o şimdi anne oldu. eski dosyalarımı karıştırırken buldum şimdi bunu.7-8 yıl önce yeniden karşıma çıkmasının üzerinden bir kaç ay geçtikten sonra yazmıştım. ilk aşk mektubumdu. ama son olmadı. okuyunca aklıma geldi yine. dünyanın en güzel annesine gelsin yeniden...
ilk aşkla yeniden karşılaşmak
neden
şimdi ne diyim ki ben sana. belanı vermesi için yalvaracağım bir tanrıya inanmayı hiç bu kadar istememiştim. ne diyim ki? tanrıyı aramızdan söküp atığımdan beri artık sadece sana yalvarabiliyorum, belki biraz da zamana. kimden özür dilenebilir ki 10’lu yaşlarda başlayıp 20’li yaşlarda hem de hiç olmadık bir zamanda peydah olan bir aşk için. zamana mı? hayır o hiçbir zaman affetmedi hata yapanları. ve ben zamanda sahte pasaportlarla sınırları aşmaya çalışan sahipsiz bir siyasi bir mülteciydim ancak. elbet yakalanacaktım. zamanaşımsız cezalar mahkemesinde elbet yargılanacaktım. işte buyur benimde ahmet selçuk ilhanvari kederlerim oldu sonunda. ferdi tayfurumsu düş kırıklarıyla yaralandım, işte buyur bu senin hediyen bana. hem de en olmayacak anda. hem de kendi kendimi yargılayıp suçsuz bulduğum bir mahkemenin şafağında. işte buyur, şimdi lacivert ceketli gri pantolonlu düşler kurdum yine. yine gözlerim kapanır kapanmaz atkuyruklu kaküllü pişmanlıklar oturdu içimin epeydir sızlamayan bir köşesine.
şimdi ben bu yarayla hangi doktorun kapısını çalabilirim. aceleci ilan-ı aşkların mahkemesinde hangi suçtan yargılanırım kim bilir. kim bilebilir ki senden başka. oysa unutmak tam olarak neyse, ben de tam onu yaşamıştım. ilk kez doya doya unutmuştum unutulması gereken bir duyguyu ve sen hatırlatılmaması gerekenleri yeniden hatırlattın. işte senin marifetin hep buradaydı zaten. en unutulası anlarda çıkardın karşıma yada ben unutmaya niyetim olmadığından bahane arardım hatırlamak için. şimdi söylesene bana, sen neresindesin bu hayatın yada ben söyleyebilir miyim zaman mekan doğrusunun ne kadar yanlış bir yerinde durduğumuzu.
çok mu saftım ben küçükken? yoo hayır değildim. senin karşında saflığı seçiyordum sadece, hep olmak istediğim şeyi olmak için elimden geleni yapıyordum. ama olmadı, hayat buna prim vermedi hiçbir zaman. şimdi söylesene ne kaldı elinde, isimlerimiz hiçbir kayıtta yan yana yazılı kalmadı. yakılmış şiirler, gömülmüş defterler, silinmiş bakışmalar. inkar ettiğimiz gerçekler sonunda tutup bizi inkar etmedi mi? şimdi bu soruyu sormak ne anlamsız ve ne ahlaksız.
şimdi bu soru ne kadar militan orta sınıf yaşamlara. ama şimdi soruyorum bu soruyu. en ahlaksız ve en korkunç olduğunu bildiğim anda. cilasına çizik atmaktan korktuğumuz adete töreye, uğruna cinayetler işlediğimiz namusa, adını duyunca salavat getirdiğimiz peygamberlere, karşısında yerlere eğildiğimiz allah’a inat, en çok da senin fiyakalı itaatkarlığına inat. şimdi soruyorum:
neden? neden ... , biliyorum adının adımın yanında düşünülmesi ürkütürdü seni, biliyorum herkesin onayladığı kadar doğruydu senin için her şey. ve beni kimse onaylamazdı; hele ki seninle el ele yürüme ihtimalimiz kahrederdi, kahrolası güzelliğini, güzel kabul edilmişliğini, zenginliğini, sevdiklerini. ama şimdi her şeye inat yeniden sormak benim hakkım. neden şimdi yaşanmamışlıkların keşkelerini yaşıyoruz. neden bunu yaşatıyorsun bana. soruyorum, neden yoksun ve olmayacak mısın bir daha?
durup durup bir türk filmi repliği geliyor aklıma “biz ayrı dünyaların insanlarıyız”. doğru ya doğru işte. doğruluğuna milyonlarcamızın şahitlik ettiği onca yalan kadar doğru bu da. ayrı dünyaların insanlarıyız doğru, ama dünyayı değiştirmek bizim elimizdeydi, dünyaları birleştirmek de, şimdi hala öyle. ama biz ellerimizi çoktan başkalarına emanet ettik. umarım o küçük dünyalarımız hala avuçlarımızın içindedir. zamana ve mekana, vücuda ve dünyaya inat hala sımsıkı tutuyoruzdur o çocukluğumuz kadar mütebbessim, ölüm kadar kederli dünyamızı, çünkü hayattan kaçarken; kuraldan kanundan kaçarken bir sevdalı mültecinin ihtiyaç duyduğu tek şey, kirlenmemiş küçük bir dünyadır.
bir gün kaçacak bir dünya ararsan eğer, avuçlarının içine bak, sonra da bir çocukluk resmine. çünkü o zaman kurallar ve kanunlar henüz yazılmamıştı. mesai henüz icat edilmemiş, aşklar belediye memuru nezaretinde yaşanmamıştı. işte o dünya hepimizin içine doğduğumuz ama sonra kirletmekten yorulduğumuz o dünya, bizim küçük dünyalarımızdı. ve bende o dünyaya dair kalan son hatıra sendin. şimdi kendini hatırlattığın için öfkeleniyorum sana, ama kendi atlantis’imin anahtarını avucuma tutuşturduğun için de müteşekkirim.
ama hala inatla soruyorum. neden?