-
1.
+26 -25baktımki sözlükte kürde laf atan bebeler dolu . Artık bu anıyı yazma zamanı geldi . Murat komutanın görev süresi boyunca yaşadıkları . Baştan söyleyeyim baya baya uzun bir hikaye okumak isteyen çıkarsa anlatmaya başlıyacam . (malum ırk sevmeyen liseliler kaçsın yaşananları ırkçı kalbiniz kaldırmaz ... )
-
2.
+1başlıyorum
-
3.
+5Merhaba arkadaşlar;Tümünü Göster
Bu konu başlığı altında askerliğim süresince Güneydoğu'da bulunduğum süre zarfında birebir yaşamış olduğum olayları sizlerle paylaşacağım. Üzerinden yirmi yıla yakın bir zaman geçmesine karşın hepsi neredeyse dün yaşanmış gibi, silinmediler, silinmeyecekler...
---
Olaylarda adı geçen kişi isimleri gerçek olmakla birlikte; yer isimlerinde gerçek isimler kullanılmayacaktır. Tarihler ise yaklaşık olarak verilecektir.
---
C-130 Batman askeri havaalına inmek üzereydi. Herkes sorumlu olduğu time hazırlıklarını yaptırdı. C-130 un iki dev pervanesinin gürültüsünden işaretlerle anlaşabiliyorduk. Aniden atlayışa 5 dk kaldığını gösteren ışık yandı kabin içerisinde. Herkes birbirine bakıyordu, atlayış mı, ama, ama, ama bu uçak inecekti işte o piste, askerlerimin çoğu paraşütçülük konusunda acemiydi, bir çoğu sivilde paraşüt eğitimi almadan gelmişlerdi; muharebe atlayışı nasıl yaptırırdık onlara?
Kaşla göz arasında herkes havadaydı, kimsede ne bir telaş ne de bir korku vardı. Havada askrlerime bakarken onlarla ve beni yetiştiren komutanlarımla gurur duydum; işte Türk askeri buydu. Karar vermek için beklemenin muhtemel can kaybını arttıracağını öğrenmişti herkes...
Yere indiğimizde, küçük bir kaç kırık dışında kimsede bir şey yoktu ki bu gayet normal bir durumdu. Muharebe atlayışlarında ( 150 metreden ) normal atlayış yükseklği olan 450 metrenin çok altında kalındığından yere çarpma şiddeti çok daha fazlaydı.
Pistte bizi zırhlı araçlar bekliyordu. Yarım saatlik bir koordinenin ardından herkes araçlarındaki yerini almış, hareket vakti gelmişti. Yavaşça hareket etti araçlar, bölgeyi bilmediğimiz için bize karakol bölgesine kadar refakat edecek olan özel harekât timinin üzerindeydi tüm gözler. Bizim birliğin tamamında botlarboyalı, saçlar düzgün, sakallar traş edilmişti. Özel time baktık bir de; kesinlike aylardır orada oldukları belliydi. Ancak hiçbirinde ne bir yorgunluk belirtisi, ne de bir korku vardı, çakı gibiydi hepsi. Askerlerime güven geldi. Siirt'ten de çıkmıştık, artık dağların arasında yol alıyorduk. Komutanım beni uyardı,
- Murat, dikkat et, herkesin emniyeti açık olsun.
Emniyet mi, açık mı olacak... ? Tamam dedim kendi kendime, işte şimdi her şey yeniden başlıyor.
- Mutlu yıllar...
Mardin'li Mehmet'ti bu. " Sen nereden biliyorsun " dedim. Çocuk ayaklı kütüphane mübarek, kimin hakkında ne gerekiyorsa biliyor, azarladım biraz, sırası mı dedim; utandı boynunu büktü. ileride tam 4 kez hayatımı kurtacarak Mehmet'e çok şey borçluyum. Türk - Kürt ayrımı yapanlara en iyi örneklerden birisidir Mehmet. Kürt ile teröristin farklı kavramlar olduğunu çocuk yaşta anlayan Mehmet en iyi askerlerimden biri olacaktı ileride.
Yolculuk iyi geçiyordu. Yine Mehmet konuştu;
- Komutanım, bunlar korkak, bi hoş geldin bile demediler bize.
Bir yandan da yanındaki dürtüyordu onu, sürekli benimle konuşmaması için. Mehmet'in cevanı her aklıma geldiğinde gülerim;
- Ne var lan, o da insan, bakma pırpırlarına, kanasına, gözlüğüne. Adam iki üniversite bitimişse ne olmuş, ikimizde postal giyiyoruz.
Çok yaşa sen Mehmet diyesim geliyor şu an birden içimden, ama Allah rahöet eylesin, 9 ncu ayımızda şehit düştü Mehmet.
Karakol gözükmüştü, ama yol bitmişti. Mehmet mızmızlanmaya başlayanlara ağıza alınmayacak şeyler söylüyordu. Mehmet, ben ve komutanımın gayretleriyle yaklaşık 4 saatlik bir yürüyüşün ardından karakola ulaştık. ileride çok düşünecektik; nasıl olur da bizim 4 saatte yürüyebildiğimiz yolu kanı bozuklar 1 saat içerisinde ceylan gibi sekerek katediyorlardı... ?
Hazırlıklar yapılırken yine Mehmet baklayı ağzından çıkardı;
- Ben de buraı " çiççek " gibi yapmazsam bana da ayı boğan Mehmet demesinler. ( Ayı boğan hikâyesini ileride anlatacağım ). Jandarmalar nasıl bakmış buraya, bi çiçek bile yok, köpek kulübesi boş vs vs... Sürekli söyleniyordu.
- Komutanım, postanız beni yapın, bak valla konuşmam.
Bu kadar içten bir insan olur mu? Evet, tam bir " insan " dı Mehmet. Ama yine azarı yedi; " sana bir pul yapıştırırım şimdi, sökemezler, posta mosta yok, herkes kendi işini görecek burada "...
Her şey sakin görünüyordu, uzun zamandır yenilenmeyen mevzilere askerleri yerleştirdikte sonra diğerleri de istirahate çekildi. Kurt puslu havayıo severmiş, o gece öğrendik... -
4.
+6Uyuyamıyordum, hem uyumamalıydım da. Dalmışım; annemi gördüm ilk rüyamda, sonra eşimi, henüz bir ay oldu, neden bırakıp gittin diyordu. Annemse rüyada bile ana işte; bak üzerini örtmemişssin, yine bademciklerin azacak... Ah o kara gözlü eşim, ah anam...Tümünü Göster
Rüyadan garip bir ıslık sesiyle uyandım, " yatın " diye bağırabildim sadece. Havan topları arka arkaya düşmeye başladı karakola. Mevzi yerleri iyi ve atış almayacak mevkiileri nedeniyle içim rahattı. Tam bunları düşünürken 2 işaret fişeği belirdi tepemizde, bu iyi değildi, ya keskin nişancıları vardı, ya da rastgele ateş açmaya başlayacaklardı. Kimse kafasını kaldırmasın dedim, ateş etmeye kalkmayın sakın, bırakın ateş etsinler, duracaklar sonunda.
Bir saat geçmiş, ama adamların (!) durmaya niyeti yoktu. Bu nasıl cephaneydi ki bitmek bilmiyordu. Havancılarımız karşılık veriyordu, ama rastgele atış yapıyorlardı, ileri gözetleyicilerimiz yerini alamıyordu atışlardan. Komutanım da yoktu, bizi bırakır bırakmaz Siirt merkeze erzak ve cephane temini için dönmüştü. ilk gecemde yalnızdım, korkuyordum, bir sürü can vardı çevremde bana emanet, ya onlara bi şey olursa... ?
- Bu böyle olmayacak, ben gidiyorum.
Nereye bile diyemeden Mehmet öyle bir fırladı ki, uçaksavarın yanına gidişini kimse görememişti, sadece onu tetiğe dokunduğunda görebildik. Ondan cesaret alan diğerleri de atışa başlamıştı. GTT' ler ve MG-3' ler atışa başlayınca karşıdaki atış durdu, nefes almıştık. Benimle birlikte diğer kanasçılara hemen yer seçerek sadece gördükleri hedeflere nokta atışı yapmalarını söyledim. Kanas için her nokta atışı, karşıdan birinin ekksilmesi demektir.
Mehmet'in ateş altında aldığı yerde 3 ceset görebildik yerde, aslanım benim, makineli tüfek yuvasını darma dağın etmişti. Yanımızdaki cephane tükenmek üzereydi, 2 askere benimle gelmesini söyledim, 30 metre ilerideki sığınakta bulunan cephaneliğe ulaşmalıydık. Önce Ahmet düştü koşarken yolda, sonra ben; kımıldayamıyorduk, acı hissetmiyordum; ama o an eşimin sesini duyar gibi olduğumda ilk günümde sona geldim diye düşündüm. Acıyı sonra hissettim; karnımdan oluk gibi akan kanı durdurmak isteyen Mehmet'e baktım donuk gözlerle, bir şeylşer söylemek istiyordum; ama kelimeler çıkmıyordu ağzımdan. Ahmet'i sorabildim zorla.
- Komutanım, düşündüğün şeye bak, o domuza bi şey olmaz, Bolu'dan birlikte geldik biz, adam 30 metreden düştü, burnu kanamadı.
Gözümü hastanede 4 gün sonra açabildim. 30 metreden düşüp de burnu kanamayan Ahmet'in şehit haberini o gece öğrendim, bayan Teğmen doktora baktım, haberi o vermişti, gözlerim doldu; tutma kendini, ilk günlerde bu kadar duygusal olman doğal dedi.
iki haftada yaram düzeldi, 2 mermi karın boşluğunu delerek çıkmış, iç organlara zarar vermemişti. Haydi dedim kendi kendime, haydi toparlan, ilk gününde gazi olmak nasip olmaz herkese, şehtilik de gelir inşallah...
O gece Ahmet dışında kaybımız olmamış, karşı tarafta 16 ceset bulmuş bizim çocuklar, izlerden belli ki gö türülenler de cabası. Eruh'ta soysuzların yıllar önce basarak terörü başlattıkları karakolda olduğumuzu öğrendiğimde gurur duydum; burada görev yapmak bana nasip olmuştu.
Tabancamı ve bıçağımı taktım, beremi aldım, kapıdan çıkarken kanasımı da alarak karakola gitmek üzere beni bekleyen helikoptere bindiğimde içinde komutanımı gördüm, başımı eğdim.
- Üzülme, senin gibi tecrübesiz birinin 1 şehitle o çatışmadan çıkması başarıdır, elinden gelenin en iyisini yaptın sen, yapacaksın da.
Helikopterin pervane sesi Ahmet, Mehmet ve eşimin çok uzaklardan duyduğum seslerine karışıyordu...
---
Yeri gelmişken şu an Paşa mevkiinde olan komutanımı saygıyla anıyorum. -
5.
+6Aradan geçen iki hafta, intikam hırsımızı ger geçen gün arttırıyordu. ilk gecemizde bize baskın yapıp şehit vermemize neden olan grup için her yerden istihbarat bilgileri yağıyordu. Bize yapılan kalleşçe baskın çevre karakollarda geniş yankı uyandırmış, sayıları bizden hayli fazla olmalarına rağmen onları püskürtmemiz taktir kazandırmıştı bize. Kesin olmamaklar birlikte grubun kamp bölgesi tespit edilmişti. Komutanım hazırlıklara başlamamı, 3 gün içerisinde kuzey karakollarından biriyle birleşerek bölgeye operasyon yapılacağını söyledi.Tümünü Göster
Üç gün göz açıp kapayıncaya kadar geçti ve ay ışığının kaybolması ile birlikte 6 gün sürecek yolculuğa başladık. Tahmin ettiğimiz gibi operasyon bölgesine varana kadar herhangi bir dirençle karşılaşmadık. Ancak diğer birlikten ses yoktu halâ, telsiz çevrimlerine yanıt vermiyorlardı, çoktan iletişim bölgesine girmiş olmaları gerekirdi. Vakit keybetmek istemiyorduk, kalabalık olduğumuz için farkedilmemiz an meslesi olabilirdi. Yine de diğer birliği 1 gece beklemeye karar verdik. 24 saat dolmak üzereyken telsizcimiz yanıma geldi;
- Komutanım, net anlamıyorum, fakat diğer birliği sanırım ... bölgesinde pusuya düşürmüşler.
