1. 201.
    0
    @54 copy-paste yapıyorsun bir yerden. bu kadaar saçmalayamazsın
    ···
  2. 202.
    0
    aslında kendisiyle hatırı sayılır bir süredir tanışıyor olmam gerekiyor iken, kaderin ağları örmemesi, yetersiz kelebek etkisi, anlamsız tesadüfler, büyüyen dış ticaret açığı gibi sebeplerden dolayı bunu henüz kısa bir süre önce hayata geçirebildiğim güzide insan.
    ···
  3. 203.
    0
    @49 kafayı benimle mi bozdun canım?
    ···
  4. 204.
    0
    garip bir yazar.

    hakkında yazılanları okuyorum da, hakkaten bu kadar adamla alıp veremediği nedir acaba diye düşünmeden geçemiyorum. sanırım öfke kontrolü gibi bir problemi var bu yazarın. aslında çocuk, çoluk sahibi, işinde gücünde bir adam şöyle uzaktan baksanız. kavgayı gürültüyü hiç sevmeyen. hem ne gerek var değil mi? sen mi kurtaracaksın ülkeyi
    ···
  5. 205.
    0
    o bize tanrının bir lütfu gözlermizin nuru.

    @50 olmak istedim ucunda kaldım aq
    ···
  6. 206.
    0
    http://imgim.com/2010744078.jpg
    ···
  7. 207.
    0
    allah cezanı versin, senin gt kurtulmaz hocu, çabaladım ama yok, sende bu sazanlık varken, ı ıh
    ···
  8. 208.
    0
    @45 hahah güleceğim yoktu verdim şukunuu :D
    ···
  9. 209.
    0
    @61 teş. (:
    ···
  10. 210.
    0
    an ordinary model of miss turkey 2013
    ···
  11. 211.
    0
    nickindeki n harfinin büyük harf olduğunu keşfettiğim yazar. entryleri buram buram amcık kokuyor.
    ···
  12. 212.
    0
    yazdıklarını okudukça bu kafayı nasıl yaptığına anlam veremediğim kişi, söylesin biz de alalım ne kullanıyorsa... sosyal hayatla ilgili çok derin çıkarımları vardır, yorumları ufkumu genişletmektedir, sayesinde doğru yolu bulmaktayım, analizleri de aynı ölçüde entelektüelite kokmaktadır desem, mesela yani...
    ···
  13. 213.
    0
    avcılar anlatır ya böyle bir mecliste "işte şöyle devirdim ayıyı" "böyle alt ettim kurtu" "bi seferde 100 ördek avladım" filan neyse işte hayal gücünün elverdiği ölçüde sallamanın en güzel örneklerini sergiler.

    dinleyenler de kahkahayı basmamak için zor tutarlar kendilerini, gülemezler öyle alenen çünkü avcı kendisiyle dalga geçildiğini anlarsa küser susar eğlence de biter diye.

    öyle işte..
    ···
  14. 214.
    0
    fena halde joseph goebbels'e öykünmekte gördüğüm kadarıyla.

