/i/Hikaye

Herkesin bir hikayesi var, ya senin hikayen nedir?
    başlık yok! burası bom boş!
  1. 26.
    +1
    Annem ağlamasını durdurmaya çalıştı. Omzuna dokundum. Artık ne olacağını bilmiyordum. Umrumda da değildi. Burada onlarla birlikte ölmek, ölmezsem duyabileceğim acıyı unutmak istiyordum. Ben bunları düşünürken annemin kucağında teni neredeyse şeffaflaşmış olan Masal aniden gözlerini açtı. Gözleri maviydi. Böyle olmaması gerekiyordu. Sanki gökyüzünü içmişti. Dönüşmüştü. Annemin üstüne atlayıp Masal'ı-korkunç zombiyi ondan uzaklaştırmaya çalıştım. Masal kusarmış gibi sesler çıkararak ayağa zıpladı ve annemi bacağından yakaladı. Annem çığlık atıyordu. Ben de onu çekmeye
    çalışıyordum. Bağırıyor, Masal'a vurmamak için kendimi zor tutuyordum. Dönüştüğü şey hala ona benziyordu. Kendi kendimle çelişiyordum, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bu sırada dikkatim dağıldı ve Masal, annemi bacağından ısırdı.
    "Anne!!!"
    "Savaş! Senden bir söz istiyorum. Bana söz vermelisin."
    "Anne... "
    "Ölme! Hayatta kal. Savaş."
    "Anne lütfen... "
    "Sus. Git lütfen. Git!"
    Annem beni kapıya doğru itti. Ona son bir kez baktım. Masal'a... Kapıyı hızla çekip cehenneme çıktım. Söz veriyorum anneciğim. Söz.
    ···
  2. 27.
    +1
    Gözlerimden akan yaşlar yavaşça yanaklarımdan süzülürken Özgür'ün üstüne atlamış olan zombiye silahımın arkasıyla vuruyordum. Vuruyordum... Vuruyordum... Yüzlerce kez vurmuş olmalıydım. Özgür'ün üstüne eğilmiş onu ısırıyordu. Onu... Onu yiyordu. Ve ben sadece vuruyordum. Her yer kan olmuştu. O karmaşanın içinde üstüme atlayan
    diğer aylakları tekme tokat etrafa fırlatıyordum. O adrenalinle ben bile şaşırmıştım ne yaptığıma. Ağlıyordum, bağırıyordum ve tüm güçümle vuruyordum. Sonunda yaratığın kafası dağılmış ve vücudu parçalara ayrılmıştı. Görüntü midemi bulandırdı. Ama kusmadım, kendimi tuttum. Umrumda değildi. Şuan ölsem umrumda değildi. Şuan diğerleri ölse umrumda değildi. Şuan lanet zombilerden biri kolumu ısırsa ve beni yemeye başlasa da umrumda değildi. Özgür... Özgür'üm ölmüştü. Ve ben şimdi fark ediyordum ki; sayılı günler içinde onu sevmiştim. Onu gerçekten sevmiştim. Kardeş gibi, eş gibi... Ne gibi kim gibi olduğunu umursamadan sevmiştim. O, bana aptal dünyaya olanlardan
    sonra, güçsüz bedenlerimizin yaratıklara dönüşmesine izin vermezken tekrar sevebilmeyi öğretmişti. Ve bir daha hiçbir şeyi sevemeyecek olsam da umrumda değildi. Onu kaybetmiştim. Zombiyi yavaşça kenara ittim. Yediği şey, küçük Özgür'ün bedeni, kanı, her yerine bulaşmıştı. Şimdiden koku etrafa yayılmıştı. Öğürerek iteklemeye devam ettim. Özgür'den her ne kaldıysa görmek istiyordum. Yüzü, saçları, gözleri...
    Belki hastalıklı bir düşünceydi bu. Ama ne kaldıysa görmeliydim.
    Zombilerin parçalanmış vücutları tamamen kenara kaydığında önümde yatan şeye baktım. iç organları dışarı çıkmış, akan kan zeminde değişik yollar izlemişti. Geriye nerdeyse hiçbir şey kalmamıştı. Ama bu beden... Olması gerekenden biraz daha büyük gibiydi.
    Ve tüylü. Ve toynakları vardı. Özgür değildi.
    Zombilerin yediği şey, Özgür değildi. Yerde yatan belli ki Özgür'ün lamasıydı.
    "Savaş!" Sesi duymamla arkamı dönmem arasında geçen zaman, ışık hızından bile hızlı olabilirdi. Mavi gözlerini görür görmez ona koştum. O da gelip üstüme atladı. Sıkıca kucakladım. Korkmuştu ama ağlamıyordu. Oysa ben ufacık bir çocuk gibi ağlıyordum. Ayaklarını yere bastı. Yanaklarımı okşamaya başladı. Ölmemişti. Yaşıyordu. Ve ben hem
    korkmuştum hem de üzgündüm. Ağlamamı durduramıyordum. Eğilip ona karnından sarıldım. Kafamı göğsüne koydum.
    "Öldün sandım... Öldün sandım... " Yüzümü kollarıyla sıkıca sarıp beni göğsüne bastırdı.
    "Şşşt geçti... " Saçlarımı, yüzümü, yanaklarımı okşamaya devam etti. O an belki de zombiler yakınımıza yaklaşıyorlardı fakat onlarla uğraşmak istemiyordum. Özgür yaşıyordu. Onu daha da sıktım. Ne kadar çok ağladığımı önemsememeye başladım. Ağzım burnum birbirine karışmıştı zaten. Burnum akıyordu. Bebek gibi sesler çıkarıyor olmalıydım. Öyle
    eğilmiş, iki büklüm bir halde karnına sarılıyordum. Dışarıdan garip göründüğümüze eminim. Ama artık normal olan ne vardı ki? Özgür benim sesim kesilir gibi olunca kolunu gevşetti ve beni kaldırdı. Vücudumu dikleştirdim, ona sarılan kollarımı çözdüm. Beni kolumdan tutup kimsenin göremeyeceği ve zombilerin olmadığı bir yere çekti. Masmavi gözlerine baktım. Onun da gözleri dolmuştu. Yine yanağımı okşadı.
    "Burdayım."
    "Burdasın."
    "Çok mu korkuttum?" diye fısıldadı.
    Kafamı salladım. Burnumu çekiyordum. Diğer elini de öbür yanağıma koydu. Yüzüme iyice yaklaştı. Baş parmaklarıyla dudaklarımı okşadı. Yüz hatlarımı inceliyordu. Sanki yüzümün her yerine, her noktasına bakmak zorundaymış gibi. Sonra bir anda, dudaklarımı okşayan parmaklarının yerini sıcacık dudakları aldı. Beni öpüyordu. Ağlamaktan ve titremekten kendimi toparlayamayacağımı bildiği için yüzümü ellerinin arasında iyice sıkmıştı.
    Öpüşmemize o yön veriyordu. Bir elini boynuma doladığında kendime gelmiştim. Belinden tutup kendime iyice yaklaştırdım. Bunun olmasını uzun bir süredir istiyordum. Ve şimdi, o yumuşacık dudakları benimkilerle birleşmişti. Dünya gerçekten durmuştu sanırım.
    Birbirimizden ayrıldığımızda ağlamam kesilmişti. Ama yüzümdeki gözyaşlarının tuzlu tadının Özgür'ün ağzında olduğuna emindim. "Hiçbir yere gitmiyorum." dedi. Gülümsedi. Ne o boynumdaki elini çekmişti ne de ben belindeki elimi. Öylece kalmıştık birkaç dakika.
    Benim susuyor olmamın sebebi üst üste yaşadığım şoklardı. Önce öldüğünü sanmam, sonra yaşadığını öğrenmem, sonra öpüşmemiz. Onun yaptığı gibi yüzünü inceledim ben de. Kahverenginin en güzel tonundaydı saçları. Çocuksu yüzü, mavinin mükemmeliğiyle birleşmiş ve dünyadaki en güzel kızı yaratmıştı. Burnu, çenesi, dudakları... Hepsi sanki
    ünlü bir ressamın paletinden çıkmış boyalar gibiydi. Dakikalarca burun buruna bakışmamızdan sonra sessizliği bozan o oldu:
    "Gidelim mi?"
