
    Tümünü Göster
    ···
  10. 85.
    +2
    - " Abi çay demleme sırası sende " ...

    derken kıs kıs gülüyor, bir taraftan da çaydanlık (!) için açtığımız çukura yerleştirmeye çalışıyordu minik çaydanlığımızı.

    ilk gördüğümde hiç gözüm tutmamıştı bu genç Tğm'ni. Hah demiştim içimden, yolda buna mı yoksa kendime mi bakacağım, daha başlamadan yandık dedim.

    Ama hiçte düşündüğüm gibi olmamış, nereden öğrendiğini halâ bilmediğim mükemmel Kürtçe'si sayesinde 3 köyden rahatlıkla geçmiş, hatta birinde bir gece son derece güzel bir şekilde misafir edilmiştik. Üstelik fazla operasyon tecrübesi olmamasına rağmen oldukça dayanıklıydı ve teorik bilgisini pratiğe dökme becerisine hayran kalmıştım. Tüm bunları ordunun batağa saplandığını empoze etmeye çalışan çevrelerin suratlarına baka baka anlatmak için yemin ettim o an ; bu çocuk harikaydı. Hele mesleğini söylediğinde kulaklarıma inanamadım; atom mühendisiydi. Masterını yurt dışında tamamlamış , içindeki vatan aşkı onu orduda görev almaya itmişti. Bu çocuğa bir şey olmamalıydı,her ne pahasına olursa olsun...

    Yiyeceğimiz çoktan bitmişti, günlerdir doğru düzgün bir şey yememiştik, suyu da kendi yöntemlerimizle buluyorduk, ancak o da kâfi gelmemeye başlamıştı. Bulunduğumuz bölgede bir hafta kadar sürecek olan bir sınır ötesi operasyon olacağı bilgisine ulaştığımızdan saklanmıştık. Operasyona katılan askerler ile temas bizim için felâket olurdu.

    Operasyona hazırlanmak için 3 hafta dağda kalmış ve kendimize terör örgütü mensubu görünümü vermeye çalışmıştık. Sanırım bunda başarılı da olmuştuk, çünkü leş gibi kokmaya başlamıştık artık...

    - " Abi izin ver gidip yiyecek bir şeyler bulayım, yoksa postu deldirmeden açlıktan ölüp gideceğiz burada. " ...

    Konuşamadan başımla onayladım, tehlikeliydi ancak buna mecburduk. Hesapta olmayan operasyon yüzünden tıkılmıştık buraya.

    Sesleri farkettiğimde hemen yerimi değiştirmiştim. NAsıl olur da yakalnır diye içimden bildiğim tüm küfürleri okuyordum ona. ASkerleri görünce bir an ne yapacağımı şaşırdım, bir an operasyona tek başıma devam etmeyi düşündüm, ancak onu tek başına bırakamazdım, derdini anlatmaya fırsat bulamadan onu öldürebilirlerdi. Her ne olursa olsun kimliklerimizi açıklamayacaktık, askerlerden ötürü sorunumuz çıkmazdı, ancak o köylerden bir daha geçemezdik , başka bir zaman bile olsa yapamazdık bunu.

    Yavaşça gizlendiğim yerden kalktım, ellerim başımda ateş etmemelerini söyleyerek yaklaştım askerlere.

    Sinan'ın yüzü gözü kan içindeydi, fena hırpalamışlardı ço cuğu. Eğer karşısındakiler asker değil de terörist olsaydı 10 kadarını cansız yere sereceğini sadece ben biliyordum.

    - " iyi misin aslanım ? "

    dedim gülümseyerek.

    " iyiyim abi, arkadaşlarla yolda karşılaştık, ama hiçte misafirperver değillermiş " ...

    dediğinde dipçiği çenesine yedi. Dipçiği vuran askerin elinden silahını aldım, askerlerin şaşkın bakışları arasında silahı sökerek parçalarını fırlattım ve askere bir daha aynı hareketi tekrarlarsa uzun süre kolunu kullanamayacağını söyledim.

    Ben bunları yaparken başlarındaki Yüzbaşı yanıma yaklaştı ve nerede eğitildiğimizi, nasıl oluyor da her ikimizin böylesine düzgün bit Türkçe konuşabildiğimizi sordu.

    Hızlı cevap vermeliydim, bocalamamız sonucu hem operasyonu tehlikeye atabilir, hem de sinirli bir askerin mermisine hede olabilirdik. Başımla yanıma yaklaşmasını işaret ettim. Cesurdu Yüzbaşı, bir teröriste, hele ki üzeri aranmadıysa o kadar yaklaşılmaması gerekiğini bildiğinden şüphem yoktu. Tam bir şeyler söyleyecekken iki asker yaklaştı Yüzbaşıya, söyleyemedim bir şey. Afferim dedim içimden, yalnız bırakmıyorlardı komutanlarını.

    Üzerimi Yüzbaşı aradı , tabancamı bulduğunda başını çevirmeden gözlerime baktı, ayağa kalkarak askerlerine ;

    - " Burada işimiz bitti, devam ediyoruz "

    dediğinde askerlerinden birkaçı bir şeyler söylemeye yeltendiyse de hemen susturdu onları.

