-
26.
0Anlaşmamızı sonunda yapmıştık. Özgür'ü kurtarabilecektik. Onu... Sanki... Özlemiştim?Tümünü Göster
Özlemek mi? haayır. Hayır hayır, bu çok yanlış. Ama doğru. Özgür'ü alıp gidebilir miyiz artık?" diye sordum Bora'ya. Geldiğimizden beri ilk defa ben konuşmuştum. Kemal'e sonsuz derecede güvenip saygı duyduğum için bütün işi halletmesine izin vermiştim. Anlaşma süresinde bütün konuşmayı o yapmıştı. Bora insafsız bir adam degildi. içinde çocukların da olduğu, düşünecek yirmi dört kişisi daha vardı. Etrafımız o çirkin
yaratıklardan kaynıyorken yiyecek bulmak çok zor olmalıydı. Ben bunu bilemezdim, Kemal'in evinde bize aylarca yetecek yemek vardı ve onlarla birlikte yaşamaya başladığımdan beri hiç açlık hissetmemiştim. Şimdi ise yiyeceklerimiz
bir iki aya kalmaz biterdi çünkü onlara yardım edecek, yemeğimizi paylaşacaktık. Çok büyük bir kısmını hem de.
"Özgür'ü takas işlemi ile geri alacaksınız. Yarın sabah yemeklerimizi getirdiğiniz zaman."
"O kadar bekleyemeyiz!" diye çıkıştım. Kemal eliyle susturdu beni. Sakin davranmaya çalışıyordu. Sayılarının fazla olmasından korkmuş muydu yoksa? Neden korkuyordu? Korkmak onun kişiliğine tersti. içinde bulunduğumuz durumdan o bile korkuyorsa eğer ben de gerçekten endişe etmeliydim. Yine de sözünü dinleyip sustum, ona ne olursa
olsun güveniyordum çünkü. Bir yolunu bulurdu.
"Bakın, biz de onu böyle alıkoymaya meraklı değiliz. Ama yapmak zorundayız."
"Haklısınız. Sizi anlıyorum." dedi Kemal. Şimdi ne olmuştu gerçekten? Korkuyor muydu hala? Onu geri almak için elinden geleni yapacak adam, Kuzen Kemal'e ne olmuştu böyle?
Olanları sessizce izleyemedim. Bora'ya yaklaştım.
"En azından iyi olduğunu görmeme izin ver."
Durdu. Çenesini kaşıdı. Nefesini sert bir şekilde verdi ve geri çekilmeme sebep oldu. Kafasını geriye atıp arkasına yaslandı ve kollarını birleştirdi. Bir dizi değişik hareketten sonra arkasında duran adamlara seslendi:
"Ozan!"
Sarışın, genç olan çocuk bir adım öne çıktı.
"Efendim abi?"
"Savaş'a yolu göster."
Kemal de ben de ayaklandık. Bora, elini uzatarak Kemal'i durdurdu.
"Sen burada kalacaksın."
Kemal hayalkırıklığıyla oturdu. Başkasından emir almak onun için yeterince zor değilmiş gibi bir de tutsak kuzenini göremiyordu. Ozan denen çocuk önde ben arkada yürüyorduk. Küçük bir odanın önünde durduk. Cebinden anahtar çıkardı. Onu kilitliyorlardı... Onu bir hayvan, bir mahkum, bir pgibopat, bir akıl hastası, bir ciks kölesi gibi kilitliyorlardı.
Kapı açıldı. Yumruğumu Ozan denen çocuğa vurmamak için zorla bozdum. içeri girdiğimde Özgür, 5 yaşında bir kız çocuğu gibi bir masaya oturmuş, ayaklarını uzatmış sallıyordu. Beni görünce mutluluktan gözleri büyüdü. Sonra orda tutsak olmasının sebebinin ben olduğumu hatırlayınca güzel gülüşü soldu. "iyisin!" dedim yanına koşarak. Ona sarıldım. Bana karşılık vermedi. Vermesini de beklemiyordum.
"Umrundaymış gibi."
"Özür dilerim. Çok özür dilerim. Her şeyi düzelteceğim." Gözlerime derin derin baktı. Bir an dudakları yukarı kıvrılır gibi oldu. Benimle konuşmasını istiyordum. Bu kırgın bakışa son verip bana iyi bir şeyler söylemesini istiyordum. Birkaç saniye bekledim, sonunda konuştu.
"Seni affetmiyorum." -
27.
0Erzağımızın neredeyse %80'ini kolilemiş ve kapının önüne koymuştuk. Alp heyecanlıydı. Özgür'ü tekrar göreceği için mutluydu. Saat 9.30'a geldiğinde minivan girişte göründü. Ozan ve Caner kolileri bagaja koyup yine gözlerimi bağladılar. Depoya geldik. Bora, bizi daha önce beklediği yerde bekliyordu. "Hoşgeldiniz. Anlaşmamızın tıkır tıkır işlediğini görmek güzel. Nasılsınız?" dedi güler yüzle. Onun için hiçbir kayıp
yoktu tabi. "Özgür'ü de alıp gidebilir miyiz? Lütfen, onu bir odaya tıkmışsınız. Ona göre değil." Söylediğim şey doğruydu. Adı üstünde, o Özgür'dü. Bir odaya kilitlenmesi tam bir ironiydi.
Bora kafasını hafifçe sallayıp adamlarına Özgür'ü getirmelerini işaret etti. Caner ve Ozan, gidip Özgür'ü getirdiler. Onu kollarından tutup itekliyorlardı. Ama Özgür buna itiraz etmiyor gibiydi. Yanımıza getirdiler. Bora ona kocaman gülümsedi.
"Nasılsın hayatım?"
HAYATIM MI?
"iyiyim, teşekkürler Bora abi. Sen?"
BORA ABi Mi? -
28.
0Neler oluyordu bu depoda böyle?Özgür yanımıza oturdu ve Bora'ya gülümsedi.Tümünü Göster
Anlaşılan Özgür burada tam anlamıyla tutsak değildi. Hatta iyi zaman geçirmiş bile olabilirdi. Kemal, Özgür'e sarıldı. Birbirlerini merak edip özlediklerini ve tekrar gördükleri için mutlu olduklarını söyleyen küçük bir konuşma yaptılar. Özgür gülümsemesini benimle gözgöze gelene kadar bozmamıştı. Yanına gittim.