Yine bildik şey, telsiz semaçları (şifreleri) çözülmüş olacak ki birlik pusuya düşmüştü. Başka açıklaması olamazdı bunun. Hem onların yardımına gitmek istiyor, hem de baskın yapmak üzereyken bu şansı kaybetmek istemiyordum. Hemen 15 kişinin hazırlanması emrini verdim. Telsizcimin belirlediği koordinatla 15 kişi hemen yola çıktı, biz de hazırladığımız plân doğrultusunda harekata başladık.
ilk önce Rpg-11' ler ( o zamanlar çok az birlikte vardı bunlar, menzili 1100 metre, Rpg-7' lerin etkili menzili 550 metredir ) atışa başladı, uçaksavarlarında devreye girmesi ile birlikte duman ve tozdan göz gözü görmez oldu. 15 dk kadar sonra kaqrşı atışa başlamışlardı, ama hem bizi daha önceden farketmemiş olmaları, hem de baskın ateş gücümüz karşısında restgele ateş açtıkları belliydi. Ateş kes emrini vererek diğer kanasçıya daha önceden belirlediğimiz yere gitmesini söyledim, çoktan yerini aldığını telsizle bildirdi ( aslanım benim ). Görerk atış yap, bir mermi bie boşa giderse hesabını sorarım dedi, gelen cevap beni hem gülkdürdü, hem de utandırdı;
- Komutanım, var mısınız iddiaya?
Birer şarjör ( 10 x 2 ) onlara yetmişti. Onun 2 benimse 3 boş atışım olduğunu daha sonraki konuşmalarımızda anladık ( iddiayı kazanmıştı Kubi - ismi Kubilay'dı. 20 yaşında bir savaş makinası adeta, gözünü budaktan sakınmazdı, Kubi'yi daha sonra anlatacağım ).
Yaklaşık 2 saat sürmüştü çatışma, direnç yoktu. CEsetleri kontrol ettikten sonra, 26 kişi sayabilmiştik, hepimizin yüzü gülüyordu. Sonra Kubi atıldı;
- Komutanım diğer birlik... ?
- " Her şey olduğu gibi kalsın, jandarmalar burayı temizler, hemen diğerlerine yetişmeliyiz" dedim.
iletişim bölgesine girmiş olacağız ki Mehmet'in sesinii duydum;
- " Ata2, acele etmeyin, çatışma bölgesine yeni ulaştık, diğer birlikten sağ kalan yok; 14 şehit var ". Mehmet'în ağlamaklı sesini diğer askerlerime duyurmamak için kapattım telsizi.
Gökyüzüne bakarak;
- " Allah'ım şehitlerimizin intikdıbını almdan, bu çapulculardan düzinelerce öldürmeden canımı alma " dedim. -
-
1.
0Ucaksavarlar ne alaka ?
Bide sene kaç rütben ne acaba ? -
2.
0pnp bn değilim zamanında tanıştığım bir insan ucak savarları coklu bombalama nıyetıne kullanıyorlar
-
1.
-
6.
+5Bir ayımız dolmuştu bölgede. ilk haftalarda girmiş olduğumuz büyük çatışmalardan dolayı dinlendirilmemiz için yeni görev verilmiyordu. Bu; hem benim hem de askerlerimin moralini hayli bozmuştu;Tümünü Göster
- Yatmaya mı geldik buraya ? (Kubi)
- Kalkın be, ne uyuyorsununuz yine ? ( Mehmet )
- Lan sana kaç kere anlattım, camiye girdikten sonra değil, girmeden abdest alınır ( Abdullah) ( Abdullah, Karadenizi'in köylerinden birinde imamdı, Allah inancı olmayan ya da zayıf olan askerlere bıkıp usanmadan doğru yolu göstermeye çalışıyordu).
Bu gibi sözler ortalıkta dolanıyordu. Bi akşam Kubi geldi yanıma;
- Komutanım, biz sıkıldık, çarşı izni istiyoruz.
Diğer askerlerin ve benim kahkahalarımız 3199 takımlı tepede öyle bir yankılandı ki biz bile korktuk. Arkadan Mehmet'in sesi geliyordu;
- Tamam lan, benden sana izin, istikamet katrşıki kayalık, marş marş...
Mehmete'e daha çok gülmüştük. Ama diğer yandan da beni bir düşüncedir almıştı; çocuklar haklıydı, önümüz kıştı, kış bastırdığında operasyon hariç karakol bölgesinden ayrılmamız imkânsızdı. Tamam dedim, araçları hazırlayın, yarın Komando Tugayı'na erzak almaya gidiyoruz. Yüzlerindeki sevinci görünce mutlu oldum, o gece öyle rahat ve huzurlu uyudum ki. Ama o gecenin son huzurlu gecemiz, ertesi gün yapacağımız Komando Tugayı ziyaretinin ise ilk ve son oalcağını hiç birimiz bilemedik.
Herkes telaşla sağa sola koşuşturuyordu, Amerikan mallarından nefret eden Kubi bile 1 kasa kola almştı. Onları ne yapacağını sorduğumda, köpeğe içirecem dedmiş ve ardından da gevrek gevrek gülmüştü. Tugay merkezinde araçların yanında askerlein gelmesini bekliyorduk. Herkes geldi, bir Mehmet yok ortada, sonrta fakettik, Abdullah da kayıp. Tam 2 saat bekledik onları, hava kararmak üzereyken kucağında koca bir Alman kurduyla Mehmet'i koşarken gördük. Aracın arkasında atladığı gibi brandaları çekti üzerine. Abdullah kan ter içinde ardından geldi, komutanım gidelim, yolda anlatırım. Abdullah bir şey diyorsa doğrudur dedim ve hemen yola çıktık. Yolda öğrendim Tugay Komutanı'nın köpeğini çaldıklarını. Bir ton fırça, bağırma, azar... Sesleri çıkmıyordu. Brandaların altından Mehmet seslendi;
- Komutanım, izel bizimle kalacak değil mi, onu mayın köpeği yapacağım ben.
izel mi, mayın köpeği mi, Tugay Komutanı'nın köğeğini çalmak mı... ? Bu çocuklar beni çok güldürecek, ama bir o kadar da çektirecek diye düşündüm. Sonraları hiç kimse bu köpek hırsızlığından o yaz iznimin yakıldığını öğrenmedi, bilselerdi gidip kendilerini ihbar ederlerdi, biliyorum.
Çelik zaten vardı, bu da izel , bir Ercan ekgib dedim yüksek sesle. Bir finonun havlamasını duyduğumda ise hayretler içerisinde kaldım. Bu da Tugay Komutanı'nın eşinin mi yoksa dedim. Abdullah cevap verdi;
- Hayır komutanım, bunu bir alttaki binadan yürüttük
izel - Çelik - Ercan.. Siz çok yaşayın e mi çocular, müzik grubumuz bile vardı artık sayenizde...
( ileride Önce iZeli, sonra Çeliği şehit verecektik. Biz onlara da şehit diyoruz, çünkü yaşamlarının sonuna kadar her ikisi de her operasyonda yanımızda oldular )
---
Ender bizi güldüren olaylardan biri işte -
7.
+2bitirin devam edicem
-
8.
+7Gelen istihbari bilgiler büyük bir grubun bölgemize girme hazırlığında olduğu doğrultusundaydı. Bir taraftan harıl harıl muhtemel bir operasyona hazırlanırken, diğer taraftam tüm telsizciler bütün gün telsiz başında şifreli konuşmaları çözmeye çalışıyorlardı.Tümünü Göster
Başarılı bir şekilde sonuçlandırdığımız iki çatışmanın ardından bölücü örgüt bizim karakola baskın yapıp bizi yok etme plânları içerisindeydi, bölgede güçlü karakol istemiyorlardı. Adımız çoktan çevre karakollarda duylmuş, izel Çelik Ercan'ın bile isimleri zaman zaman anılır olmuştu.
Karakolun tamamı ile operasyona katılacaktık, yokluğumuzda batıdaki mekanize birliklerden gelecek desetek kuvvetler karakola konuşlandırılacak, biz de daha sonra bize bildirilecek koordinatlarda diğer birliklerle birleşerek operasyona başlayacaktık.
" Ay Işığı Operasyonu "
Bu ismi duyduğumda beynimden vurulmuşa döndüm, hemen karakol komutanımızın yanına giderek bunun sadece biri isim olduğunu mu sordum. Hayır, düşüncelerimde yanılmamıştım; ay ışığı tepemizdeyken büyük operasyon başlayacaktı, böylesine bir gecede darbe yemek akıllarından geçmezdi o soysuzların. Ancak bizim büyük kayıplar vermemize de sebep olabilirdi.
Arazide zifiri karanlıkta kaldınız mı hiç? Tepenizde ay varsa eğer, kraanlık bir odada yüzünüze fener tutulmuş gibi olur ortalık, attığınız her adım, eğer ufuk çizgisindeyseniz çok uzaklarda çıplak gözle kolayca farkedilebilir. Buna çok dikkat etmeliydik, yoksa askerlerimizin çoğunu kaybedebilirdik operasyonda.
Hazırlıklar tamamlanma aşamasındaydı, 8 adet 60 lık havan, 4 adet 81 lik havan, 6 adet mg-3, 4 adet uçaksavar, 4 kanas, 4 adet bixi, 3 adet A-6 makineli tüfek, 5 rpg-11, 6 rpg-7... Bunları düşündükçe gözüme uyku girmiyordu, büyük bir operasyon olacaktı, çok kayıp verebilirdik. Son gece askerleri topladım;
- " hepiniz ailenizi arayacaksınız yanımda, operasyondan bahseden olursa canını yakarım, seslerini duyun yeter, helallik istemeyin, bırakın rahat uyusunlar, birbirinizle de helalleşin, benden yana hakkım varsa helal olsun, siz de helal edin... "
Kubi hemen öne atıldı;
- helali hoş olsun da hocam ( sivilde öğretmen olduğum için ara sıra ağzından kaçırıyordu, ben de bi şey demiyordum, ama sadece Kubi' ye ) buraya kaç kişi çıktıysak o sayıda döneceğiz, içiniz rahat olsun " .
Eşimi aradım, ağlıyordu; sen her zaman aramazsın, sesinde bi şey var, dönmeyeceksin biliyorum diyordu. Dönmezsen eğer, ant olsun ben gelirim yanına; bunu bil, bil ve dön. Eşimle liseden arkadaşlığımız başlamış, üniversitede devam etmişti. Üniversitedeyken evlenmiştik, canımdan, hanımdan bir parçaydı. Nutkum tutuldu, yatıştırmaya çalışarak sakin olmasını, karakolda gayet rahat olduğumuzu, kilo bile aldığımı söyledim; inanmadı elbette... Annemleri arayamadım, annem sesimden hemen anlardı eşim gibi, arama dedim eşime de.
Herkes birbiriyle helalleşti, hazırlıklar tamamlandı ve istirahate çekildi tüm karakol (!).
Gece saat 2 gibi yola çıktık, en önde komutanım, arkasında ben, korucular ve diğerleri. En önde Çelik, arkada ise izel, Ercan'ı karakolda bırakmıştık, dayanıksızdı diğerlerine göre, alışamamıştı henüz.
Dört gün sonra Bolu'dan gelen komado birliğiyle birleştik. Ertesi gün Foça'dan gelen birlikte arkadaşlarımı görünce dünyalar benim oldu, aynı gün Kayseri Komandoları' da katıldı bize; sayımız 600' ü bulmuştu. Bu da karşımızdaki hainlerin sayısının 1500 civarında olduğunu gösteriyorsu. Her zaman onların yarısı kadar birlik göreve giderdi; birimiz onların en az ikisi ederdi her zaman.
Önce uzak çevrenin güvenliği ve arkamızdan sarılmayı önleyebilmek için 200 kişilk bir komando grubunu arkamızda bırakarak devam ettik. Çapulcu takımına herhangi bir destek gelmesi, ya da bizim etrafımızdan dolaşarak kaçma çabalarını önlemek için böyle bir kuvvet geride gerekliydi.
Makinalı tüfekçileri ise vadinin her iki yanına yerleştirdik, keskin nişancılar da yerlerini almıştı, havanlar kurulmuş, roketler atışa hazır durumdaydı; artık hazırdık; geceyi beklemeye başladık, sabahın ilk ışıkları ile birlikte operasyon başlayacaktı. O ara gözüm Abdullah' a takıldı, Çeliğe zorla kola içirmeye çalışıyordu;
- Komutanım, bu hayvancık da bizim gibi Amerikan mallarını sevmiyor dedi ve ses çıkarmadan kıs kıs güldü.
iyiye işaretti bu, herkesin morali yerindeydi; Allah'ın izni ile üstesinden gelecektik bu hainlerin.
100 er kişilik iki grubu da kanatlara yerleştirip uzun menzilli silahlarla yer şaşırtma atışı ve toplu desteği sağlamayı düşündük.
Vakit gelmişti, emre gerek duymadan saatlerine bakan havancı ve roketçiler aynı anda silahlarını ateşledi., ortalık bir anda mahşer yerine döndü; gece güne dönmüştü sanki. Aynı anda da karşıdan uzun menzilli silahlarla yanıt gelmesi gecikmedi, havancılar durmuyordu, onlar havan toplarını namlularına sürerken makinalı tüfekçiler onları rahatlatmak amacıyla yaylı ateşine başlıyorlardı, kim ne zaman durup ne zaman ateş açacağını çok iyi belirlemişti, aferin çocuklar.
Telsizlerden ne yazık ki şehit haberlrini duymamız gecikmedi, ardı ardına geliyordu bilgiler;
- " Allah kahretsin, nerede bu adamların keskin nişancıları, Ata2 hemen nikoncu ve bir kanasçı daha alarak tepeye çık " -
9.