    açtığı başlıklar ve içini doldurduğu(!) entryleri, etkilemeye çalıştığı yazarların/okurların adeta bilinç altına hücum ediyor. sürekli aynı kalıptan çıktığı belli olan yazıları anlamsız ya da safsata olarak nitelendirilip geçiştirilebilecek bile olsa, şu son derece açık ki, o bundan hiç de rahatsız değil. enter'a basıp ezberlerini içselleştirmemizi bekliyor sadece. kendi çapında da olsa, daha önce başarılı olmuş bir tarzı tekrar ettiği kesin en azından...
    ···
  15. 215.
    0
    the ancient tradition that the world will be consumed in fire at the end of six thousand years is true;
    as i have heard from hell.
    the whole creation will be consumed, and appear infinite and holy, where as it now seems finite and corrupt.
    this will come to pass by an improvement of sensual enjoyment.
    if the doors of perception were cleansed, everything would appear to man as it is, infinite.
    ···
  16. 216.
    0
    yanlızlığı kırıyorum kılcal damarlarında. en uç noktalarınla temasında parmaklarım, ölüyor beynimden binlerce hücre. karanlık bir aydınlığa doğru düşüyor. hepsi.tamamı.
    james dean çıkıyor karşıma bir öğlen vakti non-rem
    zamanımda."bırak öldürttüklerin senin olsun.sen ki varlığınla bulunduğun yarım küreyi kirletirken, temizlemek için binlercesi her gün hayatlarını mahvediyor".
    sodom ve gomore den çağrı geliyor beynimdeki telefonuma."uzağa gitmene gerek yok bizi bulman için. kendi içine bak sadece".
    kendimle konuşmak için kendi içimde, fazla zamanım var. kafam xanaxların etkisinden kurtulamadan, biraz daha kimyasal alıyorum. kendi içime dönüş yolcuğumda yardımcı olur:sıcak bir kaşık, enjektör ve paslı iğnesi
    ···
  17. 217.
    0
    and you open the door and you step inside
    we're inside our hearts
    now imagine your pain as a white ball of healing light
    thats right
    your pain, the pain of self is a white ball of healing light
    i dont think so
    this is your life
    good to the last drop
    it doesnt get any better than this
    this is your life and its ending one minute at a time
    this isnt a seminar
    this isnt a weekend retreat
    where you are now you can't even imagine what the bottom will be like
    only after disaster can we be resurrected
    it's only after you've lost everything you are free to do anything
    nothing is static
    everything is evolving
    everything is falling apart
    you are not a beautiful and unique snowflake
    you are the same decaying organic matter as everything else
    we are all part of the same compost heap
    we are the all singing all dancing crap of the world

    you are not your bank account
    you are not the clothes you wear
    you are not the contents of your wallet
    you are not your bowel cancer
    you are not your grande latte
    you are not the car you drive
    you are not your fucking kakkeys

    you have to give up
    you have to realise that someday you will die
    until you know that
    you are useless

    i say, let me never be complete
    i say, may i never be content
    i say, deliver me from swedish furniture
    i say, deliver me from clever art
    i say deliver me from clear skin and perfect teeth
    i say you have to give up
    i say evolve, and let the chips fall as they may

    i want you to hit me as hard as you can
    ···
  18. 218.
    0
    sonaran çölü'nde ıssız bir nokta. gecenin varoloşçu dinginliği. küçük bir kulübe. kulübenin içi. kırmızı bir telefon kulübesi. içinde çıplak bir dişi.tek giydiği kıyafet dudaklarındaki kırmızı ruju ve taktığı kırmızı gözlüğü. beni çağırıyor. hayır... beni çağırmıyor. telefonda biriyle konuşuyor. beni çağırdığını kasıklarımda hissediyorum.ona ilerliyorum. aldığım kimyasallar beynimi kuraklaştırdı.ona hızla yaklaşıyorum.2 saat sonra yanına varıyorum. zaman çok hızlı ileriyor. seni istiyorum diyor bana. seni çok seviyorum. dudaklarını hissediyorum. boynumdan öpüyor. beynim parçalanıyor.ben de onun boynunu dişlerimle parçalıyorum. vucudum kırmızıya boyanıyor. sonra çıplak dışarı çıkıyorum. giysilerim ardımda bıraktığım tanrıçanın kutsal kanı. gecenin varoluşçu dingiliği. ıssız bir nokta. sonaran çölü'nde
    ···
  19. 219.
    0
    choose life.
    choose a job.
    choose a career.
    choose a family.
    choose a fucking big television, choose washing machines, cars, compact disc players, and electrical tin openers.
    choose good health, low cholesterol and dental insurance.
    choose fixed- interest mortgage repayments.
    choose a starter home.
    choose your friends.
    choose leisure wear and matching luggage.
    choose a three piece suite on hire purchase in a range of fucking fabrics.
    choose diy and wondering who you are on a sunday morning.
    choose sitting on that couch watching mind-numbing sprit- crushing game shows, stuffing fucking junk food into your mouth.
    choose rotting away at the end of it all, pishing you last in a miserable home, nothing more than an embarrassment to the selfish, fucked-up brats you have spawned to replace yourself.
    choose your future.
    choose life...
    but why would i want to do a thing like that?
    ···
  20. 220.
    0
    ayakkabi boyacisi mahmut nasil öldü?