"iyi olmana çok sevindim. Gitmene izin vermemeliydim."
"Gitmeme izin vermedin, beni kovdun. Farklı şeyler."
"Çok özür dilerim."
"Sorun değil, burada arkadaş edindim." dedi ve arkada duran Caner'e baktı. Caner gülümser gibi oldu.
"Seni özleyeceğim." dedi çocuk. Kafayı yiyor gibiydim. Nasıl yani? Onu kaçıran adamlardan biri, Caner, onu özleyecek miydi? Nasıl olurdu? Aralarında... Bir şey olmuş olabilir miydi?
Ve Kemal... O buna nasıl göz yumabiliyordu? Özgür'ü sağlam görmüş olmanın sevincini mi yaşıyordu yoksa?
"Biraz daha kalmak istemediğine emin misin?" diye sordu Bora. Sonra bize de döndü:
"Siz de kalabilirsiniz."
"Biz gitsek daha iyi. Haydi Özgür." dedi Kemal ayaklanıp. Bir şeyler demesine çok sevinmiştim. Burayı terk edip Özgür'le konuşmak istiyordum. Konuşmak ve gönlünü almak.
"Ben gitmek istemiyorum."
Kafamı kaldırıp gözlerimi Özgür'ün gözlerine diktim. Şaka mı yapıyordu?
"Çok komiksin Özgür. Haydi, gidiyoruz." dedim. Bana bakmadı bile. Kemal'e dönerek cevap verdi:
"Burası eğlenceli bir yer ve sıcacık insanlar var. Biraz daha zaman geçirmek istiyorum."
Caner konuşmaya katıldı. "Evine bırakırım. Merak etmenize gerek yok."
Yumruğumu sıktım. Karşımdaki çocuğu yumruklamamak için zor duruyordum. Kemal'in halletmesine izin vermek istiyordum ama daha önce çok sık hissetmediğim bir duygu hissediyordum. Ne deniyordu buna? Kıskanmak... Kıskançlık...
Bora ve diğer sarışın çocuk, Ozan, bizi izliyordu. Bora önündeki sahneden memnun gibiydi. Özgür ne yaşamışsa yaşamıştı, bu adamın iyi olduğuna hayatta inanmazdım.
"Özgür. Hemen."
"Kimseyi tanımıyorsunuz. Onlar iyi insanlar!"
"Özgür, çocuk gibi davranmayı kes. Seni kaçıranlarla birlikte bırakmayacağız herhalde." dedim. Sonunda bana baktı.
"Seni ilgilendirmez!"
Tam ona doğru bir adım atmıştım ki Kemal eliyle beni durdurdu.
"Buna hiç gerek yok. Özgür, ben senin abinim. Ne diyorsam o olacak. Eve dönüyoruz."
Özgür oflayarak ayağa kalktı. Kemal'e içimden sonsuz teşekkürler ediyordum. Kapıya doğru yürüdük. Kemal, Bora'nın sıkmak için uzattığı eli reddederken Özgür'ün Caner'e doğru yürüyüp veda etmesini, Ozan'a sarılıp gülüşmesini izledim. Sonra çıktık. Eve bırakmak ya da gözlerimizi bağlamak istememişlerdi. Ve içimden bir ses o depoyu da o insanları da son görüşüm olmadığını söylüyordu. -
29.
0Çiftliğe döneli birkaç saat olmuştu. Kemal nerede olduğumuzu anlayınca yürüyerek 45 dakikada geri gelebilmiştik.Alp, Özgür'ün geri döndüğünü görünce çok sevinmiş ve hemen boynuna atlamıştı. Bana hiçbir şey dememişti ama küçük çocukla aramızdaki gerginliğin henüz geçmediyse bile birkaç güne geçeceğinden emindim. Fakat geçmesinin zorTümünü Göster
olduğunu düşündüğüm başka bir gerginlik vardı. Özgür beni affeedebilecek miydi? Caner'le arkadaş mı olmuşlardı? Kendisini kaçıran adamla dost olmak da neyin nesiydi? Sizi bir odaya kilitleyen biriyle dost olamazdınız. Geldiğimizde kendimi odama kapatmıştım ve hala çıkmamıştım. Saate baktığımda gece yarısını çoktan geçmiş, neredeyse sabah olduğunu gördüm. Odamdan çıkıp yavaş adımlarla salona gittim. Kimse yoktu, ışıklar kapalıydı. Alp çoktan uyumuş olmalıydı. Kemal'in odasından geçerken de ışığının kapalı olduğunu gördüm. Özgür'ün kapısını tıklattım. Ses yok.Bir daha, bu sefer daha hızlı vurdum kapıya. Yine cevap alamadım. Acaba kilitlemiş miydi? Kemal herkese acil bir
durum olabileceğinden kapıların asla kilitlenmeyeceğini tembihlemişti. Özgür pek söz dinleyen bir kız değildi. Bir genç kızın odasına izin almadan girmem normal değildi. Ama artık ne normaldi ki? Kapı umduğum gibi kilitli değildi. Özgür örtüsünü üzerinden atmış, mışıl mışıl uyuyordu. Yanındaki koltuğa oturup onu izledim. Bacaklarını karnına çekmiş, kolunu yatağın yanından aşağı sarkıtmıştı. Örtüsü yerdeydi. Bir insan uyurken
bile mi masum görünmez, diye sordum kendi kendime. insanlar genelde uyurken saflaşır, bebek gibi uslu görünürlerdi. Ama Özgür'ün o hali bile melek gibi değildi. Evet evet, Özgür'ü tanımlamak için en son kullanabileceğim kelimeydi melek. Cadı diyebilirdik. inatçı, asi, söz dinlemez... Güzel. Elimi uzatıp yüzünün önüne düşmüş bir tutam karamel rengi saçı kulağının arkasına attım. Uyanık olsaydı bu yaptığım harekete çok kızabilirdi. Kim bilir rüyasında nereyi talan ediyor, kimi sinirlendiriyordu.
"N'apıyorsun?"
Kahretsin, onu uyandırmıştım.