    Kafamı sallayıp elinden tuttum. Saklandığımız yerden çıktık. Lama kalıntılarını yiyen birkaç aylak hariç hiçbir şey kalmamıştı çiftlik kapısının yakınlarında. Dikkatleri incin olduğu için koşarak yanlarından uzaklaşabildik. Kemal ve diğerleri çoktan kapıdan çıkıp gitmiş olmalıydı. Olan hiçbir şeyi görmemişlerdi. Biz de nihayet kapıdan geçtik ve boş
    yolda koştuk. Sonra hayatımızı kurtaran bir ses duyduk. Korna. Caner'in minivanına ulaşabilmiş, bizi almaya gelmişlerdi. Yanımızda durdular ve kapı açıldı. Kemal ve Elena
    kollarımızdan tutup bizi minivana çektiler. Ve Caner arabayı hızla depoya doğru sürmeye devam etti.

    ---
    Elbette onu öldürmedim.
    Tümünü Göster
    ···
  3. 28.
    -1
    Başlık ✅
    Entry ✅
    Resim✅

    Kesin önüncü yada oybirinci
    ···
  4. 29.
    +1
    Alnımdaki silahın soğukluğu bir anda titrememe neden oldu. Tamam, kabul, beklediğim tepki bu değildi. Kızacağınıdüşünüyordum ama minivanını ödünç aldık diye alnımıza silah dayamaya kalkacağı aklıma gelmezdi. Berkay, Salih ve Cemre'yi gördüğüne sevinmiş bile görünmüyordu Bora. Ya da getirdiğimiz yiyeceğe. Diğer elinde de diğer silahını
    tutuyor, Caner'e nefret kusan bakışlarla bakıyordu. Caner ellerini yukarı kaldırdı. Bir şeyler söylemek istedi ama Bora izin vermedi. Burada işlerin nasıl yürüdüğüne dair bilmem gereken çok şey vardı sanırım. "Yürüyün." dedi Bora. Yanında Ozan'ın da dikildiğini ve Kemal'e silahını doğrulttuğunu gördüm. Biraz arkaya baktığımda Turgut'u da gördüm. Yüzünde Ozan'ınkinden farklı bir ifade vardı. Ozan kalpsizce bakarken, Turgut daha
    çok "Üzgünüm, sadece bana denileni yapıyorum." der gibi bakıyordu. Gözlerimi hafif çevirip Özgür'ü yokladım. Korkmuş görünüyordu ama daha genç bir kız olduğu için onu aynı şekilde karşılamamışlardı. Onlara arkadaşlarını geri getirmiştik, sinileriyle bunu bile görmezden gelebiliyorlardı. Ayrıca Ozan, Özgür'ü kaçırdıklarında veda ederken ona
    sarılmıştı. Şimdiyse bizi itekleyerek içeri sokuyorlardı. Girdiğimizde bütün depo halkının girişte bizi beklediğini gördüm. Bora onları bizim davranışlarımız karşısında aldığımız cezayı görmemiz için çağırmış olmalıydı. Bora... Kalabalığın karşısında ayakta durduk. Alp'le göz göze geldik. Çenesi gerilmiş, kaşları çatılmıştı. Gözlerinde korku vardı. Diğer insanlara baktım. Çiçek abla, Mustafa amca... Hepsi şaşkındı. Bir gün içinde geri döndüğümüze mi, minivanı çaldığımıza mı, Salihlerin takımını geri getirdiğimize mi yoksa hayatta kalmayı başarabildiğimize mi şaşırmışlardı, bilmiyordum. Ama o kadar insanın karşısına bu şekilde silah zoruyla çıkmak küçük düşürücüydü. "Siz kendinizi ne sandınız bilmiyorum ama burası BENiM evim!" diye bağırdı Bora. Karşımdaki insanların bazıları ben,
    Caner, Özgür ve Kemal'e acıyarak bakıyorlar, bazıları da arkamızda durmuş Bora'yı sakinleştirmeye çalışan Salih ve Berkay'ı izliyordu.
    "Bora, bırak da konuşsunlar."
    "Gittiğinden beri kuralları unuttun sanırım. Kapat o çeneni ve yapacaklarımı izle." dedi Bora Salih'e. Salih bir adım geri çekilde ve bir daha konuşmadı. Cemre'nin depodaki arkadaşlarına sarılmak için koştuğunu gördüm. Herkes onları öldü sanmıştı. En azından Cemre seviliyordu. Onlar kucaklaşırken tekrar Özgür'ü kontrol ettim. Bir bana bir Kemal'e bir de Caner'e bakıyor, olacakları kestirmeye çalışıyordu. Bora 'yapacaklarım' derken neyi kastetmişti acaba?
    Doğrudan gözlerime baktı. Sanırım yapacaklarını şimdi öğrenecektik.
    Ozan'a başıyla bir hareket yaptı. Ozan yavaşça onaylarken kafamın arkasında bir acı hissettim. Özgür'e bakmaya çalıştım fakat gözlerim kararmıştı, kafamı nereye çevirsem renkli noktalar görüyordum. Bacaklarımın kontrolünü kaybetmiştim. Yere düşerken Bora'nın az öncekine göre biraz daha sakinleşmiş sesini duydum:
    "Burada, depoda, kurallara uymayanları kendimizce cezalandırırız. Karanlık Oda'yla tanıştığınızı sanmıyorum. Ozan, lütfen onları odaya zütür."
    ---
    Kulaklarımı tiz bir çığlık tırmaladı. Hareket etmeye çalıştım. Bir yere oturtulmuştum. Bacaklarımı hareket ettiremiyordum. Kollarımı da. Gözlerim karanlığa alıştığında küçücük bir ışık vücudumu görebilmemi sağladı. Bağlanmıştım. Kollarım da bacaklarım da iplerle bağlıydı. Soğuk, beyaz zeminde oturuyordum. Neden depoda böyle bir yer vardı,
    bilmiyordum ama burada daha önce neler yapıldığını kesinlikle öğrenecektim.
    Neler olduğunu hatırlamaya çalışırken kafamın arkasının sızladığını hissettim. Kolumu zütürüp ovalamak istiyordum ama bırakın ellerimin serbest olmamasını, yerimden kıpırdayamıyordum bile. Belim de ağrıyordu. Ne kadar zamandır burdaydım acaba?
    Özgür? Özgür nerde? Çığlık tekrar duyuldu. Kız sesiydi. Karanlığa doğru baktım ama etraǓa küçücük bir noktayı bile görmeye yetecek kadar ışık yoktu. Ne yapacağımı bilemeden, küçücük bir umutla karanlığın içine doğru seslendim:
    "Özgür?" Cevap beklediğim süre olan bir saniyenin onda biri, sanki yıllar gibi gelmişti.
    "Savaş?"
    "Burdayım. iyi misin?"
    "Ah, Savaş!" Birkaç tıkırtı duydum. Sonra onun arkasından tak tak sesleri...
    Tak, tak, tak...
    Sandalyesiyle birlikte yanıma yaklaşmak için zıplayan birini görür gibi oldum. iyice yaklaşınca seçebildim.
    "Lanet olsun. Özgür... " Tahta bir sandalyeye bağlanmıştı. Gözünün altında, sol elmacık kemiğinin üstünde ortası hafifçe sarılaşmış bir morluk vardı.
    "Bunu kim yaptı?"
    "Ozan sana vurduğunda... Dayanamadım. Ona saldırmaya çalıştım."
    "Onu öldüreceğim... Onu mahvedeceğim... " Evet, bu uzun zamandır aklımda olan bir şeydi.
    "Savaş... " Sandalyesini yavaşça eğdi ve koluyla omzuma sürtündü. Başımı karnına koydum.
    "Başka bir şeyin yok, değil mi?"