    Sinan ve Yüzbaşının askerleri neler olduğunu anlamaya çalışırken, Yüzbaşı döndü ve ;

    • " Allah'a emanetsiniz , yolunuz açık olsun " ...

    diye seslenerek gözden kayboldu. Sinan hiç bir şey sormamıştı, ama meraktan içi içini yediğini biliyordum, dönünce anlatacağımı söylediğimde ise yalvaran gözlerle bana baktı. Yolda bunu düşünmesini istemediğimden anlattım ona ;

    Bizim tabancalarımız özeldir, sadece grupta olanların anlayabileceği bir işaret vardır üzerlerinde. Bu ve bunun gibi bir çok durum için kendimizin geliştirdiği bir yöntemdir, imalât ile alâkası yoktur ve bir başkasının bunu görüp anlaması imkânsızdır. Yüzbaşının da gruptan olduğunu anladığım da kayıpsız olarak görevlerini bitireceklerini anladım ve içime su serpildi.

    Sınırı geçeli 3 gün olmuştu, fazla bir yolumuz kalmamıştı, hem dinlenmeli hem de operasyon için son plânlamalaı yapmalıydık. Yaklaşık 6 saat mesafede bulunan ve halâ kimse tarafından keşfedilmediğini düşündüğüm uğrak yerimize (!) gideceğimi söylediğimde Sinan ;

    - " Abi sen hiç yorulmaz mısın, başladığımızda kendi kendime bu adam bana bu yaşta yetişemez demiştim, ama şimdi sana yetişmekte zorlanan benim " ...

    diyerek yine o bildik kahkahalarına boğuldu...

    Ah bir de ona yetişmek için ne kadar çaba harcadığımı bilseydi, sanırım sözleri çok daha farklı olurdu...

    Sabaha karşı vardık dinlenme (!) yerimize, burad 2 gün güç toplayacak ve yaklaşık 4 gün sonra da Kandil'e varmaktı plânımız. Bize verilen plân çerçevesinde girişimiz normal yolalrdan, yani elimizi kolumuzu sallayarak olacaktı. Ancak bu, bizi oradakilerden farksız kılmazdı ve bu nedenle de rahat hareket edemezdik; daha farklı bir yol bulmalıydım...

    Nöbetteki Sinan'ın yavaşça yanıma geldiğini gördüm ;

    - " Abi misafirlerimiz var "...
    Tümünü Göster
    ···
  11. 86.
    +3
    Başımla tuzaklama yaptığımız yerin tam karşı tarafına dolaşmasını işaret etmemle gözden kaybolması bir oldu Sinan'ın.

    Yavaşça dizlerimin üstünde doğruldum, yavaşça yaklaşan karaltıları saymaya çalışıyordum, 10-15 kişi civarındaydı sayıları. ASker olamazlardı, çünkü çok rahat davranıyor, farkedilebilecekleri sesler çıkarmaktan endişe etmiyorlardı. Bu hem iyi hem de kötüydü. iyiydi, çünkü askerlerle karşılaşmak istemiyordum. Kötüydü, çünkü terörist grupsa eğer bu, birini bile kaçırmamız bizim için felâket olabilirdi, kimseye gözükmeden girmeliydik Kandil'e...

    Karaltılar azaldı, neredeyse yarısı yok olmuştu sanki, sanırım bir kısmı geride emniyet olarak kalmış, diğerleri de mağarayı kontrol etmek , ya da başka herhangi bir sebepten dolayı bulunduğum yere doğru yaklaşıyorlardı. Nasıl olsa farkedeceklerdi, ilk hareketi yapan kazanırdı bu durumda, içimden o an Sinan'ın d benim gibi düşünmesi için dualar ederek fırladım ortaya...

    irkilmişlerdi, bir an hepsi olduğu yerde kalakaldı, sonra içlerinden önder kılığına girmiş biri öne çıkarak Kürtçe bir şeyler söylemeye başladı, ama anlamıyordum ki. Ulan dedim içimden, sövüyorsan da, sövmüyorsan da bunu ödeyeceksin...

    Konuşmaya çalışır gibi yapıp sağır-dilsiz numarası yapmaya çalıştım, o an gülüştüler. Biri yanıma yanaştı, kokudan hemen geri adım attı, ondan bile pis kokuyordum artık, günlerdir su görmemiştik ki...

    içimden bildiğim tüm duaları okuyarak kendimi daha önceden yerini tespit ettiğim minik tepecikten aşağı attım, henüz ben havadayken patırtı koptu, bağırışmalar, sesler... Bir kaç dakika içinde ses kalmamıştı. Adım atmaya dahi fırsat bulamadıkalrına eminim. Atlarken, daha önce hazırladığımzı ; tek pimden oluşan pararlel bağlı 6 el bombasının pimini çekip, olduğum yere bırakarak kendimi boşluğa bırakmıştım.

    Ağaçtan kurtukmaya çalışırken az öncekinden daha büyük bir patlama oldu ve Sinan'ın çığlıklarını duydum, hemen tepeyi tırmanarak bulunduğu yere doğru koşmaya başladım. Sinan'ı gördüğümde yine yüzünde o bildik gülüş vardı,

    - " Abi bunları hiç eğitmiyorlar mı, sapanla bile avlarım ben bunları " ...

    dediğinde kahkahalarımız birbirine karıştı. Sinan gider gitmez taşıdığı mayınlarn üçüyle el bombasını da kullanarak geçiş yoluna değil de, tam aksi yöne, yani patika bile sayılamayacak yere tuzaklamayı yapmış. Her yaptığıyla bu çocuğa hayranlığım bir kat daha artıyordu, cesur olduğu kadar akıllı ve çevikti, afferim Sinan, afferim oğlum dedim ve sarıldım.