"Ben... Şey... iyi olduğuna bakmak için-"
"Uyandırılana kadar iyiydim, şimdi gidebilirsin."
"Bu kadar huysuz olmak zorunda mısın?" diye sordum sinirimi tutamadan. Gözlerime baktı ve yatağında doğruldu. Bir süre bakışlarını benden kaçırarak kapısını izledi. Sonra mavi gözleri yine benimkilerle buluştu.
"Huysuz değilim. Dediğin şeyi yapıyorum, arkadaşın olmuyorum." dedi. Haklıydı, büyük bir salaklık yapıp onu kendimden uzaklaştırmak istemiştim. Gitmesini söylemiştim ve benim yüzümden kaçırılmıştı. Hem de neden? Benden küçük olduğu için. Aslı'yı unutmak istemediğim için. Geçmişime bağlı kalıp yas tutmayı seçtiğim için.
"Özür dilerim. En içten duygularımla sana benim arkadaşım olmanı teklif ediyorum."
Teklif mi? Bravo, Savaş. Harikasın. Yine saçmalıyorsun.
"Beni kaçırmalarında seni suçlamıyorum. Kimseyi suçlamıyorum çünkü iyi zaman geçirdim. Ama bana gitmemi söyledin."
"Hataydı. Hatalıydım. Ben... Aslı'yı özlüyorum. Aslı'yı ve Masal'ı. Ah, Masal... Bir görsen, aynı sana benziyor. Sadece birkaç yaş küçük. O da aynı senin gibi, inatçının teki. Ama kalbinde o kadar çok sevgi vardı ki. Ve korktum. Anlıyor musun, Özgür? Korktum. insanlara değer vermek için doğru bir zaman değil. Ya ölürsen? Seni korumak için elimden geleni yaparım elbette ama ya bir anda olursa? Zaten yeteri kadar insanı kaybettim. Daha fazla dayanabileceğimi sanmıyorum. Peki ya ben ölürsem? Bunu sana yapamam. Ve sen bir kızsın, kollarına bak sanki ip gibi, kırılacak gibisin, camdan yapılmış gibi ve ben korkuyorum." Bunların tamdıbını bir nefeste söylediğim için yorulmuştum. Derin derin
nefes alıp vermeye başladım. Anlattıklarımın hepsi, henüz kendime bile itiraf edemediğim şeylerden ve biriyle asla paylaşamayacağım şeylerden oluşuyordu. Bunları neden anlattığımı düşünürken Özgür'e baktım. Gözleri şaşkınlıktan açılmıştı. Perdenin arasından giren ufacık bir güneş ışığıyla yüzü ve mavi gözleri parıldıyordu. Anlattıklarım karşısında
şok geçirmişti. Ne Masal'ı ne de Aslı'yı tanıyordu. Şimdi ona her şeyi anlatmam gerekecekti. O zaman da ailesinin ölümüne mani olamamış bir beceriksizmiş gibi düşünecekti beni. Bana acıyacaktı. "Bunları anlatmam hataydı... " dedim. Yatakta biraz kaydı. Gülümser gibi oldu. "Seninle tanıştığım birkaç hftadan beri yaptığın tek doğru şey buydu." Ve gülümsedi. Evet, gerçek bir gülümsemeydi bu. Birazcık daha kayarak bana yer açtı. Elini yatağın üstüne hafifçe vurarak yanına uzanmamı söyledi. Örtüyü de alarak yanına gittim.
"Şimdi, her şeyi bilmek isteyeceksin, değil mi?" diye sordum. Örtüyü üstüme iyice örttükten sonra cevap verdi:
"Hayır. Susmanı istiyorum."
Yanyana yatıyorduk. Bedenlerimiz birbirine değerken bana baktı. Yavaşça gözlerini kırptı. Ne diyeceğimi bilemiyordum, kalbim hızla atıyordu. Yoksa bu Özgür'ün kalbi miydi?
Ben bir türlü söylemek istediklerimi beynimde toparlayıp sözlere dökemeyince yine o konuştu:
"Çok uykum var. Haydi uyuyalım."
Kafamı sallamamla birlikte kafasını göğsüme bastırıp belimi sıska kollarıyla sarması bir oldu. Bana gerçekten de sarılıyordu. Günlerdir içten içe bunu beklediğimi fark ettim. Sarılışına karşılık verip kolumu omzuna koydum. Cenemi de saçlarının arasına. Uzun zamandır hissetmediğim bir şeyi hissediyordum; Huzur.tam gözlerimi kapattığım an o ince sesiyle irkildim:
"Bu arada, teklifini kabul ediyorum." -
30.
0Gözlerimi Özgür'ün karamel tonundaki kahverengi saçlarına karışmış bir halde açtım. Birlikte uyumuştuk. Güzel kokusu bütün giysilerime sinmişti. Saçlarından kurtuldum. Sonra dayanamayıp tekrar onlara gömülüp kokladım. Dün, şu Caner denen çocuğu merak ettiğim için gelmiştim ama konuşmaya fırsatım olmamıştı. Kıkırtısını duyunca gözlerininTümünü Göster
tirediğini gördüm. "Sen uyanık mıydın ya?" dedim gülerek. Gülüşüme kahkahalarıyla eşlik etti.
"Yaklaşık bir saattir."
"Bana neden haber vermedin." Doğruldum. O da beni izliyordu. Sanırım bir anda değişen yüz ifademin sebebini merak ediyordu.
"Biraz daha uyumak istedim. Ne oldu, hoşuna gitmedi mi?"
"Kemal abin bizi bu halde görebilirdi." dedim. Elbette ki haklıydım. Kemal onun kuzeniydi ve ben de aramızda anlaşmazlık olmasını istemiyordum. Özgür'le şimdilik sadece arkadaşız-yani sanırım, bunun bozulması da kötü olur Kemal'in bunu bilmesi de. Yorganı suratına çekerek alaycı bir kahkaha attı.
"Şaka yapıyorsun, değil mi?"
"Hayır."
Yataktan çıkıp parmak uçlarıma basarak kapıya doğru gittim. O bir şey demeyince konuşmaya devam ettim:
"Bak, bunun ne olduğunu ben bile bilmiyorken Kemal'in bilmesine hiç gerek yok."