    "Yok. Sen nasılsın?"
    "Sinirli. Öfkeli." dedim. Burnumdan hızlı hızlı nefesler almayı durduramıyordum. Bora ve Ozan. Onları öldürmeliydim. Şuradan çıktığım anda. Elime geçen ilk öldürücü aletle.
    Neler söylüyorum? Bora ya da Ozan'ın beni duyabilecek bir yerde olmasını umarak bağırdım:
    "Aptal herif! Buradayım. Hadi, yüzünü göster!"
    "Savaş, iyi misiniz?" Gelen cevap Kemal'dendi. Demek o da buradaydı.
    "iyiyiz."
    "Caner de burada. Ayağımın ucunda. Kötü dövmüşler sanırım. Daha ayılmadı."
    "Onun yüzünden buradayız." Doğruydu. Minivanı o çalmıştı. Bu lanet karanlık odada olmamızın tek suçlusu oydu. Ama belki çalmasaydı hayatta olmazdık. Bu adama karşı nasıl davranmam gerektiğini gerçekten bilmiyordum. Aynı Kemal'in etrafındayken Özgür gibi. Ama şuan karanlıktaydık ve Kemal, Özgür'ün kucağına yattığımı göremezdi. Bir ses duydum. Galiba kapı açılmıştı.
    "Uyanmışsınız."
    Bora. içeri doğru yürüyordu.
    Kör bir insan gibi, yapılan işleri seslerinden anlamaya başlamıştım. Anlayabileceğim şeyler yaptığı sürece şikayet etmeyecektim.
    "Ozan. Işıklar." Işıklar teker teker açılırken gözlerimi kıstım. Görüşüm netleştiğinde kendimi toparlayıp etrafa bakındım. Işıklar açıkken, adının aksine Aydınlık Oda'ydı burası. Etraf bembeyaz fayanstı. Duvarlar, zemin, tavan. Beyazlığı bozan tek şey, kenarlardaki demir masalar, sandalyeler ve tavandan aşağı sarkan askılardı. Burası... Mezbahayı andırıyordu.
    Daha dikkatli bakınca masaların üzerindeki kırmızı lekeleri gördüm. Burası tam anlamıyla mezbahaydı. Kafamı çevirip Bora'ya baktım. Aklımda bir sürü soru vardı. Neden suçlu Caner'ken biz de buradaydık? Bize ne yapacaktı? Ne zaman bırakacaktı? Neden bu kadar sinirlenmişti? Ama kafamı ona çevirince elinde gördüğüm cisim yüzünden sorularımı bir anda unuttum. Elinde kasap bıçağı tutuyordu.
    Tümünü Göster
    ···
  5. 30.
    +1
    Bu tarz başlıklar sabah gelenlerle tutar burda az kişiyiz amk
    ···
  6. 31.
    +1
    siz şimdi sabah gelip "oo trend" olmuş diye okuycaksınız ya bunları, biz siz uyurken burdaydık takkafalar
    ···
  7. 32.
    +1
    Buradayız panpa sabaha trend olur tabi binlik yapmazsan
    ···
  8. 33.
    +1
    Ölecektik.
    "Şşt, hiçbir şey olmayacak merak etme." Masal'ın gözyaşlarını sildi.
    "ilacı bulunur mu? Bulunur mu anne, ha?"
    "Bulunur tabii. Sadece bir süre burada birlikteyiz. Güçlüdür bizim bağışıklığımız, merak etme."
    Camları kapattım, kapıları kilitledim. Annem televizyonun başından ayrılmıyor, kanalları her saniye değiştirerek çizgili ekrandan başka bir şey arıyordu. Aklıma dedemin eski radyosu geldi. Koşup dolaptan aldım, içeri getirdim, düğmesine basıp açtım. Tam sinyal alınamıyordu, en sonunda kısık bir sesle uyarı veren bir adam duydum.
    "... Ne yaparsanız yapın... Evlerinizden ayrılmayın... Birlikte durun... " Dediklerinin ancak bu kadarı anlaşılıyordu. Masal yine ağlamaya başladı. Annem onu kollarına aldı.
    Birkaç saniye kızına sarıldı. Sonra durdu.
    "Masal?" dedi. "Neden bu kadar soğuksun?"
    "Be-ben bilmiyorum. iyi hissetmiyorum."
    Annem sessizce dönüp bana baktı. Yüzünde acıdan başka bir şey yoktu. Gözlerinden birkaç yaş damladığını gören Masal kendini tamamen bırakıp çığlıklar atarak ağlamaya başladı. Ayağa kalktı, tepiniyordu:
    "Ölmek istemiyorum. Ístemiyorum. Ölmek istemiyorum." Annem onu durdurmaya çalıştı. Kollarını tutamıyordu. Masal yerinde durmuyordu. Annem zorla yakalayıp omzuna yatırdı onu. Sakinleşene kadar saçlarını okşadı. Nasıl gerçekleştiğini bilmiyorum. Birkaç dakikalığına zaman yavaşlamıştı sanki. Masal'in elini sıkıca tuttum.
    Bulaşacaksa bize de bulaşmıştı çoktan. Umrumda bile değildi. Kardeşimi kaybediyordum. Rengi kar beyazdı. Elimi sıktı. Hemen sonra kafası düştü. Annem kafasını kaldırıp yüzüne baktı. Ölmüştü.
    ···
  9. 34.
    0
    Haritadan pek bir şey anlaşılmıyordu. Herkes buruşuk kağıtları eline alıp biraz evirip çevirmişti fakat bir yerden sonrası tamamen yanlıştı. Dolaşıp dursak da işaretli yere bir türlü gelememiştik. Bu yüzden arabadan inmek zorunda kaldık. Dört kişi ıssız yollarda elimizden geldiğince ses çıkarmamaya çalışarak yürüyorduk.
    "Depodakileri sevdin mi?" diye sordu Caner Özgür'e. Bu çocuk asla akıllanmayacaktı. Özgür'ün onunla ilgilenmeyeceğini anlamıyordu.
    "Evet, önceden görmediklerimle de tanıştım, herkes iyi insanlar."
    "Seninle birlikte yaşamak güzel."
    Bu çocuk ağzının ortasına bir yumruğu daha hak ediyordu. Ama bu sefer yumruk atan kişi ben olmalıydım. Sinirimi dışa vurmak istiyordum.
    "Ee, Caner? Anlat bakalım, nedir bu iyilik meleği tavırları?" diye sordum. Minivanı çalması iyi bir şeydi, bizi ölüme terk etmemişti. Ama bunu neden yapmıştı?
    "Senin de söylediğin gibi Savaşcığım, ben senin iyilik meleğinim." Sınırlarımı zorlamak için yaratılmış olmalıydı.
    "Bir şeyi sadece iyilik olsun diye yapacak bir insan değilsin. Bunun karşılığında ne isteyeceksin?"
    "Bir şey istemiyorum. Bak, tanışmamız iyi olmayabilir ama ben sadece Bora abinin emirlerini uyguluyordum. Yoksa Özgür'ü neden kaçırayım ki? Onu sevdim."
    "Ama şimdi Bora'nın emirlerine uymuyorsun."
    "Evet, kuralı çiğnedim. Ama hayatınız söz konusuydu. Of, bir teşekkür yeterdi. " diyerek konuyu kapattı. Dediklerinin hiçbir kelimesine inanmamıştım. Bence o yalancının tekiydi. Ama onu benim kadar iyi göremeyen biri karşıdan doğru söylediğine ve tamamen güvenilir biri olduğuna inanırdı. Saatlerce yürümüştük. Suyumuz bitmişti ve acıkmıştık da. Kim bilir minivanla aldığımız yolu ve bu yolu topladığınızda kaç kilometre ederdi. Bir saat daha yürüyüp sonra geri dönmek için sözleşmemizden 10-15 dakika sonra yolun sonunda
    bir süpermarket göründü. Özgür sevinç çığlıklarıyla Kemal'e sarılmıştı. Herkes gülümsüyordu. Süpermarkete girdik, ilk olarak su bulmak için içecek reyonuna gittim. Etraf yağmalanmıştı. Hiç su yoktu.