    - " Abi bileğin " ...

    O an kırık olan bileğimin çıktığını farkettim, şimdi yandık dedim içimden,bu dağ başında ona yapabileceğim herhangi bir şey yoktu.

    - " Sinan, şu elimi bi tutsana, bir de şu ağaca sıkı sıkıya tutun. " ...

    Anlamamıştı ama yaptı dediklerimi, o en bileğimi öyle bir ittim ki, ikimiz de düştük yere.

    - " Abi sen kaç kilosun ya ... ? "

    ikimiz de yeniden bastık kahkahaları, patavatsız değildi, sadece samimiydi Sinan,onu sevmemin sebeplerinden biri de buydu.

    - " Hemen uzaklaşmamız lazım buradan, çıkardığımız patırtıya asker ya da terörist, birileri muhakkak gelir kısa zamanda, tabanlara kuvvet Sinan "...

    Arkamıza bakmadan henüz toparlayamadığımız gücümüzün son kırıntılarını da kullanarak koşmaya başladık. Aradan ne kadar geçtiğini bilmiyorum, ama sabah olmak üzereydi, gün ışığında devam edemezdik.

    Tüm bunlar aklımdan geçerken sesleri o an farkettim, yine mi diye ağzımdan kelimeler dökülmeden Sinan atıldı,

    - " Abi, burası da istiklâl caddesini geçti, rahat rahat dolaşamayacak mıyız " ...

    hahahah...

    Kahkahaalrımızı bastırmaya çalışırken Sinan'ın arkasından bir karaltı yaklaştı ve silahını yere bırakmasını söyledi yavaşça, sözlerini bitirmemişti ki,bu kez de ben ikimizi birden bırakalım o halde diyip gülerek araya girdim.

    - " inanmıyorum " dedi birden...

    Celil , bunu sen olmadığını söyle, kamera şakası mı bu ?

    Sinan ve Celil'in ekibinin şaşkın başkışları arasında Celil ile öyle sarılmıştık ki birbirimize, kemik seslerimiz duyulacaktı neredeyse...
    ---
    Celil ile mesleğe neredeyse aynı günlerde başlamıştık. Beş vakit namazındaydı, bu güne kadar da aksattığını hiç duymadım. Hani askeriyede namaz yasak, oradakilere ibadet izni verilmez diye, halt etmiş bunu söyleyenler. Kurallar çerçevesinde izin verilirdi, mescitimiz de vardı camiimiz de.Ama Celil bir başkaydı, eğitimlerde bile fırsat bulup 5 dk gözden kaybolur, namazını niyaz edip dönerdi. Bilinirdi ne yaptığı, ama kimse ona ses çıkarmaz, görmezden gelirdi,ona saygı duymayan neredeyse yoktu. Henüz Tğm.ken kendi kullandığı araç çapraz ateş saldırısına uğramış, toplam 7 saldırganı öldürmüş, ama eşi ve henü doğmamış ço cuğunu da orada kaybetmişti Celil. O gün bu gündür aldığı leşlerin sayısını kendi dahil hiç kimse bilmez, aldığı ödülleri koyacak yer bulamıyor artık.
    ---

    Kandil'e çok az bir yolumuz kalmıştı,ve ancak o an düşünebildik birbirimizin orada ne aradığını.

    - " Yahu sen hiç akıllanmayacak mısın,2 kişi ne işiniz var burada.Bu bölgede yaklaşık 10 kişilik bir intihar timi ihbarı aldık, günlerdir onları arıyoruz ... " ...

    sözlerini bitirmemişti ki, yüzümdeki ifadeden her şeyi anlamıştı. Demek bizim karşılaştığımız grup Celil'in aradığıydı. Anlattım ona Kandil'e gidiş sebebimizi, kayalıkalrın dibinde konuşurken ikimiz de uyumuşuz. Sinan'ın sesine uyandık ;

    - " Abi çay hazır "...

    - " Demek bu ço cuğu bu kadar çok seviyorsun, sana abi diyebildiğine göre "...

    Celil bunları söylerken çaylarımız içiyorduk. Hemen ardından da plânlarımızı karşılıklı yeniden gözden geçirdik. Celil'in artık görevi bittiğine göre ortak hareket edecektik. Önümüzde dinlenebilmemiz için neredeyse 24 saatimiz daha vardı,

    ve de özlem giderecek...
    Tümünü Göster
    ···
  12. 87.
    +2
    okuduğunuz yeri şukulayınki yenisini yollıyayım
    ···
  13. 88.
    +5
    Yola çıkalı henüz 4 saat bile olmamıştı ki Sinan koşarak yanıma geldi ve telsizden duyduğu mors alfabesi ile gelen s.o.s çağrılarını söyledi. Hemen Celil'in yanına gittim. Durum belliydi, konuşacak kadar bataryası kalmayan biri yardım istiyordu ve mandallamalarını duyuyorsak eğer ki duyuyorduk ; bize yakınlardı. Bulunduğumuz bölgeye izinsiz operasyon yasağı bulunduğundan, yardım isteyen birliğin ya özel eğitimli komandolar ya da özel harekât olduğu kanısına vardık.

    Celil ile göz göze geldiğimizde tutmakta zorlandığımız gözyaşlarını ta içimizde görebildik. Bu çağrının ne anlama geldiğini her ikimiz de çok iyi biliyorduk. Böylesine eğitimli bir birliğin bu çağrıyı yapmasını gerektirecek durumu düşündükçe ateş basıyordu ikimizi de...