Başını sallayıp gözlerini devirdi.
"Anlaşıldı."
Özgür'den onayı alınca kapıyı açtım. Herkes uyanmıştı bile. Odadan yakalanmadan çıkıp nasıl kendi odama gidecektim ki? Hem, hala konuşmamız gereken bir konu vardı. Şu Caner meselesi. Artık başka bir zamana.
"Uyanmışlar bile. Odama nasıl geçeceğim?"
"Çık ve elini kolunu sallayarak yürü. Bir şey lazımdı dersin, şarj aletini aldım dersin."
Aslında cevap vermesini beklemiyordum ama çok mantıklı bir fikir vermişti. Ona veda etmek için arkamı döndüm. Hala yataktaydı.
"Seninle uyumak güzeldi."
"Biliyorum." Neden bu kadar huysuz olmak zorundaydı ki?
Kapıya dönüp çıktım. Arkamdan bağırdığını duydum. Neden bağırıyordu? Birileri duyabilirdi.
"Arkadaşız!"
"Şşt! Neden bağırıyorsun kızım? Laftan anlamaz mısın?"
"Arkadaşız dedim. Ne olduğumuzu bilmediğini söylemiştin. Ben biliyorum, arkadaşız."
Neden bilmiyorum ama bu söyledikleri kalbimi kırmıştı. Nasıl bu kadar soğuk davranabiliyordu? Sanki kalbi bazı anlarda işlevini yitiriyordu. Bu yetmezmiş gibi konuşmaya devam etti:
"Bu... Bu olan şey... " dedi yatağı göstererek ve "Bir daha olmayacak." diye ekledi. Bir milyon küçük parçaya ayrılmıştı kalbim. Neden böyle davranıyordu ki? Kemal'den korktuğum için mi? Yoksa birlikte uyumaktan hoşlanmamış mıydı?
Çünkü ben gerçekten çok sevmiştim. Ağzımı açtım. Bir şeyler söylemek istiyordum. Ama kelimeleri bir araya getiremiyordum. Ağzımdan tek bir tanesi
dışarı çıkabildi.
"Haklısın."
Salona geçtim. Kahvaltıya yeni başlamışlardı. Yerime oturdum. Kemal'le günaydınlaştık. Alp'in altın sarısı saçlarını karıştırdım. Aramız düzelir gibiydi. Elena her zamanki gibi yemekler yapmamıştı. Çünkü erzağımızın çoğunu depodakilere kaptırmıştık ve tutumlu olmak zorundaydık. Benden birkaç dakika sonra Özgür geldi ve çaprazımdaki
yerine oturdu. Kemal hemen kuzeninin hatrını sordu.
"Nasılsın tatlım?"
"iyi gibiyim."
"iyi uyuyamadın mı yoksa?" Özgür'ün gözleri benimkilerle buluştu.
"Pek sayılmaz."
Kalbim tuzla buz olmuştu. Onunki gibi taş olsaydı keşke diye düşündüm. Yemeğin kalanında sessizdim. -
31.
0Birkaç gün aynı bugün gibi geçti. Uyandım, kahvaltıya katıldım, Özgür'le birbirimize bakmadık, satrançta Alp'e yenildim, akşam yemeği, Özgür'le birbirimize yine bakmadık, dışarı çıkıp hayvanları besledim, içeri girince Özgür'le birbirimize yine bakmadık, odama gidip kitapları karıştırdım, bir şeyler çizmeye çalıştım, geç olunca da uyudum. AradaTümünü Göster
Kemal'le dışarı çıkıp yiyecek bulmayı tartıştık. Özgür'ün kaçırılması ve eve dönerken oldukça uzun bir yolu silahsız, savunmasız geçirmemizden sonra dışarı çıkmak ikimize de mantıklı gelmiyordu. Depodakiler gibi bize de bir araç lazımdı. Ama onu bulmak için de dışarı çıkmamız gerekiyordu. Bir hafta daha dayanabilecek yiyeceğimiz vardı, birkaç
gün daha düşünmeye karar verdik. Yine bir akşam yemeğinde, ortamın sessizliğini bozan Özgür oldu.
"Dışarı çıkacağım."
"Tabi, lamaları da beslersin, değil mi?" diye sordu Kemal.
"Hayır hayır, yanlış anladın. Evden dışarı değil, çiftlikten dışarı."
Yediğim bezelyeler boğazıma takıldı. Ben öksürerek onlardan kurtulmaya çalışırken Kemal cevap verdi:
"Böyle bir şey olmayacağını biliyorsun. Ne istiyorsan söyle, biz sana getiririz."
"Arkadaşım beni burdan alacak. Caner, hani depodaki. Minivanıyla."
Masadaki herkes şaşkınlıkla gözlerini açmış ona bakıyordu. Bu Caner meselesinin yakında tekrar açılacağını biliyordum. Ama Özgür'ün kendisini kaçıran bir adamla randevuya gitmek isteyeceğini düşünmemiştim açıkçası. Hem de biz... Birlikte uyuduktan sonra. Yani, çok da önemli bir şey sayılmazdı. Yalnızca uyumuştuk. Ama çok güzeldi.
Kimse konuşamayınca Özgür açıklamaya devam etti:
"Beni birkaç kere aradı. Yemekten sonra gelecek ve beni alacak." Bu kadar rahat konuşabilmesi beni deli ediyordu. Kendimi daha fazla tutamadım:
"Sonra ne yapacaksınız? Seni tekrar bir odaya mı kilitleyecek? Yoksa güzel bir restorana yemek yemeye mi zütürecek? Zombilerle birlikte mi yiyeceksiniz? Ah, doğru, restoranlarda yemek olduğunu sanmıyorum. Bizde de yok, çünkü bizden çaldılar!" Elimi farkında olmadan masaya vurmuştum. Özgür'ün burun delikleri kızgınlıkla büyüdü. Sonra gözlerini kıstı ve benden ayırmadan kafasını iki yana salladı. Bu onun 'Sen bana karışamazsın' bakışıydı. Sen benden kaçıyorsun, sen bana karışamazsın demek oluyordu.
Konuşmasının devamında bana değil, Kemal'e baktı. ikna edici ses tonunu takınmıştı.