    "gibtir."
    Özgür, Caner ve Kemal, yerde buldukları gofret gibi şeyleri çantalarına atıyorlardı ama yetmezdi ki. Salgın başladığında market yağmalanmış ve her şey çalınmıştı. Özgür derin bir of çekip dizlerinin üstüne düştüğünde yüzündeki hayalkırıklığını yakalamıştım. Böyle olmamalıydı. Buraya kadar gelmişken böyle bitmemeliydi. Derken... Aklıma yine bir fikir geldi.Ben ve fikirlerim. Süpermarkette kısa bir dolanmadan sonra "Sadece personel girişidir." yazan kapıyı bulup ittim. Karşıma merdivenler çıkmıştı. Merdivenleri atlayarak indikten sonra yolun sonunda iki kapı gördüm. Birini açtım ve baktım, personel
    tuvaletiydi. Diğerini ittim fakat açılmadı. Etrfa kapının cdıbını kıracağım bir şey var mı diye kontrol ettim. Acil durumlarda kullanılması için duvara asılmış baltayı gördüm. Elime aldığım gibi kapıya geçirdim. Kalın cam parçalara ayrılmıştı. Ve sonunda girdiğim odanın tahmin ettiğim oda olduğunu görünce gülümsememi tutamadım. Stokların
    tutulduğu depo. Raflar ağzına kadar yiyecek paketleriyle doluydu.
    Koşup takıma haber verdim. Yarım saat sonra karnımız, çantalarımız ve ellerimizdeki poşetler dolmuş halde süpermarket kapısından çıktığımızda dışarıda bizi neyin beklediğinden haberimiz yoktu. Aylaklar. Herhangi bir şeyin sesini duymuş olabilirlerdi. Özgür'ün sevinç çığlığı, benim baltayla camı kırma sesim. Bizi ele veren her neydiyse sonumuzu hazırlamıştı. Ve herkesin eli kolu dolu, keyfi yerinde olduğundan kimse silahını eline almayı akıl edememişti. Yem gibi kalmıştık yani ortada. Hızlıca saydım, 13 tanelerdi. Tabancam elimde olsaydı bu mesafeden birçoğunu saniyeler içinde haklayabilirdim.
    Yakındalardı. Caner ve Özgür daha geriden geldikleri için avantajlıydılar. Poşetlerimi yere bıraktım, koşmaya, bir andan da cebimden silahımı çıkarmaya çalışıyordum ama sırtımdaki ağırlıkla çok zor oluyordu. Sonunda çantamı da bırakmaya karar verdim ve onu yere koyup kafamı kaldırdığım anda yaratıkla gözgöze geldim. Zombi! Hemen önümdeydi. Ellerini bana uzattı ve kollarımdan tuttu. Yüzüme doğru bağırıyor, pis salyasını üzerime akıtıyordu.
    Omzuma doğru uzandı. Dişlerini geçireceğini biliyordum. Ölüme daha önce hiç bu kadar yakın olmamıştım. ilk defa tam anlamıyla ölmek üzereydim ve başka bir şey düşünmüyordum. Yapacağım hareketlerin bir anlamı olmayacaktı. Onu
    vurmak için yanlış bir pozisyondaydım ve kurtulamayacaktım. Acının gelmesini istiyordum. Ya da beyaz ışığın. Gözlerimi kapattım. Bekledim. Anneme söz vermiştim. Bekledim.
    Sözümü bozacaktım. Ve üstüme bir anda bir ağırlık çöktü. Beklediğim şey bu değildi. Belki bir üşüme hissi olurdu, ya da o keskin acı. Ama hiçbiri yoktu. Sadece ağır bir şey hissediyordum. Gözlerimi açtım. Koyu mavi gökyüzünü gördüm. Zombi, üzerime düşmüştü. Vücudundan sızan iğrenç ötesi sıvı bedenimi kapladı. Berbat kokuyordu. Etrafıma bakıp olanları idrak etmem birkaç saniyemi aldı. Biri bana saldıran zombiyi vurmuştu. Fakat Caner de Özgür de Kemal de benim yanımda değillerdi. Kafamı kaldırdığımda daha önce
    görmediğim bir yüzle karşılaştım. Uzun boylu esmer adam elini uzattı:
    "Ben Salih."
    Tümünü Göster
    ···
  10. 35.
    0
    Wattpad den okuyun adı bile aynı aq
    ···
  11. 36.
    0
    okurken the last of us oyununu hatırlattı lan vay amk
    ···
  12. 37.
    0
    Ozguru neden oldurdun fitratini gibiyim ya caner olseydi
    ···
  13. 38.
    0
    Lan özgürü neden öldürdün olm ya
    ···
  14. 39.
    0
    Özgür ölmedi oly be oly
    ···
  15. 40.
    0
    "Neden burdayız?" diye sordu Özgür."Şşşt, onları korkutacaksınız." dedim ve elimle susmasını isteyen bir işaret yaptım. Çizliğin çok fazla zaman geçirmediğim bir bölümündeydik. Lamalarla aramızda tahtadan yapılmış kocaman bir kapı vardı. Herkesin sessizce peşimden gelmesi hoşuma gitmişti. ilk defa beni lider olarak görüp beni takip etmişlerdi. Bu iş Kemal'e aitti, bunu biliyordum ve bir şikayetim de yoktu elbette. Ama yine de dikkat edilen kişi olmak hoştu işte. Hayatının %50'sini ders çalışarak, %30'unu resim karalayarak, kalan %20'sini de ailemle takılarak ve biraz da olsa arkadaşlarımla ilgilenerek geçirmiştim. Ailem normal yaşantısındaydı. Öyle abartarak anlatacağım maceralı bir hayatım olmamıştı. Ne içkisi elinden düşmeyen annemin eve attığı erkeklerle uğraşmam gerekmişti ne de kız kardeşimin uyuşturucu problemiyle. Kendi halimizde yaşamıştık işte. Bu olayların başlaması, onca kan, vahşi olaylar... Beni belki de kan görmekle bir sorunum olmadığı için, belki de sınırlı sayıya sahip arkadaşlarımın sürekli bahsettiği video
    oyunlarına alışık olduğum için öyle fazla etkilememişti. Fakat aramızda iki bayan, bir de küçük çocuk vardı. Dayanabilecekleri şeylerden çok daha fazlasına dayanmışlardı bile. Bu yüzden akıllıca düşünüp onlara yardım etmek bize düşüyordu. Lise ve üniversite öğretmenlerimin ortak fikrine göre zeki bir çocuktum. Pek ukala bir tip olmasam da
    normal bir insandan akıllı olduğum bir gerçekti. Tıp okulunu kendimi parçalayarak değil de beynimi kullanarak kazanmıştım. Çok konuşmamam ya da sosyal bir hayatımının olmaması, olaylar karşısında eli kolu bağlı kalacağım anldıbına gelmiyordu. Benim de fikirlerim vardı. "Savaş... " dedi Kemal. "Umarım düşündüğüm şeyi düşünmemişsindir."
