/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 1.
    +26 -25
    baktımki sözlükte kürde laf atan bebeler dolu . Artık bu anıyı yazma zamanı geldi . Murat komutanın görev süresi boyunca yaşadıkları . Baştan söyleyeyim baya baya uzun bir hikaye okumak isteyen çıkarsa anlatmaya başlıyacam . (malum ırk sevmeyen liseliler kaçsın yaşananları ırkçı kalbiniz kaldırmaz ... )
    ···
  2. 2.
    +2 -7
    Kürdü övme var çuğu
    ···
  3. 3.
    +7
    Gelen istihbari bilgiler büyük bir grubun bölgemize girme hazırlığında olduğu doğrultusundaydı. Bir taraftan harıl harıl muhtemel bir operasyona hazırlanırken, diğer taraftam tüm telsizciler bütün gün telsiz başında şifreli konuşmaları çözmeye çalışıyorlardı.

    Başarılı bir şekilde sonuçlandırdığımız iki çatışmanın ardından bölücü örgüt bizim karakola baskın yapıp bizi yok etme plânları içerisindeydi, bölgede güçlü karakol istemiyorlardı. Adımız çoktan çevre karakollarda duylmuş, izel Çelik Ercan'ın bile isimleri zaman zaman anılır olmuştu.

    Karakolun tamamı ile operasyona katılacaktık, yokluğumuzda batıdaki mekanize birliklerden gelecek desetek kuvvetler karakola konuşlandırılacak, biz de daha sonra bize bildirilecek koordinatlarda diğer birliklerle birleşerek operasyona başlayacaktık.

    " Ay Işığı Operasyonu "

    Bu ismi duyduğumda beynimden vurulmuşa döndüm, hemen karakol komutanımızın yanına giderek bunun sadece biri isim olduğunu mu sordum. Hayır, düşüncelerimde yanılmamıştım; ay ışığı tepemizdeyken büyük operasyon başlayacaktı, böylesine bir gecede darbe yemek akıllarından geçmezdi o soysuzların. Ancak bizim büyük kayıplar vermemize de sebep olabilirdi.

    Arazide zifiri karanlıkta kaldınız mı hiç? Tepenizde ay varsa eğer, kraanlık bir odada yüzünüze fener tutulmuş gibi olur ortalık, attığınız her adım, eğer ufuk çizgisindeyseniz çok uzaklarda çıplak gözle kolayca farkedilebilir. Buna çok dikkat etmeliydik, yoksa askerlerimizin çoğunu kaybedebilirdik operasyonda.

    Hazırlıklar tamamlanma aşamasındaydı, 8 adet 60 lık havan, 4 adet 81 lik havan, 6 adet mg-3, 4 adet uçaksavar, 4 kanas, 4 adet bixi, 3 adet A-6 makineli tüfek, 5 rpg-11, 6 rpg-7... Bunları düşündükçe gözüme uyku girmiyordu, büyük bir operasyon olacaktı, çok kayıp verebilirdik. Son gece askerleri topladım;

    - " hepiniz ailenizi arayacaksınız yanımda, operasyondan bahseden olursa canını yakarım, seslerini duyun yeter, helallik istemeyin, bırakın rahat uyusunlar, birbirinizle de helalleşin, benden yana hakkım varsa helal olsun, siz de helal edin... "

    Kubi hemen öne atıldı;

    - helali hoş olsun da hocam ( sivilde öğretmen olduğum için ara sıra ağzından kaçırıyordu, ben de bi şey demiyordum, ama sadece Kubi' ye ) buraya kaç kişi çıktıysak o sayıda döneceğiz, içiniz rahat olsun " .

    Eşimi aradım, ağlıyordu; sen her zaman aramazsın, sesinde bi şey var, dönmeyeceksin biliyorum diyordu. Dönmezsen eğer, ant olsun ben gelirim yanına; bunu bil, bil ve dön. Eşimle liseden arkadaşlığımız başlamış, üniversitede devam etmişti. Üniversitedeyken evlenmiştik, canımdan, hanımdan bir parçaydı. Nutkum tutuldu, yatıştırmaya çalışarak sakin olmasını, karakolda gayet rahat olduğumuzu, kilo bile aldığımı söyledim; inanmadı elbette... Annemleri arayamadım, annem sesimden hemen anlardı eşim gibi, arama dedim eşime de.

    Herkes birbiriyle helalleşti, hazırlıklar tamamlandı ve istirahate çekildi tüm karakol (!).

    Gece saat 2 gibi yola çıktık, en önde komutanım, arkasında ben, korucular ve diğerleri. En önde Çelik, arkada ise izel, Ercan'ı karakolda bırakmıştık, dayanıksızdı diğerlerine göre, alışamamıştı henüz.

    Dört gün sonra Bolu'dan gelen komado birliğiyle birleştik. Ertesi gün Foça'dan gelen birlikte arkadaşlarımı görünce dünyalar benim oldu, aynı gün Kayseri Komandoları' da katıldı bize; sayımız 600' ü bulmuştu. Bu da karşımızdaki hainlerin sayısının 1500 civarında olduğunu gösteriyorsu. Her zaman onların yarısı kadar birlik göreve giderdi; birimiz onların en az ikisi ederdi her zaman.

    Önce uzak çevrenin güvenliği ve arkamızdan sarılmayı önleyebilmek için 200 kişilk bir komando grubunu arkamızda bırakarak devam ettik. Çapulcu takımına herhangi bir destek gelmesi, ya da bizim etrafımızdan dolaşarak kaçma çabalarını önlemek için böyle bir kuvvet geride gerekliydi.

    Makinalı tüfekçileri ise vadinin her iki yanına yerleştirdik, keskin nişancılar da yerlerini almıştı, havanlar kurulmuş, roketler atışa hazır durumdaydı; artık hazırdık; geceyi beklemeye başladık, sabahın ilk ışıkları ile birlikte operasyon başlayacaktı. O ara gözüm Abdullah' a takıldı, Çeliğe zorla kola içirmeye çalışıyordu;

    - Komutanım, bu hayvancık da bizim gibi Amerikan mallarını sevmiyor dedi ve ses çıkarmadan kıs kıs güldü.

    iyiye işaretti bu, herkesin morali yerindeydi; Allah'ın izni ile üstesinden gelecektik bu hainlerin.

    100 er kişilik iki grubu da kanatlara yerleştirip uzun menzilli silahlarla yer şaşırtma atışı ve toplu desteği sağlamayı düşündük.

    Vakit gelmişti, emre gerek duymadan saatlerine bakan havancı ve roketçiler aynı anda silahlarını ateşledi., ortalık bir anda mahşer yerine döndü; gece güne dönmüştü sanki. Aynı anda da karşıdan uzun menzilli silahlarla yanıt gelmesi gecikmedi, havancılar durmuyordu, onlar havan toplarını namlularına sürerken makinalı tüfekçiler onları rahatlatmak amacıyla yaylı ateşine başlıyorlardı, kim ne zaman durup ne zaman ateş açacağını çok iyi belirlemişti, aferin çocuklar.

    Telsizlerden ne yazık ki şehit haberlrini duymamız gecikmedi, ardı ardına geliyordu bilgiler;

    - " Allah kahretsin, nerede bu adamların keskin nişancıları, Ata2 hemen nikoncu ve bir kanasçı daha alarak tepeye çık "
    Tümünü Göster
    ···
  4. 4.
    +7
    Kış iyice bastırmış, operasyonların ardı arkası gelmez olmuştu, yorgunluk ben dahil herkesin gözlerinde, her yerindeydi; dayanacak gücümüz tükeniyordu artık. Bölgede en az şehit veren ve o bölgede teörö örgütüne en ağır darbeyi vuran iki karakoldan biri olduğumuz için büyük küçük her operasyona bizi de dahil eder olmuşlardı. Bir kez operasyondan affımız istedim, askerlerimin çok yorgun olduğunu, dinlenmeleri gerektiğini söyleme gafletinde bulundum, yemediğim laf kalmadı.

    Neden sonra Siirt 3 ncü Komando Tugay Komutanlığı'ndan gelen bir yazı 1 ay süre ile dinlendirileceğimizi, bu süre içerisinde isteyen askerleri izine gönderebileceğimi belirten bir emir geldi. Tamam dedim kendi kendime, karakolda kimse kalmayacak, herkes izine gitmek isteyecek. Gerçi bu durumda ayarlama yapma görevi yine bana düşüyordu.

    Bir gece mevzileri dolaştıktan sonra muhabere çadırının önünden geçerken telsizcinin telaşla konuşmasına şahit oldum, anlamadım konuşmalarını, ama telaşlıydı, eli ayağına dolaşmış gibiydi.

    - " isterseniz beni askeri mahkemeye verin, ama komuanıma bunu ben söylemem " .

    dedi ve telsiz konuşmsını bitirdi. Hemen girdim içeri;kiminle konuştuğunu, bana söyleyemeyeceği şeyin ne olduğunu sordum. Kem küm ettikten sonra;

    - " isinler kaldırılmış komutanım, yeniden operasyona gönderilecekmişiz yakında " dedi.

    Gülerek, bunu zaten beklediğimi, içini rahat tutmasını, bizim asıl yerimizide durduğumuz için rahatsız olduğumuzu söyledim.

    Sabah Kubi geldi koşarak,

    - " hocam, kalk bacın arıyor " dedi.

    Aylar geçmesine rağmen kızkardeşim hiç aramamıştı ben, arayamazdı ki zaten, telefonumuzu kimseye bildirmemiştim, ara sıra ben arıyordum onları, o kadar... Sesi titrekti, karmaşık konuşuyor, hiç bir şey anlayamıyordum. Kızdım bi süre sonra, saçmalayamaya devam edecekse kapatmasını söyledim. " abi " diyip ağlayarak kapattı telefonu. Bir saat geçmeden babamlar aradı, babamda da aynı ses tonu neredeyse, birden aklıma annem geldi, acaba ona mı bir şey oldu dedim kendi kendime, yoo, onunla da konuştum.

    Artık pimpiriklenmeye başlamıştım iyice, neden herkes aynı günü seçmişti aramak için. Herhalde televizyonda çıkan haberlerden etkilenmiş olup merak etmişlerdir diye düşündüm.

    Neden sonra aklıma eşim geldi, aradım; evde kimse yok. O zamanlar cep telefonumuz da yoktu,, komşuları aradım, kimseye ulaşamıyorum, eşimin babasını aradım, herkes ağız birliği etmiş sanki; nasılsın, yemek yiyebiliyor musun... ? Herkesle konuşmuş, bir eşimle konuşamamıştım, endişem artıyordu giderek. Aklıma birden aynı dün doğumlu olduğum kardeş gibi büyüdüğümüz Mehmet geld, hemen onu arayıp durumu anlattım, hemen bizim eve gidip eşime bakmasını ev beni aramasını söyledim.

    ( Eşime Ayşem derdim hep, ikimizinde çok sevdiğimiz bir şarkının anısıydı; ikimizin de hoşuna giderdi. Liseyi ve üniversiteyi birlikte okumuş, üniversite bitmeden evlenmiştik. Çocuğumuz yoktu henüz, askerliğimin bitmesini bekleyecektik bunun için, öyle karar almıştık; daha doğrusu bu karar benimdi. Geri dönemezsem onu ***mzla, bir başlarına bırakmak istemiyordum. Ailesinin Alevi olması aramızda hiçbir engel teşkil etmemişti, babsıyla Cuma namazlarına birlikte gider, Ramazan'da iftar sofrasına birlikte otururduk, kimi zaman Alevilerin nasıl bir kökenden geldiğini ve bizimle aynı hayatı yaşadıklarını bilmeyenlere kızar dururdum. Dünya tatlısıydı, bana tutumlu olmasını o öğretmişti; bana o kadar çok şey öğretmişti ki, o benim bu dünyadaki kanatlarımdan biriydi; diğeri ise babam... )

    Yaklaşık bir saat sonra Mehmet'ten telefon geldi.

    - " Murat ... "

    E hadi, konuşsana be oğlum, ne oldu, Eda nasıl, neredeymiş, neden telefona o kadar süre cevap vermemiş... ?

    Mehmet'in ağlamaklı sesini duyunca elim ayağım titredi, olduğum yere çöküp kaldım, konuşamıyordum, nutkum tutulmuştu.

    Eda eve gitmiş eşyalarından bazılarını almak için ( yokluğumda babasında kalıyordu ) . Ayağı takılıp düşerek başını beton zemine vurmuş; beyin kanamasından hayatını kaybetmiş. Mehmet ve ben; ikimiz de ağlıyorduk...