"Depoya gideceğiz. Haftada bir film gecesi yapıyorlarmış. Basit bir salon yapmışlar, projektör kurup bulabildikleri filmleri getirmişler. Hayatta kalan başka yaşıtlarım da var. Onlarla zaman geçirmek istiyorum." Alayla gülmekten kendimi alamadım. Yaşıtlarıymış... Caner dediği adam benden sadece bir yaş küçüktü. Konuşmak
için ağzımı açtım fakat sinirle söyleyebileceğim şeyler Kemal'i de korkuttuğu için beni durdurdu.
"Reşit bile olmadığın için hareketlerinden akraban olarak, en önemlisi de abin sayılarak, ben sorumluyum. Ve depoda bulunmanı istemiyorum."
Bazen ona şaşırıyordum. inanılmaz durumlar karşısında sakinliğini asla bozmuyordu. Ben neredeyse kafayı yemek üzereydim.
"Sonsuza kadar burada yalnız kalamam. Sizi sevmediğimden değil fakat canım sıkılıyor." dedi Özgür. Hala nasıl fikrini savunabiliyordu???
"Yalnız kalmanı ben de istemem. Arayıp arkadaşını buraya çağırabilirsin."
NE?
CANER. BURADA. MI. OLACAK.
"Ona güvenebilmemiz için öncelikle tanımamız lazım. Anlarsın ki, üzerimizde bıraktığı ilk izlenim pek iyi değildi."
Kemal'in ağzından çıkan kelimelere hala inanamıyordum. Böyle bir şeye nasıl izin verebilirdi? Özgür zor da olsa başını sallayıp kabul etti. Yemekten sonra Caner'i aramak için odasına gitti. Acaba beni kıskandırmak için mi yapıyordu yoksa Caner'le gerçekten iyi mi anlaşmışlardı. iki durumda da delirmiştim. Hem de herkesin gözü önünde peşinden gidip odasına girebilecek, hatta kapıyı arkamdan kapatacak kadar.
"Burda ne yapıyorsun? Kemal abim görebilir." dedi alaycı ses tonuyla.
"Şunu kes! Dalga geçmeyi, kafana göre davranmayı kes." dedim. Kollarını birleştirdi.
"Ne istiyorsun?"
"Yaptıklarının farkında olmanı istiyorum."
Kaşlarını kaldırdı.
"Farkındayım. Senin yaptıklarının da. Caner yolda ve bir saat içinde burada olur. Giyinmem gerek."
"Özgür... " Yaklaşıp koluna dokundum. Hızla çekti.
"Savaş. Uzak dur."
Hayatımda bu kadar inatçı, asi, huysuz ve dikbaşlı birini daha görmemiştim. Bakışları bir saniyeliğine bile yumuşamıyordu. Arkamı döndüm. Kapıyı çarpıp dışarı çıktım. Kimin duyduğu umrumda değildi. -
32.
0Birinin kapıya vurduğunu duydum. En azından aptal değildi, zili çalıp yakınlardaki zombileri buraya toplamamıştı. Odamdan çıkmamaya karar verdim. Fabrikadayken Özgür'ün bana verdiği iPod'u buldum, ona aitti. Kulaklıkları taktım. Kemal'in kuzeninin erkek arkadaşıyla tanışma merasimini dinlemek istemiyordum. Şarkıları karıştırdım. DinlediğimTümünü Göster
müzikler genelde sakin şeylerdi. Resim yaparken konsantre olmamı kolaylaştırıyordu. Elbette Özgür'ün çalma listelerinde sakin şeyler yoktu. iskoç punk gruplarını dinliyordu. Exploited ve Valves şarkıları yanında benim bile bildiğim birkaç rock'n roll efsanesi vardı. Çocukluğumda dinlediklerimden birini açtım. Dördüncü şarkıya geçtiğimde aşağıda olanları daha fazla göz ardı edemeyeceğimi anlayıp kulaklıkları yatağıma fırlatıp koşarak aşağı indim. Beklediğim manzara, herkesin beyaz pahalı koltuk takımlarına oturmuş; Kemal, Özgür ve Caner'in hararetli bir konuşmaya tutuşmuş olup geldiğimi bile fark etmemeleriydi. Ama karşılaştığım şey bundan biraz farklıydı. Kemal, Caner'le ara sıra konuşuyordu fakat Özgür uzak bir koltukta bacaklarını üst üste atmış dışarıyı izliyordu. Beni
görünce herkes bir süre bana baktı. Kemal'in zaten bir şeylerden şüphelendiğinin farkındaydım. Ama Özgür'ün bu adamı evimize çağırması-elbette artık evimiz, iki haftadan uzun süredir burada yaşıyoruz-onun şüphelerini hafifletmiş olmalıydı.
Özgür'ün sorgulayan bakışları beni takip ederken Caner'in yanına oturdum. Onu kıskanmamı istiyordu. Ondan hoşlandığımı duymak istiyordu. istediği şeyi ona vermeyecektim. Bir kere bile olsun ondan daha inatçı olup Caner'le anlaşmaya çalışacaktım.
"Hoşgeldin."
"Ben Caner Başbuş. Sen de Savaş'tın, değil mi?" Kafamı salladım. Başbuş nasıl bir soyisimdi öyle...
"Tanışmamız harika olmamıştı ama... Umarım dost olabiliriz." Elini uzattı. Sertçe sıkıp kendimi gülümsemeye zorladım.
"Elbette."
Elena, Alp'i yatağına yatırmak için kaldırdı. Gece olunca Kemal de kalktı ve odasına geçti. Üçümüz kalınca bir film açtık. Şanslıydık ki elektrikler hala kesilmemişti. Uykum vardı. Sürekli esniyordum ama onları yalnız bırakmak istemiyordum. Özgür o gece ilk defa benimle konuşmak için yanıma geldi.
"Şey... Immm... Savaş, uykun gelmiş gibi."
"Yoo."
"Gidip yatsana."
"Hayır, ben iyiyim. Filmin sonunu çok merak ediyorum."
Yalan.