    "Ne düşündüğüne bağlı." dedim krem rengi lamayı okşarken. Hayvan bana tükürecek diye korkmuyor değildim. Fakat dışarıda çok daha korkunç yaratıklar vardı. Bunlar bizim tek çaremizdi. Özgür bana garip garip bakarken aklımı kaçırmış olduğumu düşünüyor olmalıydı. Lamayı okşamaya devam ederken Alp'in hızla arkamdaki lamanın üstüne atladığını gördüm. "Harika bir şey!" dedi sarışın çocuk. Tüylü hayvana kollarını sımsıkı sarmıştı. Eğer bu ilginç hayvanlar bizi yarıyolda bırakmazlarsa aylakları böyle atlatabilirdik. Aramızda çok şişman biri olsa belki onu taşıyamazlardı fakat kilolu biri
    yoktu aramızda. Özgür'ün lamaya binmesine yardım etmek için bir adım atmıştım ki Caner'in benden önce davranmış olduğunu gördüm. Özgür'ü kalçalarından tutup itiyordu. Gidip müdahale etmek istedim fakat çok yanlış bir zamandı. Özgür de çok zorlanmadan binmişti zaten. Ben de seçtiğim bir lamaya atladım. Kötü kokuyordu, Özgür'ün saçlarını koklamayı tercih etsem de, henüz böyle böyle seçeneğim yoktu. Önce onları kurtarmalıydım. Nihayet ahırdan çıkıp yavaş yürüyen lamalarla çizlik kapısına ilerledik. En önde ben vardım. Hayvanı anlamaya çalışıyordum. Ani hareketler yapmadan ilerliyordum fakat biyoloji dersinde yaptığım araştırmadan hatırladığım kadarıyla bu hayvanların zıplıyor olmaları gerekiyordu. Bu şekilde zombileri atlatamazdık ki. Caner inip koşarak kapıyı açtı. Tekrar lamasına atladı. Kapı açılır açılmaz, aynı filmlerdeki sahneler gibi bir görüntüyle
    karşılaştık. Çirkin yaratıklar karşımıza dizilmiş üstümüze doğru geliyorlardı. Yüzlercesi bize doğru yürüyordu. Hiç bu kadar yanyana görmemiştim. Bazıları henüz çürümemiş, bazıları kanla kaplanmış, kırmızı sıvıyı ellerinden kollarından akıtarak üstümüze yürüyor, bazıları da bacaklarını kaybetmiş sürünüyordu. iğrençti. Elena'nın öğürdüğünü duydum.
    Sağ çaprazımda duran Özgür'ün korkmuş ifadesini görünce ona güven vermek için bir bakış attım. Sanırım görmüştü. Yüzündeki ifade biraz daha rahatlarken tekrar aylaklara döndüm. Yüzlerce zombiye karşı, lamalara binmiş 6 kişiydik. O an fark etmiştim, ne kadar şansımız olabilirdi ki?
    Eğildim ve lamanın kulağına fısıldadım:
    "Beni yarıyolda bırakma. Sana güveniyorum."
    Lamayı okşadım ve sırtına doğru hafifçe vurdum. Daha hızlı ilerlemeye başladı. Aslında yaptığımız şey çılgıncaydı. Lamalara binmiş, bizim etimizi kemirmek isteyen canavarlara doğru koşuyorduk. Arkama baktığımda diğer lamaların da koştuğunu gördüm. Zombilere iyice yaklaştık. içlerinden geçmeye başladığımızda elleriyle bacaklarımı çekiştirdiler.
    Lamanın boynuna iyice yapıştım. Adrenalini mi algılamıştı bilmiyorum ama lama da zıplayıp bağırmaya başlamıştı. Üzerinde durmakta zorlanıyordum ama yere düşsem anında parçalara ayrılıp yeneceğime emindim. Bir kısmını geçmiştik. Zombiler biz yanlarından geçtikçe arkalarını dönüp tekrar bize doğru yürüyorlardı. En azından yavaşlardı.
    Yetişemiyorlardı. Tam çok az kaldı, kurtulabiliriz derken Özgür'ün çığlığını işittim ve afalladım. Boğazı yırtılana kadar bağırmıştı. "Özgüüüür!" diye bağırdım arkama doğru. Cevap gelmedi. "Özgür! Cevap ver bana." Yine ses gelmedi. Durdum. Silahımı cebimden aldığım gibi yere atlayıp ona doğru koşmaya başladığım. Yere düşmüş, üzerine atlayan zombileri itmeye çalışıyordu. Ben de aralarından geçerken saldıranları yumrukluyor, silahımla kafalarına vuruyordum. O korkuyla bunlar saniyeler içinde olmuştu. Ne kadar hızlı koştuğumu sonradan fark ettim. Özgür'e ulaştığımda birkaç saniyeliğine hiç hareket ve ses göremedim. Özgür onu itmeye çalışmıyordu. Bağırmıyordu. Bitmişti. Çok geç kalmıştım.
    Ölmüştü.Özgür ölmüştü.
    Tümünü Göster
    ···
  16. 41.
    0
    "Ne-nereye gideceğiz?" diye sordum. Kemal aşağıdaki aylaklara bakarak derin bir nefes aldı. Planı yoktu. Nereye gideceğimizi o da bilmiyordu. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Caner bizi umutsuzluğumuzdan kurtarmak için aklına
    gelen ilk fikri söyledi:
    "Depoya gidelim."
    "Olmaz." dedim. Özgür'ü kaçıran ve yiyeceklerimizi elimizden alan insanların yanına sığınmayacaktık. Daha iyi bir şey bulabilirdik. "Bekle Savaş. iyi bir fikir olabilir." dedi Kemal. Özgür de gözlerini kısmış bu fikrin ne kadar mantıklı olduğunu tartıyordu.
    "Anlamadım, o canilerin yanına gitmektense ölsek daha iyi."
    "Bak, Alp'i zaten yeterince tehlikeye attık. Burada bu kadar oyalandığımız yeter. Şu an gidebileceğimiz tek yer Caner'lerin deposu, itiraz etmen bir şeyi değiştirmeyecek, bu insanları uzaklaştırmam lazım."
    "Hiç kimsenin size zarar vermeyeceğinin garantisini veriyorum." dedi Caner. Evet evet, gerçekten de çok rahatlamıştım ! Eşyalarımızı 15 dakika içinde toplamıştık. Caner ve Kemal önden giderek içeri girmeyi başarıp kapının yanına toplanmış aylaklar sürüsüne ateş ediyorlar ve yolumuzu açmaya çalışıyorlardı. Ben de en arkadan yürüyüp güvende
    olduğumuza emin oluyordum. Özgür, korkudan ölmek üzere olan Alp'i kucağına almış başını okşuyor, sakinleştirmeye çalışıyordu. Alp'in vücudunun her titreyişinde sanki içimden bir şeyler kopuyordu. Küçük bir çocuğun görmesi gerekenden çok daha fazla şey görmüştü. Hızlı adımlarla ahırı geçip kapıya ulaştık. Geçmemiz kesinlikle imkansızdı.
    Kapıyı açtığımız an dışardaki ölüler anında üzerimize doğru geleceklerdi.
    "Hasgibtir." dedi Kemal. Yumruğuyla kapıya vurdu. Çıkış yolumuz kalmamıştı. Buraya kadardı.
    "Hayır hayır... Şimdi değil, şimdi olamaz." diye mırıldandığını duydum Özgür'ün. Alp'i yavaşça yere bıraktı ve kapının yanında yere çöktü. Gözlerini sırf gözyaşları düşmesin diye kocaman açık tutuyordu. Fakat bir işe yaramadı. iki gözünün kenarından da yaşlar süzüldü. Caner ve Kemal'in tamamen umutlarını kaybedip şok olmalarını izledikten sonra birkaç
    adım atıp Özgür'ün yanına oturdum. Derin derin nefes alıyordu. Öleceğimizi anlamıştı. Genç hayatının tam da burda sona erdiğini anlamıştı. Uzanıp başparmaklarımın ucuyla göz yaşlarını sildim. Ve onu rahatlatacağını düşündüğüm tek şeyi söyledim:
    "Özür dilerim."
    "Neden özür diliyorsun ki?"
    "Çünkü ağlıyorsun."
    "Ağlamıyorum."
    "O zaman parmaklarım neden ıslak ve güzel gözlerin neden kıpkırmızı?"
    "Biraz duygulandım sadece. Hem, sebebi sen değilsin. Asla gereksiz yere özür dileme."
    "Keşke seni gülümsetebilseydim." Bu dediğimi duyunca sessizleşti. Kafası karışmış bir şekilde yüzüme baktı. Seni anlayamadan öleceğim." dedi.
    "Ölmeyeceksin... diyemediğim... için... özür... dilerim... " Ağzımdan bu kelimeler zar zor çıktı. Ona sarılmak, saçlarını koklamak, avutmak istiyordum fakat durumu kabullenmiştim. Beni duymamış gibi cevap verdi:
    "Ama zaten seni asla anlayamayacaktım, değil mi?"