    Kandil görevini ertelediğimizi sözlerle ifade etmeye gerek duymadık, herkes bilincine varmıştı bunun. Peki ama hangi yöne gidecektik,... ?

    Celil ile durum değerlendirmesi yaparken Sinan geldi yanımıza ve konuşmak için izin istedi.

    Sinan'ın konuşması bittiğinde Celil birden ayağa kalkarak Sinan'ın üzerine yürüdü, hemen arkamı döndüm, severdim Sinan'ı , ancak Celil'in yapacağı hareket ne olursa olsun ona engel olmazdım, bilirdi bunu. Sinan'ı öyle bir kucakladı ki, sonunda yardım istemek zorunda kaldı zavallı (!) çocuk...

    Sinan'ın yön tayini neredeyse mükemmel ve uygulanabilecek yegâne fikirdi. Geldiğimiz istikamette kimse olamazdı, tek iz bile bulmamıştık gelirken. Celil'in geldiği istikamet de temizdi. Kandil yolunda olmaları da imkânsızdı. Tek yön kalmıştı ; o da ... ' nin Kuzey Doğusu.

    " Şu an dinlenmek size saçma gelebilir, ancak koşar adım gideceğiz ve mesafe belli değil, herkes otursun, aç olan yemeğini yesin. Yolda her ihtiyacınızı koşarken gidereceksiniz... "

    Sözlerimi bitirdiğimde gözlerdeki endişe yüreğimi burktu. Ancak yolda yorulabilirdik ( ki zaten ayakta duracak halimiz yoktu neredeyse ) ve bu da mandallama yapan ya da yapanlara yetişmemizi olanaksız kılardı...

    Aniden bastıran yağmur artık derimizi acıtmaya başlamıştı, sanki su damlası değil de minik taşlardı yüzümüze gelenler. Nefes almakta zorlanır olmuştuk, kimi zaman düşene yardım ediyor, kimi zaman da “ umarım bize yetişir “ diyerek avr gücümüzle koşmaya devam ediyorduk…

    Çatışma seslerini duyduğumuzda kulaklarımıza inanamadık, yorgun bedenimizi yönlendirmeye çalışan beynimiz bize oyun mu oynuyordu…? Hayır, ne bir oyun, ne de bir hayaldi bu… Çatışma öylesine kuvvetliydi ki yerine geceye bırakmaya yüz tutmuş gün içinde havada uçuşan izli mermiler karanlığın hakim olmasına fırsat bile vermiyordu.

    “ çök “ işaretini verdikten sonra usulca Celil’in yanına gittim. işimiz çok zordu, kim nerede belli değildi, hangi istikamete ateş açacağımızı, kime destek vereceğimizi billmiyoruk ki bu, çatışmada yaşanabilecek en dayanılmaz durumlardan biriydi. Celil’e işaret fişeği olup olmadığını sordum, şükürler olsun vardı. Bunu sorduğumda tüm gözler bana çevrildi, delirdiğimi düşünüyorlardı. Ancak Celil anlamıştı beni. Aşağıda devam eden çatışmadaki taraflar birbirlerinin yerlerini nasıl olsa biliyorlardı, bilerek yaptıkları atışlar ve saatlerdir süren çatışma bunu açıkça ifade ediyordu.

    Herkesi yerini aldıktan sonra işaret fişekleri ateşlenecek ve gördüğümüz hedeflere bir grup aynı anda yaylım ateşine başlayacak, diğer grup ise yardım isteyenlerin (!) ( ki halâ kim olduklarını bilmiyorduk ) yanına gitmeye çalışacaklardı, ateş güçlerine destek vermemiz, onları bulundukları yerden çıkarmamız gerekiyordu.

    1,2,3…

    Ortalık günden daha da aydınlık oldu bir anda ve şaşkınlığın etkisiyle çatışma birkaç dakika için bile olsa durdu aşağıda. işte tam o anda mevzilenen askerlerimizle birlikte gördüğümüz hedeflere atışa başladık, göz gözü görmez olmuştu. Aşağıdaki ateşin bir kısmı bize yönelse de hakim konumda bulunmamızdan dolayı bize zarar vermeleri imkânsızdı. Yaklaşık yarım saat ara vermeden aynı hızda devam etti çatışma. Bir anlık bir duraksama oldu neden sonra. Celil ile birbirimize baktık ;

    “ Abi dikkat et…. “

    Sinan’ın sessizliği yaran sözlerinin ardından üzerimize gelen 5 ışık hüzmesini gördüğümde donakaldım, nereden çıkmıştı bunlar, ne zaman gelmişti destek bu şe refsizlere…?

    Aynı anda ateşlenen 5 Rpg-11 üzerimize geliyordu…
    Tümünü Göster
    ···
  14. 89.
    +2
    Yaaaaaaaat ... !

    Hemen hemen aynı anda patladı roketler, önümüzdeki küçük tepecek artık yoktu, tamamen ortadaydık, herkes sağa sola kaçışıp mevzi arıyordu kendine. Roketlerin ardından gelen ilk ateş en ağırı olmuştu. O an iki askerimizin vurulup aşağıya düştüklerini gördüğümde insanlığımdan bir kaç parça daha yok olup gitti bize bunları yaşatanlar için...