    uykusuz bir gecenin ardından sifonu çekilmiş tuvalette kaybolan tuvalet kağıdı gibi gözden kayboluyordu ay. güneşin ilk ışıkları, denizin üzerinde huzurla parlarken döndü köşeyi ayakkabı boyacısı küçük mahmut. canı çok sıkılıyordu mahmut'un. 10 yaşındaydı ve bıkmıştı hayattan. i̇stemiyordu artık erken kalkmayı sabahları. istemiyordu insanların ayakkabılarını boyamayı. sigaramın dumanına sarsam saklasam seni şarkısını söylüyordu bağıra bağıra ve bölüyordu şarkısını arada "boyiyim mi ağbi" sorularıyla. yazın yakıcı güneşinin kendini göstermesine 5 saat vardı daha fethiye'nin çalış sahilinde yürüyen insanlara. küçük mahmut yanına gitti köşe başında muhabbet eden biri genç biri yaşlı insanın yanına ve sordu daha önce binlerce kez sorduğu soruyu onlara."boyiyim mi ağbi?". duymamıştı ikisi de soruyu kendi aralarında derin bir tartışmanın içindeydiler. "dayı ben daha atatürk'ün kim olduğunu bilmiyorum sen bana marx'dan engels'den bahsediyorsun. bahsetsene bana kaos dan, karmaşadan, yıkımdan". yaşlı dayı kalakaldı öyle dikildiği yerde ve gözleri kaydı küçük mahmut'a. tekrar sordu mahmut, "boyiyim mi ağbi?". yaşlı dayı elinde tuttuğu poşetten bol susamlı bir simit çıkardı ve "vay benim genç emekçim, sabahın bu saatinde sırtlamışsın sırtındakini fakat karnın aç gönlün yorgun, fakat yeneceğiz bu sistemi birlikte yeneceğiz" dedikten sonra verdi simiti mahmut'a. mahmut istekli fakat tereddütlü bir bakıştan sonra aldı simidi ve başladı yemeye. ayrıldı mahmut yanlarından, bıraktı onları şiddetli tartışmaları ile başbaşa.
    yürüdü mahmut, devam etti hergün yaptığı aynı yolculuğuna. yanından geçtiği her bir restonanın içindeki bıkkın komiler, boş sandalyelere minderleri atıp yerleri süpürerek hazırlık yapıyorlardı, gelecek turistlere hizmet adına. ilerledi ilerledi, simidini yiyerek. yolun ortasına biri yatmıştı. dün gece çok içmişti, yolun ortasında sızmıştı sanki, öyle bir hali vardı, mahmut öyle sanmıştı, yanından geçti gitti. arkasından bağırdı ayyaş, "sen de mi boyacı çocuk, sen de mi?" mahmut arkasını döndü, "boyiyim mi ağbi?" diye sordu adama bağırarak. adamda geri bağırdı küçük mahmut'a "gibtir git lan küçük bin". mahmut tepkisiz döndü geri ve devam etti yürümeye.
    küçük mahmut, ileriden gelen turist kafilesine baktı. önlerinde bir rehber, polonyalı turist kafilesine anlamsız şeyler söylüyordu. mahmut, anlamsız buluyordu. rehberin yanına gitti, "boyiyim mi ağbi?" rehber, "yok istemez. hem boya boya nereye kadar, bıkmaz mısınız lan siz hiç? sabahın ilk saatinde başla boyamaya, akşama kadar mlletin ayakkabısını boya, çekilmez lan böyle hayat. bas git gözüm görmesin senin gibileri bi de duygu sömürüsü yapıyo." mahmut bunun üzerine ölen babasının vefatı sırasında ona verdiği içinde tek mermi olan silahı çıkarttı ve rehbere doğrulttu."söyle az önce söylediklerinde ciddi miydin!" rehber şaşırmış ve korkmuştu."ben, ben özür dilerim öyle demek istememiştim." mahmut "öyleyse neden böyle dedin!" rehber. "çünkü bizi böyle yaptılar, emekçiyi ezmemizi emrettiler, emeklerini sömürmeyi, insanları insanlıktan çıkarmayı öğrettiler". mahmut, silahını indirdi ve polonyalıların şaşkın bakışları ile yürümeye devam etti.