+5Telsizden bunu bana bildiren bölük komutanımdı. Bir taraftan tepeye koşarken diğer yandan da aşağıya bakıyordum. Hemen pozisyonumuz aldık, nikonu ikimize hedef tespiti yapacak, koordinatları verdikten sonra biz de silahlarımız ona göre ateşleyecektik; şerefsizler çok iyi kamufle olmuştu, keskin nişancıları kimse göremiyordu. O an karşıdaki ateş gücünün neredeyse yarıya indiğini farkettim, durumu foçadan gelen birliğin komutanı çoktan anlamış, helikopterlere haber vermiş, kendilerini alıp arkalarına havadan paraşütle atmalarını istemişti, helal olsun komutanıma. Arkadan kaçış yolunu tıkayacaklardı.Tümünü Göster
Yanımdaki keskin nişancı ile birlikte atışa başlamıştık, nikoncu çok iyiydi, verdiği koordinatların hepsi tutuyordu; toplam 8 keskin nişancılarını indirmiştik.
Aradan yarım saat geçmişti ki helikopterler foça birliği alıp havada süzülerek uzaklaştı. Gittikçe gücümüzü hissettirmeye başlamıştık, ancak şehit ve yaralı haberleri gelmeye devam ediyordu, bir taraftan onlara müdehale edilmeye çalışılıyor, diğer taraftan da mağaraların bulunduğu bölgeye yaklaşıyorduk. Mağaraların içine roket atışları başlamıştı çoktan, ortalık duman bulutu kaplandı, kimse bir şey görmeden ateş ediyordu. Nereye gitmişti bunlar, neden karşılık vermiyorlardı? Ateş kes emri geldi, 50 kişilik bir grup mağaralara gönderildi, mağaralar boştu, nasıl olur, bomboştu. Aradan yaklaşık 2 saat geçmişti ki helikopterlerden haber geldi, yaklaşık 400 kişilik kaçan grubu 100 kişilik foça grubu imha etmişti, dünyalar bizim oldu, hem de hiç kayıp vermemişlerdi. (Mağaraların uzantılarının olduğu ve yaklaşık 800 kişilik bir grubun buradan kaçıp kurtulduğu anlaşıldı, mağara çıkışları ancak aylar sonra tespit edilebildi.)
Şehitlerimizin sayısını o an tam olarak belirleyemesekte, hastaneye gönderilildikten sonra hayatını kaybedenlerle birlikte şehit sayısının 60 civarında olduğunu öğrendik, böylesine kısa süreli şiddettli bir çatışmada normal karşılansa da 60 can kaybı bizi yıktıi, diğer yandan da bize daha fazla güç verdi; intikam hırsı...
Aradan geçen saatlerin ardından herkes gelen helikopterlere binerek karakollarına doğru yola çıkıyordu. Birden tek tek atış sesleri gelmeye başladı, yer belli değildi, ama görerek ve rütbelilere ateş ediyordu. iki asteğmen arkadaşım boynundan ve kalçasından vurularak yere düştü. Sağa sola bakarken yanında durduğum helikopterin cdıbını bir kurşun parçaladı, beni de görmüştü şerefsiz. Kendimi yere atarken komutanımın boynundan vurulduğunu görebildim ancak. Kafamızı kaldırsak ateş ediyordu. iki helikopter çoktan havalanmış taciz ateşine başlamıştı ancak görünmeyen neyi vuracaklardı bizim gibi. Kubi koşarak yanıma geldi, kanasımı aldığı gibi tepeye doğru koşmaya başladı, bir taraftanda bağırıyordu;
- Gördüm şerefsizi.
Yarım saat sonra Kubi atışa başlamıştı. Kubi'nin dördüncü atışından sonra karşıdan atış kesilmişti. Kubi ya vurmuş, ya da adamı kaçırmıştı, gidip kontrol etmek bu arazide saatler sürerdi, mesafe 1500 metreydi.
Yerden kalktım, Kubi ve Abdullah yanımdaydı, elimi neden çekmeye çalıştıkalrını neden sonra farkettim; elimdeki bezi komutanımın boynuna öyle bastırıyordum ki... Telsiz konuşmalarını duyan bir Kobra inişe geçti;
- yaralıyı hemen arka koltuğa bağlayın.
Pilot binbaşının emri kısa ve kat'iydi. Aradan 10 dk geçmemişti ki, hayatım boyunca asla unutmayacağım o telsiz anonsu geldi;
- Ata2 cevap ver, murat kimse hemen çağrıma gelsin.
Cevabımın ardından konuşma devam etti, az önceki pilot binbaşıydı bu;
- " Oğlum, artık karakol komutanı sensin, başımız sağ olsun, devrem şehit oldu. Son sözleri bana o karakola başka bir rütbeli atanmamasına dair yardımcı olacağıma dair yeminler ettirmek oldu. Değerini bil, bu bölgedeki tek karakol komutanı asteğmen sen
olacaksın " ...
Tutamadım kendimi, yere diz çöküp ağşamaya başladım, eşine, Ayşe ablaya nasıl söylerdim bunu, ya adaşım oğlu, yolunu gözlüyoprdu tıpkı diğer 60 şehidimizin aileleri gibi.
Başımı kaldırdığımda üç sulu göz beni karşıladı; Abdullah, Kubi ve Mehmet.
Komutanımın intikamı aylar sonra alınacaktı, ileride anlatacağım,
Mekânın cennet olsun komutanım, seni unutmadım. -
10.
+7Çeliğin kulübesinin yanında oturuyordum, Çelik yarı oturur vaziyette her zaman olduğu gibi ufka bakıyordu, ardımızda gece karanlığından gelen minik çıtırtıya kulak asmadı bile; hepimizin kokusunu biliyordu artık; Kubiydi gelen.Tümünü Göster
- Hocam oturabilir miyim?
Bu çoçuğa komutanım demesini öğretemeyeceğim diye geçirdim içimden, ama hoşuma da gitmiyor değildi hani, özlemiştim mesleğimi.
- Hocam, sana bi şey soracam, ama baştan söyliyim bak, kızmak yok.
Tamam dercesine başımı sallayarak onayladım Kubiyi.
- Hocam, sen iki üniversite bitirmişsin diyorlar, iki de dilin varmış, aslı var mı bunların ?
Gülmemek için zor tuttum kendimi, ama o şartlar içinde çocuklar merak ediyorlardı bazı şeyleri, çoğu zaman sert gözükmeme rağmen içimde onlara karşı hissettiğim inanılmaz sevgi ve saygıyı biliyorlardı, hissediyorlardı.
- Anlatırım sana, ama önce iki çay kap gel bakalımm bizim şehur tenekelerle.
Kubi gitti çayları almaya, ardından Mehmet ve Abdullah geldi, sanki oralarda bir yerlerde bekliyorlardı. Sonradan öğrendim, benim hayatımı öğrenmek için Kubi'yi göndermişler önden, anlatacak olursam da onlara haber verecekmiş Kubi; elinde 4 çayla belirdi ve oturdu; hepsi bana bakıyorlardı.
Tamam, mesleğimden dolayı alışıktım anlatmaya ama bu başkaydı işte, karşımda dört genç beyin vardı ve dinleyecekleri benim hayatımdı, yalan söylesen bi türlü söylemesen bi türlü... Silah arkadaşlarıma yalan söylememeye karar verdim.
- Fransızca öğretmeniyim, okurken aynı anda Kamu Yönetimi ' de okudum, diye başlamıştım ki hemen sorulara geçtiler;
- Komutanım seni seviyorum nasıl deriz Fransızca?
- Hocam, sizin ... nızı, ... dınızı, yedi ceddinizi nasıl deriz? Telsizden şerefsizlere söyleyeceğim.
Kubilay'ın bu sözleri bizi güldürmüştü.
Kısa kısa anlatarak meraklarını giderdim biraz. Kubilay'ın gözleri dalmıştı, uzaklara sabitlenmiş, sanki donup kalmıştı. Diğerlerine gitmeleri için işaret ettim.
- Sıra sende Kubi, ya anlatırsın, ya da bir hafta nöbet tutarsın dedim gülerek.
Yavaşça bana döndü ve;
- Hocam, senin vereceğin her cezaya razıyım ben, dedi.
Başladı anlatmaya. Kubilay Boğaziçi Üniversitesi Mütercim Tercümanlık Bölümü'ne birincilikle girmiş, burslu olarak okula başlamış. Okulda sol görüşlü guruplarla yaşadığı anlaşmazlıklar nedeniyle bir kaç kez okuldan uzaklaştırma cezası almış, ama her seferinde yılmayarak geri dönmüş. Çok kavgalara katılmış, kurdukları gurupla, terörist faaliyet içerisinde olduklarını belirledikleri tüm guruplara karşı neredeyse bir savaş başlatmışlar. Ülkücüler arasında sevilen bir kişi olup çıkmış kısa zamanda.
Bir gün; aniden bir kavga çıkmış, gece vakti nişanlısını evine bırakırken bunu sıkıştırmışlar bir köşede,
- " Hocam, kalabalıklardı, Ayşe'mi ellerinden alamadım, karnımdan bıçakladılar, başımı yardılar, ama yıkamadılar, ama Ayşeme vurdukları o bıçak darbesi canını vermesine yetti, oracıkta öldü hocam, bi şey yapamadım o an, ellerimde öldü, hepsi kaçtı soysuzlar. Sonra teker teker buldum hepsini, öldürmedim, ama ölmekten beter ettim; kırılmadık kemiklerini bırakmadım hiçbirinin, hepsi okulu bırakmak zorunda kaldı. Sonra da babamın tüm ısrarlarına rağmen okulu bırkarak bunlar gibi soysuzların canını almaya buraya geldim işte. Hocam; O kadar çok Kürt arkadaşım var ki, adam gibi adam hepsi, Türk dediklerimizden bile iyi olanlar var içlerinde, vatan sevgisi onlarda da var, namus, izzet, her şey... Bu dağdakileri işte bu yüzden anlamıyorum, neden kanarsınız ki dış güçlerin oyunlarına, oturun oturduğunuz yerde, ne siz, ne de biz; kimse ölmesin işte. Ama yok; birileri Türk - Kürt ayrımını çıkarttı, neymiş onlar düşmanmış. Hocam, bana kızma da; Kürtler'de insan, hepsi bu kanı bozuk soysuzlar gibi değil. " ...
Kubilay oldukça ileri görüşlü ve kültürlüydü, ailesi çok zengindi, ancak içindeki vatan sevgisi ( intikam da var tabii ) onu buraya getirmişti. Nişanlısını kaybetmesi onu daha da acımasız yapmış, ölmek için sanki her fırsatı (!) değerlendirir hale getirmişti.
- Kubi, bundan sonra operasyonlarda yanımdan ayrılmayacaksın, ben ne dersem onu yapacaksın.
- " Hocam, ister ceza ver bana, ben posta mosta olmam, hiç kusura bakma "
Bayılıyordum bu çocuktaki açık sözlülük ve cesarete, düşüncelerini yutmuyor, dile getiriyordu anında.
- Ne postası, ben posta memuruna mı benziyorum, yanımdan ayrılmayacaksın dedim, o kadar.
- " Tamam hocam tamam, kızma, başladın yine gözlüğünü silmeye ".
Demek bunu da farketmişti, gözünden bir şey kaçmıyordu Kubi'nin. Aylar sonra Kubi'yi şehadet mertebesine uğurladığımızda, ilk ve son kez bir askerim için keşke o değil de ben şehit olsaydım dedim, Kubi' yi çok seviyordum.
- " Hocam, bi şey daha soracam, ama buna da kızmak yok, anlaştık mı ?
Hayır desem yine soracağını bildiğim için tamam demek durumunda kaldım.
- " Hocam, Ayşe yengeyle nasıl tanışıp evlendiniz, anlatsana bi "
Yerimden kalkarken Kubi çoktan soluğu yemekhane çadırında almıştı bile, Eşim ile olan hikâyemi daha sonra anlattı Kubi' ye, ileride sizlerle de paylaşacağım. -
11.
+4bitirince yanıt atın
-
-
1.
0Okuyoruz dostum aynen devam
-
1.
-
12.
+7Kış iyice bastırmış, operasyonların ardı arkası gelmez olmuştu, yorgunluk ben dahil herkesin gözlerinde, her yerindeydi; dayanacak gücümüz tükeniyordu artık. Bölgede en az şehit veren ve o bölgede teörö örgütüne en ağır darbeyi vuran iki karakoldan biri olduğumuz için büyük küçük her operasyona bizi de dahil eder olmuşlardı. Bir kez operasyondan affımız istedim, askerlerimin çok yorgun olduğunu, dinlenmeleri gerektiğini söyleme gafletinde bulundum, yemediğim laf kalmadı.Tümünü Göster
Neden sonra Siirt 3 ncü Komando Tugay Komutanlığı'ndan gelen bir yazı 1 ay süre ile dinlendirileceğimizi, bu süre içerisinde isteyen askerleri izine gönderebileceğimi belirten bir emir geldi. Tamam dedim kendi kendime, karakolda kimse kalmayacak, herkes izine gitmek isteyecek. Gerçi bu durumda ayarlama yapma görevi yine bana düşüyordu.