    Celil boynunu tutuyordu, seken mermilerden biri sağ köprücük kemiğine girip orada kalmıştı. Hemen yanına gittim ;

    - " En fazla iki saat dayanırsın ve ben artık ne askr ne de dost kaybetmek istemiyorum, sakın ayağa kalkmaya çalışma, kay kaybın artmasın, bekle beni , döneceğim... "

    dedikten sonra yanından ayrıldım ve Sinan'ın yanına sürünerek gidip ;

    - " itiraz etme, sen ve 6 kişi burada kalacaksınız, işaret verdiğimde var gücünüzle sadece şu ( göstererek ) kısma ateşe başlayacaksınız. "...

    - " Abi ne işareti, onu söylemedin... " ...

    sözü yarım kalmıştı Sinan'ın orada toplam 7 kişiyi bırakarak çoktan ayrılmıştık oradan. Giderken ;

    - " Duyduğunda anlarsın aslanım, Allah'a emanet olun "...

    ...

    Hepsi itiraz etti, ancak fayda etmeyeceğini gördüklerinde beni dinleyip gösterdiğim yerlere mevzilendiler ayrı ayrı. Sadece 5 dk zamanım vardı, son gücümü de kullanarak desteğe geldiğimiz birliğe ve bizimkilere yoğun ateş açan bölgenin etrafında var gücümle koşmaya başladım. Son noktaya da geldikten sonra kendimi bulduğum bir çukura attım.

    Kıyamet kopmuştu sanki, koşarken bıraktığım a4 ve c4 ler arka arkaya haykırışları da içine alıp bir öoğunu cehenneme göndererek patladılar. Birden ateş kesildi bütün yönlerden , Sinan hariç... Aslanım benim, yine tereddüt etmeden ve düşünmeden aldığı emri yerine getirmiş ve yanındakilerle birlikte tüm gücüyle ateşe başlamıştı. Desteğe geldiğimiz birliğin de bir kaç dakika içinde onlara katılması ile bize gelen ateş tamamen durmuştu, işlerinin bitmesine çok az kalmıştı.

    Yaklaşık 10 dk içinde olup bitmişti her şey, karanlığın içinden karaltılar üzerimize doğru gelmeye başladığında gözlerimi kısıp baktım ve nihayet desteğe geldiklerimizin kimler olduğunu işte o an görebildik.

    Armalarından ... Komando birliği olduğunu anladım, komutanları olan genç Tğm. yanıma gelip selâm vermeden boynuma sarıldı ağlayarak, dur mur, noluyor demedim, diyemezdim, onu çok iyi anlıyordum, ilk yıllarımı hatırlamıştım o halini görünce... ;

    Kaybolmuşlar ve buraya kadar gelmişlerdi. Kaybolan çok olur birleşik operasyonalrda, şaşılası bir durum değil bu. Kaybolduğunu farkettikten sonra yapılacak tek şey oturup beklemektir...

    Koşarak Celil'in yanına çıktım, çok kan kaybetmişti, sağ tarafı kısmi felçti, gözümdeki yaşları içime akıttım görmemei için; bir dostum daha şehit olmak üzereydi... Hemen telsizi alarak bağrış çağrış içinde koordinat verdim ve acilen gere görüş kabiliyetli helikopterler istedim. Gelen cevap beni çok şaşırtmıştı ;

    - " Komutanım son aramanın üzerinden 1 dk bile geçmedi daha, 9 dk lık yolumuz kaldı, hepinizi alacağız oradan, geliyoruz " ...

    Başımı kaldırdığımda Sinan karnını tutmuş gülmemek için zor tutuyordu kendisini. Sinan haber vermişti onlara, dk başı da tekrar çevrime girip acele etmelerini söylemişti ; tabii benim kodum ile...

    ...

    Tarifeli uça alana inmişti. insanlar heyecanla iniyordu uçaktan, elbet hepsinin işi vardı da bizim de vardı ama, söylene söylene kalktım, itiş kakış kapıya yürüdük, merdivenden indiğimde baktım Sinan yok, hemen geri çıktım uçağa baktım koridorun sonunda hararetli hararetli hostes ile bir şeyler konuşuyor, tam neler oluyor demeden Sinan hostesi öptü ve eline bir şey tutuşturarak yanıma geldi, çıktık uçaktan...

    - " Sinan neler oluyor böy... " ...

    cümlemi bitrmemiştim ki lâfa girdi ;

    - " Abi şahidimiz sen olacaksın ona göre, aşık oldum "...

    Sinan hostese evlenme teklif etmiş, kızın bir şey söylemesine fırsat vermeden ayrılmış yanından. Sinan her izine gittiğinde hostesi arayıp buldu, daha doğrusu önceden edindiği bilgilere istinaden hostesin Ankara'da bulunduğu zamanlarda kullandı izinlerini. Her seferinde de olumsuz cevap aldı, ta ki beni arayıp ; " abi bir gün daha kal merkezde yarın geliyoruz, evleniyoruz " diyene kadar. Ve evlendiler , 4 mutlu yılalrı oldu, ama sadece 4 yıl... Yine birlikte girdiğimiz operasyonların birinde şehit oldu Sinan , eşi bir daha evlenmedi, birikimiyle Ankara'da bir sağlık merkezi açtı ve güneydoğudan gelen askerlerin rehabilitasyonuna adadı kendini.

    Ruhun şad, mekânın cennet olsun Sinan...
    Tümünü Göster
    ···
  15. 90.
    +2
    Grup komutanımın yüzündeki gerginliği hissettiğimde ürperdim, bir şeyler soracak oldum,el hareketiyle beni susturdu.