    Onbeş dakika sonra Tugay'dan beni almak için bir helikopterin kalkmak üzere olduğunu, yarım saat içinde hazır olmamı belirten bir semac geldi. Devrelerimden biri yokluğumda karakolda bulunmak üzere aynı helikopterle geliyordu. Tabancam hariç her şeyimi bırakarak hazırlandım; sonra Kubi'nin elimi tutup çekiştirmeye başladığını gördüm, azarladım , sırası mı şimdi dedim; utanarak çekili, ama halâ elime uzanmaya çalışıyordu.

    işte o an farkettim elimde sıkarak kırdığım gözlüğümün sol avuç içimi parçaladığını...

    Kubilay'a baktım; başını kaldırdı ve ağlayarak sarıldı, kendimi tutacak gücüm kalmamıştı...

    Helikopterdeydik, aklımda binbir düşünce vardı; hiçbirini tamamlayamıyordum, her şeyde ekgib parça vardı artık hayatımda. Helikopterde telsiz konuşmalarına dikkat ettim; koordinatlarını verdikleri karakol bizimkiydi. Neler olduğunu sordum; Plt. Yüzbaşı geçiştirdi, ancak silah sesleri gelmeye başlamıştı telsizden; kapattı telsizi.

    Israrlarım karşısında karakolumuzun baskına uğradığını, ancak merak etmememi, yardımın çoktan yola çıktığını söyledi. Hemen beni geri gö türmesini söyledim, reddetti; beni Tugay'a gö türmek için emir aldığını, bunu da yerine getireceğini söyledi. Ne kadar ısrar etsem boş, geri dönmüyordu. Tabancamı çıkararak;

    - " Komutanım, sizden özür dilerim, geri dönüş sebebini bununla açıklarsınız oradakilere, sonra isterseniz beni askeri mahkemeye de verebilirsiniz, eş,mi kaybetmiş olabilirim, ancak oradaki canlar bana emanet, o karakol benim; karakolumu ve askerlerimi yalnız bırakamam " dedim.

    Yüzbaşının kısık sesle " aslanım " dediğini duyduğumda helikopter çoktan geri dönerek hızını arttırmıştı...

    Çocukluk aşkımı; eşimi kaybetmiş, ona karşı son görevimi bile yapamamıştım, halâ ezikliğini her an yaşarım, umarım beni affetmişsindir, ahrette yanına geleceğim günü özlemle bekliyorum.

    Kanatlarımdan biri kırıktı artık...
    Mekânın cennet olsun EDAM...
    Tümünü Göster
    ···
  5. 5.
    +7
    Çeliğin kulübesinin yanında oturuyordum, Çelik yarı oturur vaziyette her zaman olduğu gibi ufka bakıyordu, ardımızda gece karanlığından gelen minik çıtırtıya kulak asmadı bile; hepimizin kokusunu biliyordu artık; Kubiydi gelen.

    - Hocam oturabilir miyim?

    Bu çoçuğa komutanım demesini öğretemeyeceğim diye geçirdim içimden, ama hoşuma da gitmiyor değildi hani, özlemiştim mesleğimi.

    - Hocam, sana bi şey soracam, ama baştan söyliyim bak, kızmak yok.

    Tamam dercesine başımı sallayarak onayladım Kubiyi.

    - Hocam, sen iki üniversite bitirmişsin diyorlar, iki de dilin varmış, aslı var mı bunların ?

    Gülmemek için zor tuttum kendimi, ama o şartlar içinde çocuklar merak ediyorlardı bazı şeyleri, çoğu zaman sert gözükmeme rağmen içimde onlara karşı hissettiğim inanılmaz sevgi ve saygıyı biliyorlardı, hissediyorlardı.

    - Anlatırım sana, ama önce iki çay kap gel bakalımm bizim şehur tenekelerle.

    Kubi gitti çayları almaya, ardından Mehmet ve Abdullah geldi, sanki oralarda bir yerlerde bekliyorlardı. Sonradan öğrendim, benim hayatımı öğrenmek için Kubi'yi göndermişler önden, anlatacak olursam da onlara haber verecekmiş Kubi; elinde 4 çayla belirdi ve oturdu; hepsi bana bakıyorlardı.

    Tamam, mesleğimden dolayı alışıktım anlatmaya ama bu başkaydı işte, karşımda dört genç beyin vardı ve dinleyecekleri benim hayatımdı, yalan söylesen bi türlü söylemesen bi türlü... Silah arkadaşlarıma yalan söylememeye karar verdim.

    - Fransızca öğretmeniyim, okurken aynı anda Kamu Yönetimi ' de okudum, diye başlamıştım ki hemen sorulara geçtiler;

    - Komutanım seni seviyorum nasıl deriz Fransızca?

    - Hocam, sizin ... nızı, ... dınızı, yedi ceddinizi nasıl deriz? Telsizden şerefsizlere söyleyeceğim.

    Kubilay'ın bu sözleri bizi güldürmüştü.

    Kısa kısa anlatarak meraklarını giderdim biraz. Kubilay'ın gözleri dalmıştı, uzaklara sabitlenmiş, sanki donup kalmıştı. Diğerlerine gitmeleri için işaret ettim.

    - Sıra sende Kubi, ya anlatırsın, ya da bir hafta nöbet tutarsın dedim gülerek.

    Yavaşça bana döndü ve;

    - Hocam, senin vereceğin her cezaya razıyım ben, dedi.

    Başladı anlatmaya. Kubilay Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü'ne birincilikle girmiş, burslu olarak okula başlamış. Okulda sol görüşlü guruplarla yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle bir kaç kez okuldan uzaklaştırma cezası almış, ama her seferinde yılmayarak geri dönmüş. Çok kavgalara katılmış, kurdukları gurupla, terörist faaliyet içerisinde olduklarını belirledikleri tüm guruplara karşı neredeyse bir savaş başlatmışlar. Ülkücüler arasında sevilen bir kişi olup çıkmış kısa zamanda.

    Bir gün; aniden bir kavga çıkmış, gece vakti nişanlısını evine bırakırken bunu sıkıştırmışlar bir köşede,

    - " Hocam, kalabalıklardı, Ayşe'mi ellerinden alamadım, karnımdan bıçakladılar, başımı yardılar, ama yıkamadılar, ama Ayşeme vurdukları o bıçak darbesi canını vermesine yetti, oracıkta öldü hocam, bi şey yapamadım o an, ellerimde öldü, hepsi kaçtı soysuzlar. Sonra teker teker buldum hepsini, öldürmedim, ama ölmekten beter ettim; kırılmadık kemiklerini bırakmadım hiçbirinin, hepsi okulu bırakmak zorunda kaldı. Sonra da babamın tüm ısrarlarına rağmen okulu bırkarak bunlar gibi soysuzların canını almaya buraya geldim işte. Hocam; O kadar çok Kürt arkadaşım var ki, adam gibi adam hepsi, Türk dediklerimizden bile iyi olanlar var içlerinde, vatan sevgisi onlarda da var, namus, izzet, her şey... Bu dağdakileri işte bu yüzden anlamıyorum, neden kanarsınız ki dış güçlerin oyunlarına, oturun oturduğunuz yerde, ne siz, ne de biz; kimse ölmesin işte. Ama yok; birileri Türk - Kürt ayrımını çıkarttı, neymiş onlar düşmanmış. Hocam, bana kızma da; Kürtler'de insan, hepsi bu kanı bozuk soysuzlar gibi değil. " ...

    Kubilay oldukça ileri görüşlü ve kültürlüydü, ailesi çok zengindi, ancak içindeki vatan sevgisi ( intikam da var tabii ) onu buraya getirmişti. Nişanlısını kaybetmesi onu daha da acımasız yapmış, ölmek için sanki her fırsatı (!) değerlendirir hale getirmişti.

    - Kubi, bundan sonra operasyonlarda yanımdan ayrılmayacaksın, ben ne dersem onu yapacaksın.

    - " Hocam, ister ceza ver bana, ben posta mosta olmam, hiç kusura bakma "

    Bayılıyordum bu çocuktaki açık sözlülük ve cesarete, düşüncelerini yutmuyor, dile getiriyordu anında.

    - Ne postası, ben posta memuruna mı benziyorum, yanımdan ayrılmayacaksın dedim, o kadar.

    - " Tamam hocam tamam, kızma, başladın yine gözlüğünü silmeye ".

    Demek bunu da farketmişti, gözünden bir şey kaçmıyordu Kubi'nin. Aylar sonra Kubi'yi şehadet mertebesine uğurladığımızda, ilk ve son kez bir askerim için keşke o değil de ben şehit olsaydım dedim, Kubi' yi çok seviyordum.

    - " Hocam, bi şey daha soracam, ama buna da kızmak yok, anlaştık mı ?

    Hayır desem yine soracağını bildiğim için tamam demek durumunda kaldım.

    - " Hocam, Ayşe yengeyle nasıl tanışıp evlendiniz, anlatsana bi "

    Yerimden kalkarken Kubi çoktan soluğu yemekhane çadırında almıştı bile, Eşim ile olan hikâyemi daha sonra anlattı Kubi' ye, ileride sizlerle de paylaşacağım.
    Tümünü Göster
    ···
  6. 6.
    +6
    Uyuyamıyordum, hem uyumamalıydım da. Dalmışım; annemi gördüm ilk rüyamda, sonra eşimi, henüz bir ay oldu, neden bırakıp gittin diyordu. Annemse rüyada bile ana işte; bak üzerini örtmemişssin, yine bademciklerin azacak... Ah o kara gözlü eşim, ah anam...

    Rüyadan garip bir ıslık sesiyle uyandım, " yatın " diye bağırabildim sadece. Havan topları arka arkaya düşmeye başladı karakola. Mevzi yerleri iyi ve atış almayacak mevkiileri nedeniyle içim rahattı. Tam bunları düşünürken 2 işaret fişeği belirdi tepemizde, bu iyi değildi, ya keskin nişancıları vardı, ya da rastgele ateş açmaya başlayacaklardı. Kimse kafasını kaldırmasın dedim, ateş etmeye kalkmayın sakın, bırakın ateş etsinler, duracaklar sonunda.

    Bir saat geçmiş, ama adamların (!) durmaya niyeti yoktu. Bu nasıl cephaneydi ki bitmek bilmiyordu. Havancılarımız karşılık veriyordu, ama rastgele atış yapıyorlardı, ileri gözetleyicilerimiz yerini alamıyordu atışlardan. Komutanım da yoktu, bizi bırakır bırakmaz Siirt merkeze erzak ve cephane temini için dönmüştü. ilk gecemde yalnızdım, korkuyordum, bir sürü can vardı çevremde bana emanet, ya onlara bi şey olursa... ?

    - Bu böyle olmayacak, ben gidiyorum.

    Nereye bile diyemeden Mehmet öyle bir fırladı ki, uçaksavarın yanına gidişini kimse görememişti, sadece onu tetiğe dokunduğunda görebildik. Ondan cesaret alan diğerleri de atışa başlamıştı. GTT' ler ve MG-3' ler atışa başlayınca karşıdaki atış durdu, nefes almıştık. Benimle birlikte diğer kanasçılara hemen yer seçerek sadece gördükleri hedeflere nokta atışı yapmalarını söyledim. Kanas için her nokta atışı, karşıdan birinin ekksilmesi demektir.

    Mehmet'in ateş altında aldığı yerde 3 ceset görebildik yerde, aslanım benim, makineli tüfek yuvasını darma dağın etmişti. Yanımızdaki cephane tükenmek üzereydi, 2 askere benimle gelmesini söyledim, 30 metre ilerideki sığınakta bulunan cephaneliğe ulaşmalıydık. Önce Ahmet düştü koşarken yolda, sonra ben; kımıldayamıyorduk, acı hissetmiyordum; ama o an eşimin sesini duyar gibi olduğumda ilk günümde sona geldim diye düşündüm. Acıyı sonra hissettim; karnımdan oluk gibi akan kanı durdurmak isteyen Mehmet'e baktım donuk gözlerle, bir şeylşer söylemek istiyordum; ama kelimeler çıkmıyordu ağzımdan. Ahmet'i sorabildim zorla.

    - Komutanım, düşündüğün şeye bak, o domuza bi şey olmaz, Bolu'dan birlikte geldik biz, adam 30 metreden düştü, burnu kanamadı.

    Gözümü hastanede 4 gün sonra açabildim. 30 metreden düşüp de burnu kanamayan Ahmet'in şehit haberini o gece öğrendim, bayan Teğmen doktora baktım, haberi o vermişti, gözlerim doldu; tutma kendini, ilk günlerde bu kadar duygusal olman doğal dedi.

    iki haftada yaram düzeldi, 2 mermi karın boşluğunu delerek çıkmış, iç organlara zarar vermemişti. Haydi dedim kendi kendime, haydi toparlan, ilk gününde gazi olmak nasip olmaz herkese, şehtilik de gelir inşallah...