"Peki." Ofladı. Caner'e gülümsedi. O da karşılık verdi. Caner biraz sonra saatine bakıp gece 2'yi geçtiğini görünce ayaklandı. Depodakilerin merak edeceklerini ve artık gitmesi gerektiğini söyledi. Karşımda Özgür'e sarıldı ve tekrar elimi sıktı. Kapının önde durdu:
"Seni tekrar görecek miyim?" diye sordu. Özgür gülümsedi.
"Büyük ihtimalle." Kapıyı kıkırdayarak kapattı.
Caner nihayet gitmişti. Özgür salona geri geldi ve ellerini beline koyup karşımda dikildi.
"Ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedi. Onları yalnız bırakmamamı kastetmişti. Haklıydı, ama kendisi de o kadar masum sayılmazdı.
"Ben de senin ne yapmaya çalıştığını biliyorum." dedim bacak bacak üstüne atarak. Kollarımı dünyanın en rahat adamıymış gibi geriye attım. Kıskandırma numaraları başarısızlığa uğramıştı... Yoksa bu aslında başarı mı?
Kafasını iki yana salladı:
"Bununla uğraşacak zamanım yok." Salonun kapısından çıkıp odasına doğru yürüdü. Hemen koşarak kolunu yakaladım. Artık konuşmak istiyordum ve konuşacaktım.
"N'apıyorsun?" dedi telaşla. Onu kendime döndürmeye çalıştım.
"Canımı yakıyorsun!" dediğinde elimi biraz gevşettim. Artık yüz yüzeydik. Sinirlenince her zaman olduğu gibi burun delikleri büyümüştü.
"Bu adamdan hoşlanıyor olamazsın." dedim.
"Rahatsız mı oldun?"
Onu boğup zombilerin ortasına atmak istiyordum. Beni delirtiyordu!
"Onu seviyor olmanın mantıklı bir nedenini söyle. Sadece bir tane, sonra, sana karışmayı bırakacağım." dedim kolunu bırakıp. Şaşırdı ama gözlerini gözlerimden bir saniye bile ayırmadı. Çenesi titrer gibi oldu.
"Beni... itmiyor." Bu iki kelime ağzından zorla çıktı. Bana kırılmıştı. Kırgındı, beni istemiyor değil.
"Şimdi beni bırakacak mısın?" diye sordu. Bir adım geri gidince ben de bir adım ileri giderek aramızda yarattığı boşluğu kapattım. Neredeyse burun burunaydık. Nefes alışını duyuyor, verdiği nefesi bütün yüzümde hissediyordum. Üflediği hava beni sarhoş ediyordu. Ona daha da yaklaşmak, dokunmak istiyordum.
"Hayır." diye fısıldadım. Yüzü yumuşar gibi oldu. Hatta bir saniyeliğine dudakların hafif yukarı kıvrıldığını görmüş bile olabilirim. Ciddiymiş gibi durmak için kendini zorluyordu.
"Neden?" diye sordu.
"Çünkü... " dedim, devdıbını toparlamaya çalışıyordum. Masmavi gözleriyle karşımda duruyordu. Onu öpmek istiyordum. Dudaklarının tadını öğrenmek isteyen dudaklarım arzuyla yanıyordu. Burunlarımız birbirine değdi...
TAK TAK TAK!
"Kapıyı açın!!!"
TAK TAK TAK TAK!
"Açın! Çabuk!"
Birisi kapıyı yumrukluyordu. Tam da zamanıydı gerçekten. Gelen seslerin sıklaşmasıyla kendi dünyama döndüm ve koşarak kapıyı açmaya gittim. Arkamdan içerideki odaların kapılarının açılma seslerini duydum. Herkes uyanmıştı. Kapıyı açınca Caner hemen içeri daldı. Soluk soluğa kalmıştı.
"Her yerdeler. Aylaklar... Etrafımızda... " dedi koşmaktan ağrıyan karnını tutarak. Silahını cebine koyup soluklandı.
Hepimiz şaşkınca ona bakıyorduk. Konuşmaya devam etti.
"Arabaya kadar bile gidemedim. Her yeri sarmışlar. Bakın!"
Koşup perdeleri açtım. Yüzlerce zombi çiflik duvarlarının etrafını sarmıştı. Birkaç tanesi tırmanmayı deniyordu. içerigirmeleri an meselesiydi. Bunu başarırlarsa... Kapana kısılmışız demektir. -
33.
0Caner ve ben üst kata çıkıp camları ardına kadar açtık. Arkamızdan Kemal ve Özgür geldi, silahlarımızı alıp camdan zombileri vurmaya başladık. Aslında gelişigüzel ateş ediyordum. Ama birçok kurşun isabet etmişti. Duvarların üstünden atlamış bize doğru yaklaşmakta olanları tek tek öldürüyorduk. Bir yandan da Caner bize emirler yağdırıyordu.Tümünü Göster
"Kafalarına isabet ettirin, yoksa ölmüyorlar!"
"Kapa çeneni, bunu biliyoruz."
"Önce içeridekileri öldürün! Dikkatli nişan alın!"
Bu çocuk elimde kalacak. Onu da mı vursam acaba?
Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışıyordum. Özgür'le olan garip konuşmam yarıda kalmıştı zaten. Bir de bu çocuktan kurtulamamam beni yeterince sinirlendiriyordu. Elime geçen ilk fırsatta onu kovmam, uzaklaştırmam gerekiyordu. Özgür'e doğru yaklaşmaya çalışıyordu. Ona bağırdığını duydum:
"Senin ateş etmene gerek yok, ben hallederim."
"Ne saçmalıyorsun?"
"Zarar görmeni istemiyorum."
"Susar mısın lütfen? Dikkatimi dağıtıyorsun."
"Arkama geç!" diye bağırdı tekrar. Özgür'ü itip arkasına geçirmeye çalışıyordu. Kemal bakmıyordu, bakamıyordu. Tüm gücüyle ateş ediyordu, bir saniye bile gözlerini kırpmıyordu. Özgür, Caner'in onu iteklemesinden kurtulmaya çalıştı. Ama küçücüktü, karşı koyamıyordu. "Çekil önümden Caner!"
