+1
"O umrumda değil" dedikten sonra başımı kaldırdığımda saate, 04.00'ı gösteriyordu. O an tek bir şey için mücadele ediyordum aslında, "O umrumda değil yalanına inandırmaktı kendimi" tek amacım, tek mücadelem, tek savaşım... Saftım aslında, saf olduğum içindi zaten onu unutmaya çalışmak ya da onu unuttum yalanına kendini inandırmaya çalışmak, onsuzluğa alışmak. Eğer saf olmasaydım, unutmaya çalışan değil, birinin unutmaya çalıştığı olurdum. Aslında buna gerek yok, neden biri beni unutmaya çalışsın ki? Mutluluğu yakalamak o kadar zor ki, bulduğun an sahipleneceksin, tutacaksın onu o senin hakkın ve koruyacaksın hakkını, kimselere vermeksizin. Ben korumadım, mutluluğumu elimde tutamadım verdim, bir başkasına kendi ellerimle verdim. Tıpkı bir annenin yeni doğan bebeğini cami avlusuna bıraktığı gibi bıraktım onu, belki dışarıdan bakanlar kızdılar bana hiç mi vicdanın yok dediler, küfür ettiler. Belki dışarıdan bakınca çok vahşice bir şey bu, canını kanını bir başkasına vermek, tanımadığın birine emanet etmek ya da onu ölüme sürüklemek ama mecbur kalırsın bazen, hayat şartları onu sahiplenmene engel olur, hayat işte bilirsiniz acımasızlığı tutar bazen herkes bilir. Ben onu istiyordum, ona sahip çıkmak onu korumak onunla yaşamak, onunla büyümek, onunla uyumak... Ama olmadı, sevmenin yetmediğini anladım. 3 halkalı bir zincir misali; ilk halka saygı, ikinci halka sevgi, üçüncü halka değer. Şimdi siz düşünün, saygı ve değerin olmazsa neler olabileceğini, zincirin nasıl zincir kavrdıbını yitirdiğini. Ben susuyorum, siz düşünün fakat sessiz ve içinizden düşünün, ben uyuyacağım, her şeye rağmen o bana dönerse uyandırın. Kapalı sandığın içinde günışığına çıkmayı bekleyen, kıymeti bilinmemiş bir define değilim ben. Hakkımda soracağın her sorunun cevabı üç aşağı beş yukarı sende saklı zaten. Beni keşfetmeye çalışmanı da, keşfettiğini sanmanı da istemem. Tanımak zorunda değiliz birbirimizi, daha bir arpa boyu tanıyamamışken kendimizi . . .