    O gece Ahmet dışında kaybımız olmamış, karşı tarafta 16 ceset bulmuş bizim çocuklar, izlerden belli ki gö türülenler de cabası. Eruh'ta soysuzların yıllar önce basarak terörü başlattıkları karakolda olduğumuzu öğrendiğimde gurur duydum; burada görev yapmak bana nasip olmuştu.

    Tabancamı ve bıçağımı taktım, beremi aldım, kapıdan çıkarken kanasımı da alarak karakola gitmek üzere beni bekleyen helikoptere bindiğimde içinde komutanımı gördüm, başımı eğdim.

    - Üzülme, senin gibi tecrübesiz birinin 1 şehitle o çatışmadan çıkması başarıdır, elinden gelenin en iyisini yaptın sen, yapacaksın da.

    Helikopterin pervane sesi Ahmet, Mehmet ve eşimin çok uzaklardan duyduğum seslerine karışıyordu...

    ---
    Yeri gelmişken şu an Paşa mevkiinde olan komutanımı saygıyla anıyorum.
    Tümünü Göster
    ···
  7. 7.
    +6
    Aradan geçen iki hafta, intikam hırsımızı ger geçen gün arttırıyordu. ilk gecemizde bize baskın yapıp şehit vermemize neden olan grup için her yerden istihbarat bilgileri yağıyordu. Bize yapılan kalleşçe baskın çevre karakollarda geniş yankı uyandırmış, sayıları bizden hayli fazla olmalarına rağmen onları püskürtmemiz taktir kazandırmıştı bize. Kesin olmamaklar birlikte grubun kamp bölgesi tespit edilmişti. Komutanım hazırlıklara başlamamı, 3 gün içerisinde kuzey karakollarından biriyle birleşerek bölgeye operasyon yapılacağını söyledi.

    Üç gün göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve ay ışığının kaybolması ile birlikte 6 gün sürecek yolculuğa başladık. Tahmin ettiğimiz gibi operasyon bölgesine varana kadar herhangi bir dirençle karşılaşmadık. Ancak diğer birlikten ses yoktu halâ, telsiz çevrimlerine yanıt vermiyorlardı, çoktan iletişim bölgesine girmiş olmaları gerekirdi. Vakit keybetmek istemiyorduk, kalabalık olduğumuz için farkedilmemiz an meslesi olabilirdi. Yine de diğer birliği 1 gece beklemeye karar verdik. 24 saat dolmak üzereyken telsizcimiz yanıma geldi;

    - Komutanım, net anlamıyorum, fakat diğer birliği sanırım ... bölgesinde pusuya düşürmüşler.

    Yine bildik şey, telsiz semaçları (şifreleri) çözülmüş olacak ki birlik pusuya düşmüştü. Başka açıklaması olamazdı bunun. Hem onların yardımına gitmek istiyor, hem de baskın yapmak üzereyken bu şansı kaybetmek istemiyordum. Hemen 15 kişinin hazırlanması emrini verdim. Telsizcimin belirlediği koordinatla 15 kişi hemen yola çıktı, biz de hazırladığımız plân doğrultusunda harekata başladık.

    ilk önce Rpg-11' ler ( o zamanlar çok az birlikte vardı bunlar, menzili 1100 metre, Rpg-7' lerin etkili menzili 550 metredir ) atışa başladı, uçaksavarlarında devreye girmesi ile birlikte duman ve tozdan göz gözü görmez oldu. 15 dk kadar sonra kaqrşı atışa başlamışlardı, ama hem bizi daha önceden farketmemiş olmaları, hem de baskın ateş gücümüz karşısında restgele ateş açtıkları belliydi. Ateş kes emrini vererek diğer kanasçıya daha önceden belirlediğimiz yere gitmesini söyledim, çoktan yerini aldığını telsizle bildirdi ( aslanım benim ). Görerk atış yap, bir mermi bie boşa giderse hesabını sorarım dedi, gelen cevap beni hem gülkdürdü, hem de utandırdı;

    - Komutanım, var mısınız iddiaya?

    Birer şarjör ( 10 x 2 ) onlara yetmişti. Onun 2 benimse 3 boş atışım olduğunu daha sonraki konuşmalarımızda anladık ( iddiayı kazanmıştı Kubi - ismi Kubilay'dı. 20 yaşında bir savaş makinası adeta, gözünü budaktan sakınmazdı, Kubi'yi daha sonra anlatacağım ).

    Yaklaşık 2 saat sürmüştü çatışma, direnç yoktu. CEsetleri kontrol ettikten sonra, 26 kişi sayabilmiştik, hepimizin yüzü gülüyordu. Sonra Kubi atıldı;

    - Komutanım diğer birlik... ?

    - " Her şey olduğu gibi kalsın, jandarmalar burayı temizler, hemen diğerlerine yetişmeliyiz" dedim.

    iletişim bölgesine girmiş olacağız ki Mehmet'in sesinii duydum;

    - " Ata2, acele etmeyin, çatışma bölgesine yeni ulaştık, diğer birlikten sağ kalan yok; 14 şehit var ". Mehmet'în ağlamaklı sesini diğer askerlerime duyurmamak için kapattım telsizi.

    Gökyüzüne bakarak;

    - " Allah'ım şehitlerimizin intikdıbını almdan, bu çapulculardan düzinelerce öldürmeden canımı alma " dedim.
    Tümünü Göster
    ···
    1. 1.
      0
      Ucaksavarlar ne alaka ?
      Bide sene kaç rütben ne acaba ?
      ···
    2. 2.
      0
      pnp bn değilim zamanında tanıştığım bir insan ucak savarları coklu bombalama nıyetıne kullanıyorlar
      ···
  8. 8.
    +5
    Bir ayımız dolmuştu bölgede. ilk haftalarda girmiş olduğumuz büyük çatışmalardan dolayı dinlendirilmemiz için yeni görev verilmiyordu. Bu; hem benim hem de askerlerimin moralini hayli bozmuştu;

    - Yatmaya mı geldik buraya ? (Kubi)

    - Kalkın be, ne uyuyorsununuz yine ? ( Mehmet )

    - Lan sana kaç kere anlattım, camiye girdikten sonra değil, girmeden abdest alınır ( Abdullah) ( Abdullah, Karadenizi'in köylerinden birinde imamdı, Allah inancı olmayan ya da zayıf olan askerlere bıkıp usanmadan doğru yolu göstermeye çalışıyordu).

    Bu gibi sözler ortalıkta dolanıyordu. Bi akşam Kubi geldi yanıma;

    - Komutanım, biz sıkıldık, çarşı izni istiyoruz.

    Diğer askerlerin ve benim kahkahalarımız 3199 takımlı tepede öyle bir yankılandı ki biz bile korktuk. Arkadan Mehmet'in sesi geliyordu;

    - Tamam lan, benden sana izin, istikamet katrşıki kayalık, marş marş...

    Mehmete'e daha çok gülmüştük. Ama diğer yandan da beni bir düşüncedir almıştı; çocuklar haklıydı, önümüz kıştı, kış bastırdığında operasyon hariç karakol bölgesinden ayrılmamız imkânsızdı. Tamam dedim, araçları hazırlayın, yarın Komando Tugayı'na erzak almaya gidiyoruz. Yüzlerindeki sevinci görünce mutlu oldum, o gece öyle rahat ve huzurlu uyudum ki. Ama o gecenin son huzurlu gecemiz, ertesi gün yapacağımız Komando Tugayı ziyaretinin ise ilk ve son oalcağını hiç birimiz bilemedik.

    Herkes telaşla sağa sola koşuşturuyordu, Amerikan mallarından nefret eden Kubi bile 1 kasa kola almştı. Onları ne yapacağını sorduğumda, köpeğe içirecem dedmiş ve ardından da gevrek gevrek gülmüştü. Tugay merkezinde araçların yanında askerlein gelmesini bekliyorduk. Herkes geldi, bir Mehmet yok ortada, sonrta fakettik, Abdullah da kayıp. Tam 2 saat bekledik onları, hava kararmak üzereyken kucağında koca bir Alman kurduyla Mehmet'i koşarken gördük. Aracın arkasında atladığı gibi brandaları çekti üzerine. Abdullah kan ter içinde ardından geldi, komutanım gidelim, yolda anlatırım. Abdullah bir şey diyorsa doğrudur dedim ve hemen yola çıktık. Yolda öğrendim Tugay Komutanı'nın köpeğini çaldıklarını. Bir ton fırça, bağırma, azar... Sesleri çıkmıyordu. Brandaların altından Mehmet seslendi;

    - Komutanım, izel bizimle kalacak değil mi, onu mayın köpeği yapacağım ben.

    izel mi, mayın köpeği mi, Tugay Komutanı'nın köğeğini çalmak mı... ? Bu çocuklar beni çok güldürecek, ama bir o kadar da çektirecek diye düşündüm. Sonraları hiç kimse bu köpek hırsızlığından o yaz iznimin yakıldığını öğrenmedi, bilselerdi gidip kendilerini ihbar ederlerdi, biliyorum.

    Çelik zaten vardı, bu da izel , bir Ercan ekgib dedim yüksek sesle. Bir finonun havlamasını duyduğumda ise hayretler içerisinde kaldım. Bu da Tugay Komutanı'nın eşinin mi yoksa dedim. Abdullah cevap verdi;

    - Hayır komutanım, bunu bir alttaki binadan yürüttük

    izel - Çelik - Ercan.. Siz çok yaşayın e mi çocular, müzik grubumuz bile vardı artık sayenizde...

    ( ileride Önce iZeli, sonra Çeliği şehit verecektik. Biz onlara da şehit diyoruz, çünkü yaşamlarının sonuna kadar her ikisi de her operasyonda yanımızda oldular )

    ---
    Ender bizi güldüren olaylardan biri işte
    Tümünü Göster
    ···
  9. 9.
    +5
    Karlar henüz erimemişti, Mart ayının ortasında olmamıza rağmen, aralıklarla bastıran tipi nedeniyle bırakın operasyonları, askerlerin mevzilerde durması bie zorlaşmaya başlamıştı. Aker eksiğimiz vardı, çocuklar 24 saat kalmaya başlamıştı mevzilerde ( normali 12 saattir ), zaman zaman ben de mevzi nöbetlerine gidiyor, onlara destek olmaya çalışıyordum. Batıdaki usta birliklerinden gönderilen askerlerin çoğunu geri gönderiyorduk, kendilerine bırakın faydalrı olmayı, kalsalar bize zararları dokunacaktı; hal böyle olunca da asker eksiğimiz artmış, Siirt merkez bizi kendi halimize bırakmıştı neredeyse.

    Nihayet beklediğimiz operasyon mesajı gelmişti, küçük birlikle çıkmamız emrediliyordu ( daha ne kadar küçülebiliriz diye güldüm içimden ). 40 kişilik bir grubun Cehennem Deresi olarak tabir edilen bölgeye doğru intikal edeceği bildirilmiş, acilen hazırlanmamız emredilmişti. Adı geçen mevkiiyi okuyunca tüylerim diken diken oldu; orası sadece Özel Harekât birliklerinin korkusuzca girebildiği yerlerden sadece birisiydi. Bunu askerlerimle paylaştığımda aldığım cevap beni yerin dibine sokmya yetti, Kubilay ;

    - " Hocam, sen bizi Değil oraya, Cehennem'e göndersen, oraya da gider geliriz inşallah" ...

    Bizde de korkudan eser yoktu, ancak elimdeki askerlerin eğitimi orası için yeterli olmayabilirdi. Bir de izel köpeklerimiz vardı, onları nasıl hava indirmeyle yere ulşatıreceğımızı düşünüyordum. Gö türmemiz gerekiyordu, hiç değilse izel'i; çocuklar onu harika bir mayın köpeği haline getirmişti, tüm mayınların kokusunu uzaktan alıp bizi uyarırdı.

    Hazırlıklar yapıldı, helikopterleri beklemeye başlamıştık. Kubi ve Abdullah'ın izel'e paraşüt kuşanmaya çalışırkenki halleri görülmeye değerdi doğrusu;

    - " Gel kızım buraya, sana ciciler aldım, gelllll" ( Kubi)

    - " Gel lan buraya, uğraştırma ben, değerini bil kız, ilk paraşüt giyen köpek sen olacaksın " ( Abdullah )

    Sonunda başardılar, iki yedek paraşütü ( Küçük oldukları için yedek kullandılar ) izel'in alt ve sırt kısımlarına bağladılar dengede tutabilmek için.