Bir gece mevzileri dolaştıktan sonra muhabere çadırının önünden geçerken telsizcinin telaşla konuşmasına şahit oldum, anlamadım konuşmalarını, ama telaşlıydı, eli ayağına dolaşmış gibiydi.
- " isterseniz beni askeri mahkemeye verin, ama komuanıma bunu ben söylemem " .
dedi ve telsiz konuşmsını bitirdi. Hemen girdim içeri;kiminle konuştuğunu, bana söyleyemeyeceği şeyin ne olduğunu sordum. Kem küm ettikten sonra;
- " isinler kaldırılmış komutanım, yeniden operasyona gönderilecekmişiz yakında " dedi.
Gülerek, bunu zaten beklediğimi, içini rahat tutmasını, bizim asıl yerimizide durduğumuz için rahatsız olduğumuzu söyledim.
Sabah Kubi geldi koşarak,
- " hocam, kalk bacın arıyor " dedi.
Aylar geçmesine rağmen kızkardeşim hiç aramamıştı ben, arayamazdı ki zaten, telefonumuzu kimseye bildirmemiştim, ara sıra ben arıyordum onları, o kadar... Sesi titrekti, karmaşık konuşuyor, hiç bir şey anlayamıyordum. Kızdım bi süre sonra, saçmalayamaya devam edecekse kapatmasını söyledim. " abi " diyip ağlayarak kapattı telefonu. Bir saat geçmeden babamlar aradı, babamda da aynı ses tonu neredeyse, birden aklıma annem geldi, acaba ona mı bir şey oldu dedim kendi kendime, yoo, onunla da konuştum.
Artık pimpiriklenmeye başlamıştım iyice, neden herkes aynı günü seçmişti aramak için. Herhalde televizyonda çıkan haberlerden etkilenmiş olup merak etmişlerdir diye düşündüm.
Neden sonra aklıma eşim geldi, aradım; evde kimse yok. O zamanlar cep telefonumuz da yoktu,, komşuları aradım, kimseye ulaşamıyorum, eşimin babasını aradım, herkes ağız birliği etmiş sanki; nasılsın, yemek yiyebiliyor musun... ? Herkesle konuşmuş, bir eşimle konuşamamıştım, endişem artıyordu giderek. Aklıma birden aynı dün doğumlu olduğum kardeş gibi büyüdüğümüz Mehmet geld, hemen onu arayıp durumu anlattım, hemen bizim eve gidip eşime bakmasını ev beni aramasını söyledim.
( Eşime Ayşem derdim hep, ikimizinde çok sevdiğimiz bir şarkının anısıydı; ikimizin de hoşuna giderdi. Liseyi ve üniversiteyi birlikte okumuş, üniversite bitmeden evlenmiştik. Çocuğumuz yoktu henüz, askerliğimin bitmesini bekleyecektik bunun için, öyle karar almıştık; daha doğrusu bu karar benimdi. Geri dönemezsem onu ***mzla, bir başlarına bırakmak istemiyordum. Ailesinin Alevi olması aramızda hiçbir engel teşkil etmemişti, babsıyla Cuma namazlarına birlikte gider, Ramazan'da iftar sofrasına birlikte otururduk, kimi zaman Alevilerin nasıl bir kökenden geldiğini ve bizimle aynı hayatı yaşadıklarını bilmeyenlere kızar dururdum. Dünya tatlısıydı, bana tutumlu olmasını o öğretmişti; bana o kadar çok şey öğretmişti ki, o benim bu dünyadaki kanatlarımdan biriydi; diğeri ise babam... )
Yaklaşık bir saat sonra Mehmet'ten telefon geldi.
- " Murat ... "
E hadi, konuşsana be oğlum, ne oldu, Eda nasıl, neredeymiş, neden telefona o kadar süre cevap vermemiş... ?
Mehmet'in ağlamaklı sesini duyunca elim ayağım titredi, olduğum yere çöküp kaldım, konuşamıyordum, nutkum tutulmuştu.
Eda eve gitmiş eşyalarından bazılarını almak için ( yokluğumda babasında kalıyordu ) . Ayağı takılıp düşerek başını beton zemine vurmuş; beyin kanamasından hayatını kaybetmiş. Mehmet ve ben; ikimiz de ağlıyorduk...
Onbeş dakika sonra Tugay'dan beni almak için bir helikopterin kalkmak üzere olduğunu, yarım saat içinde hazır olmamı belirten bir semac geldi. Devrelerimden biri yokluğumda karakolda bulunmak üzere aynı helikopterle geliyordu. Tabancam hariç her şeyimi bırakarak hazırlandım; sonra Kubi'nin elimi tutup çekiştirmeye başladığını gördüm, azarladım , sırası mı şimdi dedim; utanarak çekili, ama halâ elime uzanmaya çalışıyordu.
işte o an farkettim elimde sıkarak kırdığım gözlüğümün sol avuç içimi parçaladığını...
Kubilay'a baktım; başını kaldırdı ve ağlayarak sarıldı, kendimi tutacak gücüm kalmamıştı...
Helikopterdeydik, aklımda binbir düşünce vardı; hiçbirini tamamlayamıyordum, her şeyde ekgib parça vardı artık hayatımda. Helikopterde telsiz konuşmalarına dikkat ettim; koordinatlarını verdikleri karakol bizimkiydi. Neler olduğunu sordum; Plt. Yüzbaşı geçiştirdi, ancak silah sesleri gelmeye başlamıştı telsizden; kapattı telsizi.
Israrlarım karşısında karakolumuzun baskına uğradığını, ancak merak etmememi, yardımın çoktan yola çıktığını söyledi. Hemen beni geri gö türmesini söyledim, reddetti; beni Tugay'a gö türmek için emir aldığını, bunu da yerine getireceğini söyledi. Ne kadar ısrar etsem boş, geri dönmüyordu. Tabancamı çıkararak;
- " Komutanım, sizden özür dilerim, geri dönüş sebebini bununla açıklarsınız oradakilere, sonra isterseniz beni askeri mahkemeye de verebilirsiniz, eş,mi kaybetmiş olabilirim, ancak oradaki canlar bana emanet, o karakol benim; karakolumu ve askerlerimi yalnız bırakamam " dedim.
Yüzbaşının kısık sesle " aslanım " dediğini duyduğumda helikopter çoktan geri dönerek hızını arttırmıştı...
Çocukluk aşkımı; eşimi kaybetmiş, ona karşı son görevimi bile yapamamıştım, halâ ezikliğini her an yaşarım, umarım beni affetmişsindir, ahrette yanına geleceğim günü özlemle bekliyorum.
Kanatlarımdan biri kırıktı artık...
Mekânın cennet olsun EDAM... -
13.
+5Helikopter 3 ncü sortiyi yaparken aılan ateşle geri çekilmek zorunda kaldı, inemiyorduk biir türlü. Paraşüt olup olmadığını sordum Yüzbaşıya, bana dönerek;Tümünü Göster
- " deli misin sen, bu yükseklikten atlarsan paraşütünün açılmayacağını bilmiyor musun sen? " diye bağırdı.
Yüzelli metreye çıkarak karakolun arkasındaki kayalıklara dolaşmasını istedim;
- " merak etme sen komutanım, sivilde ve askerde muharebe atlayışı çok yaptım, hem efsunluyum ben, bana bi şeycik olmaz, benim meleğim var yukarıda artık " diyerek paraşütü kuşandım.
Helikopter kayalıklara doğru alçalırken aşağıdaki görüntüyü net olarak görebiliyordum; tüm karakol; özellikle ağır silahlar karakola ateş açan bölgeye doğru yoğun ateş içindeydi, afferim çocuklar dedim içimden.
Paraşüt henüz açılmıştı ki, bana doğru yaklaşan ıslık sesini duyunca ; hayır dedim içimden, henüz erken, haydi yavrum, ıskala beni, zaten bu şerefsizler o kdar uzaktan havada beni nasıl vuracak derken dualarımı da ekgib etmiyordum. Rpg-11' di bu;
- Kahretsin, Rpg-7 kullansanıza be, hay ben bu silahları size verenlerin, soyunu sopunu... Bunları söylerdek roket paraşütü delerek geçip gitti, iplerin neredeyse yarısını kaybetmiştim, yer neredeyse ayaklarımın altındaydı. Yedek paraşütü de henüz açmıştım ki büyük bir acıyla yere çarpmam bir oldu. Ayağa kalkamıyordum, baktım, kan yok, eeee; vurulmadıysam neden kalkamıyordum... ? Sol ayak bileğimin çıktığını o an farkettim, Hafif doğruldum, sonra ayağa kalkarak, yanımdaki kayaya öyle bir tekme attım ki gözümden yaş geldi; tamam bu beni bir süre idare ederdi; bileğim oturmuştu yerine.
Bulunduğum yerden neler olduğunu anlamaya çalıştım; yaklaşık 30 kişilik bir guruptu sanırım, ağır silahları yoktu roketler haricinde, seri atış yapmamalarından cephanelerinin az olduğunu anladım. Telsizle temas kurmaya çalıştım, ses veren yoktu, çıldırmak üzereydim, koca karakolda bir kişi çevrime gelmiyordu.En sonunda dayanamadım;
- Cevap verseniz be, Ata2 ben, çevrime çıkın biriniz ...
" Tabi tabi, ben de Fatih Sultan Mehmet, memnun oldum At2 " ...
Kubilaydı bu; tabi ya, benim geldiğimi nereden bileceklerdi, birinin benim kanaldan konuştuğunu zannetmişlerdi. isimlerini de söyleyemezdim çevrime.
- Ata2 konuşuyor canımı sıkmayın benim, cevap versin biriniz hemen ...
" At2 misin nesin, bana bak boyunu posunu görelim de seni yere uzun nasıl oturtuyorum göstereyim sana "... Bu da Mehmet' ti..
Yaklaşmam imkânsızdı ben olduğumu anlamadan, yoksa bana da ateş açabilirlerdi.
- Son çağrım, biriniz bi şey sorsun bana, cevaplayayım, oraya gelmem lazım ...
" Tamam o zaman At2 ( dalga geçiyorlardı Ata2 demek yerine ) ; ben hangi üniversiteyi neden yarıda bıraktım, vs vs... ", Kubiydi yine konuşan.
- Bana bak sarsık, seni Boğaziçi'ne bi gömerim bi daha çıkamazsın, oyun oynamanın sırası değil, oraya geliyorum, ateş açan olur da sağ kalırsam oraya gelince ne yapacağımı siz düşünün ...
" Lan, ben dedim sana bu bizim hoca diye, dinlemediniz ki... " Kubilay yırtmaya çalışıyordu sözüm ona, telsizi açık bırakarak konuşuyordu kasten; onca sorunun içinde öyle bir güldüm ki anlatamam.
- Boğaziçili, iyi dinle beni, ( Sadece operasyonalrda kullandığımız şifreli kanaldan konuşuyorduk ) hemen havanları hazırlayın, havancılar tatilde mi yoksa, vereceğim koordinatlara arka arkaya 10 havan topu göndersinler, 6 ncı havan topunda GTT 3 atış yapsın, bitince 5 dk bekleyin ve MG-3' ler ne akdar mermileri varsa boşaltsın, kafasını kaldırmayın şerefsizlerin...
Öyle bir gümbürtü koptu ki bir anda, ben bile irkildim bir an, şamatayla birlikte var gücümle koşmaya başladım, 80 metre kadar kalmıştı karakola, eşim geldi gözümün önüne; " ah canım, sen toprağın altındayken nasıl nefes alırım ben, nasıl, bunu bana nasıl yaparsın, nasıl beni, bırakıp gidersin... " Bir taraftan da Kubi ve Abdullah bağırıyordu;
" Komutanım, yat, sana ateş ediyorlar görmüyor musun" ... , sanki kurşunların isabetini bekliyordum yavaş adımlarla. Bir an sanki bir şey, bir güç itti beni yere, sonra güzel bir gülüş, sıcaklık; tamam dedim 2 nci de başaracak bu adamlar...
Aradan 5 dk kadar geçti sanırım, şoku atlatıp kendime geldim, omzum yanıyordu, ama acı hissetmiyordum, hemen kanı durdurmak için elbisemi ve atletimi yırtıp turnike yaptım; kurşun içerideydi, bu sefer çıkmamıştı, kalkarak koşmaya devam ettim.
Kubilay ve Mehmet'in yanına geldiğimde gördüğüm manzara gözlerimi yaşarttı; askerlerimin hepsi olması gerekn yer ve atış pozisyonundayıd; devremse durumu gayet iyi idare etmişti.