    Elimi dizinin üstünde birleştirdiği ellerine koydum. Yüzü gerildi. Bana hala bakmıyordu. Dümdüz ileriyi seyrediyordu. Ama elini çekmedi. Diğer elimle de çenesinden tuttum, gözlerime bakmasını istiyordum. Kendime çevirdim. Gözyaşları gittikçe daha çok birikiyordu. Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu.
    "Savaş, ben-"
    "Şşşt... Lütfen ağlama. Çünkü sen her ağladığında kuşlar şarkı söylemeyi kesiyor."
    "Ama biz-"
    "Özgür, senden son bir şey isteyebilir miyim?"
    iyice ağlıyordu artık. Ağlarken bile güzeldi. Her ne kadar onu izlemek istesem de ağlamasını istemiyordum. Evet anlamında kafasını salladı. Ona yaklaştım. Ve fısıldadım:
    "Bana sarılabilir misin?"
    Durdu. Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden, gözlerini bile kırpmadan bana baktı. Acaba beyninden neler geçiyordu?
    O an aklını okuyabilmeyi o kadar çok istedim ki.
    Dizlerinin şeklini bozup bana doğru biraz daha kaydı. Kollarını açtı ve beni kucakladı. Dünyadaki en güzel hissi yaşatmıştı bana yine. Yumuşak, sanki annem gibi. Kırılgan, Masal gibi. Sanki... Sanki benim gibiydi. Kafamı saçlarına gömdüm ve o tarifsiz kokusunu içime çektim. Bu an asla bitmesin istedim. Bir saniye.
    Aklıma bir şey gelmişti. Özgür'ün kollarından apar topar kurtulup ayağa fırladım. Ah, neden daha önce düşünememiştim ki? Koşup Kemal ve Caner'in durduğu yere gittim. Özgür arkamdan ne olduğunu soruyordu. Kemal'in omzunu sarstım.
    "Bitmedi. Bitmiyor. Bir fikrim var."
    "Ne?" diye sordu Caner. Elena ve Alp de yanımıza gelmişti. Ölmeyi kabullenmiş insanlara ölmeyecek olma ihtimallerini söylediğinizde, gerçekten de suratınıza çok farklı bakıyorlar.
    "Beni takip edin." dedim ve çiftlikten içeri doğru büyük adımlar atmaya başladım.
    Tümünü Göster
    ···
  17. 42.
    0
    Caner ve ben üst kata çıkıp camları ardına kadar açtık. Arkamızdan Kemal ve Özgür geldi, silahlarımızı alıp camdan zombileri vurmaya başladık. Aslında gelişigüzel ateş ediyordum. Ama birçok kurşun isabet etmişti. Duvarların üstünden atlamış bize doğru yaklaşmakta olanları tek tek öldürüyorduk. Bir yandan da Caner bize emirler yağdırıyordu.
    "Kafalarına isabet ettirin, yoksa ölmüyorlar!"
    "Kapa çeneni, bunu biliyoruz."
    "Önce içeridekileri öldürün! Dikkatli nişan alın!"
    Bu çocuk elimde kalacak. Onu da mı vursam acaba?
    Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Özgür'le olan garip konuşmam yarıda kalmıştı zaten. Bir de bu çocuktan kurtulamamam beni yeterince sinirlendiriyordu. Elime geçen ilk fırsatta onu kovmam, uzaklaştırmam gerekiyordu. Özgür'e doğru yaklaşmaya çalışıyordu. Ona bağırdığını duydum:
    "Senin ateş etmene gerek yok, ben hallederim."
    "Ne saçmalıyorsun?"
    "Zarar görmeni istemiyorum."
    "Susar mısın lütfen? Dikkatimi dağıtıyorsun."
    "Arkama geç!" diye bağırdı tekrar. Özgür'ü itip arkasına geçirmeye çalışıyordu. Kemal bakmıyordu, bakamıyordu. Tüm gücüyle ateş ediyordu, bir saniye bile gözlerini kırpmıyordu. Özgür, Caner'in onu iteklemesinden kurtulmaya çalıştı. Ama küçücüktü, karşı koyamıyordu. "Çekil önümden Caner!"
    Silahımı indirip yanına koştum. Caner onu koruduğunu sanıyordu ama Özgür'ü tanıdığım sayılı haftalardan öğrendiğime göre o asla korunmak istemezdi. Kendi kendini korurdu. Ve başarısız da olmazdı... Kaçırılma olayı hariç. "Ne oluyor?" dedim. Özgür'ün gözleri gözlerimle buluştu. Bir şey demeden Caner'den kurtuldu ama Caner çoktan
    onun silahını ele geçirmişti bile. Bir şey demek için ağzımı açmamla birlikte Caner'in geriye sendeleyip demirlere çarpması bir oldu. "Bir daha ASLA, silahıma dokunma!" dedi Özgür elini ovalarken. Caner'e yumruk atmıştı!!! Özgür'ün hayallerimin kızı olduğunu farketmemi sağlayan bu davranıştan sonra bütün şaşkınlığımla ne yapacağıma karar vermeye çalışıyorken kendimi Caner'in doğrulması için yardım ederken buldum. Daha birkaç dakika önce ona saldırmayı bizzat kendim düşünüyordum. O da şaşırmıştı. Sol gözünün altı hafiften kızarmıştı bile. Aşağıdan buz istemek için zamanımız yoktu, Caner'in suratının morarması da pek umrumda sayılmazdı açıkçası.
    Özgür silahını alıp ateş etmeye devam etti. içeride hiç zombi kalmamıştı ama demirlerden atlamaya devam
    ediyorlardı. Bir anlığına durup etrafımdaki insanları inceledim.
    Ölmüştü.
    içimizde kalan insanlık ölmüştü.
    Kimse gözünü bile kırpmıyordu, herkes varıyla yoğuyla ateş edip attığı mermilerin zombileri etkisiz hale getirişini
    izliyordu. Hatta bir anlığına Caner bundan zevk bile alıyor olabilirmiş gibi geldi.
    Kemal durdu. Önce yorulduğunu sandım. Sonra aklıma geldi, Kemal yorulmazdı. O, hepimizin babası gibi olmuştu
    son günlerde. Alp'le oyun oynuyor, benimle dertleşiyor, Elena'yla sohbet edip Özgür'e gözkulak oluyordu. Ne olursa
    olsun bizi koruyacağını hissettim. Kimseye güvenemeyeceğimi düşündüğüm, hayattan ve insanlardan tüm umudumu
    kaybettiğimi sandığım anda o ve Özgür-ve elbette küçük Alp-bana umudu kaybetmek için erken olduğunu, hala bir aile
    olabileceğimizi gösterdi.
    Kemal konuşunca herkes durup onu dinledi:
    "Korkarım böyle daha fazla devam edemeyeceğiz. Zaman geçtikçe kurşunumuz azalıyor. Kapana kısıldık." Özgür'ün
    gözlerinin dolduğunu gördüm. Kemal de fark etmişti.
    "Hayır hayır, her şey bitti demedim. Kapana kısıldık dedim. Kapandan çıkacağız."
    "Aklında ne var Kemal?" diye sordum. Aylaklara döndü. Onları gözleriyle iyice bir süzdü.
    "Gideceğiz. Çiftliği bırakıyoruz."
    Tümünü Göster
    ···
  18. 43.