    Helikopterlerdeydik artık; dört helikopter aynı anda büyük bir gürültüyle havalandılar. 30 kişiydik, yeterdik biz onlara, yetmeliydikte...

    Herkes yere başarıyla inmişti hafif tipiye rağmen, yerde 10 dakika izel'i bekledik, kilosunu kimse hesaba katmamıştı ben dahil, yere süzülerek iniyordu, kızım benim, hiç mi sesi çıkmaz bir köpeğin; ama çıkmadı işte; biliyordu o da, ses çıkartmak yoktu...

    Yavaşça görev yerimize doğru yaya olarak intikale geçtik, her şey normaldi, bizi gözetleyenler olduğunu sanmıyorduk; buna ilişkiin hiç bir emare yoktu. izel en önde, arkasında ben, Kubi ve Abdullah, bu şekilde devam ediyordu. Yaklaşık 2 saat kadar yürüdükten sonra izel'in hareketlerinde gariplikler sezdik, ama ortada ne mayın emaresi ne de etrafta biziö görebildiğim kimse vardı, her şey normaldi bize göre.

    izel ileri geri koşuyor, atlayıp zıplıyordu, Kubi'nin ayağını bile ısırdı hafifçe ki bu neredeyse imkânsızdı, en çok onu severdi izel.

    - " Kızım ne oldu, etrafta bi şey yok, sakin ol " ( Kubi )

    Mayıncılar herhangi bir tehlikenin olmadığını söylüyordu, biz de yürümeye devam ediyorduk.

    izel birden üzerimize doğru koşmaya başladı, önce Kubi'yi yatırdı yere, sonra da benim üzerime atlayarak beni yere yıktı. Aniden geri dönerek 30 metre kadar ileride havaya zıplayarak yere düştü ve düştüğü yerde büyük bir patlama oldu. izel bizi kurtarmak için kendini feda etmişti. Seri bağlı 8 mayın aynı anda patladı, topukkoparan diye halk arasında tabir edilen 6 , 2 de anti tank mayını. ilerideki tepe neredeyde olduğu yere çökmüştü. Kubi' ye baktım, ağlıyordu, Abdullah göz yaşlarını silmek için arkasını dönmüş, göstermemeye çalışıyordu.

    Hemen toparlandık, yolumuza devam etmeliydik, birazdan büyük bir patırtının kopacağı belliydi, ileride bizi bekliyor olmalıydılar. Hemen yönümüzü değiştirerek başka bir yoldan ilerlemeye devam ettik.

    O günün gecesi bir hafta süren bir çatışmaya girdik, şehidimiz yoktu Allah'a şükürler olsun, ancak 7 yaralımız vardı;ileride anlatacağım o geceyi.

    Daha sonra geri dönerek, tepeyi kazdık ve izel'den geri kalanları toplayarak , hak ettiği şekilde karakolun bahçesine gömdük.

    izel'i asla unutmadık...
    Tümünü Göster
    ···
  10. 10.
    +5
    Telsizden bunu bana bildiren bölük komutanımdı. Bir taraftan tepeye koşarken diğer yandan da aşağıya bakıyordum. Hemen pozisyonumuz aldık, nikonu ikimize hedef tespiti yapacak, koordinatları verdikten sonra biz de silahlarımız ona göre ateşleyecektik; şerefsizler çok iyi kamufle olmuştu, keskin nişancıları kimse göremiyordu. O an karşıdaki ateş gücünün neredeyse yarıya indiğini farkettim, durumu foçadan gelen birliğin komutanı çoktan anlamış, helikopterlere haber vermiş, kendilerini alıp arkalarına havadan paraşütle atmalarını istemişti, helal olsun komutanıma. Arkadan kaçış yolunu tıkayacaklardı.

    Yanımdaki keskin nişancı ile birlikte atışa başlamıştık, nikoncu çok iyiydi, verdiği koordinatların hepsi tutuyordu; toplam 8 keskin nişancılarını indirmiştik.

    Aradan yarım saat geçmişti ki helikopterler foça birliği alıp havada süzülerek uzaklaştı. Gittikçe gücümüzü hissettirmeye başlamıştık, ancak şehit ve yaralı haberleri gelmeye devam ediyordu, bir taraftan onlara müdehale edilmeye çalışılıyor, diğer taraftan da mağaraların bulunduğu bölgeye yaklaşıyorduk. Mağaraların içine roket atışları başlamıştı çoktan, ortalık duman bulutu kaplandı, kimse bir şey görmeden ateş ediyordu. Nereye gitmişti bunlar, neden karşılık vermiyorlardı? Ateş kes emri geldi, 50 kişilik bir grup mağaralara gönderildi, mağaralar boştu, nasıl olur, bomboştu. Aradan yaklaşık 2 saat geçmişti ki helikopterlerden haber geldi, yaklaşık 400 kişilik kaçan grubu 100 kişilik foça grubu imha etmişti, dünyalar bizim oldu, hem de hiç kayıp vermemişlerdi. (Mağaraların uzantılarının olduğu ve yaklaşık 800 kişilik bir grubun buradan kaçıp kurtulduğu anlaşıldı, mağara çıkışları ancak aylar sonra tespit edilebildi.)

    Şehitlerimizin sayısını o an tam olarak belirleyemesekte, hastaneye gönderilildikten sonra hayatını kaybedenlerle birlikte şehit sayısının 60 civarında olduğunu öğrendik, böylesine kısa süreli şiddettli bir çatışmada normal karşılansa da 60 can kaybı bizi yıktıi, diğer yandan da bize daha fazla güç verdi; intikam hırsı...

    Aradan geçen saatlerin ardından herkes gelen helikopterlere binerek karakollarına doğru yola çıkıyordu. Birden tek tek atış sesleri gelmeye başladı, yer belli değildi, ama görerek ve rütbelilere ateş ediyordu. iki asteğmen arkadaşım boynundan ve kalçasından vurularak yere düştü. Sağa sola bakarken yanında durduğum helikopterin cdıbını bir kurşun parçaladı, beni de görmüştü şerefsiz. Kendimi yere atarken komutanımın boynundan vurulduğunu görebildim ancak. Kafamızı kaldırsak ateş ediyordu. iki helikopter çoktan havalanmış taciz ateşine başlamıştı ancak görünmeyen neyi vuracaklardı bizim gibi. Kubi koşarak yanıma geldi, kanasımı aldığı gibi tepeye doğru koşmaya başladı, bir taraftanda bağırıyordu;

    - Gördüm şerefsizi.

    Yarım saat sonra Kubi atışa başlamıştı. Kubi'nin dördüncü atışından sonra karşıdan atış kesilmişti. Kubi ya vurmuş, ya da adamı kaçırmıştı, gidip kontrol etmek bu arazide saatler sürerdi, mesafe 1500 metreydi.

    Yerden kalktım, Kubi ve Abdullah yanımdaydı, elimi neden çekmeye çalıştıkalrını neden sonra farkettim; elimdeki bezi komutanımın boynuna öyle bastırıyordum ki... Telsiz konuşmalarını duyan bir Kobra inişe geçti;

    - yaralıyı hemen arka koltuğa bağlayın.

    Pilot binbaşının emri kısa ve kat'iydi. Aradan 10 dk geçmemişti ki, hayatım boyunca asla unutmayacağım o telsiz anonsu geldi;

    - Ata2 cevap ver, murat kimse hemen çağrıma gelsin.

    Cevabımın ardından konuşma devam etti, az önceki pilot binbaşıydı bu;

    - " Oğlum, artık karakol komutanı sensin, başımız sağ olsun, devrem şehit oldu. Son sözleri bana o karakola başka bir rütbeli atanmamasına dair yardımcı olacağıma dair yeminler ettirmek oldu. Değerini bil, bu bölgedeki tek karakol komutanı asteğmen sen
    olacaksın " ...

    Tutamadım kendimi, yere diz çöküp ağşamaya başladım, eşine, Ayşe ablaya nasıl söylerdim bunu, ya adaşım oğlu, yolunu gözlüyoprdu tıpkı diğer 60 şehidimizin aileleri gibi.

    Başımı kaldırdığımda üç sulu göz beni karşıladı; Abdullah, Kubi ve Mehmet.

    Komutanımın intikamı aylar sonra alınacaktı, ileride anlatacağım,
    Mekânın cennet olsun komutanım, seni unutmadım.
    Tümünü Göster
    ···
  11. 11.
    +5
    Helikopter 3 ncü sortiyi yaparken aılan ateşle geri çekilmek zorunda kaldı, inemiyorduk biir türlü. Paraşüt olup olmadığını sordum Yüzbaşıya, bana dönerek;

    - " deli misin sen, bu yükseklikten atlarsan paraşütünün açılmayacağını bilmiyor musun sen? " diye bağırdı.

    Yüzelli metreye çıkarak karakolun arkasındaki kayalıklara dolaşmasını istedim;

    - " merak etme sen komutanım, sivilde ve askerde muharebe atlayışı çok yaptım, hem efsunluyum ben, bana bi şeycik olmaz, benim meleğim var yukarıda artık " diyerek paraşütü kuşandım.

    Helikopter kayalıklara doğru alçalırken aşağıdaki görüntüyü net olarak görebiliyordum; tüm karakol; özellikle ağır silahlar karakola ateş açan bölgeye doğru yoğun ateş içindeydi, afferim çocuklar dedim içimden.

    Paraşüt henüz açılmıştı ki, bana doğru yaklaşan ıslık sesini duyunca ; hayır dedim içimden, henüz erken, haydi yavrum, ıskala beni, zaten bu şerefsizler o kdar uzaktan havada beni nasıl vuracak derken dualarımı da ekgib etmiyordum. Rpg-11' di bu;

    - Kahretsin, Rpg-7 kullansanıza be, hay ben bu silahları size verenlerin, soyunu sopunu... Bunları söylerdek roket paraşütü delerek geçip gitti, iplerin neredeyse yarısını kaybetmiştim, yer neredeyse ayaklarımın altındaydı. Yedek paraşütü de henüz açmıştım ki büyük bir acıyla yere çarpmam bir oldu. Ayağa kalkamıyordum, baktım, kan yok, eeee; vurulmadıysam neden kalkamıyordum... ? Sol ayak bileğimin çıktığını o an farkettim, Hafif doğruldum, sonra ayağa kalkarak, yanımdaki kayaya öyle bir tekme attım ki gözümden yaş geldi; tamam bu beni bir süre idare ederdi; bileğim oturmuştu yerine.

    Bulunduğum yerden neler olduğunu anlamaya çalıştım; yaklaşık 30 kişilik bir guruptu sanırım, ağır silahları yoktu roketler haricinde, seri atış yapmamalarından cephanelerinin az olduğunu anladım. Telsizle temas kurmaya çalıştım, ses veren yoktu, çıldırmak üzereydim, koca karakolda bir kişi çevrime gelmiyordu.En sonunda dayanamadım;

    - Cevap verseniz be, Ata2 ben, çevrime çıkın biriniz ...

    " Tabi tabi, ben de Fatih Sultan Mehmet, memnun oldum At2 " ...

    Kubilaydı bu; tabi ya, benim geldiğimi nereden bileceklerdi, birinin benim kanaldan konuştuğunu zannetmişlerdi. isimlerini de söyleyemezdim çevrime.

    - Ata2 konuşuyor canımı sıkmayın benim, cevap versin biriniz hemen ...

    " At2 misin nesin, bana bak boyunu posunu görelim de seni yere uzun nasıl oturtuyorum göstereyim sana "... Bu da Mehmet' ti..

    Yaklaşmam imkânsızdı ben olduğumu anlamadan, yoksa bana da ateş açabilirlerdi.

    - Son çağrım, biriniz bi şey sorsun bana, cevaplayayım, oraya gelmem lazım ...

    " Tamam o zaman At2 ( dalga geçiyorlardı Ata2 demek yerine ) ; ben hangi üniversiteyi neden yarıda bıraktım, vs vs... ", Kubiydi yine konuşan.

    - Bana bak sarsık, seni Boğaziçi'ne bi gömerim bi daha çıkamazsın, oyun oynamanın sırası değil, oraya geliyorum, ateş açan olur da sağ kalırsam oraya gelince ne yapacağımı siz düşünün ...

    " Lan, ben dedim sana bu bizim hoca diye, dinlemediniz ki... " Kubilay yırtmaya çalışıyordu sözüm ona, telsizi açık bırakarak konuşuyordu kasten; onca sorunun içinde öyle bir güldüm ki anlatamam.

    - Boğaziçili, iyi dinle beni, ( Sadece operasyonalrda kullandığımız şifreli kanaldan konuşuyorduk ) hemen havanları hazırlayın, havancılar tatilde mi yoksa, vereceğim koordinatlara arka arkaya 10 havan topu göndersinler, 6 ncı havan topunda GTT 3 atış yapsın, bitince 5 dk bekleyin ve MG-3' ler ne akdar mermileri varsa boşaltsın, kafasını kaldırmayın şerefsizlerin...