    Oldum olası hayrandım komutanıma,bu birliğe dahil olmamdaki tek etken oydu. ilk günlerimde bana yapılan hafif şakalara bile - ki bu herkese yapılır - engel olmuştu. Teskere bırakarak askerde kalış sebebimi grupta bilen tek kişiydi...

    - Hemen Cem'i de alıp odama gelin bir an önce...

    Hah dedim bir şenlik daha başlayacak.

    Cem, Kuleli mezunuydu, 4 ncülükle bitirmişti, ufacık boyuyla kara harp okuluna nasıl girdiğini, o dereceleri nasıl aldığını herkes merak ederdi. Geçmişi başarılarla doluydu, defalarca batıya atanmasına rağmen karakolunu terk etmemiş, aynı karakolda en uzun süre görev yapan subay olma ünvanını da almıştı...
    .
    .
    Cem ile grup komutanımızın odasına girdiğimizde verdiğimiz selamı almadı, kendi kendine konuşuyor, 1/25000 lik haritaları karıştırıp duruyordu. Yaklaşık 20 dakika ses çıkarmadan ayakta bekledik;neden sonra eliyle bizi harita masasına çağırdı. Gittiğimizde Cem ile birbirimize baktık bir an,Kandil ve çevresini haritasıydı bu, her ikimiz de o bölgeye defalarca gittiğimizden uzaktan da olsa hemen tanımöıştık haritadaki bölgeyi.

    - Fazla zamanımız yok gençler, 2 gün mühlet size, en fazla 20 kişi olacak şekilde hazırlığınızı yapın, detayları daha sonra bildireceğim size...

    Bölücü gruptan 3 elebaşının kandilden çıkacağı duyumları alınmış, ancak nasıl ve ne şekilde çıkarılacaklarına dair bilgi edinilememiş. Bulunmaz fırsatalrdan biriydi bu, elebaşlarından üçünü ele geçirebilirsek karşı tarafın moralini kışa girmeye çok az bir zaman kala fazlasıyla bozabilirdik.

    Zembereği boşalan kurulu saatler gibi hemen operasyon odasına indik Cem ile, belirlediğimiz 10 isme hemen çağrı gönderdik, 10 dk geçmeden herkes odada toplamıştı; 2 subay 3 astsb. 7 uzm. çvş...

    Her an hazır olduğumuzdan 2 günü sadece kontrollerle geçirdik ve zaman göz açıp kapayana kadar geçti.. Toplam 12 kişiydik, hava ve karayolu ile değil, her zamanki gibi arazi intikali ile bölgeye ulaşmaya çalışacak ve belirleyeceğimiz 2 noktada pusu kuracaktık. Geceyarısına doğru yola çıkıyorduk, biraz olsun uyuyabilmek (!) için odalarımıza çekildik...

    Vakit gelmişti...

    Sessiz uçuş modundaki helikopterler bizi sınırın 8 km ötesine indirdiğinde vakit geceyarısını biraz geçmişti... Yaklaşık yarım saat ayrı ayrı alınan pozisyonlarda bekledik, ses yoktu, hemen toparlanarak daha önceden belirlediğimiz koordinata doğru intikale geçtik...

    Cem ile birlikte çok göreve gitmiş ve hepsinden de zayiatsız olarak geri dönmüştük, beraberimizdeki askerler de son derece iyi eğitim görmüşlerdi, orduda geçirdiği yıllar çoğunun benden fazlaydı, kibirli olmadığımdan arada onlara danışırdım ve bu çok hoşlarna giderdi, üst rütbeli biri onlardan fikir alıyordu...

    Altı saatlik bir yürüyüşün ardından mola verdik, dinlenmeliydik, gün ışıdıktan sonra herşey bana hep zor gelmiştir, " görebiliyorsanız görünebilirsiniz " ... Şehit olan grup komutanlarımdan birinin bu sözünü hiç unutmadım...

    Kısa moladan sonra tekrar yürüyüşe geçtik. Kısa bir süre sonra uzm. çvş. lardan biri gelerek tütün kokusu aldığını söyledi, hiç birimiz alamamıştık bu kokuyu, Cem devam edelim dese de o da durumdan şüphelenmiş olacak ki başıyla beni oyaladı. Zaten ormanlık olan alanda mevzilenmemiz zor olmadı, neredeyse birbirimizi bile göremiyorduk. Tam sıkılmaya başlamıştık ki,20 kişilik bize paralel olarak yaklaşık 300 metreden ilerlediğini gördük, socak çatışma için çok uygun mesafeydi bu. Ya onları görmezden gelecek, ya da görevimizi tehlikeye amak pahasına onların geçişine izin vermeyecektik...

    Cem devam edelim dediğinde astsb. lardan biri " komutanım, ya karakolalrımızdan birine gidiyorlarsa " ... dediğinde Cem'in atış serbest demesi bir oldu, zaten pozisyonunu almıştı herkes, ilk atışımızdan sonra 14 kişi kımıldamadan yerde yatıyordu. Onlardan avantajlı durumdaydık, ormandaydık, onlarsa ormana yaklaşamıyorlardı bile. Bu avantajımızı iyi kullanarak kalan 6 kişinin de çevrilip imha edilmeleri çok zor olmadı. Vakit geçirmeden cesetleri ve ele geçirdiğimiz malzemeyi gömdük, izlerin hepsini ortadan kaldırdık; oradan kimse geçmemişti...