Çatışma yaklaşık 1,5 saat sürdü, karşıdan ateş kesilmişti, herkesin beklemesini, bu arada ileri gözetleyicilerin ve nikoncuların bölgeyi taramasını söyledim, yanıt gecikmesi;
" Kaçmışlar komutanım "
Atılan naraları ve çığlıkları duymalıydınız, hemen karşı tarafın bulunduğu yere gittik, 12 leş yerdeydi, kaçış yolundaki kan izlerinin çokluğundan kaçanların arasında yaralalıların da olduğunu anladık. Takip gereksizdi; nasıl olsa kaçacakları yer yoktu, gittikleri istikametteki karakolun kucağına düşeceklerdi. Hemen diğer karakola haber verdim, hazırlıklarını yapıp pusu da kuracaklarını söyleyerek neşeyle ayrıldılar çevrimden; neşeyle...
Kubi bana bakarak;
- " Hocam, senin cenazede olman gerekiyor, neden gitmedin, nasıl haber alıp nasıl geldin, sen nasıl adamsın... ? " diğerleri onu dürterken Kubi konuştukça konuluyordu; seviyordum bu ***. Sendeledim, Mehmet'e yaslandım, kan kaybından kendimden geçmek üzereyken yine Kubi'nin sesini duydum;
- " Korkmayın lan, hocama bi şey olmaz, onun ikinci yarası değil mi bu, hocamda hepimize yetecek kadar kan var " ... Gerisini hatırlamıyorum zaten. Yarım saat sonra gelen helikopterdeki doktor kurşunu çıkartmış, 2 gün sonra uyanabildim, bir haftanın sonunda ise yeniden ayaktaydım.
Kubi geldi yanıma yine;
- " Hocam, kızma da sana bi şey hazırladık biz; Abdullah'ın fikriydi bu, bunun temsilisi olmaz ama, yaptık gene de .
Beni gö türdükleri yerdeki toprak parçasının üzerindeki eğri büyrü taşta şunlar yazıyordu;
Hocamız, Komutanımızın Değerli Eşi
...
23.01.1972 / 23.01.1992
Ben bu çocuklar için ölmeyeyim de ne yapayım...
Abdullah' ın güzel sesiyle okuduğu duaları dinledikten sonra kimseye bir şey söyleyemeden tepeye çıkıp sabaha kadar kaldım orada... -
14.
+4Operasyonlar irili ufaklı devam ediyordu ardı arkası kesilmeden. Askerlerin neredeyse tamamı neredeyse bitik durumdaydı, ama hissettirmemeye çalışıyorlar, birbirlerine destek olmaya gayret ediyorlardı.Tümünü Göster
G.T.T. mevzisinde askerlerle sohbet ederken telsizci çevrimden aşağı inmem gerektiğini söyledi. Apar topar aşağı inerken de muhtemel bir operasyonu bu bedenlerin nasıl kaldıracağını düşünüyordum.
Tahmin ettiğim gibi görev emri gelmişti yine, hemen mesajı anlayıp uygulanabilirliğini içeren karşı cevapla geri gönderdim.
Bu kez farklıydı , ilk kez birliğe pusu için görev veriliyordu, 15 gün pusu atacaktık belirtilen koordinatlarda, bu daha fazla cephane, daha fazla yiyecek, kısacası hre adımda ağırlaşacak olan yük demekti. Pusudaki birliklere yardım gönderilemeyeceğinden iyi bir planlamadan sonra yola çıkmamız gerekiyordu.
Ertesi gün tim çavuşlarını topladım, durumu anlattım, gidip diğerlerine de anlatmalarını, söylemiş olduğum hazırlıkları yapmalarını söyledim. Fazlasıyla su almamız gerekiyordu, tuz tabletleri, mikrop kırıcılar... Bu pusu işi canımı sıkmıştı, 15 kişi gidecektik pusu görevine, zaten daha fazla sayıda olmamız yerimizi açıkedebilirdi ilerleyen günlerde.
Görev noktasına belirlediğiamiz zamandan 7 saat sonra ulaşabildik; kar zaten zordu, bastıran tipi yolu iyice zorlaştırmıştı bizim için. Hemen 6 kişi çevre emniyetini almak üzere belirlediğimiz noktalarda yerini aldı, diğerleri ise bu çemberin içinde görüş alanlarını gözetler pozisyona geçerek beklemeye koyuldu.
Ölüm sessizliği başlamıştı...
ilk günler
Her ne kadar yorgunluk üzerimizde fazlasıyla olsa da, kimse gözünü kırpmıyordu. Usulca Kubi geldi yanıma,
- " Hocam, kim ne zaman uyuyacak, onu belirlesek iyi olmaz mı ... ? "
Kubilay haklıydı, ancak bu görevde kimse gözünü bile kırpmadan 15 günü tamamlayacaktı, buna mecburduk. Birimizin bile uyuması demek, diğerlerinin de rehavete kapılıp uyuma ihtimalini güçlendirecekti; böyle bir durumda ise bizi kimse oradan sağ kurtaramazdı. Vadinin sırtlarında yuvalanan terörist gruba karşı yapılıyordu pusu görevi. Muhtemelen onlara operasyon yapacak diğer birliğin harekâtını engellemek için onlar da pusuya çıkacaklardı, pusuya karşı pusu kurmuştuk kısacası. Kubilay bunu duyunca pek hoşnut olmadı, ancak diğer birliğin güvenliğini sağlayacağımız için daha bir silkindi, kendine geldi ve diğerlerinin yanına giderek durumu onlara da anlattı. Bu bilgiyi onlara daha önce vermem demek, göreve gidiş yolunda düşük moralli olmalarına neden olacak, bu da bizim için iyi sonuçlar doğurmayacaktı .
7. Gün
" Hocam bak, 4 kişi iniyor kayalardan aşağıya, indiklerinde temizleyelim mi hepsini..?
- Evet Kubilay, hepsini temzileyin, görevi berbat edin, ben de buradan karakola kdar kovalayayım sizi...
Susarak yanımdan ayrıldı. Kimse, grubun tamamı mağaralardan çıkana kadar tek kurşun bile atmayacaktı, bu hem diğer birliğin görevini, hem de bizim canımızı tehlikeye atardı. Bunlar keşif koluna benziyordu, zaten giyimlerinden uzaklaşmayacakları belliydi, çevreyi kontol için ara sıra yakın civarda dolaşıp geri döneceklerdi; oldu da, belli aralıklarla geri döndüler sürekli.
- " Komutanım, mağaralardan dışarı çıkan 4 girişi tespit ettik " ...
Dürbünle baktığımda, belli belirsiz gözüken çıkışları net olmasa da seçebiliyordum.
11.Gün
Askerlerime 24 saat boyunca dönüşümlü olarak 12 er saat uyumalarını söyledim, ertesi gün bir şeyler olabilirdi, dinç olmaları gerekiyordu. Uykusuzluktan gözlerim kan çanağına dönmüş, uzağı seçemez olmuştum. Artık gelmeleri gerekiyordu, telsiz bataryaları da bittiğinden kimseyle çevrime geçemezdik, hoş bitmeseler de bu imkânsızdı, bizim orada olduğumuzu kimsenin bilmemesi görevin başarıyla sonuçlanması açısından hayati önem taşıyordu.
13 ncü gündeydik, halâ ses yoktu. Bize verilen emir, 13 gün dolduktan sonra diğer birliğin gelmemesi durumunda nasıl geldiysek, o şekilde oradan ayrılmamızdı.
14 ncü gün de gelen olmayınca o gece oradan ayrılacağımız söyledim, ay da yoktu tepemizde, gelişimiz gibi, dönüşümüzü de fark etmeyeceklerdi.
- " Hocam, mağaraların çıkışlarını tespit ettik, günlerdir buradayız, bizden haberleri yok, bu gece gidip oray havaya uçuralım " ...
Yine Kubilaydı konuşan. ( Kubilayı çok sevdiğimi bildiklerinden olsa ferek, aramızda ulak olmuştu sanki )
Düşünmüyor da değildim, yanımızda yeterli miktarda A4 ve C4 vardı. Herkesin 2' şer kilo taşıdığını düşünürsek toplam neredeyse 30 kilo patlayıcımız vardı; mağaraları başlarına yıkmamıza yeter de artardı bile.
Tamam dedim, Kubilay sen burada kalacaksın; Mehmet, Abdullah, Cengiz, ismail ve Soner; sizler benimle geleceksiniz. Herkes 6 ' şar kilo taşıyacaktı, tuzaklamaları hazırladık, sadece fünyeler oraya ulaştığımızda takılacaktı; herkes ne yapacağını biliyordu.
Kubilay'a terslik olurda çatışma çıkarsa tek mermi bile atmamalarını, yerlerini belli etmden yavaşça çekilerek karakola dönüş yoluna geçmelerini söyledim, isteksizce kabul etti.
iki saat sonra vadiyi aşarak ters istikametten mağara girişlerine ulaştık, fünyeler takıldı, zaman ayarları aynı anda çalıştırıldıktan sonra hızlıca geri çekilmeye başladık. Aşağı inerken ardımızdan ateşe başladılar, Soner'in düştüğünü gördüm sadece karanlıkta, diğerleri durup onu almaya yeltenince, çabuk devam edin dedim. O anda Patlayıcıların infilâk etmesiyle kulakları sağır eden bir gürültü oldu ve mağaraların olduğu tepe olduğu yere çöktü, ancak atış halâ devam ediyordu; bizim de fark edemediğimiz nöbetçileri olmalıydı bunlar. Kubilay'ın olduğu bölgeden ateş gelmemesi Kubilay'ın dönüşe geçtiğini gösteriyor diye düşünürken, ters istikametten bize ateş açanlara karşılık verilmeye başlandı, şaşırmıştım, orada olduğumuzu bilen yoktu, hem olsa da bu kadar çabuk gelmeleri için ışınlanmaktan başka çareleri yoktu.
Kubilay'dı bu, biz mağaralara doğru ilerlerken, o da ters istikametten mağaralara yaklaşarak ve beklemeye başlamış. Mağaraların olduğu yerdeki görüntüden oradan kimsenin sağ çıkamayacağı belli oluyordu. Bize ateş açanlar ise sağa sola yayılmış 6 kişilik grup baskı altına alınmış, ateşleri bastırılmıştı.
Hemen geri dönerek Soner'e ulaştım. Gözlerimin içine bakarak,
- " Ben demiştim içimden, ya Abdullah ya Komutanım gelir diye " ve bunnları söyledikten sonra bayıldı. Yarası ağır değildi, fakat ani kan kaybından şoka girmek üzereydi, elimden geleni yaparak sırtıma aldım ve koşmaya başladım.
---
Oradan hepimiz sağ çıktık; ertesi gün özel kuvvetlerin yaptığı araştırmada, mağaraların içinde en az 30 kişi kadar bir grubun olduğu tespit edildi. Soner'in yarası iyileşti, hemen izine gönderdim onu. Kubi... Ona diyecek laf yok, beşimizin hayatını o kurtarmıştı cesaretiyle. -
15.
+3- " Hocam yere yatsana, hocammmmmm... , Ulan Abdullah koş, hocada mıknatıs var, gene vuruldu... "Tümünü Göster
Kubilay'ın sözleri son duyduklarımdı, gerisini hatırlamıyorum...
ÖNCESi
Üçüncü güne girmiştik, yerimizden kımıldayamıyorduk, hava muhalefeti nedeniyle kara ya da havadan herhangi bir yardımın gelmesi imkânsızdı. Bu yüzden cephanemizi çok dikkatli harcamaya başlamıştık. Sadece keskin nişancılar ve ara sıra havan ve G.T.T'ciler atış yapıyordu; burada daha fazla kalabilirdik.
ilk şehitimiz Ahmet'in yerine gönderilen asker; Halil... Yaman bir nişancıydı, keskin nişancı olmamasına, iyi bir havancı olmasına rağmen kısa sürede verdiğimiz Kanas eğitimi ile önüne geçilmez bir nişancı olup çıkmıştı. Naraları hepimize hem cesaret evrir, hem de gülüşmelere neden olurdu;
- " ... ço cukları, birniz daha eşek cennetine gitti diyecem, ama cennete eşekleri almıyorlar "...
- " haha, zokayı yuttu sersem, önce boşa attım, kalkınca yedi mermiyi, bunlar hep böyle sa lak oluyor demek ki " ...
Bu ve bunlar gibi bir sürü söz, Kara Halil diyorduk ona, arap gibiydi, Adanalı, ama daha bir esmer, hatta siyahtı...
Mermim bitmişti, Halil'in de son 2 şarjörü ( toplam 20 mermi ), birini bana fırlattı, zor yakalayabildim.
Halil ile çapraza geçtik, acele etmeden yine tek tek atışa başladık. Bizi göremiyorlardı, fakat attıkları havan topları çok yakınımıza düşmeye başlamıştı. Halil'e hemen yerini değiştirmesini söyledim, daha yukarıda bulunan kayalara doğru seke seke gitti, giderken de;
- " Burada da vuramazsanız işinizi bitirecem sizin "
diye bağırıp duruyordu, anlaşılmıştı, yine bir söz dinlemez kahramanımız daha vardı.