    Öyle bir gümbürtü koptu ki bir anda, ben bile irkildim bir an, şamatayla birlikte var gücümle koşmaya başladım, 80 metre kadar kalmıştı karakola, eşim geldi gözümün önüne; " ah canım, sen toprağın altındayken nasıl nefes alırım ben, nasıl, bunu bana nasıl yaparsın, nasıl beni, bırakıp gidersin... " Bir taraftan da Kubi ve Abdullah bağırıyordu;

    " Komutanım, yat, sana ateş ediyorlar görmüyor musun" ... , sanki kurşunların isabetini bekliyordum yavaş adımlarla. Bir an sanki bir şey, bir güç itti beni yere, sonra güzel bir gülüş, sıcaklık; tamam dedim 2 nci de başaracak bu adamlar...

    Aradan 5 dk kadar geçti sanırım, şoku atlatıp kendime geldim, omzum yanıyordu, ama acı hissetmiyordum, hemen kanı durdurmak için elbisemi ve atletimi yırtıp turnike yaptım; kurşun içerideydi, bu sefer çıkmamıştı, kalkarak koşmaya devam ettim.

    Kubilay ve Mehmet'in yanına geldiğimde gördüğüm manzara gözlerimi yaşarttı; askerlerimin hepsi olması gerekn yer ve atış pozisyonundayıd; devremse durumu gayet iyi idare etmişti.

    Çatışma yaklaşık 1,5 saat sürdü, karşıdan ateş kesilmişti, herkesin beklemesini, bu arada ileri gözetleyicilerin ve nikoncuların bölgeyi taramasını söyledim, yanıt gecikmesi;

    " Kaçmışlar komutanım "

    Atılan naraları ve çığlıkları duymalıydınız, hemen karşı tarafın bulunduğu yere gittik, 12 leş yerdeydi, kaçış yolundaki kan izlerinin çokluğundan kaçanların arasında yaralalıların da olduğunu anladık. Takip gereksizdi; nasıl olsa kaçacakları yer yoktu, gittikleri istikametteki karakolun kucağına düşeceklerdi. Hemen diğer karakola haber verdim, hazırlıklarını yapıp pusu da kuracaklarını söyleyerek neşeyle ayrıldılar çevrimden; neşeyle...

    Kubi bana bakarak;

    - " Hocam, senin cenazede olman gerekiyor, neden gitmedin, nasıl haber alıp nasıl geldin, sen nasıl adamsın... ? " diğerleri onu dürterken Kubi konuştukça konuluyordu; seviyordum bu ***. Sendeledim, Mehmet'e yaslandım, kan kaybından kendimden geçmek üzereyken yine Kubi'nin sesini duydum;

    - " Korkmayın lan, hocama bi şey olmaz, onun ikinci yarası değil mi bu, hocamda hepimize yetecek kadar kan var " ... Gerisini hatırlamıyorum zaten. Yarım saat sonra gelen helikopterdeki doktor kurşunu çıkartmış, 2 gün sonra uyanabildim, bir haftanın sonunda ise yeniden ayaktaydım.

    Kubi geldi yanıma yine;

    - " Hocam, kızma da sana bi şey hazırladık biz; Abdullah'ın fikriydi bu, bunun temsilisi olmaz ama, yaptık gene de .

    Beni gö türdükleri yerdeki toprak parçasının üzerindeki eğri büyrü taşta şunlar yazıyordu;

    Hocamız, Komutanımızın Değerli Eşi
    ...
    23.01.1972 / 23.01.1992

    Ben bu çocuklar için ölmeyeyim de ne yapayım...

    Abdullah' ın güzel sesiyle okuduğu duaları dinledikten sonra kimseye bir şey söyleyemeden tepeye çıkıp sabaha kadar kaldım orada...
    Tümünü Göster
    ···
  12. 12.
    +5
    Lütfen aşağıdakileri dikkatli okuyun, belki o zaman yaptığınız ayrımcılıktan utanabilirsiniz... !!! (ırkçılar kalplere dikkat)

    ---

    Kürt Salih derdik ona; Kürt Salih aşağı, Kürt Salih yukarı, eee ; benim bile bir lâkabım vardı, onun mu olmasındı?

    Karakola geldiğimde yıldızımız pek barışmamıştı, sürekli Kürtçe konuşmaya çalışıyor, söylediklerimizi anlamamazlıktan geliyordu. Sonraları farkına vardım ve kendimden utandım ki Salih Türkçe'yi tam olarak konuşamıyordu, anlıyor; ancak konuşamıyordu. Zamanla öğrendi, biz de Kürtçe'yi öğrenmeye başlamıştık yavaş yavaş. Giderek karakolda sevilenler arasına girmeyi başardı, hem de hiç bir şey yapmadan, çaba göstermeden; insandı Salih...

    Bahar kendini göstermeye başlamış, operasyonlar irili ufaklı hız kazanmıştı; dur durak yoktu. Yine karakolda istirahatte olduğumuz bir gece acil operasyon emri geldi;iki saat içinde yola çıkılması gerekiyordu. Teçhizatımız her zaman hazırdı, ancak askerlerim henüz tam anlamıyla dinlenmemişlerdi, beni her zaman korkutan bu olmuştur; yorgunluk... En küçük bir dikkatsizlik sonucu bir kişinin bile yapacağı hata, birden fazlasının canından olmasına yeterdi.

    Yola çıktık, her zamanki gibi mayıncılar en önde, Kubilay ve ben arkalarında yavaş ancak emin adımlarla intikale başladık. En arkadan Salih'in sesi duyuluyordu bazen, telsizle birileriyle konuştuğunu söylediler, Salih'e sorduğumda komşu karakoldan arkadaşıyla konuştuğunu söyledi; Salih'in civar karakollarda arkadaşı yoktu. içime bir şüphe düştü; ama konduramıyordum Salih'e, yapmaz diyordum, benim askerim bunu yapmaz, kim olursa olsun; yapmamalıydı.

    - " Hocam, bırakta şunun ifadesini alayım, neymiş şu telsiz konuşmaları, öğrenirim "...

    Cevap vermedim Kubilay'a, sadece baktım, hzılı adımlarla mayıncılara doğru yöneldi, anlamıştı kızdığımı. Yaklaşık 1 saat sonra Salih geldi yanıma; hem yürüyor hem de konuşuyorduk. Acaba yapmalı mıydım söylediklerini ? Ya yaparsam... Ya yapmazsam...
    Hızlı düşünüp karar vermek zorundaydım. Kubilay'ı çağırdım hemen, diğerlerine 15 dakika sonra vadi girişinden önce yolumuzu değiştirerek vadi içinden değil de, vadi yamacından doğru devam edeceğimizi söylemesini istedim. Şaşkın gözlerle bakıyordu, ancak hemen gidip diğerlerine durumu bildirdi. Riske giremezdim, aramıza yeni katılan Astsubay'ı çağırarak, yanıne 25 kişi alıp daha önce belirlenen istikametten devam etmesini söyledim, biz de 30 kişi ile intikale devam edecektik.

    - " Komutanım yapma, bırakma Astsubayımı orada, onlar da gelsin bizimle, gitmesinler oradan "...

    Bunları söyleyen Salihti, ama yapamazdım, biliyordum, iki gruptan biri büyük tehlikedeydi, ama hangimiz... ?

    - " Madem öyle, ben de onlarla gideceğim komutanım " ...

    Salih onlarla gitti...

    24 saat sonra çevrimden haykırıyorlardı ;

    - " Pusuya düştük " ...

    Astsubayımdı bunu söyleyen, yıklıdım. Onlara ulaşmamız en iyi şartlarda ve tüm hızımıza rağmen en az 18 saatti, civarda gelebilecek destek karakol da yoktu.

    - " Dayanın aslanım, gereksiz yere atış yapmayın, cephaneyi idareli kullanın, yola çıktık bile " ...

    Herkese sadece cephaneleri alıp diğer eşyalarını bırakmalarını söyledim, hızlı hareket etmeliydik, yoksa olacakları düşünmek bile istemiyordum. Bir yandan da koordinatları alıyordum, kestirme yoldan gitmeye karar verdim, kayalıklar tehlikeli olmakla birlikte, bize en az 4 saat kazanıracaktı.

    Silah seslerini duyabiliyorduk artık, gece karanlığında havadaki izli mermileri bile farkeder olmuştuk, ama en az 5 km daha vardı. Yaklaşmıştık, silüetler karanlıkta görülebiliyordu. Şerefsizler, bizim geri dönebileceğimizi tahmin bile edemeden arkalarından ateşe başladık, bizimkilerin atış yoğunluğu artmıştı, iki ateş arasında kalmışlardı, naraları duyuyordum, haydi aslanlarım diyordum bağırarak, dayanın, sizi oradan çıkaracağım...

    Çıkaramadık...

    Başaramadım...

    Çatışma 3 saat kadar daha sürdü, hemen bizimkilerin yanına doğru koşmaya başladık, yamaçtan aşağıya bırakmıştık kendimizi. Koşarken telsizden gelen konuşmalar yüreğime oturdu, içim acıdı, anaları düşündüm, sevgililerini düşündüm, ya bebeler...

    Yanlarına gittiğimizde hem ağlıyor, hem de sayıyordum; tam 14 şehit. Allahım bana bunu neden yapıyorsun diye haykırdım, yankılandı sesim minik vadide. Salih'in yanına çöktüm, başını kucağıma aldım, gözlerimin içine bakıyordu, ama dimdik ayaktaydı sanki; Allahım bu nasıl bir ***netti...

    Salih kucağımda şehit düştü, tam 12 mermi isabet etmişti Salih'e. Astsubayım az ileride yatıyordu, geri kalanlarını topladık, 2 havan topu deliği vardı toprak zeminde, kaçmamış, bırakmamıştı askerlerine; 4 ay sonra gideceği izinde evlenecekti, ben ne cevap verecektim sevdiceğine... ?

    Salih'in naşını köyüne hep birlikte merkezden izin alarak gö türdük, köyündeki minik şehitliğe defnettik. Ailesini sordum, sordum ve bir kez daha yıkıldım; Salih'in ailesi terör örgütü tarafından yıllar önce katledilmiş.

    Bir ay sonra merkezden gelen bir emir ile merkeze çağrıldım. Merkeze gittiğimde minik bir törenle 14 şehit verdiğim çatışma için bana üstün başarı madalyası vereceklerini öğrendim. Bu nasıl işti, hiddetlendim;

    - " 14 şehit için beni asmalısınız, mu madalyayı asla kabul etmiyorum "

    Albayıma olanları anlattım, madalyanın Salih'in ailesine verilmesi sağladım.

    Telsiz konuşmalarına gelince; Salih, telsizden teröristlerin çevrimini yakalayarak konuşmalarına girmiş, kendini onlardan gibi tanıtarak koordinatları öğrendikten sonra bana bilgi vermişti. Birliğin tamdıbını diğer istikamete yöneltebilirdim; ancak ileride ne olduğunu bilmediğimden ikiye bölmem gerekiyordu. Doğru olanı yaptığımı biliyorum; ancak her Salih adını duyduğumda içim yanar, unutamıyorum...
    Tümünü Göster
    ···
  13. 13.
    +5
    Merhaba arkadaşlar;

    Bu konu başlığı altında askerliğim süresince Güneydoğu'da bulunduğum süre zarfında birebir yaşamış olduğum olayları sizlerle paylaşacağım. Üzerinden yirmi yıla yakın bir zaman geçmesine karşın hepsi neredeyse dün yaşanmış gibi, silinmediler, silinmeyecekler...

    ---

    Olaylarda adı geçen kişi isimleri gerçek olmakla birlikte; yer isimlerinde gerçek isimler kullanılmayacaktır. Tarihler ise yaklaşık olarak verilecektir.
    ---
    C-130 Batman askeri havaalına inmek üzereydi. Herkes sorumlu olduğu time hazırlıklarını yaptırdı. C-130 un iki dev pervanesinin gürültüsünden işaretlerle anlaşabiliyorduk. Aniden atlayışa 5 dk kaldığını gösteren ışık yandı kabin içerisinde. Herkes birbirine bakıyordu, atlayış mı, ama, ama, ama bu uçak inecekti işte o piste, askerlerimin çoğu paraşütçülük konusunda acemiydi, bir çoğu sivilde paraşüt eğitimi almadan gelmişlerdi; muharebe atlayışı nasıl yaptırırdık onlara?