    Yorulmuştuk, hazır ormandan uzaklaşmadan burada dinlenmeye karar verdik, sürpriz dolu günlerin bizi beklediğini bilmeden...
    Tümünü Göster
    ···
  16. 91.
    +2
    Uzun zamandır izine gitmemiştim, operasyonların ve hareketliliğin azalmasından istifade etmek istedim ve nasıl olsa kabul edilmez düşüncesi ile izin isteğimi yazılı olarak bildirdim. Aynı gün gelen cevap beni hem mutlu etti hem de aklımı yine karakolda bırakacak olmamdan dolayı içim buruldu...

    Vedalaştım askerlerimle, onları yokluğumda karakolu komuta edecek devreme emanet ederek aklım arkada, kalbim bmlünmüş... çıktım yola...

    ANKARA
    ---
    Sakarya caddesine gittiğimde yıllardır görmediğim bir arkadaşımı aradım, önce onunla dalga geçen biri zannetti beni , kapattı telefonu. Yeniden aradım , Allahım o ne çığılktı... Yarım saat geçmeden geldi, dolaştık biraz, Çankırı caddesinin özlediğim çayını yudumlarken ;

    - " Açsındır sen , gel sana 3 lahmacun yedireyim yine " ...

    dediğinde gözlerim doldu, saklamaya çalışsamda anladı yine orada olmadığımı, sarıldı ...
    Susuyorduk, ama söylenecek o kadar çok şey vardı ki...

    Çucuk ilçesinin şirin bir köyü vardır, Meşeli adı, çok kimse bilmez, ama gençlik yıllarımızın henüz başlarında çok pikniğe gitmişizdir, yine gittik...

    Anlat dedi ve ağaca yaslanarak kapadı gözlerini... ;

    Üç Lahmacun... !
    ---

    Tipi öylesine yoğunlaşmıştı ki, askerler arasındaki mesafeler beşer metre olmasına rağmen görmekte zorlanıyorduk, hiç bir şey göremiyorduk, ama bu ; görülemeyeceğimiz anldıbına da gelmiyordu...

    Tahsin geldi yavaşça yanıma, sakalları donmaya başlamıştı, günlerdir arazideydik, adım attığı yerlere baktım, hafif kırmızılık vardı ayak izlerinde, yine yarası patladı dedim kendi kendime, içim açıdı , nefes alamaz oldum bir an ; hepsiyle gurur duyuyordum...

    - " Komutanım, çok özür dilerim ama , kuytu bir yer bulmaya çalışsak olur mu, arkadaşlar çok yoruldu, nefes almakta zorlananlar var " ...

    Bunları söylerken bir taraftan da donan kar maskesindeki ince buz tabakasını kırmaya çalışıyordu.

    Yaklaşık 1,5 saat sonra korunabileceğimiz bir yer bulduk, çevre emniyetini alarak bulduğumuz kuytuya doluştuk, tehlikeli olsa da yapacak bir şeyimiz yoktu ; " cehennemden cennete düşmüş " gibi olmuştuk. Herkes cep ocaklarını yakarak donan konservelerini çözemeye çalışıyordu ;

    - iki fasülyeye bir ton balığı verilir...
    - Lazoğlu, bu hamsi de sen gibi pörtleki içi geçmiş...
    - Kim aldı lan benim çözülmüş ton balıklarımı...
    - Fazla çatalı olan var mı, kırıldı yine benimki...
    - Müyendiz, sana kaç kere dedim şu çoraplarını çıkarma diye, ölecez senin yüzünden...

    Gülmekten kendimi alamıyordum, sürekli değişseler de, sürekli yerlerine yenileri gelse de ; hepsiyle gurur duyuyordum , neşelerini asla kaybetmiyorlardı, biliyorlardı ki en küçük bir moral bozukluğu timin tamdıbına aksediyor, hareket kabiliyetimizi dahi kısıtlıyordu.

    Tam bunları düşünürken içlerinden biri ;

    - " Ah be dedi, 3 lahmacun için neler vermezdim şimdi, nasıl canım çekti " ...

    Müyendizti bu, iTÜ yü son sınıftan terkederek tecil bozup askere gelmişti, tam bir milliyetçi ve vatanseverdi.

    Hızlı fakat sessiz adımlarla ileri gözetleyicilerden biri geldi yanıma, kulağıma eğilerek ;

    - " Komutanım, yaklaşık 50 kişilik bir grup üzerimize doğru geliyor, bizi farketmediler, ama yön değiştirmediler " ...

    Sayları çok fazlaydı, biz 30 kişiydik, başederdik, ama askerlerin yorgun halleri beni düşündürüyordu...

    Hemen gizlendiğimiz yerden çıktık, yaklaşık 50 metre üzerimizde bulunan kayalıklara havancıları ve ağır makinalıları gönderdim, 23 kişi kalmıştı geriye. Kalanlardan 9 tanesini ileri gözetleyici konumunda bırakarak 7 şer kişi 2 grubu da kayalıkların hemen altına sağlı sollu yerleştirdim, pozisyonumuzu almıştık; bekliyorduk...