    mahmut'un geride bıraktığı turist kafilesinin içindeki polonyalı bir kadın, "nasıl bir ülkedeyiz biz, küçücük bir çocuk neden yokken rehberimize silah doğrulttu, küçücük çocuk da silah ne arıyordu acaba, bir an önce güzel ülkeme dönmek istiyorum, orda en azından bu tarz olaylar olmuyor, hayatımız bir nebze olsun güvende" diye düşündü.
    mahmut, çok yürümüştü. acıkmıştı. geri dönüp kendisine simit veren yaşlı adamdan biraz daha simit alabileceğini düşündü. geri dönüş yolunda, polonyalı turist kafilesinin yerde yatan ayyaşın etrafını sarmış olduğunu gördü küçük mahmut. ayyaş artık yatmıyordu, ayaktaydı, insanlara bağırıyor, anlamsız sözler söylüyordu. "siz yoksunuz lan hiçbiriniz, yalansınız gerçek değilsiniz, bu insanlar, bu restorantlar, bu kumsal, bu deniz, hepiniz sahtesiniz lan, sürüsünüz hepiniz, emredileni yapıyosunuz, hiçbirinizin ismi yok, şişme bebeklersiniz lan". gitti mahmut ayyaşın yanına, bu sinirli adamı sinirden kurtarmak istedi belki, belki de daha fazla sinirlendirmek, çıkardı silahı yeniden ortaya, bu sefer doğrultmadan kimseye, sadece verdi ayyaşın eline ve ne yapacağını beklemeden kaçtı oradan ve hızla uzaklaştı. arkadan bir silah sesi ve insanların çığlıkları. kimin öldüğünü bilmiyordu ve umursamadı, çığlıklar arttı, insanlar kalabalıklaştı, bağırışlar havada asılı birer fısıltı olana kadar koştu sahil boyunca.
    artık çok yorulduğunda, ne kadar koştuğunu unutarak bir anda kumsalın üzerinde, denizin çok yakınına kurulmuş sarı bir çadır gördü mahmut. yaklaştı çadıra, fermuarı açıktı çadırın ve denize bakıyordu, içeride bir kadın ve iki erkek sevişiyordu. yaklaştı çadıra uzattı kafasını içeri ve sordu "boyiyim mi ağbi?". ara verdi işlerine rasta saçlı hippiler, aldılar küçük mahmut'u içeri. kadın konuştu " gel bakalım küçük dostum, ama bırak bu işi arın bizimle beraber, önce al bu kağıdı, yapıştır boynuna, sonra bekle, tanrıça alice, dönene kadar harikalar diyarından, gelecek ve seni de zütürecek harikalar diyarına". ayakkabı boyacısı mahmut, aldı bir pul kadar büyük kağıdı ve yapıştırdı boynuna. sonra çıktı çadırın dışına ve bekledi bahsedilen tanrıçanın geliş anını.
    ben diyeyim yazıyla 10, siz diyin rakamla on beş dakika sonra, küçük mahmut gördü denizdeki küçük kıpırdanmayı. küçük kıpırdanma yavaş yavaş büyüdü, büyüdü ve artık küçüklüğünü yitirdi. denizin içinden dev bir deniz atı çıktı, mahmut, görüyordu bunu, deniz atının kafasının üzerinde turuncu saçlı bir kadın, tanrıça alice, seslendi tanrıça, küçük mahmut'a, gizemli ses tonuyla, " mahmuuuut, benimle gel, harikalar diyarına, orada boyayamayacağın kadar çok ayakkabı var, içleri para dolu, istediğin kadar boya ve istediğin kadar kazan. orada kaos var, sistemler yok orada, parçalanmış tüm otoriteler ve sınıflar, kalmamış hiyerarşi, yıkılmış hapishaneler, mahkemeler, tiranlık yok ve dejenere olmuş sözler, kişiler ve birbirine yabancı insanlar." küçük mahmut, anlamadı sözlerini tanrıçanın, ama güzeldi tanrıça ve annesine benzemiyordu. yaklaştı yavaş yavaş tanrıçaya, suya bir adım, iki adım ve daha fazla adımlarla gömüldü ama yaklaşmaya çalışıyordu dev denizatına. en sonunda çıktı o da denizatının tepesine ve sarıldı tanrıça alice'e. denizatı suyun içine gömüldü yavaş yavaş, derinlere daldı ve kayboldu kafasının üzerindeki tanrıça alice ve ayakkabı boyacısı mahmut ile beraber.
    küçük mahmut, suyun içinde boğularak öldü. fakat güzel bir halüsinasyonun içinde, mutlu ve arınmış bir halde
    Tümünü Göster
    ···