    Kaşla göz arasında herkes havadaydı, kimsede ne bir telaş ne de bir korku vardı. Havada askrlerime bakarken onlarla ve beni yetiştiren komutanlarımla gurur duydum; işte Türk askeri buydu. Karar vermek için beklemenin muhtemel can kaybını arttıracağını öğrenmişti herkes...

    Yere indiğimizde, küçük bir kaç kırık dışında kimsede bir şey yoktu ki bu gayet normal bir durumdu. Muharebe atlayışlarında ( 150 metreden ) normal atlayış yükseklği olan 450 metrenin çok altında kalındığından yere çarpma şiddeti çok daha fazlaydı.

    Pistte bizi zırhlı araçlar bekliyordu. Yarım saatlik bir koordinenin ardından herkes araçlarındaki yerini almış, hareket vakti gelmişti. Yavaşça hareket etti araçlar, bölgeyi bilmediğimiz için bize karakol bölgesine kadar refakat edecek olan özel harekât timinin üzerindeydi tüm gözler. Bizim birliğin tamamında botlarboyalı, saçlar düzgün, sakallar traş edilmişti. Özel time baktık bir de; kesinlike aylardır orada oldukları belliydi. Ancak hiçbirinde ne bir yorgunluk belirtisi, ne de bir korku vardı, çakı gibiydi hepsi. Askerlerime güven geldi. Siirt'ten de çıkmıştık, artık dağların arasında yol alıyorduk. Komutanım beni uyardı,

    - Murat, dikkat et, herkesin emniyeti açık olsun.

    Emniyet mi, açık mı olacak... ? Tamam dedim kendi kendime, işte şimdi her şey yeniden başlıyor.

    - Mutlu yıllar...

    Mardin'li Mehmet'ti bu. " Sen nereden biliyorsun " dedim. Çocuk ayaklı kütüphane mübarek, kimin hakkında ne gerekiyorsa biliyor, azarladım biraz, sırası mı dedim; utandı boynunu büktü. ileride tam 4 kez hayatımı kurtacarak Mehmet'e çok şey borçluyum. Türk - Kürt ayrımı yapanlara en iyi örneklerden birisidir Mehmet. Kürt ile teröristin farklı kavramlar olduğunu çocuk yaşta anlayan Mehmet en iyi askerlerimden biri olacaktı ileride.

    Yolculuk iyi geçiyordu. Yine Mehmet konuştu;

    - Komutanım, bunlar korkak, bi hoş geldin bile demediler bize.

    Bir yandan da yanındaki dürtüyordu onu, sürekli benimle konuşmaması için. Mehmet'in cevanı her aklıma geldiğinde gülerim;

    - Ne var lan, o da insan, bakma pırpırlarına, kanasına, gözlüğüne. Adam iki üniversite bitimişse ne olmuş, ikimizde postal giyiyoruz.

    Çok yaşa sen Mehmet diyesim geliyor şu an birden içimden, ama Allah rahöet eylesin, 9 ncu ayımızda şehit düştü Mehmet.

    Karakol gözükmüştü, ama yol bitmişti. Mehmet mızmızlanmaya başlayanlara ağıza alınmayacak şeyler söylüyordu. Mehmet, ben ve komutanımın gayretleriyle yaklaşık 4 saatlik bir yürüyüşün ardından karakola ulaştık. ileride çok düşünecektik; nasıl olur da bizim 4 saatte yürüyebildiğimiz yolu kanı bozuklar 1 saat içerisinde ceylan gibi sekerek katediyorlardı... ?

    Hazırlıklar yapılırken yine Mehmet baklayı ağzından çıkardı;

    - Ben de buraı " çiççek " gibi yapmazsam bana da ayı boğan Mehmet demesinler. ( Ayı boğan hikâyesini ileride anlatacağım ). Jandarmalar nasıl bakmış buraya, bi çiçek bile yok, köpek kulübesi boş vs vs... Sürekli söyleniyordu.

    - Komutanım, postanız beni yapın, bak valla konuşmam.

    Bu kadar içten bir insan olur mu? Evet, tam bir " insan " dı Mehmet. Ama yine azarı yedi; " sana bir pul yapıştırırım şimdi, sökemezler, posta mosta yok, herkes kendi işini görecek burada "...

    Her şey sakin görünüyordu, uzun zamandır yenilenmeyen mevzilere askerleri yerleştirdikte sonra diğerleri de istirahate çekildi. Kurt puslu havayıo severmiş, o gece öğrendik...
    Tümünü Göster
    ···
  14. 14.
    +5
    Yola çıkalı henüz 4 saat bile olmamıştı ki Sinan koşarak yanıma geldi ve telsizden duyduğu mors alfabesi ile gelen s.o.s çağrılarını söyledi. Hemen Celil'in yanına gittim. Durum belliydi, konuşacak kadar bataryası kalmayan biri yardım istiyordu ve mandallamalarını duyuyorsak eğer ki duyuyorduk ; bize yakınlardı. Bulunduğumuz bölgeye izinsiz operasyon yasağı bulunduğundan, yardım isteyen birliğin ya özel eğitimli komandolar ya da özel harekât olduğu kanısına vardık.

    Celil ile göz göze geldiğimizde tutmakta zorlandığımız gözyaşlarını ta içimizde görebildik. Bu çağrının ne anlama geldiğini her ikimiz de çok iyi biliyorduk. Böylesine eğitimli bir birliğin bu çağrıyı yapmasını gerektirecek durumu düşündükçe ateş basıyordu ikimizi de...

    Kandil görevini ertelediğimizi sözlerle ifade etmeye gerek duymadık, herkes bilincine varmıştı bunun. Peki ama hangi yöne gidecektik,... ?

    Celil ile durum değerlendirmesi yaparken Sinan geldi yanımıza ve konuşmak için izin istedi.

    Sinan'ın konuşması bittiğinde Celil birden ayağa kalkarak Sinan'ın üzerine yürüdü, hemen arkamı döndüm, severdim Sinan'ı , ancak Celil'in yapacağı hareket ne olursa olsun ona engel olmazdım, bilirdi bunu. Sinan'ı öyle bir kucakladı ki, sonunda yardım istemek zorunda kaldı zavallı (!) çocuk...

    Sinan'ın yön tayini neredeyse mükemmel ve uygulanabilecek yegâne fikirdi. Geldiğimiz istikamette kimse olamazdı, tek iz bile bulmamıştık gelirken. Celil'in geldiği istikamet de temizdi. Kandil yolunda olmaları da imkânsızdı. Tek yön kalmıştı ; o da ... ' nin Kuzey Doğusu.

    " Şu an dinlenmek size saçma gelebilir, ancak koşar adım gideceğiz ve mesafe belli değil, herkes otursun, aç olan yemeğini yesin. Yolda her ihtiyacınızı koşarken gidereceksiniz... "

    Sözlerimi bitirdiğimde gözlerdeki endişe yüreğimi burktu. Ancak yolda yorulabilirdik ( ki zaten ayakta duracak halimiz yoktu neredeyse ) ve bu da mandallama yapan ya da yapanlara yetişmemizi olanaksız kılardı...

    Aniden bastıran yağmur artık derimizi acıtmaya başlamıştı, sanki su damlası değil de minik taşlardı yüzümüze gelenler. Nefes almakta zorlanır olmuştuk, kimi zaman düşene yardım ediyor, kimi zaman da “ umarım bize yetişir “ diyerek avr gücümüzle koşmaya devam ediyorduk…

    Çatışma seslerini duyduğumuzda kulaklarımıza inanamadık, yorgun bedenimizi yönlendirmeye çalışan beynimiz bize oyun mu oynuyordu…? Hayır, ne bir oyun, ne de bir hayaldi bu… Çatışma öylesine kuvvetliydi ki yerine geceye bırakmaya yüz tutmuş gün içinde havada uçuşan izli mermiler karanlığın hakim olmasına fırsat bile vermiyordu.

    “ çök “ işaretini verdikten sonra usulca Celil’in yanına gittim. işimiz çok zordu, kim nerede belli değildi, hangi istikamete ateş açacağımızı, kime destek vereceğimizi billmiyoruk ki bu, çatışmada yaşanabilecek en dayanılmaz durumlardan biriydi. Celil’e işaret fişeği olup olmadığını sordum, şükürler olsun vardı. Bunu sorduğumda tüm gözler bana çevrildi, delirdiğimi düşünüyorlardı. Ancak Celil anlamıştı beni. Aşağıda devam eden çatışmadaki taraflar birbirlerinin yerlerini nasıl olsa biliyorlardı, bilerek yaptıkları atışlar ve saatlerdir süren çatışma bunu açıkça ifade ediyordu.

    Herkesi yerini aldıktan sonra işaret fişekleri ateşlenecek ve gördüğümüz hedeflere bir grup aynı anda yaylım ateşine başlayacak, diğer grup ise yardım isteyenlerin (!) ( ki halâ kim olduklarını bilmiyorduk ) yanına gitmeye çalışacaklardı, ateş güçlerine destek vermemiz, onları bulundukları yerden çıkarmamız gerekiyordu.

    1,2,3…

    Ortalık günden daha da aydınlık oldu bir anda ve şaşkınlığın etkisiyle çatışma birkaç dakika için bile olsa durdu aşağıda. işte tam o anda mevzilenen askerlerimizle birlikte gördüğümüz hedeflere atışa başladık, göz gözü görmez olmuştu. Aşağıdaki ateşin bir kısmı bize yönelse de hakim konumda bulunmamızdan dolayı bize zarar vermeleri imkânsızdı. Yaklaşık yarım saat ara vermeden aynı hızda devam etti çatışma. Bir anlık bir duraksama oldu neden sonra. Celil ile birbirimize baktık ;

    “ Abi dikkat et…. “

    Sinan’ın sessizliği yaran sözlerinin ardından üzerimize gelen 5 ışık hüzmesini gördüğümde donakaldım, nereden çıkmıştı bunlar, ne zaman gelmişti destek bu şe refsizlere…?

    Aynı anda ateşlenen 5 Rpg-11 üzerimize geliyordu…
    Tümünü Göster
    ···
  15. 15.
    +4
    Operasyonlar irili ufaklı devam ediyordu ardı arkası kesilmeden. Askerlerin neredeyse tamamı neredeyse bitik durumdaydı, ama hissettirmemeye çalışıyorlar, birbirlerine destek olmaya gayret ediyorlardı.

    G.T.T. mevzisinde askerlerle sohbet ederken telsizci çevrimden aşağı inmem gerektiğini söyledi. Apar topar aşağı inerken de muhtemel bir operasyonu bu bedenlerin nasıl kaldıracağını düşünüyordum.

    Tahmin ettiğim gibi görev emri gelmişti yine, hemen mesajı anlayıp uygulanabilirliğini içeren karşı cevapla geri gönderdim.

    Bu kez farklıydı , ilk kez birliğe pusu için görev veriliyordu, 15 gün pusu atacaktık belirtilen koordinatlarda, bu daha fazla cephane, daha fazla yiyecek, kısacası hre adımda ağırlaşacak olan yük demekti. Pusudaki birliklere yardım gönderilemeyeceğinden iyi bir planlamadan sonra yola çıkmamız gerekiyordu.

    Ertesi gün tim çavuşlarını topladım, durumu anlattım, gidip diğerlerine de anlatmalarını, söylemiş olduğum hazırlıkları yapmalarını söyledim. Fazlasıyla su almamız gerekiyordu, tuz tabletleri, mikrop kırıcılar... Bu pusu işi canımı sıkmıştı, 15 kişi gidecektik pusu görevine, zaten daha fazla sayıda olmamız yerimizi açıkedebilirdi ilerleyen günlerde.

    Görev noktasına belirlediğiamiz zamandan 7 saat sonra ulaşabildik; kar zaten zordu, bastıran tipi yolu iyice zorlaştırmıştı bizim için. Hemen 6 kişi çevre emniyetini almak üzere belirlediğimiz noktalarda yerini aldı, diğerleri ise bu çemberin içinde görüş alanlarını gözetler pozisyona geçerek beklemeye koyuldu.

    Ölüm sessizliği başlamıştı...

    ilk günler

    Her ne kadar yorgunluk üzerimizde fazlasıyla olsa da, kimse gözünü kırpmıyordu. Usulca Kubi geldi yanıma,

    - " Hocam, kim ne zaman uyuyacak, onu belirlesek iyi olmaz mı ... ? "

    Kubilay haklıydı, ancak bu görevde kimse gözünü bile kırpmadan 15 günü tamamlayacaktı, buna mecburduk. Birimizin bile uyuması demek, diğerlerinin de rehavete kapılıp uyuma ihtimalini güçlendirecekti; böyle bir durumda ise bizi kimse oradan sağ kurtaramazdı. Vadinin sırtlarında yuvalanan terörist gruba karşı yapılıyordu pusu görevi. Muhtemelen onlara operasyon yapacak diğer birliğin harekâtını engellemek için onlar da pusuya çıkacaklardı, pusuya karşı pusu kurmuştuk kısacası. Kubilay bunu duyunca pek hoşnut olmadı, ancak diğer birliğin güvenliğini sağlayacağımız için daha bir silkindi, kendine geldi ve diğerlerinin yanına giderek durumu onlara da anlattı. Bu bilgiyi onlara daha önce vermem demek, göreve gidiş yolunda düşük moralli olmalarına neden olacak, bu da bizim için iyi sonuçlar doğurmayacaktı .