    0
    Birinin kapıya vurduğunu duydum. En azından aptal değildi, zili çalıp yakınlardaki zombileri buraya toplamamıştı. Odamdan çıkmamaya karar verdim. Fabrikadayken Özgür'ün bana verdiği iPod'u buldum, ona aitti. Kulaklıkları taktım. Kemal'in kuzeninin erkek arkadaşıyla tanışma merasimini dinlemek istemiyordum. Şarkıları karıştırdım. Dinlediğim
    müzikler genelde sakin şeylerdi. Resim yaparken konsantre olmamı kolaylaştırıyordu. Elbette Özgür'ün çalma listelerinde sakin şeyler yoktu. iskoç punk gruplarını dinliyordu. Exploited ve Valves şarkıları yanında benim bile bildiğim birkaç rock'n roll efsanesi vardı. Çocukluğumda dinlediklerimden birini açtım. Dördüncü şarkıya geçtiğimde aşağıda olanları daha fazla göz ardı edemeyeceğimi anlayıp kulaklıkları yatağıma fırlatıp koşarak aşağı indim. Beklediğim manzara, herkesin beyaz pahalı koltuk takımlarına oturmuş; Kemal, Özgür ve Caner'in hararetli bir konuşmaya tutuşmuş olup geldiğimi bile fark etmemeleriydi. Ama karşılaştığım şey bundan biraz farklıydı. Kemal, Caner'le ara sıra konuşuyordu fakat Özgür uzak bir koltukta bacaklarını üst üste atmış dışarıyı izliyordu. Beni
    görünce herkes bir süre bana baktı. Kemal'in zaten bir şeylerden şüphelendiğinin farkındaydım. Ama Özgür'ün bu adamı evimize çağırması-elbette artık evimiz, iki haftadan uzun süredir burada yaşıyoruz-onun şüphelerini hafifletmiş olmalıydı.
    Özgür'ün sorgulayan bakışları beni takip ederken Caner'in yanına oturdum. Onu kıskanmamı istiyordu. Ondan hoşlandığımı duymak istiyordu. istediği şeyi ona vermeyecektim. Bir kere bile olsun ondan daha inatçı olup Caner'le anlaşmaya çalışacaktım.
    "Hoşgeldin."
    "Ben Caner Başbuş. Sen de Savaş'tın, değil mi?" Kafamı salladım. Başbuş nasıl bir soyisimdi öyle...
    "Tanışmamız harika olmamıştı ama... Umarım dost olabiliriz." Elini uzattı. Sertçe sıkıp kendimi gülümsemeye zorladım.
    "Elbette."
    Elena, Alp'i yatağına yatırmak için kaldırdı. Gece olunca Kemal de kalktı ve odasına geçti. Üçümüz kalınca bir film açtık. Şanslıydık ki elektrikler hala kesilmemişti. Uykum vardı. Sürekli esniyordum ama onları yalnız bırakmak istemiyordum. Özgür o gece ilk defa benimle konuşmak için yanıma geldi.
    "Şey... Immm... Savaş, uykun gelmiş gibi."
    "Yoo."
    "Gidip yatsana."
    "Hayır, ben iyiyim. Filmin sonunu çok merak ediyorum."
    Yalan.
    "Peki." Ofladı. Caner'e gülümsedi. O da karşılık verdi. Caner biraz sonra saatine bakıp gece 2'yi geçtiğini görünce ayaklandı. Depodakilerin merak edeceklerini ve artık gitmesi gerektiğini söyledi. Karşımda Özgür'e sarıldı ve tekrar elimi sıktı. Kapının önde durdu:
    "Seni tekrar görecek miyim?" diye sordu. Özgür gülümsedi.
    "Büyük ihtimalle." Kapıyı kıkırdayarak kapattı.
    Caner nihayet gitmişti. Özgür salona geri geldi ve ellerini beline koyup karşımda dikildi.
    "Ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedi. Onları yalnız bırakmamamı kastetmişti. Haklıydı, ama kendisi de o kadar masum sayılmazdı.
    "Ben de senin ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedim bacak bacak üstüne atarak. Kollarımı dünyanın en rahat adamıymış gibi geriye attım. Kıskandırma numaraları başarısızlığa uğramıştı... Yoksa bu aslında başarı mı?
    Kafasını iki yana salladı:
    "Bununla uğraşacak zamanım yok." Salonun kapısından çıkıp odasına doğru yürüdü. Hemen koşarak kolunu yakaladım. Artık konuşmak istiyordum ve konuşacaktım.
    "N'apıyorsun?" dedi telaşla. Onu kendime döndürmeye çalıştım.
    "Canımı yakıyorsun!" dediğinde elimi biraz gevşettim. Artık yüz yüzeydik. Sinirlenince her zaman olduğu gibi burun delikleri büyümüştü.
    "Bu adamdan hoşlanıyor olamazsın." dedim.
    "Rahatsız mı oldun?"
    Onu boğup zombilerin ortasına atmak istiyordum. Beni delirtiyordu!
    "Onu seviyor olmanın mantıklı bir nedenini söyle. Sadece bir tane, sonra, sana karışmayı bırakacağım." dedim kolunu bırakıp. Şaşırdı ama gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı. Çenesi titrer gibi oldu.
    "Beni... itmiyor." Bu iki kelime ağzından zorla çıktı. Bana kırılmıştı. Kırgındı, beni istemiyor değil.
    "Şimdi beni bırakacak mısın?" diye sordu. Bir adım geri gidince ben de bir adım ileri giderek aramızda yarattığı boşluğu kapattım. Neredeyse burun burunaydık. Nefes alışını duyuyor, verdiği nefesi bütün yüzümde hissediyordum. Üflediği hava beni sarhoş ediyordu. Ona daha da yaklaşmak, dokunmak istiyordum.
    "Hayır." diye fısıldadım. Yüzü yumuşar gibi oldu. Hatta bir saniyeliğine dudakların hafif yukarı kıvrıldığını görmüş bile olabilirim. Ciddiymiş gibi durmak için kendini zorluyordu.
    "Neden?" diye sordu.
    "Çünkü... " dedim, devdıbını toparlamaya çalışıyordum. Masmavi gözleriyle karşımda duruyordu. Onu öpmek istiyordum. Dudaklarının tadını öğrenmek isteyen dudaklarım arzuyla yanıyordu. Burunlarımız birbirine değdi...
    TAK TAK TAK!
    "Kapıyı açın!!!"
    TAK TAK TAK TAK!
    "Açın! Çabuk!"
    Birisi kapıyı yumrukluyordu. Tam da zamanıydı gerçekten. Gelen seslerin sıklaşmasıyla kendi dünyama döndüm ve koşarak kapıyı açmaya gittim. Arkamdan içerideki odaların kapılarının açılma seslerini duydum. Herkes uyanmıştı. Kapıyı açınca Caner hemen içeri daldı. Soluk soluğa kalmıştı.
    "Her yerdeler. Aylaklar... Etrafımızda... " dedi koşmaktan ağrıyan karnını tutarak. Silahını cebine koyup soluklandı.
    Hepimiz şaşkınca ona bakıyorduk. Konuşmaya devam etti.
    "Arabaya kadar bile gidemedim. Her yeri sarmışlar. Bakın!"
    Koşup perdeleri açtım. Yüzlerce zombi çiflik duvarlarının etrafını sarmıştı. Birkaç tanesi tırmanmayı deniyordu. içerigirmeleri an meselesiydi. Bunu başarırlarsa... Kapana kısılmışız demektir.
    Tümünü Göster
    ···
  19. 44.
    0
    Amk sey gibi oldu twdde gleenin ustundeki adami yemislerdi gleen konteynirin altina girmisdi
    ···
  20. 45.
    0
    Bora, hiç beklemediğim bir şekilde dizlerinin üstüne düşerken içeri daha önce depoda yalnızca birkaç kez gördüğüm ama bana hep tanıdık gelmiş olan 30'lu yaşlarında biri girdi. Siyah saçlı, uzun boyluydu. Ama depoda görüşmemiz haricinde onu hiç görmediğime de emindim. Elinde silahıyla içeri dalmıştı ve Caner'i öldürmek üzere olan Bora'yı
    vurmuştu. "huur çocuğu... " Bora'nın sesi yavaşça yok oldu ve yere yığıldı. içeri giren adam hemen Caner'in üstüne atladı ve iplerini çözmeye başladı.
    "Burada ne işin var?" diye sordu adama Caner. Zar zor konuşuyordu.