Silahımı indirip yanına koştum. Caner onu koruduğunu sanıyordu ama Özgür'ü tanıdığım sayılı haftalardan öğrendiğime göre o asla korunmak istemezdi. Kendi kendini korurdu. Ve başarısız da olmazdı... Kaçırılma olayı hariç. "Ne oluyor?" dedim. Özgür'ün gözleri gözlerimle buluştu. Bir şey demeden Caner'den kurtuldu ama Caner çoktan
onun silahını ele geçirmişti bile. Bir şey demek için ağzımı açmamla birlikte Caner'in geriye sendeleyip demirlere çarpması bir oldu. "Bir daha ASLA, silahıma dokunma!" dedi Özgür elini ovalarken. Caner'e yumruk atmıştı!!! Özgür'ün hayallerimin kızı olduğunu farketmemi sağlayan bu davranıştan sonra bütün şaşkınlığımla ne yapacağıma karar vermeye çalışıyorken kendimi Caner'in doğrulması için yardım ederken buldum. Daha birkaç dakika önce ona saldırmayı bizzat kendim düşünüyordum. O da şaşırmıştı. Sol gözünün altı hafiften kızarmıştı bile. Aşağıdan buz istemek için zamanımız yoktu, Caner'in suratının morarması da pek umrumda sayılmazdı açıkçası.
Özgür silahını alıp ateş etmeye devam etti. içeride hiç zombi kalmamıştı ama demirlerden atlamaya devam
ediyorlardı. Bir anlığına durup etrafımdaki insanları inceledim.
Ölmüştü.
içimizde kalan insanlık ölmüştü.
Kimse gözünü bile kırpmıyordu, herkes varıyla yoğuyla ateş edip attığı mermilerin zombileri etkisiz hale getirişini
izliyordu. Hatta bir anlığına Caner bundan zevk bile alıyor olabilirmiş gibi geldi.
Kemal durdu. Önce yorulduğunu sandım. Sonra aklıma geldi, Kemal yorulmazdı. O, hepimizin babası gibi olmuştu
son günlerde. Alp'le oyun oynuyor, benimle dertleşiyor, Elena'yla sohbet edip Özgür'e gözkulak oluyordu. Ne olursa
olsun bizi koruyacağını hissettim. Kimseye güvenemeyeceğimi düşündüğüm, hayattan ve insanlardan tüm umudumu
kaybettiğimi sandığım anda o ve Özgür-ve elbette küçük Alp-bana umudu kaybetmek için erken olduğunu, hala bir aile
olabileceğimizi gösterdi.
Kemal konuşunca herkes durup onu dinledi:
"Korkarım böyle daha fazla devam edemeyeceğiz. Zaman geçtikçe kurşunumuz azalıyor. Kapana kısıldık." Özgür'ün
gözlerinin dolduğunu gördüm. Kemal de fark etmişti.
"Hayır hayır, her şey bitti demedim. Kapana kısıldık dedim. Kapandan çıkacağız."
"Aklında ne var Kemal?" diye sordum. Aylaklara döndü. Onları gözleriyle iyice bir süzdü.
"Gideceğiz. Çiftliği bırakıyoruz." -
34.
0"Ne-nereye gideceğiz?" diye sordum. Kemal aşağıdaki aylaklara bakarak derin bir nefes aldı. Planı yoktu. Nereye gideceğimizi o da bilmiyordu. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Caner bizi umutsuzluğumuzdan kurtarmak için aklınaTümünü Göster
gelen ilk fikri söyledi:
"Depoya gidelim."
"Olmaz." dedim. Özgür'ü kaçıran ve yiyeceklerimizi elimizden alan insanların yanına sığınmayacaktık. Daha iyi bir şey bulabilirdik. "Bekle Savaş. iyi bir fikir olabilir." dedi Kemal. Özgür de gözlerini kısmış bu fikrin ne kadar mantıklı olduğunu tartıyordu.
"Anlamadım, o canilerin yanına gitmektense ölsek daha iyi."
"Bak, Alp'i zaten yeterince tehlikeye attık. Burada bu kadar oyalandığımız yeter. Şu an gidebileceğimiz tek yer Caner'lerin deposu, itiraz etmen bir şeyi değiştirmeyecek, bu insanları uzaklaştırmam lazım."
"Hiç kimsenin size zarar vermeyeceğinin garantisini veriyorum." dedi Caner. Evet evet, gerçekten de çok rahatlamıştım ! Eşyalarımızı 15 dakika içinde toplamıştık. Caner ve Kemal önden giderek içeri girmeyi başarıp kapının yanına toplanmış aylaklar sürüsüne ateş ediyorlar ve yolumuzu açmaya çalışıyorlardı. Ben de en arkadan yürüyüp güvende
olduğumuza emin oluyordum. Özgür, korkudan ölmek üzere olan Alp'i kucağına almış başını okşuyor, sakinleştirmeye çalışıyordu. Alp'in vücudunun her titreyişinde sanki içimden bir şeyler kopuyordu. Küçük bir çocuğun görmesi gerekenden çok daha fazla şey görmüştü. Hızlı adımlarla ahırı geçip kapıya ulaştık. Geçmemiz kesinlikle imkansızdı.
Kapıyı açtığımız an dışardaki ölüler anında üzerimize doğru geleceklerdi.
"Hasgibtir." dedi Kemal. Yumruğuyla kapıya vurdu. Çıkış yolumuz kalmamıştı. Buraya kadardı.
"Hayır hayır... Şimdi değil, şimdi olamaz." diye mırıldandığını duydum Özgür'ün. Alp'i yavaşça yere bıraktı ve kapının yanında yere çöktü. Gözlerini sırf gözyaşları düşmesin diye kocaman açık tutuyordu. Fakat bir işe yaramadı. iki gözünün kenarından da yaşlar süzüldü. Caner ve Kemal'in tamamen umutlarını kaybedip şok olmalarını izledikten sonra birkaç
adım atıp Özgür'ün yanına oturdum. Derin derin nefes alıyordu. Öleceğimizi anlamıştı. Genç hayatının tam da burda sona erdiğini anlamıştı. Uzanıp başparmaklarımın ucuyla göz yaşlarını sildim. Ve onu rahatlatacağını düşündüğüm tek şeyi söyledim:
"Özür dilerim."
"Neden özür diliyorsun ki?"