    7. Gün

    " Hocam bak, 4 kişi iniyor kayalardan aşağıya, indiklerinde temizleyelim mi hepsini..?

    - Evet Kubilay, hepsini temzileyin, görevi berbat edin, ben de buradan karakola kdar kovalayayım sizi...

    Susarak yanımdan ayrıldı. Kimse, grubun tamamı mağaralardan çıkana kadar tek kurşun bile atmayacaktı, bu hem diğer birliğin görevini, hem de bizim canımızı tehlikeye atardı. Bunlar keşif koluna benziyordu, zaten giyimlerinden uzaklaşmayacakları belliydi, çevreyi kontol için ara sıra yakın civarda dolaşıp geri döneceklerdi; oldu da, belli aralıklarla geri döndüler sürekli.

    - " Komutanım, mağaralardan dışarı çıkan 4 girişi tespit ettik " ...

    Dürbünle baktığımda, belli belirsiz gözüken çıkışları net olmasa da seçebiliyordum.

    11.Gün

    Askerlerime 24 saat boyunca dönüşümlü olarak 12 er saat uyumalarını söyledim, ertesi gün bir şeyler olabilirdi, dinç olmaları gerekiyordu. Uykusuzluktan gözlerim kan çanağına dönmüş, uzağı seçemez olmuştum. Artık gelmeleri gerekiyordu, telsiz bataryaları da bittiğinden kimseyle çevrime geçemezdik, hoş bitmeseler de bu imkânsızdı, bizim orada olduğumuzu kimsenin bilmemesi görevin başarıyla sonuçlanması açısından hayati önem taşıyordu.

    13 ncü gündeydik, halâ ses yoktu. Bize verilen emir, 13 gün dolduktan sonra diğer birliğin gelmemesi durumunda nasıl geldiysek, o şekilde oradan ayrılmamızdı.

    14 ncü gün de gelen olmayınca o gece oradan ayrılacağımız söyledim, ay da yoktu tepemizde, gelişimiz gibi, dönüşümüzü de fark etmeyeceklerdi.

    - " Hocam, mağaraların çıkışlarını tespit ettik, günlerdir buradayız, bizden haberleri yok, bu gece gidip oray havaya uçuralım " ...

    Yine Kubilaydı konuşan. ( Kubilayı çok sevdiğimi bildiklerinden olsa ferek, aramızda ulak olmuştu sanki )

    Düşünmüyor da değildim, yanımızda yeterli miktarda A4 ve C4 vardı. Herkesin 2' şer kilo taşıdığını düşünürsek toplam neredeyse 30 kilo patlayıcımız vardı; mağaraları başlarına yıkmamıza yeter de artardı bile.

    Tamam dedim, Kubilay sen burada kalacaksın; Mehmet, Abdullah, Cengiz, ismail ve Soner; sizler benimle geleceksiniz. Herkes 6 ' şar kilo taşıyacaktı, tuzaklamaları hazırladık, sadece fünyeler oraya ulaştığımızda takılacaktı; herkes ne yapacağını biliyordu.

    Kubilay'a terslik olurda çatışma çıkarsa tek mermi bile atmamalarını, yerlerini belli etmden yavaşça çekilerek karakola dönüş yoluna geçmelerini söyledim, isteksizce kabul etti.

    iki saat sonra vadiyi aşarak ters istikametten mağara girişlerine ulaştık, fünyeler takıldı, zaman ayarları aynı anda çalıştırıldıktan sonra hızlıca geri çekilmeye başladık. Aşağı inerken ardımızdan ateşe başladılar, Soner'in düştüğünü gördüm sadece karanlıkta, diğerleri durup onu almaya yeltenince, çabuk devam edin dedim. O anda Patlayıcıların infilâk etmesiyle kulakları sağır eden bir gürültü oldu ve mağaraların olduğu tepe olduğu yere çöktü, ancak atış halâ devam ediyordu; bizim de fark edemediğimiz nöbetçileri olmalıydı bunlar. Kubilay'ın olduğu bölgeden ateş gelmemesi Kubilay'ın dönüşe geçtiğini gösteriyor diye düşünürken, ters istikametten bize ateş açanlara karşılık verilmeye başlandı, şaşırmıştım, orada olduğumuzu bilen yoktu, hem olsa da bu kadar çabuk gelmeleri için ışınlanmaktan başka çareleri yoktu.

    Kubilay'dı bu, biz mağaralara doğru ilerlerken, o da ters istikametten mağaralara yaklaşarak ve beklemeye başlamış. Mağaraların olduğu yerdeki görüntüden oradan kimsenin sağ çıkamayacağı belli oluyordu. Bize ateş açanlar ise sağa sola yayılmış 6 kişilik grup baskı altına alınmış, ateşleri bastırılmıştı.

    Hemen geri dönerek Soner'e ulaştım. Gözlerimin içine bakarak,

    - " Ben demiştim içimden, ya Abdullah ya Komutanım gelir diye " ve bunnları söyledikten sonra bayıldı. Yarası ağır değildi, fakat ani kan kaybından şoka girmek üzereydi, elimden geleni yaparak sırtıma aldım ve koşmaya başladım.

    ---

    Oradan hepimiz sağ çıktık; ertesi gün özel kuvvetlerin yaptığı araştırmada, mağaraların içinde en az 30 kişi kadar bir grubun olduğu tespit edildi. Soner'in yarası iyileşti, hemen izine gönderdim onu. Kubi... Ona diyecek laf yok, beşimizin hayatını o kurtarmıştı cesaretiyle.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 16.
    +4
    beyler şukulayalım herkeze ulaşsın . okumanız bıtınce belırtın beklemeyın ...
    ···
  17. 17.
    +4
    Artık kayıp vermek istemiyorduk. Her verdiğimiz şehit canımızdan, gücümüzden bir parçayı alıp gö türüyordu; ancak her seferinde hırslanıyor, intikam ateşi her yanımızı kaplıyordu; güçsüzken güçleniyorduk...

    Baharın kendini iyiden iyiye hissettirmesiyle yuavlarından çıkan hain sürüsü her yerdeydi. Bu yüzden karakolların görev bölgeleri genişletilmiş, zaman zaman da olsa birbirlerinin sorumluluk alanlarında operasyon yapar olmuştu tüm karakollar. Onlar her yerdeydi, ancak biz onlardan daima bir adım önde olmaya çalışıyor, gelen en küçük istihbarat bilgileri gözden kaçırılmadan çok büyük bir dikkatle inceleniyordu.

    Son operasyonda çok sayıda şehit verdiğimiz için yaklaşık bir aydır görev verilmiyordu bize;hem dinlenmemiz, hem de moralman toparlanabilmemiz için. Artık yeter diye geçirdim içimden, hemen merkeze bir mesaj göndererek göreve hazır artık olduğumuzu, her an her yerde verilecek görevi en iyi şekilde yerine getirmeye can attığımızı söyledim. Mesaja yanıt beklerken telsizimden duyduğum ses bir an olsun irkiltti beni; duymuş olduğum kod Tugay Komutanı' nın emir subayına aitti. Bir kaç gün içerisinde hazır bulunmamızı, ... Karakolu'nun görev dahilindeki köylerden birine mühimmat ve silah araştırması için gönderileceğimizi söyledi.

    Haberi askerlerime verdiğimde gözlerindeki sevinci size anlatabilmem imkânsız. Bir kaç saat içinde herkes hazırdı, yine yüzler gülüyor, alınabilecek muhtemel bir intikam düşüncesi yüzlerdeki sevinci daha da büyütüyordu.

    iki gün sonra emir geldi, ... Karakolu bize yaklaşık 5 gün mesafedeydi. Helikopterlerin neredeyse tamamı görevde , bizim araçlarımız da yetersiz olduğundan bu mesafeyi yrüyerek katedmek zorundaydık. Gidiş, kalış ve dönüşü hesaplayarak herkesin cephane ve erzağını ona göre yanına almasını söyledim.

    Yola Çıkmıştık...

    Ne bir görüntü, ne de taciz, köyü silüet halince seçebiliyorduk. Geceyi burada geçireceğimizi, gün ağarmadan yola çıkıp, günün ilk ışıkları ile birlikte köye gireceğimizi söyledim ve herkese teker teker tembih ettim; bu bir baskın değil, sadece kontroldü, herkes tüm dikkatini bu işe verecek köylünün kılına zarar getirmeyecekti aksi bir durum olmadığı taktirde; baskına değil kontrole gidiyorduk...

    Gün ağarmadan yola çıktık köye yaklaşmak üzereyken gösterdiğim noktalarda Halil ve iki askerin daha mevzi almasını söyledim, 6 kişi de karşı tepeye yerleşecekti. Hepsi şaşkın gözlerle yüzüme bakıyordu. Ters bir durumla karşılaşırsak bizi kimin koruyacağını sordum; çıt yok... Halil uzun menzilli Kanasıyla, karşı tepedikerl ise uçaksavar ve havanlarla her an destek olabilmek için hazırda bekleyeceklerdi.

    Köye girdik...

    Bir taraftan etrafımıza doluşan çocuklara yanımızda getirdiğimiz çikolataları paylaştırmaya çalışırken, diğer taraftan da gözlerimizle evleri, çevreyi kolaçan ediyorduk. Evleri aramaya kalksak tepki verebilirlerdi, tek tek evlere girmek de olmazdı; bu bizim için büyük tehlike oluştururdu.

    Gülücükler, çocuk seslerine rağmen köylüde bir gerginlik vardı. Yanıma gelen Kubilay' da aynı şeyi sezmiş, ne yapacağımız konuşuyorduk. Toplu durmamalarını, 4-5 kişilik gruplar halinde arada en az 15 metre olacak şekilde bir şey yokmuş gibi etrafta gezinmelerini söyledim.

    Evlerden birinin arkasında topraktaki renk değişikliği dikkatimi çekti, mayın olamazdı, hem eve çok yakın, hem de zemin çok sertleştirilmişti. Yeniden dolaşmaya başladım; bir kaç evde o köyden olmadığı izlenimi veren kişiler vardı, dışarı çıkmıyorlar evin içinden her adımımızı gözetliyorlardı. Yanıma yaklaşan bir çocuk paldır küldür düştü, elinden tutup kaldırmaya çalışırken elime bir kağıt tutuşturdu gözlerimin içine bakarak; ağlıyordu...

    - " Amca, annem ve kızkardeşim içeride , yanında 2 adam var, biri yaralı, öküzlerin altında 3 kişi daha var, karşı kayalıklarda 6 kişi sizi bekliyor "...

    Bu nasıl bir mesajdı böyle, öğretmeni olmayan, Türkçesi oldukça bozuk bu yavrucak ne zaman ve nasıl hzırlamıştı bu notu... ? Gözlerim yaşardı...

    Hemen telsizle mors alfabesiyle Halil'e mesaj gönderdim, karşı tepedeki 6 kişiyide alarak verdiğim koordinata gitmesini, kayalıklardaki 6 kişinin her adımını sessizce ve hiç bir şey yapmadan gözlemsini istedim. Kubilay'ı çağırarak durumu anlattım ve askerlerin arasında gezinerek herkese içinde bulunduğumuz durumu söylemesini istedim. Belliydi ki biz harekete geçmeden onlar bir şey yapmayacaktı, yani kozlar biizm elimizdeydi her şeye rağmen, bu fırsatı iyi değerlendirmeliydik, acil bir plân yapmam gerekiyordu; ne köylüye, ne de bize zarar gelsin istemiyordum.

    - " Hocam, bende 3 gaz bombası var, arkadaşlar sis bombalarını da taktılar, tabancanı bana ver, susturucu da var nasıl olsa, bırak gireyim şu eve " ...

    Aslanım benim, elbette Kubilay'dan başkası değildi bu. Evet, o eve bir kişini gizlice girmesinden başka seçeneğimiz yoktu. Ya ben ya Kubilay girecektik. Kubilay yine cebinden parasını çıkardı ve;

    - " Tura gelirse ben girerim Hocam "...