    "Seni ölüme terk edemedim. Herkes zaten yeterince korkuyordu." Kolları çözülmüştü. Ayaklarını da çözdü. insanların bizim Karanlık Oda'ya kapatıldığımızı görünce ya da duyunca ne hissettiklerini merak ettim. Alp, Elena ve burada
    tanıştığımız diğer kişiler... Ne hissetmişlerdi? Salih onları durdurmaya çalışmış mıydı? Ya kurtardığımız diğerleri, Cemre ve Berkay?
    "Beni kurtarmana ihtiyacım yoktu." dedi Caner sinirle. Kegib kegib nefesler alıyordu.
    "Belli."
    "Hayatımı mahveden kişi de sensin zaten. Bıraksaydın da ölseydim."
    Aralarında ne yaşandığını merak etmiştim. Adam Özgür'ü de çözdü. Özgür koşarak önce Kemal'in ellerini sonra da benimkileri çözdü. Ben kurtardığım ellerimle bacağımdaki ipleri çözmeye çalışırken Ozan'ın yerde yatan Bora'ya eğildiğini ve nabzını kontrol ettiğini gördüm.
    "Ölmüş." dedi. Karşıya, boşluğa baktı. Neden böyle yaptığını bilmiyordum. Ne düşünüyordu ki? Üzülmüş mü yoksa sevinmiş mi olduğunu anlayamıyordum. Bize yardım etmeden, hatta ağzını bile açmadan kalktı ve Karanlık Oda'dançıktı. Bora ölmüştü. Başımızdaki adam.
    Şimdi ne olacaktı?
    Açıkçası filmlerdeki gibi bir isyan bekliyordum. Otorite bozulunca birileri ayaklanır, birileri öldürülür. Bunun bizden biri olmamasını umdum. Birbirimize sarıldıktan sonra Caner'i diğer adamla kucakladık. Odadan çıktık.
    ---
    Caner'i o halde görenler kapıdan çıkar çıkmaz ya çığlık atmışlar ya da koşarak yanımıza gelmişlerdi. Onu yatağınayatırdık. Alp yanımızda bitmişti. Özgür'ün kucağına atladı ve Kemal'e sarıldı. Özgür'ün saçlarını sorduğunda Özgür susmuştu.
    "Size yardım ederek büyük bir aptallık etti." diye söylendiğini duydum adamın. Kendi kendine konuşuyor gibi yaparak aslında bana söylüyordu.
    "Bizi kurtardı. Ayrıca, sen kimsin?" dedim. Birinin bu soruyu sorması gerekiyordu. Bora'yı öldürmüş olsa da böyle
    konuşamazdı. Bizi tanımadan atıp tutması canımı sıkmıştı.
    "Adım Batuhan. Caner'in pek bahsetmekten hoşlanmadığı abisiyim."
    işte. Ben de bunu bekliyordum.
    "Hoşlanmamasına çok şaşırdım gerçekten." dedim ve kendimi kendi iğnelememe gülmemek için tuttum.
    "Bence gidin ve Caner'i bir süre yalnız bırakın. Sizin yüzünüzden bu halde."
    Daha fazla diretmedim. Çocuğun iyileşmesini istiyordum. Burada kalıp Batuhan denen herifle tartışacak halim de yoktu. Yorulmuştum. Özgür'ü belinden tutup dışarı çıkardım. O da endişelenmişti ve ben Caner'le bu kadar ilgilenmesine bir şey diyemiyordum. Ondan o şekilde hoşlanmadığını, sevdiği kişinin ben olduğumu bilsem de bir yanım bu kadar yakın olmalarını istemiyordu. Odama gittim. Kemal, Ozan'ı bulmaya ve depodaki insanların 'geleceğini konuşmaya' gitmişti. Bora öldüğüne göre, bunu insanlara açıklayıp yeni bir başkan seçilmesi gerekecekmiş ve ben bunun için kimlerin aday olacağını biliyordum;
    Turgut, Ozan ve Kemal. Depoda kimse Kemal'i tanımadığı için onu seçmek istemeyeceklerdi elbette ama bu kadar çok insanı idare edebilecek bir tek o vardı ve Kemal belki de Ozan'la Turgut'u ikna edebilirdi. ikna etse iyi olurdu. Yatağıma uzandım. Uykumu uzun zamandır alamıyordum. iple bağladıkları yer kaşınıyordu, kıpkırmızı olmuştu.
    Çekmeceleri karıştırıp merhem bulmaya çalıştım.
    "Merhaba." irkildim. Arkamı döndüğümde kapıda Cemre dikiliyordu.
    "Merhaba." Onunla daha önce pek konuşmamıştık. Sadece Salih, Berkay ve onu kurtardığımızda minivanda biraz sohbet etmiştik. Diğerlerinin aksine, onları kurtardığımız için teşekkür ettiğini hatırlıyordum.
    "iyi olup olmadığına bakmaya gelmiştim." dedi. Bileklerimi gösterdim.
    "Sürecek bir şey arıyordum."
    Elini cebine atıp bir krem çıkardı. Açıkçası o, cebinde krem, nemlendirici falan bulunduran kadınlara pek benzemiyordu. Dar, siyah, askılı ve göğüslerini belli eden bir şey giyiyordu, altında da asker desenli bol bir pantolon vardı. Cebinde çakı falan taşıdığına emindim. Ama krem, ayna gibi şeyler... Sanmıyorum. Sonuçta Salih'in anlattığına göre başarılı bir polisti. Odama girdi ve kapımı kapattı.
    "Pek sevilmiyorsunuz. Burada olduğum bilinmese daha iyi." Kremi parmak ucumla bileğime yaydım.
    "Bora'ya tapıyor musunuz?"
    Gülümsedi ve yatağıma oturdu.
    "Ben değil. Ama bir çok kişi saygı duyup severdi. Kabullenmeleri kolay olmayacak. Ama daha önce de birileri ölmüştü, atlatırlar." dediği şey beni rahatlatmıştı. Gülümsedim ve teşekkür ettiğimi anlamasını umdum çünkü ağzımı açacak halim yoktu. Ve umarım bir an önce giderdi.
    "Odan güzelmiş. Alıştın mı?" diye sordu. Kafamla 'şöyle böyle' işareti yaptığımda gülümsedi.
    "Benimki de bu koridorda. Yalnız kalıyorum."
    Bu... Ne demekti? Ne anlamalıydım?
    Gözlerimin şaşkınlıkla kocaman açıldığına ve ağzımın bir 'o' şeklini aldığına emindim.
    "Sıkılırsan... " Krem rengi nevresimin üstünde kayarak yanıma yaklaştı ve devam etti:
    "Ziyarete gelebilirsin." Gittikçe yaklaşıyordu. Belki şaşkınlığımdan belki de neden böyle bir şey yaptığını merak ettiğimden yerimden kımıldayamıyordum. Burnu burnuma dokununca verdiği nefesi duydum. Bir saniye duraksadı, tepki vermediğimi görünce dolgun dudaklarını benimkilerin üstüne bastırdı. Ateşli bir öpücük değildi, dilinin sıcaklığını
    hissetmedim. Sadece davetkardı. Fazlasıyla. Ve böyle bir kadının bu öpüşten daha fazlasını yapabileceğine eminim.
    Özgür. Özgür'e ihanet mi ediyordum?
    Cemre, yumuşak dudaklarını birkaç saniye sonra çekti. Dudakları hariç hiçbir şekilde temas etmemiştik. Ne beni istediğini gösterir bir şekilde çeneme dokunmuştu ne de parmaklarını saçlarımın arasına daldırmıştı. Sadece... öpmüştü. Bir öpücük. Bir gösteri.
    Uzaklaştı. Yüzüme kısacık baktı ve ayağa kalktı. Yavaşça kapıma doğru yürüdü ama asla arkasına bakmadı, kapıyı açıp çıktı ve beni kendi pişmanlığımla, kendi sorularımla delirmeye bıraktı. Artık bir sorunum daha vardı ve bu sorunun adı çok güzeldi: Cemre.
    Tümünü Göster
    ···