Kubi elinde A-6 aralıklı fakat isabetli atışlara devam ediyordu; gören sanki elinde G-3 var zannederdi, üç ayaklı olan uçaksavarın ile MG-3 arasındaki bu silah, çok fazla kullanılmasa da diğer birliklerde, biz çok seviyorduk. MG-3 gibi namlu şişmesi yapmıyor, uçaksavar gibi ağır olmuyordu.
Karşıda hareketlenme başlamıştı, ya kaçacaklar, ya da yaklaşmaya çalışacaklardı. Bir kaç kişilik bir grup yaklaşmaya başladı tahmin ettiğim gibi; ama diğerleri öylece duruyordu, öndeki grup baskı ateşi kurmaya çalışırken diğerleri geriye doğru çekilecekler diye düşünürken öyle bir atış başladı ki toz topraktan gözümüzü açamıyorduk. Havancılar, hey gidi aslanlarım benim. Kubi'de durumu sezmiş olacak ki, hepsinin mesafesini 40 metre kadar arttırmış. işaret vermemle birlikte havancılarımız bütün gücüyle atışa başladılar. Öncü (!) grubu da Kubi ve Halil hallediyordu, diğerleri ise kaçmalarına meydan vermemk için seri atışa başlamışlardı, karşıdan gelen canhıraş sesleri duyabiliyorduk, büyük kayıp verdirdiğimiz belliydi. Henüz yaralı ve şehidimiz yoktu, bu harika bir şeydi; gülümsüyordum.
Bunları düşünürken yavaşça doğruldum, keskin nişancılarından biri isabetli olmasa da tehlikelis ayılabilecek atışlar yapmaya başlamıştı, göremiyorduk. Dizlerimin üzerinde, ardına gizlendiğim kayalığın arkasından izlemeye başladım. Ses yoktu karşıda, be şerefesiz, ne aralık yer değiştirdin, ne zaman oraya gittin. Yatmak üzereyken, Kubi'nin son sözleri kalçamdaki sıcaklığa rağmen gülümsememe neden oldu. Hayal meyal Abdullah'ın şu sözlerini hatırladım helikopterde;
- " Allah'ın hakkı üçtür... "
Ertesi gün kendime geldim, kalça kemiğimi parçalayan Kanas mermisi kasıklarıma yakın yerden çıkmış, kalçama platin eklenmesine sebep olmuştu, ama hareket etmeme engel değildi bu. Bir hafta ayrı kalabildim canlarımdan; hastanede çıkardığım kavga gürültülerden sonra beni en sonunda karakola gönderdiler apar topar.
Helikopter karakola inerken beni bekleyen yine Kubilay'dı; oğlum olsa anca bu akdar severdim sanırım; elindekini bana uzattı ve;
- " Hocam, tak bunu, teyzeannem ( annemden böyle bahsederdi hep ) sana vermiş gerçi ama, bunu sen yokken annemden istedim, bizim hocaya güzel dualar yazdırdı, sana tek koruma yetmeyecek bu gidişle" ...
Kubi'nin verdiği dualar ve annemin verdiği sanırım beni korumaya yettiler, bundan sonra 3 kez daha vurulacak, ama ne yaık ki şehitlik mertebesi ile tanışamayacaktım... -
16.
+5Karlar henüz erimemişti, Mart ayının ortasında olmamıza rağmen, aralıklarla bastıran tipi nedeniyle bırakın operasyonları, askerlerin mevzilerde durması bie zorlaşmaya başlamıştı. Aker eksiğimiz vardı, çocuklar 24 saat kalmaya başlamıştı mevzilerde ( normali 12 saattir ), zaman zaman ben de mevzi nöbetlerine gidiyor, onlara destek olmaya çalışıyordum. Batıdaki usta birliklerinden gönderilen askerlerin çoğunu geri gönderiyorduk, kendilerine bırakın faydalrı olmayı, kalsalar bize zararları dokunacaktı; hal böyle olunca da asker eksiğimiz artmış, Siirt merkez bizi kendi halimize bırakmıştı neredeyse.Tümünü Göster
Nihayet beklediğimiz operasyon mesajı gelmişti, küçük birlikle çıkmamız emrediliyordu ( daha ne kadar küçülebiliriz diye güldüm içimden ). 40 kişilik bir grubun Cehennem Deresi olarak tabir edilen bölgeye doğru intikal edeceği bildirilmiş, acilen hazırlanmamız emredilmişti. Adı geçen mevkiiyi okuyunca tüylerim diken diken oldu; orası sadece Özel Harekât birliklerinin korkusuzca girebildiği yerlerden sadece birisiydi. Bunu askerlerimle paylaştığımda aldığım cevap beni yerin dibine sokmya yetti, Kubilay ;
- " Hocam, sen bizi Değil oraya, Cehennem'e göndersen, oraya da gider geliriz inşallah" ...
Bizde de korkudan eser yoktu, ancak elimdeki askerlerin eğitimi orası için yeterli olmayabilirdi. Bir de izel köpeklerimiz vardı, onları nasıl hava indirmeyle yere ulşatıreceğımızı düşünüyordum. Gö türmemiz gerekiyordu, hiç değilse izel'i; çocuklar onu harika bir mayın köpeği haline getirmişti, tüm mayınların kokusunu uzaktan alıp bizi uyarırdı.
Hazırlıklar yapıldı, helikopterleri beklemeye başlamıştık. Kubi ve Abdullah'ın izel'e paraşüt kuşanmaya çalışırkenki halleri görülmeye değerdi doğrusu;
- " Gel kızım buraya, sana ciciler aldım, gelllll" ( Kubi)
- " Gel lan buraya, uğraştırma ben, değerini bil kız, ilk paraşüt giyen köpek sen olacaksın " ( Abdullah )
Sonunda başardılar, iki yedek paraşütü ( Küçük oldukları için yedek kullandılar ) izel'in alt ve sırt kısımlarına bağladılar dengede tutabilmek için.
Helikopterlerdeydik artık; dört helikopter aynı anda büyük bir gürültüyle havalandılar. 30 kişiydik, yeterdik biz onlara, yetmeliydikte...
Herkes yere başarıyla inmişti hafif tipiye rağmen, yerde 10 dakika izel'i bekledik, kilosunu kimse hesaba katmamıştı ben dahil, yere süzülerek iniyordu, kızım benim, hiç mi sesi çıkmaz bir köpeğin; ama çıkmadı işte; biliyordu o da, ses çıkartmak yoktu...
Yavaşça görev yerimize doğru yaya olarak intikale geçtik, her şey normaldi, bizi gözetleyenler olduğunu sanmıyorduk; buna ilişkiin hiç bir emare yoktu. izel en önde, arkasında ben, Kubi ve Abdullah, bu şekilde devam ediyordu. Yaklaşık 2 saat kadar yürüdükten sonra izel'in hareketlerinde gariplikler sezdik, ama ortada ne mayın emaresi ne de etrafta biziö görebildiğim kimse vardı, her şey normaldi bize göre.
izel ileri geri koşuyor, atlayıp zıplıyordu, Kubi'nin ayağını bile ısırdı hafifçe ki bu neredeyse imkânsızdı, en çok onu severdi izel.
- " Kızım ne oldu, etrafta bi şey yok, sakin ol " ( Kubi )
Mayıncılar herhangi bir tehlikenin olmadığını söylüyordu, biz de yürümeye devam ediyorduk.
izel birden üzerimize doğru koşmaya başladı, önce Kubi'yi yatırdı yere, sonra da benim üzerime atlayarak beni yere yıktı. Aniden geri dönerek 30 metre kadar ileride havaya zıplayarak yere düştü ve düştüğü yerde büyük bir patlama oldu. izel bizi kurtarmak için kendini feda etmişti. Seri bağlı 8 mayın aynı anda patladı, topukkoparan diye halk arasında tabir edilen 6 , 2 de anti tank mayını. ilerideki tepe neredeyde olduğu yere çökmüştü. Kubi' ye baktım, ağlıyordu, Abdullah göz yaşlarını silmek için arkasını dönmüş, göstermemeye çalışıyordu.
Hemen toparlandık, yolumuza devam etmeliydik, birazdan büyük bir patırtının kopacağı belliydi, ileride bizi bekliyor olmalıydılar. Hemen yönümüzü değiştirerek başka bir yoldan ilerlemeye devam ettik.
O günün gecesi bir hafta süren bir çatışmaya girdik, şehidimiz yoktu Allah'a şükürler olsun, ancak 7 yaralımız vardı;ileride anlatacağım o geceyi.
Daha sonra geri dönerek, tepeyi kazdık ve izel'den geri kalanları toplayarak , hak ettiği şekilde karakolun bahçesine gömdük.
izel'i asla unutmadık... -
17.
+4Hava şartlarının düzelmeye başlaması operasyonların sıklaşacağına işaretti. Kış uykusundan uyanacak olan kanı bozuklar , kış boyunca onlara nefes aldırmayışlarımıza misilleme yapacaklardı. Biz her zaman hazırdık, her gün, her saat, her dakika, her saniye... Yorgun da olsak ağzımızdan buna dair tek kelime çıkmazdı, nasıl çıkardı ki... ?Tümünü Göster
Sadece karakol olarak yakın çevrede bir A / T ( arama / tarama ) faaliyeti düzenlemeye karar verdim, merkeze bildirdim ve aynı gün onay cevabı geldi. Dört gün sonra çıkacaktık göreve, iyi bir şekilde hazırlanabilmemiz için kendimize yeterli süreyi tanımıştım. Kubi'yi çağırarak mevzilerdeki askerler haricindekilerin 24 saat uyumasını söyledim, herkes dinlenmeliydi, hazırlık için arta kalan 3 gün bize yeter de artardı bile.
Tahmin ettiğim gibi de oldu, yine kimse uyumuyordu, konuşuyorlar, mektuplar yazıyorlar, silâhlarını temizliyorlar, Çelik ve Ercan' a olmadık işkenceler yapıyorlardı. işkence dediysem lafın gelişi elbette. Abdullah'ın Ercan' a gaz maskesini takıp onun sağa sola koşuşturmasını izlemesi, Kara Halil'in Çeliğe otomatik bombaatarın özellikleri ve kullanılışını anlatmaya çalışması görülmeye değerdi doğrusu. Onları izledikçe bu çocuklara her geçen gün biraz daha bağlandığımı hissediyor, Allah'tan onların acısını bana göstermemesi için her gün dua ediyordum.
Hazırlıklar bitmişti, herkesin dinlenmesi gerekiyordu artık. Zorla da olsa, hepsini teker teker saat başı dolaşarak uyumalarını sağladım, karakolda bırakacağımız kuvvet hariç herkes uyuyordu artık. Gözlüğümü elime aldım, silerek kan çanağına dönmüş gözlerime takmaya çalışırken Çeliğin kulübesinin yanında uykuya dalmışım.
Sıçrayarak uyandım, hemen Abdullah ve Kara Halil'i çağırdım;
- ikiniz de gelmiyorsunuz operasyona, itiraz istemem...
Sözlerimi tamamlayamadan ikisinden de birbirine karışan cümleler gelmeye başladı, çaresiz kabul ettim, hem onlara ihtiyacım vardı operasyonda, hem de görmüş olduğum rüyadan dolayı onları bu görevde istemediğimi onlara açıklayamazdım.
iki gün neşe içerisinde geçti, dikaktli, tetikte; ama neşe içerisinde...
Tok bir ıslık sesiyle herkes emir almışçasına kendini yere attı, 61 lik havan topunun sesiydi bu; yaklaşık 50 emtre kadar gerimize düştü biri, diğeri de sağ çaprazımıza 40 metre kadar ileriye. Mesafe ayarı yapabilmek için iki zot ve farklı noktaya atış yapmışlardı, ikinci atışlar tepemize düşebilirdi. Hemen , herkesin yerini ivedi olarak değiştirmesini, kayalıklara doğru korunaklı siperler alınmasını söyledim. Sanki bunu bekliyorlardı; szölerimi bitirmemiştim ki herkes kayalıklardaydı. Tahmin ettiğim gibi ikinci atışlar tam da az önce bulunduğumuz yerre düşmüştü, büyük bir felâketten son anda kurtulmuştuk. iyi de bunlar neredeydi, madem bizi görüyorlardı; neden yaylım ateşi açmamış, havan topları ile atışa başlamışlardı... ?
15 dakika kadar geçtikten sonra yerlerini tespit ettik. O bölgede genelde kullandığımız yoldan gitmediğimiz için ne kadar da iyi bir şey yaptığımızı o an anlamıştım. ileride bizi bekliyorlardı, devam edecek olsaydık atış menzillerinden çıkacak, ancak ileride onların arkalarından dolaşmış olacak; bize doğru olan istikametten başka kaçış yönleri olmadığı için de ya büyük kayıp verecekler, ya da tamamıyle yok olacaklardı. Önce davranmışlar, ancak büyük hata yapmışlardı.