    Yere düşen paraya baktım, yine tura gelmişti; bu kaçıncıydı, bir kez olsun yazı gel yahu diye geçirdim içimden. ( Aylar sonra Kubilay' ı şehit verdiğimiz gün yüreğim parçalandığı, canımdan can gittiği gün, cebindeki eşyaları alırken paranın her iki tarafının da tura olduğunu o gün öğrenecek bir taraftan gözümden yaşlar boşalırken, diğer yandan da acı bir gülümseme kaplayacaktı yüzümü... )

    Dokuz kişi ahırın bulunduğu tarafa giderek hazır bekleyecek, Halil ve yanındakiler ise ilk atış sesinden sonra kayalıklardakileri ateş altına alacaktı, o taraftan bize tek atış dahi gelmesi sonumuz olurdu çünkü hem menzillerinde, hem de açık görüş alanlarındaydık. Havanları Halil ile birlikte bıraktığım iyi olmuştu, kayalıklardakileri tehlike olarak görmüyordum artık, içim rahattı. Asıl büyük tehlike köydeydi bizim için; ahır ve yaralının bulunduğu ev... Herkes Kubilay'dan gelecek işareti bekleyecekti; sonrası malum...

    Kubilay kendini gizlemeyi başararak evin arkasına dolaştı, biz de onları farkettiğimizi hissettirmemek için elimizi tetiğe dahi uzatmıyorduk. Aradan 15 dk geçti, içeriden 2 el ıslık sesi duyuldu, tabancamın namlusundaki susturucudan çıkan seslerdi bunlar; 2 kişi 2 atış; başka bir atışın olmaması sevindirici olsa da Kubilay'ın halâ işaret vermemiş olması endişelendiriyordu ki beni; içeriden o hınzır gülümsemesiyle el salladı Kubilay. Aslanım benim, içeridekileri halletmişti. Telsizi mandalladığımı gören ahırın çevresindeki askerlerim ahırı öyle bir ateş altına altı ki, içeriden canlı çıkması imkânsızdı. Onlarla birlikte Halil ve yanındakiler kayalıkları havan yağmuruna tutmuştu, uçaksavarlar ve Mg-3 ler öyle çalışıyordu ki, Mg-3'lerin tutukluk yapmaması için dua ediyordum.

    On dakika, sadece 10 dk içinde her şey bitmişti; yarım saat sonra Halil'den telsiz çevrimi geldi;

    - " Komutanım 6 leş, yaralımız ve şehidimiz yoktur "...

    On dakika içinde 11 leş ve hiç kayıp yok; mükemmeldi bu, hepsini alnından öpmemek için zor tutuyordum kendimi. Etrafı iyice kontrol ettikten sonra köylülerle vedalaşıp oradan ayrılmak üzere hareket ediyorduk ki Kanas'ın o muhteşem sesini duydum. Tek atış; arkamdaki yere yığılmıştı. Dürbünümle Halil'e baktığımda el sallıyordu; Halil'di arkamdakini vuran. Tabancasını çıkarmış, ancak bana ateş etmeye fırsat bulamadan Halil'in hedefi olmuştu. Köyde terör örgütüne destek veren 3 kişiden biri daha ( diğer ikisi dağ kadrosunda ) ortaya çaıkmış oldu.

    Karakola gittiğimizde telsizcim civar karakollardan ve merkezden gelen sayfalar dolusu tebrik mesajını verdi. Askerlerime dönerek ;

    - " Sizi ben eğitmedim, buraya eğitilip gönderildiniz. ilk geldiğinizde beni sevmeyen, benim de sevmediğim kişiler vardı aranızda. Ama hanginizin kılına zarar gelse içim acıyor, benim herşeyim ailem ve sizsiniz. Bu elimdekiler benim değil, sizin başarınızın eseridir... "

    Konuşmam deva ederken bir ses duydum sesin sahibini kovalamaya başladım ;

    - " Yine öğretmenlik günleri geldi aklına bizim hocanın " ...

    Kubilay'dı bu. Bizi o halde gören askerler bir taraftan gülşüyor bir taraftan da aralarında iddiaya giriyorlardı, yakalardı, yakalayamazdı, o daha hızlı koşar, bu bilmem ne yapar...

    Nefesim kesilmek üzereyken Kubilay durdu, yakalamıştım. Kulağıma eğilerek ;

    - " Amma yaptın hocam, komutan askerini yakalayamadı dedirtirmiyim ben sana " ...

    Dilim tutuldu, çok şey söylemek istedim; ancak bu kadar büyük yüreklere verecek cevabım yoktu...
    Tümünü Göster
    ···
  18. 18.
    +4
    Hava şartlarının düzelmeye başlaması operasyonların sıklaşacağına işaretti. Kış uykusundan uyanacak olan kanı bozuklar , kış boyunca onlara nefes aldırmayışlarımıza misilleme yapacaklardı. Biz her zaman hazırdık, her gün, her saat, her dakika, her saniye... Yorgun da olsak ağzımızdan buna dair tek kelime çıkmazdı, nasıl çıkardı ki... ?

    Sadece karakol olarak yakın çevrede bir A / T ( arama / tarama ) faaliyeti düzenlemeye karar verdim, merkeze bildirdim ve aynı gün onay cevabı geldi. Dört gün sonra çıkacaktık göreve, iyi bir şekilde hazırlanabilmemiz için kendimize yeterli süreyi tanımıştım. Kubi'yi çağırarak mevzilerdeki askerler haricindekilerin 24 saat uyumasını söyledim, herkes dinlenmeliydi, hazırlık için arta kalan 3 gün bize yeter de artardı bile.

    Tahmin ettiğim gibi de oldu, yine kimse uyumuyordu, konuşuyorlar, mektuplar yazıyorlar, silâhlarını temizliyorlar, Çelik ve Ercan' a olmadık işkenceler yapıyorlardı. işkence dediysem lafın gelişi elbette. Abdullah'ın Ercan' a gaz maskesini takıp onun sağa sola koşuşturmasını izlemesi, Kara Halil'in Çeliğe otomatik bombaatarın özellikleri ve kullanılışını anlatmaya çalışması görülmeye değerdi doğrusu. Onları izledikçe bu çocuklara her geçen gün biraz daha bağlandığımı hissediyor, Allah'tan onların acısını bana göstermemesi için her gün dua ediyordum.

    Hazırlıklar bitmişti, herkesin dinlenmesi gerekiyordu artık. Zorla da olsa, hepsini teker teker saat başı dolaşarak uyumalarını sağladım, karakolda bırakacağımız kuvvet hariç herkes uyuyordu artık. Gözlüğümü elime aldım, silerek kan çanağına dönmüş gözlerime takmaya çalışırken Çeliğin kulübesinin yanında uykuya dalmışım.

    Sıçrayarak uyandım, hemen Abdullah ve Kara Halil'i çağırdım;

    - ikiniz de gelmiyorsunuz operasyona, itiraz istemem...

    Sözlerimi tamamlayamadan ikisinden de birbirine karışan cümleler gelmeye başladı, çaresiz kabul ettim, hem onlara ihtiyacım vardı operasyonda, hem de görmüş olduğum rüyadan dolayı onları bu görevde istemediğimi onlara açıklayamazdım.

    iki gün neşe içerisinde geçti, dikaktli, tetikte; ama neşe içerisinde...

    Tok bir ıslık sesiyle herkes emir almışçasına kendini yere attı, 61 lik havan topunun sesiydi bu; yaklaşık 50 emtre kadar gerimize düştü biri, diğeri de sağ çaprazımıza 40 metre kadar ileriye. Mesafe ayarı yapabilmek için iki zot ve farklı noktaya atış yapmışlardı, ikinci atışlar tepemize düşebilirdi. Hemen , herkesin yerini ivedi olarak değiştirmesini, kayalıklara doğru korunaklı siperler alınmasını söyledim. Sanki bunu bekliyorlardı; szölerimi bitirmemiştim ki herkes kayalıklardaydı. Tahmin ettiğim gibi ikinci atışlar tam da az önce bulunduğumuz yerre düşmüştü, büyük bir felâketten son anda kurtulmuştuk. iyi de bunlar neredeydi, madem bizi görüyorlardı; neden yaylım ateşi açmamış, havan topları ile atışa başlamışlardı... ?

    15 dakika kadar geçtikten sonra yerlerini tespit ettik. O bölgede genelde kullandığımız yoldan gitmediğimiz için ne kadar da iyi bir şey yaptığımızı o an anlamıştım. ileride bizi bekliyorlardı, devam edecek olsaydık atış menzillerinden çıkacak, ancak ileride onların arkalarından dolaşmış olacak; bize doğru olan istikametten başka kaçış yönleri olmadığı için de ya büyük kayıp verecekler, ya da tamamıyle yok olacaklardı. Önce davranmışlar, ancak büyük hata yapmışlardı.

    Kara Halil'e atışa başlamasını söyledim, Kubilay ise elleri hazırlamış olduğu havanda gözlerimin içine bakıyordu. Başımla işaret verdiğim anda gök gürültüsü gibi bir sesi andıran ilk atışımız başladı. Özellikle havanlar ve uçaksavarlar etkilyid, karşı tarafta çıt yoktu. Abdullah ise ardına gizlendiği kayadan çıkıp bizden yaklaşık 30 metre kadar ilerideki toprak yığınının arkasına koştu. MG-3' ü bırakıp hemen dönerek 3 kutu cephaneyi alarak tekrar yeni yerine yöneldi.

    Abdullah atışa başladığında üzerimize gelen atışların yarısı ona yöneldi, açısı bize göre daha iyi olduğundan sanırım onları görüyor olmalıydı. Abdullah'a atışı kesmesini, sadece yatmasını söylememe rağmen dinlemiyordu bir türlü, tam koşmaya hazırlanıyordum ki Kubi kolumdan tuttu ve;

    - " Hocam, bırak bu sefer bizi vurmaya çalışsınlar, sen hakkını doldurdun "

    dedi ve ok gibi fırlayarak Abdullah'ın yanına gitti.

    - " Lan madem gelecektin, cephane getirseydin ya, ağır mı geldi Boğaziçili... ? "

    Abdullah verip veriştiriyordu Kubilay'a. Kubi, hemen geri döndü cephane almak için. Yerinden kalkıp geri gitmek üzereyken Abdullah'ın bulunduğu yere bir havan topu düştü; herkes susmuştu.

    - " Abdi, cevap ver lan, öldüysen gebertirim seni, everecez lan seni daha... "

    Kubilay'dı bunları söyleyen. inleme sesinden sonra Abdullah'ı ayağa kalkmış tek kolu ile MG-3 teki son mayonları karşı tarafa boşaltırken gördük; diğer kolu yoktu Abdullah'ın. Delirmiş gibiydi, şoka girdiği bellydi ancak bu diğer yandan da onu cesaretlendirmiş, acısını unutmasını sağlamıştı.

    - " Kubi koş... " ...

    dememin ardından Kubilay ok gibi fırladı, henüz yarı mesafedeyken Abdullah'ın göğsünden fışkıran kanı görebildim, Kanas ile vurulmuştu. Bunu gören herkes var gücüyle atışa devam ediyordu Allah Allah naralarıyla . Abdullah artık yoktu, ancak Kubi yarı yolda kalmış, onun da hayatı büyük tehlikedeydi.

    Kubilay omzundan vuruldu, Kara Halil kalçasından iki yara aldı, beni bu kez vuramadılar, 5 yaralımız daha vardı; ama Abdullah yoktu artık.

    Karşı tarafa ne kadar cephane varsa hepsini boşalttık, 3 saat sonra kontorl için gittiğimizde 16 leş ile karşılaştık. 16 değil 160 olsa ne olurdu;

    Abdullah'ımız yoktu artık, sinirlerim iyice boşaldı, tutamadım kendimi, Kubilay ile bir kenarda birbirimize sarılıp ağlamaya başladık.

    Kubilay bir taraftan omzunu tutuyor bir taraftan da ;

    - " Vatan sağ olsun hocam "

    diyordu.

    Elbette Vatan Sağ olsun, son sözlerim o an şunlar oldu Kubilay'a ;

    - " Bi ben ölemedim Kubilay, ölseydim de canlarımın yitip gitmesini görmeseydim "...
    Tümünü Göster
    ···
  19. 19.
    +4
    Beyler başlıktan yanlış anlaşılma olmuş . hikayedeki ben değilim 2010 da tanıştığım emekli bır komutan . hıkayeyı yazdıktan sonrada msn (ozamanlar face yoktu) konuşmuştum . ıncıde ırkcılık artınca yazmaya karar verdım ...
    ···
  20. 20.
    +4
    bitirince yanıt atın
    ···
    1. 1.
      0
      Okuyoruz dostum aynen devam
      ···