    Tipi etkisini azaltsa da devam ediyordu, artık onları net bir şekilde görebiliyorduk , havanların ve ağır makinalıların atışı ile topyekün atış başlayacaktı, tam bir sessizlik hakimdi, duyabildiğimiz ıslık çalan rüzgârdı sadece. işaret verdiğimde havanların ıslığı ile birlikte ağır makinalılar ortalığı savaş alanına çevirdi, suni bir tipi yaratmıştık çevremizde, gremiyorlardı bizi... Kar bulutu kalktığında yaklaşık 10-15 tanesinin hareketsiz yattığını gördüm, güzel, hem de çok güzeldi bu, diğerleri ise rastgele atış yapıyorlardı, ama tek tek gelen atışları farkettim o an, keskin nişancıları vardı, iz kolluyordu...

    Yaklaşık 2 saat geçmişti, yaklaşamıyorlardı, cephanemiz fazlası ile vardı, bu kez herkes 10 ar kg lık fazladan mini sırt çantası almıştı yanına, bu tipide hava desteiğinin gelmeyeceğini düşünerek daha ben söylemeden yapmışlardı hazırlıklarını...

    Önce Halil, sonra Ali düştü yere, her ikisi de omuzlarından vurulmuştu, demek ki keskin nişancı artık görerek atış yapıyordu, " kafanızı kaldırmayın sakın " diye bağırdığım sırada bir şey söylemeye çalışan " Müyendiz " sol yanına çöktü, göğsünü tutuyordu , altındaki kar al al olmuştu, oluk gibi kan akıyordu, koşarak yanına giderken atış bana yönelmişti, ama vuramadı...

    Başını ellerimin arasına alarak dizlerime koydum yavaşça, bir şeyler mırıldanıyordu, ama anlayamıyordum ;

    - " Dönünce benim yerime 3 lahmacun yer misiniz komutanım " ...

    dedikten sonra kelimei şehadet getirdikten sonra kapandı gözleri, ağlayamıyordum, nefesim hızlanmıştı, ayağa kalktım , kanasımı alarak atış yapanı bulmaya çalışıyordum, bana atış yaparsa görebilirdim ancak onu, el işaretleri ile bana bir şeyler söyleyen askerlerimi duymuyordum bile, dikkatimi sadece duyacağım o ıslık sesine vermiştim ki duydum o ıslığı ; kanasın ıslık sesini duyduysanız eğer ıskalamıştır sizi , öyle de oldu , görmüştüm onu, atışımı yaptım, ancak vuramadım, tipiden dolayı merminin yönü değişiyordu, ama o iğrenç gülüşünü görebildim...

    Bir ıslık sesi daya duydum, ancak bu kez isabet ettirmişti, kalçama giren kurşun platine denk gelerek sekip dışarı çıkmıştı, nefesimi tuttum, atışımı yaptım ; bu ıslığı o duyamamıştı , bir daha da hiç bir şey duyamayacaktı ; yere düştüm , askerlerim beni çekerek tümseğin arkasına almaya çalışıyorlardı , o an cızırtılı telsiz konuşmalarını duydum ;

    - " Orada bana tam koordinat verecek biri yok mu, hoca nerde, yine mi vuruldu yoksa " ..

    dediğini duydum helikopter pilotunun ; telsizcimiz mors alfabesi ile koordinatları yarım yamalak da olsa vermiş, bölgeye yakın 2 helikopter hemen bize desteğe gönderilmiş , gözlerim kapanırken son gördüğüm şey bize atış yapan bölgeye sorti üstüne sorti yapan 2 süper kobraydı...

    Gözlerimi açtığımda Yzb.Dr. u gördüm,

    - " Yine mi sen hoca, özelttin kendini " ...

    dediğinde ;

    - " Hayırlı olsun komutanım, Yzb. olmuşsunuz " dedim ...

    - " Tamam herkes birilerini sayıklar, ama sen günlerdir lahmacun diye sayıklıyorsun, nedir bu lahmacunun sırrı kuzum ... "

    sözünü bitirmemişti, pencereye döndüm , gözyaşlarımı gizlemeye çalışmıyordum artık,
    yaklaşık 20 yıl oldu, lahmacun kokan yere bile giremem o gün bugün...

    Nur içinde yat " Müyendiz "...
    Tümünü Göster
    ···
  17. 92.
    +2
    Evet beyler hikayemiz bitmiştir . Murat komutanın parça parça anlattığı hikayesini okudunuz . bi arkadaş wattpad diye bır yerden çaldın demiş . murat abi 2010 yılında yazdı wattdakki gavat 2015 de yazmaya başlamış . kanıt olarak murat abey yazıdan sonra canlı yayında kalça ve omuzundaki platin (unuttum adını ) röntgenleri gösterdi . zaten kendisiyle çok ayrı görüşmüştüm onun sayesınde ırkçı değilim kürt arkadaşlarımdan birinin abisi 4 yıllık özel harekatta koyunluk yapmayın hepimiz kardeşiz ... hadi kan sağlıcakla ...
    ···
  18. 93.
    0
    Eywallah kardesim sehitlerimizin mekanni cennet olsun.

    Murat komutan yasiyormu suan. devami yokmu
    ···
    1. 1.
      0
      En son 2012 de konustum msn gitti kaybettik ama gecen babam soyledi tuzlada kendine yazlik almis diye devamini yazicam dedi ama kaldi ne yazikki
      ···
    2. 2.
      +1
      Tuzladami hadi lan gebzedeyim bende da nerden bulucan sari cizmeli memet aga hesabi.
      ···
  19. 94.
    0
    Ayraç 24
    ···
  20. 95.
    -1
    su bi dursun da bi ara okuyayım
    ···