https://www.youtube.com/watch?v=ıud4ggxrg2q
3:05 e dikkat
Melâmet ve Melamîlik protestanlık gibi ortaya çıkmış olup mezhep veya tarikât değildir. Melamî’ arapça levm, sövme, yerme gibi tepki ifade eden bir kelimeden türer. Melamîlik bugünkü modern tarzda tüm dünyada yaşanan dini anlayışı asırlar öncesinde savunan düşünce akımıdır, aynı zamanda bir duruş, felsefe ve anlayıştır.
Melamîlik günümüzdeki lâik anlayışta olan dini tavrı bünyesinde bulundurmaktaydı. Melamîlik dini rütüelleri veya kendine özgü ibadet biçimleri barındırmaz. Modern dünyanın özgür inançsal tavrını sergiler.
Melamilik çoğu zaman bir tarikât kimliği gibi değerlendirilmesine karşın "Melâmîler" tarihte ve özellikle Osmanlı'nın son dönemlerinde hurafeci, durağan tarikât ve din anlayışına karşı mücadele içinde olmuşlardır. Niyâzî-i Mısrî Osmanlı tarihindeki Kadızade ekolüyle açıktan mücadele edip görüşlerine karşı çıktığı için Limni adasına sürgün edilmiş ve orada vefat etmiştir.
Tasavvuf ve Melamîlik
Ana maddeler: Tasavvuf, Bâtınî, Kur'an, Zahir, ve Bâtın
Tasavvufu, islâm'ın "Bâtınî (iç)" kısmı ve derinliği olarak kabul ederler. Dinin "Zahiri (dış)" emir ve yasaklarını "ekgibsiz" ve "fazlasız" (ifrat/ tefrit) dosdoğru yerine getirmekle birlikte "Kâmil" insan olmak için her zaman ve her yerde Allah'ı zikretmek ve özellikle Allah'ın varlığı ve birliği ile ilgili itikadi konularda derin bilgi sahibi olmak gerektiğine inanırlar. Onlara göre bu bilgi Kur'an'da Ledün olarak anılır ve "Muteşabih (teşbihli)" ayetlerin tevilinin, kitabın aslı olan "Muhkem" sınırları içinde yapılması gerektiğini savunurlar. Onlara göre tasavvuf, bu açıdan islam tarihinin sonraki yüzyıllarında ortaya çıkmış bir felsefi ekol değil, islam'ın özünde keşfedilmeyi bekleyen "Gizli bir Hazine"dir. Melâmîlik, kurucusu bilinen tarikat ve cemaatlerden farklı olarak belli bir kişinin kurduğu ve o kişinin adıyla anılan bir grup değildir; ancak yaratılış amacının zirvesi kabul ettikleri kulluğun ne olduğunu anlama ve böylece kâmil insan olma arayışıdır.
Tasavvuf derslerini aldıkları öğretmenlerine Mürşid derler. Mürşid'lerinden keramet veya doğaüstü güçlere sahip olmasını beklemezler. Onlara göre Mürşid sadece kapıyı gösterir, geri kalan sorumluluk öğrenciye (mürid) aittir. Allah'ın her kişiye yakın olduğunu ve kişiyle Allah arasına Mürşid de dahil kimsenin giremeyeceğini savunmuşlardır. Mürşid ne kadar bilgin ve erdemli olursa olsun, o da diğer insanlar gibi kuldur ve kula ait niteliklerle anılması gerekir. Mürşid'lerinden ders ve sohbet şeklinde tahsil ettikleri ilim ve tavsiyelerinin ötesinde bir beklentiye sahip olmadan; Hidayet, Şefaat, Himmet, Tevbe gibi isteklerin yalnız Allah'a arz edilmesi gerektiğini savunurlar. Bu ilmin öğretmenleri de öğrencilerinden asla maddi bir karşılık talep etmemişlerdir. ilm-i Tevhid (Tevhid ilmi) olarak anılan bu derslerin neticesinde "Fenafillah" (Allah'da yok olmak) ve "Bekâbillah" (Allah'la var olmak) mertebelerine ermeyi amaçlarlar.
Melamîlere göre, ilm-î tehvid veya ilm-î ledün, ilk insandan (Adem) son Allah dostuna (Hatem'ul Evliya) kadar taşınacak en yüce emanettir. Bu yüzden bu ilmi talep edenlere karşı çok seçici davranırlar. Sayılarının artmasını değil, emaneti taşıyabilecek nitelikli insana ulaşmayı hedeflerler.
Gizlilikleri
Her kesim insanın aralarında yer aldığı melâmîler, halkın arasında kendilerini gizlemeyi tercih ederler. Öyle ki, onlara çok yakın olanlar bile belki onların melâmî olduklarını bilmezler. Bu kimliklerini sadece kendilerine mânen yakın gördükleri insanlara uygun gördükleri zamanda açarlar. Unutulmaması gerekir ki modern dönemden önce sûfiler toplumda saygın bir yere sahip kişiler kabul edilir ve sûfi görünüm ve tavırlı kişilere halk ve yönetimin ileri gelenleri hürmet gösterirlerdi. işte bu koşullar altında Melamîler kendileriyle Allah arasındaki ihlâsı (samimîyet) kaybetmemek, ve şöhret gibi tasavvuf yolundaki sâlikîn (Tasavvuf literatüründe mânevî yolda olan) önüne çıkabilecek bir engeli bertaraf etmek için kılık, kıyafet ve hatta belirli bir toplantı mekanı (dergah, tekke) ve topluluğu gibi dönemin tarikâtlarının alâmetlerini göstermemeye çalışmışlar, halk içerisinde kendilerini gizlemiş, hallerini sadece kendileri gibi olanlarla paylaşmışlardır.