Kara Halil'e atışa başlamasını söyledim, Kubilay ise elleri hazırlamış olduğu havanda gözlerimin içine bakıyordu. Başımla işaret verdiğim anda gök gürültüsü gibi bir sesi andıran ilk atışımız başladı. Özellikle havanlar ve uçaksavarlar etkilyid, karşı tarafta çıt yoktu. Abdullah ise ardına gizlendiği kayadan çıkıp bizden yaklaşık 30 metre kadar ilerideki toprak yığınının arkasına koştu. MG-3' ü bırakıp hemen dönerek 3 kutu cephaneyi alarak tekrar yeni yerine yöneldi.
Abdullah atışa başladığında üzerimize gelen atışların yarısı ona yöneldi, açısı bize göre daha iyi olduğundan sanırım onları görüyor olmalıydı. Abdullah'a atışı kesmesini, sadece yatmasını söylememe rağmen dinlemiyordu bir türlü, tam koşmaya hazırlanıyordum ki Kubi kolumdan tuttu ve;
- " Hocam, bırak bu sefer bizi vurmaya çalışsınlar, sen hakkını doldurdun "
dedi ve ok gibi fırlayarak Abdullah'ın yanına gitti.
- " Lan madem gelecektin, cephane getirseydin ya, ağır mı geldi Boğaziçili... ? "
Abdullah verip veriştiriyordu Kubilay'a. Kubi, hemen geri döndü cephane almak için. Yerinden kalkıp geri gitmek üzereyken Abdullah'ın bulunduğu yere bir havan topu düştü; herkes susmuştu.
- " Abdi, cevap ver lan, öldüysen gebertirim seni, everecez lan seni daha... "
Kubilay'dı bunları söyleyen. inleme sesinden sonra Abdullah'ı ayağa kalkmış tek kolu ile MG-3 teki son mayonları karşı tarafa boşaltırken gördük; diğer kolu yoktu Abdullah'ın. Delirmiş gibiydi, şoka girdiği bellydi ancak bu diğer yandan da onu cesaretlendirmiş, acısını unutmasını sağlamıştı.
- " Kubi koş... " ...
dememin ardından Kubilay ok gibi fırladı, henüz yarı mesafedeyken Abdullah'ın göğsünden fışkıran kanı görebildim, Kanas ile vurulmuştu. Bunu gören herkes var gücüyle atışa devam ediyordu Allah Allah naralarıyla . Abdullah artık yoktu, ancak Kubi yarı yolda kalmış, onun da hayatı büyük tehlikedeydi.
Kubilay omzundan vuruldu, Kara Halil kalçasından iki yara aldı, beni bu kez vuramadılar, 5 yaralımız daha vardı; ama Abdullah yoktu artık.
Karşı tarafa ne kadar cephane varsa hepsini boşalttık, 3 saat sonra kontorl için gittiğimizde 16 leş ile karşılaştık. 16 değil 160 olsa ne olurdu;
Abdullah'ımız yoktu artık, sinirlerim iyice boşaldı, tutamadım kendimi, Kubilay ile bir kenarda birbirimize sarılıp ağlamaya başladık.
Kubilay bir taraftan omzunu tutuyor bir taraftan da ;
- " Vatan sağ olsun hocam "
diyordu.
Elbette Vatan Sağ olsun, son sözlerim o an şunlar oldu Kubilay'a ;
- " Bi ben ölemedim Kubilay, ölseydim de canlarımın yitip gitmesini görmeseydim "... -
18.
+3iki hafta kadar dinlenmemiz gerekiyordu. Yorulan beyin ve kaslarımız değildi; sinirlerimiz iyice yıpranmıştı; izin yok, gazete yok, dondurma yok, nefret ettiğim sakız bile yoktu. izine göndermek istediğim askerler bunu reddediyor, kimse arkadaşı buradayken gidip eğlenmek istemiyordu.Tümünü Göster
Günler yavaş ama sakin geçiyordu. Kubilay kendisine küçük bir bahçe yapmış kışın bitmesine yakın ektiği sebzelerin neden çıkmadığını düşünüp dururken, Kara Halil' de ;
- " Len Boğaziçili, karpuz ek karpuz, bu mevsimde en iyi o çıkar "
diyip gülüp duruyordu Kubilay'a.
Herkes serbestti, mevzi nönetlerini 6 saate düşürmüştüm, herkes bir şeylerle mutlaka ilgilenmeliydi. Ben de bir yandan " Gönderilmemiş Mektuplar " adı altında asla okuyamayacağını bildiğim halde rahmetli eşime mektuplar yazıyordum.
Tam dalmıştım ki telsizci koşarak yanıma geldi ve kağıdı elime tutuşturarak aynı hızle çekip gitti.
Kubilay'ın annesinin vefat mesajıydı bu, ertesi gün cenaze töreni vardı. iyi de bunu nasıl söylerdim ben, hadi söyledim diyeyim nasıl izine gödnerirdim. Bölgedeki operasyonlar nedeniyle tüm izinler iptal edilmişti, zaten operasyonlara katılmayan üç karakoldan biriydik. Bir de izine asker gönderdiğimiz duyulursa tüm gözler üzerimize çevrilecekti.
Kubilay ile konuşmam düşündüğümden de zor oldu. Arkadaşları şehit olduğunda oturup benimle ağlayan bu çocuk, annesinin ölüm haberini alınca tek göz yaşı dahi dökmedi.
- " Gördün mü komutanım, kaderlerimiz bir gibi seninle, sen yengemin cenasenize gidemedin, ben de anneminkine gidemeyeceğim "
ilk kez komutanım olarak hitap etmişti bana;
- " Kırk yıllık hoca komutan mı oldu Kubi... ? "
Güldük birlikte, gülümsedik, tebessüm ettik; sanırım sadece ağzımızın kenarında bulunan kasları kımıldatabildik...
Kubilay'ı muhakkak izine göndermeliydim, ama nasıl ? Komando Tugayı'ndan kesin red yanıtı geldi. Haddimi aşıp Ankara'ya şifreli mesajla durumu anlattım, durum tekrar geri dönerek Komando Tugayı'na intikal etti; Ankara ile bağlantı kurduğum için bizzat Tugay Komutanı tarafından bir güzel azarlandım.
Hayır, bu *** izine gönderecektim.
Çocukluk arkadaşım olan bir helikopter pilotu vardı, üsteğmen, 2 saat süre de onu bulmam, sonunda ulaşabildim. Durumu anlattım ve Kubilay'ı ivedi olarak karakoldan alıp Diyarbakır'a gö türmemiz gerektiğini söyledim.
- " Aklını peynir ekmekle mi yedin sen, bunu yaparsak ikimizi de yakarlar "
- Asıl yapmazsan ben yakarım seni, 1 saat içinde burada bir helikopter olacak ve bu *** Diyarbakır'a gö türecek "...
Nazımın geçtiğini biliyordum, ama adaşımdan istediğim imkânsızdan öte bir şeydi. Benim en fazla askerliğim uzar, askeri hapishanede yatardım, ama o subaylıktan atılırdı.
Yirmi dakika sonra şifreli bir mesaj geldi, çözemiyordum bir türlü; bizim kullandığımız şifreler değildi bunlar. Sonunda 3 bölgenin şifrelerinin karıştırılarak oluşturulan bir sistem olduğunu anlayabildik ve çözdük. Bir UH-1 ( hakl arasında pat pat olarak bilinir ) , yarım saate kadar burada olacaktı, adaşım düzmece bir görev belgesi hazırlatarak devrelerinden birini ikna etmeyi başarmış ve helikopteri yola çıkartmıştı bile. Sonundaki nota çok güldüm;
- " Görevi başarırsak misletimi isterim "
ilkokula bile gitmiyorken onun kocaman bir misketini yutmuştum, midemden çıkarttıklarında ise " o kirli " diyerek almamıştı... Hey gidi günler.
Helikopter geldi, Kubilay o an öğrendi her şeyi, daha doğrusu sadece öğrenmesi gerekenleri. Helikopter için izin aldığımı, onu direkt Diyarbakır sicil havaalanına gö türeceğini söyledim, uçak bileti orada hazırdı.
Kubilay Allah'ın izni ile gidip geldi. Bir hafta içerisinde olay duyulmadan dönmesini söylemiştim. Hiç bir şeyden haberi olmadı, tâ ki o güne kadar ( "o" günü ileride anlatacağım ) .
Kubilay'ın izinde iken olay duyuldu. Tugay baş telsizcisi telsiz konuşmalarımızı yakalamış ve çözmüş, durumu üstlerine bildirmiş. Adaşım üsteğmen 2 dönem rütbe cezası aldı, ben askerliğim bitiminden sonra olmak koşulu ile 3 ay hapis ile cezalandırıldım. Daha sonra bu ceza karakoldaki başarım göz önüne alınarak affedildi. Anacak adaşımın 2 dönem rütbe alamamasına neden oldum. Konuştuğumuzda söyledikleri gözlerimi yaşarttı;
- " Yine olsa yine yaparım, yalnız, misketimi isterim "... -
19.
+3Tam kıştan çıkıyoruz, yine operasyonlar hızlanacak derken 2. pusu görevimiz geldiğinde herkesin yüzü asıldı; sevmiyorduk bu pusu görevlerini. Hem bütün görevlerden tehlikeli oluyorlardı, hem de kendimizi işe yaramıyor hissine kaptırıyorduk. Bize göre işe yaramayanlar pusuya gönderilir, diğerleri ise asıl operasyonlarda görevlendirilirdi... !Tümünü Göster
Emrin geldiği günün gecesi göreve çıkacaktık, tepemizdeki projektör gibi ay ben dahil herkesi gergin kılmıştı. Çok uzaklardan dahi olsa rahatlıkla görebilirlerdi bizi. Bu yüzden ufuk çizgisinin çok uzağında ve sürekli yamaçlardan intikale devam etmek zorundaydık ki bu hem yolumuzu uzatmış olacak, hem de bizi hayli yoracaktı; görev bölgesi bize yaklaşık 2,5 gün mesafedeydi. Yol üzerinde su kaynağının olmaması ise tam bir kâbus, süresi belli olmayan pusu görevlerinde su, cephane kadar kıymetli idi neredeyse. Herkese yanlarına taşıyabildikleri kadar limon almalarını söyledim, suratları daha da ekşidi, hep birlikte gülüştük...
Yola çıkalı 1,5 saat kadar olmuştu, vadileri kullanmamaya, yamaçlardan intikali sürdürmeye gayret ediyorduk. Ancak çok zordu bu erimeye başlayan karkarın oluşturduğu birikintilerde, bizi çok yavaşlatıyordu, hızlanmamız gerekiyordu, nasıl olsa pusuya gidiyorduk, dinlenebilirdik (!)...
iki gün boyunca hiç bir tehdit ile karşılaşmadık, tahmin ettiğimizden daha kolay olmuştu, Allah'ın yardımıyla görev yerimize zamanında ulaşacağımızı umuyordum. iki günde sadece yarım saat uyuyan askerlerimde yorgunluk belirtileri baş gösterse de kimseden şikâyeti andıran herhangi bir davranış ya da ses gelmiyordu.
Yaklaşık 60 km kadar kalmıştı görev bölgemize, hızımızı arttırmıştık, takip eden bile olsa bu hızla bize yetişmeleri neredeyse imkânsızdı. Sanki bizi arkadan itiyordu ilâhi bir güç, yorgunluğumuzdan eser kalmamıştı, sadece ayaklarımız; hissetmiyorduk onları. Bize verilen su geçirmez (!) botlarımızın içi kar suyuyla dolmuştu...
Görev bölgemize gece varmalıydık, gündüz ulaşmaya çalışır ve görüntü verirsek her şeyi berbat edebilirdik. Uygun bir yerde mola gelince akşama kadar mola vereceğimizi söylediğimde, içten içe atılan çığlıklar yüreğimi delip geçti; her türlü zor koşula rağmen büyük bir vatan aşkı ile görevlerini yerine getiren bu çocukları seviyordum.
Tam çevre emniyetini almış yerleşmek üzereyken büyük bir gümbürtü koptu, ıslık seslerini duyan herkes kendini yere attı; onlarca havan üzerimize geliyordu, o an gözlerim Abdullah'ı aradı. Olsaydı eminim ki şunları söylerdi;
- " Kelime- i şehadet getirin lan, uyumayın "...
Havan toplarından biri uçaksavarın olduğu yere düşmüş, Allah'tan ıslık sesini duyan uçaksavarcılar kendilerini yamaçtan aşağı atmışlardı. iki uçaksavarımız kalmıştı elimizde. Ben mi çok beceriksizim, yoksa bu pislikler mi çok akıllıydı? Onca zaman onları nasıl fark etmemiştik ki? ilerleyen zamanlarda uzun zamandır onların pusuda olduklarını öğrenecektik; ava giderken avlanmak üzereydik.
Üzerimizdeki şaşkınlığı çabuk attık, Mg-3 ve elimizde kalan 2 uçaksavar anında karşılık vermeye başladılar, cephaneyi dikkatli kullanmamız gerektiğini biliyordu arslanlarım, önce şaşırtmaca atışlar yapıyorlar, daha sonra hemen yer değiştirerek asıl atışlarını yaparak hedeflerini bulmaya çalışıyorlardı. Kara Halil'de mevzii aldığı yerden tek atışlara başlamış, görebildiğim kadarıyla havancılarını vurmayı başarmıştı; havanları artık susmuştu. Buradan bir an önce çıkıp gitmeliydik, ama nasıl? Yoğun ateş altındaydık, cephanemiz pusu görevi için tükeniyordu yavaş yavaş, hesapta olmayan durumlar için fazla cephane her zaman yanımıza alırdık, ancak bizim gördüğümüz değil de, bizi gören durumlardaki çatışmalara her zaman daha fazla cephane tüketilirdi. Kubi'yi çağırdım hemen; telsizciye merkezle irtibat sağlayarak hava desteği istemesini söyledim; hep cephanemiz yetmeyecekti, hem de sayıları bizden hayli fazla idi; destek istemekten başka çaremiz kalmamıştı.
Üç yaralımız olduğunu fark ettim, birinin durumu ağırdı, boynuna girip çıkan mermi atardamarı parçalamış, oluk gibi kan fışkırıyordu. Sıhhıye erimiz ( sivilde bir eczanede çalışan bu ço cuğun adı Mustafa, biz ona Mıstık derdik, çok görevde nice hayat kurtardı ) hemen damarı bağlayıp kan kaybını yavaşlattı.
- " Hocam, yaranız " ...
- Kubilay, git başımdan, yaram çoktan iyileşti, bilmiyormuş gibi davranma, kendine gel bir an önce...
- " Ama hocam, yaranız " ...
- Kubiiiiiii...
Kubilay'ın ısrarlarından sol kalçamın üzerindeki minik deliği görebildim. Aşırı kanama yoktu, mermi çıkıp gitmişti, kalaşnikof deliğiydi bu. 4 ncü kez yine beceremediler diye içimden kıs kıs gülerken canımın acıdığını o an hissettim.
- Bir şeyim yok Kubi, Mıstığın işi bitince sarıversin şu yarayı...
Bu arada da telsizci merkez ile irtibatı sağladığını ve 3 Kobra'nın 20 dk içerisinde burada olacağını söyledi. Kurtulmuştuk, tek dileğim şehit vermeden bir an önce oradan çıkabilmekti. Mg-3'lere durmadan ateş etmelerini, gerekirse tüm cephanelerini harcamalarını söyledim, Kara Halil'de boş durmuyordu bu esnada. Kubilay yine benden izinsiz getirdiği 81 lik havan ile atışlara başlamıştı. " Hey gidi söz dinlemez çocuk, yine yaptı yapacağını " dedim içimden. 81 lik havalar hem menzil, hem de isabetteki imha gücü açısından 60' lıklara oranla çok daha üstündü.
Helikopterlerin seslerini duyduğumuzda dünyalar bizim oldu. Pilotlar ile telsiz bağlantısı sağlanmış hedef koordinatları verilmişti. O esnada duyduğum ses beni hem çok şaşırttı, hem de daha bir sevindirdi sanki ;
- " Bana bak, bir daha vurulmak gibi bir saçmalık yapma, sizi oradan çıkartıp canını ben okuyacağım "...
Çocukluk arkadaşım, adaşım , pilot Ütğm. Murat'tı bu. iyi de ne işi vardı burada, onun görev bölgesi değildi. Daha sonradan öğrendim ki; Pervari civarındaki bir karakola destek için gitmiş, dönüşte yakaladığı telsiz konuşmaları üzerine, bize yönlendirilen diğer 2 helikoptere katılmış, hey gidi adaşım, komutanım, kan kardeşim benim...
Pilotlar 2 sorti yaparak hedefleri yakından gördükten sonra atışlarına başladılar; ortalık toz bulutundan sis benzeri bir manzaraya bürünmüştü; karşıdan gelen çığlıkları duyabiliyorduk. 15 dakika yetti hedefi imha etmeleri için. Hele son bıraktıkları birer napalm müthişti, karşıda artık alevler vardı...
Pilotlar üzerimizden selam uçuşu yaptıktan sonra gözden kayboldular, gidecek daha çok yerleri vardı...
Yarım saat sonra cephane ve su desteğimiz UH-1 ile gelmiş, yaralımızı almış ve bizi oldukça rahatlatmıştı.
Pilotlara çok şey borçluyuz. Güneydoğu'nun görünmez kahramanları hepsi. Onlar olmasa her şey çok, ama çok daha zor olurdu.
Bir saat dinlendikten sonra pusu görevimizi icra etmek üzere yola çıktık,
Yapacak daha çok işimiz vardı... -
20.
+3Operasyonların hızını kaybettiği günlerde askerlerimden bazılarını izine yolladım, onlar izinlerinden dönünceye kadar merkezden yedek kuvvet gönderdiler. izine gidip gitmemekte tereddüt ediyordum, gitsem kırık kandımı görebilecektim, ancak aklım hep burada olacaktı, Kubi'de gitmemişti izine. Vaz geçtim, gitmeyecektim; beni bırakmayanı ben nasıl bırakabilirdim ki...Tümünü Göster
Ertesi gün emir mahiyetinde bir izin mesajı geldi. iki saat içerisinde yerime bakacak devremin bulunduğu bir helikopter burada olacaktı ve acilen hazırlanmam gerektiği söyleniyordu. Alelacele mekanik hareketlerle toparlandım. Bu arada da Kubilay'ın da izin kâğıdını hazırladım, birlikte gidecektik.
- " Hocam, nereye gideyim ben, anam yok babam yok, bekleyenim yok, bırak kalayım burada, hem sizden sonra en kıdemli benim "
diyerek işi şamataya getirmeye çalışıyor, gelmek istemiyordu. Onu bırakamazdım ;
- Bu bir emirdir , diyerek geçiştirdim.
Helikopter Kayseri Askeri Havaalanı'na indiğinde hava kararmak üzereydi, uçaklarda yer bulamamıştık.
- " Hocam, kaldık mı yine karavanaya " ...
ikimizin de gülmekten karınlarımıza ağrılar girmişti, Kubilay'ın bana hocam olarak hitap ettiğini duyan diğer subaylar bir şeyler söyleyecek oldular ki bir el hareketiyle susturdum onları.
Yemekhane'nin yolunu tuttuk, erbaş yemekhanesine yönelmiştik ki;
- " Komutanım sizin yemekhane diğer tarafta, askeriniz buraya girebilir " ...
Kubilay'ı da alarak diğer yemekhaneye yollandık; bu kez de ;
- " Komutanım, erbaş yemekhanesi diğer tarafta, siz buraya girebilirsiniz. " ...
Zıvanadan çıkmıştım, beni erbaş yemekhanesine, Kubilay'ı da Subay yemekhanesine sokmamışladır, biz neredeydik ; karakolumuzu özlemiştik... Bağırdım, çağırdım, aklıma gelen küfürleri bağıra çağıra söyledim ortalığa, askerin şahsına hiç bir şey söylememiştim. Birden arkamdan tok bir ses geldi ;
- " O emirleri veren göbekli paşa benim asteğmenim " ...
Tamam dedim, şimdi askerliğim uzadı işte, utanmıştım. Günlerdir traş olamayışımız, eskiyen elbiselerimiz, yara bere içindeki ellerimiz, yüzümüz Paşanın dikkatini çekmiş, dikkatle bizi süzüyordu;
- " Gelin benimle " ...
Çocuklarını bayram sabahı alışverişe gö türen baba gibiydi, temiz elbiseler sağladı bize bizzat;
- " Kendinize çeki düzen verdikten sonra sizi yemekhanede bekliyorum " ...
Hah dedik, herkesin içinde fırçaların en büyüğünü afiyetle midemize indirecektik .
- " Hocam, kaçalım mı " ...
Aklıma da gelmedi değil hani, iyi de nereye kaçacaktık, gülüştük Kubilay ile.
Yemekhaneye indik, sanki herkes bizi bekliyordu, kimse yemeğine dokunmamış, Paşanın gelmesiyle tok bir selam hareketi ile herkes ayağa fırlamıştı, Paşa'nın arkamızda olduğunu o an farkettik.
Masasına aldı Paşa bizi, masanın üzerinde her çeşit yemek var, tatlı desen hangisini yiyeceğini şaşırıyor insan.
Paşa ayağa kalktı, aynı anda yine tok bir sesle tüm yemekhane ayaktaydı. Paşa konuşmasına bir dakika ara verdikten sonra, hafif çe bize bakarak benim karakolumun adını söylemesi bizde soğuk duş etkisi yaptı, Kubilay ile birbirimize bakıyorduk halâ...
iyi de Paşa bizi nereden tanıyor, isimlerimizi nereden biliyordu, hadi bildi diyelim, uçaklarda yer bulamadığımızdan ve birliğe geri döndüğümüzden nereden haberi vardı, hadi bundan da haberi var diyelim, bu kadar yemek nesin nesiydi? Basit bir asteğmen ve askeri için bu kadar şatafat olmazdı...
Karakolda olduğumuz aylarda ülkede ne de merkezde ne olup bittiğinden haberimiz olmazdı, ayrı bir dünyada yaşıyorduk sanki. Seçimler olmuş mu, kuraklık var mı, kim şampiyon olmuş, hangi transfer yapılmış... Bizi ilgilendirmiyordu bu; bizi ilgilendiren yegâne şey görev bölgemizdeki halkı korumak ve beraberce hayatta kalabilmekti...
Fazla olmasa da verdiğimiz şehitlere rağmen karakolumuzun adı merkezde ve diğer karakollarda duyulmuş, bölgedeki en iyi 3 karakoldan biri haline gelmiştik. Hakkımızda tüm araştırmalar yapılmış, kimin ne olduğu istihbarat tarafından belirlenmiş, katıldığımız her operasyon ve sonrası gözlem altına alınmış. Benim izin emrimi de bizzat Paşa vermiş. Tüm bunları Paşanın söylediklerinden ( ve de söylemediklerinden ) anladık.
Yemeğe gelince, duyunca kulaklarımıza inanamadık, o gün arefe günüydü ve ertesi gün mübarek Kurban Bayramı'ydı. Pes dedik, bu kadar mı soyutlandık " dış dünyadan " ...
Yemekler yenildi, kan ter içinde zorla Paşa tarafından bana konuşma yaptırıldı. Öğretmen olmama rağmen oradaki bir kaç asteğmenden biri olmamdan olsa gerek ayakta zor duruyordum, konuşmakta güçlük çekiyordum. Konuşmamı tam bitirmiştim ki Paşa;
- " Hadi bakalım asker, sıra sende " ...
Kendimi tutamadım, Paşanın Kubilaya söylediği bu söz beni kahkahalara boğmuştu, Paşa hariç herkesin şaşkın bakışları arasında gülmekten kendimi alamadım.
Konuşmasını bitiren Paşa yavaşça ayağa kalktı, dosyasından çıkardığı iki belgeyi açıklamalarının sonunda bana verdi. Biri karakola verilen başarı belgei, diğeri ise şahsıma ait başarı belgesi idi, gözlerim dolmuştu; karakoldaki diğer askerlerimin de yanımda olup bunu görmesini çok istedim o an.
- " Bir saat içinde Ankara'ya doğru yola çıkacak helikopterde olmalısınız, güle güle git oğlum, yaptığını asla unutmayacağız, eşinin cenazesine gitmeyip, silah zoruyla karakola yönlendirdiğin helikopteri kullanan Yüzbaşı herşeyi anlattı, başın sağ olsun; seninle gurur duyuyoruz... "
Başımı kaldırdığımda herkesin gözü üzerimizdeydi, Kubilay titreyen bacakları ile ayakta durmaya çalışıyor, bense gözyaşlarıma hakim olmaya uğraşıyordum. Bir an gözlerim karardı, eşimi gördüm, uzatmaya çalıştığım elimi itmeye çalışıyor " gelme " diyordu ; " gelme " ... Bir kaç dakika sürdü bu, gitmemi istemiyordu, belkid e o helikoptere binmemi istemiyordu. Çoğunuza garip gelebilir belki, ama ben bu tür şeylere inanırım; Allah tarafından insanların kimi zaman rüya ya da bu tür olaylar ile karşılaşrtırdığına çok şahit oldum.
Titrek sesle sadece Paşanın duyabileceği kısık bir sesle Paşaya o an gördüklerimi anlattım. Paşa bir an duraksadı, ayağa kalktı, emir subayını çağırdı ve ;
- " Hemen başka bir helikopter hazırlatın, diğer helikopteri bakıma yollayacaksınız " ..
Daha sonra öğrendim ki, helikopterin kuyruk pervanesinde devir bozukluğu tespit edilmiş, havalandığı taktirde kısa sürede kontrolden çıkıp yere çakılması içten bile değilmiş.
Gökyüzüne baktım ;
- " Biliyorum, halâ gitmedin, halâ benimlesin " ...
başlık yok! burası bom boş!