"Çünkü ağlıyorsun."
"Ağlamıyorum."
"O zaman parmaklarım neden ıslak ve güzel gözlerin neden kıpkırmızı?"
"Biraz duygulandım sadece. Hem, sebebi sen değilsin. Asla gereksiz yere özür dileme."
"Keşke seni gülümsetebilseydim." Bu dediğimi duyunca sessizleşti. Kafası karışmış bir şekilde yüzüme baktı. Seni anlayamadan öleceğim." dedi.
"Ölmeyeceksin... diyemediğim... için... özür... dilerim... " Ağzımdan bu kelimeler zar zor çıktı. Ona sarılmak, saçlarını koklamak, avutmak istiyordum fakat durumu kabullenmiştim. Beni duymamış gibi cevap verdi:
"Ama zaten seni asla anlayamayacaktım, değil mi?"
Elimi dizinin üstünde birleştirdiği ellerine koydum. Yüzü gerildi. Bana hala bakmıyordu. Dümdüz ileriyi seyrediyordu. Ama elini çekmedi. Diğer elimle de çenesinden tuttum, gözlerime bakmasını istiyordum. Kendime çevirdim. Gözyaşları gittikçe daha çok birikiyordu. Bir şeyler söylemesi gerektiğini biliyordu.
"Savaş, ben-"
"Şşşt... Lütfen ağlama. Çünkü sen her ağladığında kuşlar şarkı söylemeyi kesiyor."
"Ama biz-"
"Özgür, senden son bir şey isteyebilir miyim?"
iyice ağlıyordu artık. Ağlarken bile güzeldi. Her ne kadar onu izlemek istesem de ağlamasını istemiyordum. Evet anlamında kafasını salladı. Ona yaklaştım. Ve fısıldadım:
"Bana sarılabilir misin?"
Durdu. Birkaç saniye hiçbir şey söylemeden, gözlerini bile kırpmadan bana baktı. Acaba beyninden neler geçiyordu?
O an aklını okuyabilmeyi o kadar çok istedim ki.
Dizlerinin şeklini bozup bana doğru biraz daha kaydı. Kollarını açtı ve beni kucakladı. Dünyadaki en güzel hissi yaşatmıştı bana yine. Yumuşak, sanki annem gibi. Kırılgan, Masal gibi. Sanki... Sanki benim gibiydi. Kafamı saçlarına gömdüm ve o tarifsiz kokusunu içime çektim. Bu an asla bitmesin istedim. Bir saniye.
Aklıma bir şey gelmişti. Özgür'ün kollarından apar topar kurtulup ayağa fırladım. Ah, neden daha önce düşünememiştim ki? Koşup Kemal ve Caner'in durduğu yere gittim. Özgür arkamdan ne olduğunu soruyordu. Kemal'in omzunu sarstım.
"Bitmedi. Bitmiyor. Bir fikrim var."
"Ne?" diye sordu Caner. Elena ve Alp de yanımıza gelmişti. Ölmeyi kabullenmiş insanlara ölmeyecek olma ihtimallerini söylediğinizde, gerçekten de suratınıza çok farklı bakıyorlar.
"Beni takip edin." dedim ve çiftlikten içeri doğru büyük adımlar atmaya başladım. -
35.
0"Neden burdayız?" diye sordu Özgür."Şşşt, onları korkutacaksınız." dedim ve elimle susmasını isteyen bir işaret yaptım. Çizliğin çok fazla zaman geçirmediğim bir bölümündeydik. Lamalarla aramızda tahtadan yapılmış kocaman bir kapı vardı. Herkesin sessizce peşimden gelmesi hoşuma gitmişti. ilk defa beni lider olarak görüp beni takip etmişlerdi. Bu iş Kemal'e aitti, bunu biliyordum ve bir şikayetim de yoktu elbette. Ama yine de dikkat edilen kişi olmak hoştu işte. Hayatının %50'sini ders çalışarak, %30'unu resim karalayarak, kalan %20'sini de ailemle takılarak ve biraz da olsa arkadaşlarımla ilgilenerek geçirmiştim. Ailem normal yaşantısındaydı. Öyle abartarak anlatacağım maceralı bir hayatım olmamıştı. Ne içkisi elinden düşmeyen annemin eve attığı erkeklerle uğraşmam gerekmişti ne de kız kardeşimin uyuşturucu problemiyle. Kendi halimizde yaşamıştık işte. Bu olayların başlaması, onca kan, vahşi olaylar... Beni belki de kan görmekle bir sorunum olmadığı için, belki de sınırlı sayıya sahip arkadaşlarımın sürekli bahsettiği videoTümünü Göster
oyunlarına alışık olduğum için öyle fazla etkilememişti. Fakat aramızda iki bayan, bir de küçük çocuk vardı. Dayanabilecekleri şeylerden çok daha fazlasına dayanmışlardı bile. Bu yüzden akıllıca düşünüp onlara yardım etmek bize düşüyordu. Lise ve üniversite öğretmenlerimin ortak fikrine göre zeki bir çocuktum. Pek ukala bir tip olmasam da
normal bir insandan akıllı olduğum bir gerçekti. Tıp okulunu kendimi parçalayarak değil de beynimi kullanarak kazanmıştım. Çok konuşmamam ya da sosyal bir hayatımının olmaması, olaylar karşısında eli kolu bağlı kalacağım anldıbına gelmiyordu. Benim de fikirlerim vardı. "Savaş... " dedi Kemal. "Umarım düşündüğüm şeyi düşünmemişsindir."
"Ne düşündüğüne bağlı." dedim krem rengi lamayı okşarken. Hayvan bana tükürecek diye korkmuyor değildim. Fakat dışarıda çok daha korkunç yaratıklar vardı. Bunlar bizim tek çaremizdi. Özgür bana garip garip bakarken aklımı kaçırmış olduğumu düşünüyor olmalıydı. Lamayı okşamaya devam ederken Alp'in hızla arkamdaki lamanın üstüne atladığını gördüm. "Harika bir şey!" dedi sarışın çocuk. Tüylü hayvana kollarını sımsıkı sarmıştı. Eğer bu ilginç hayvanlar bizi yarıyolda bırakmazlarsa aylakları böyle atlatabilirdik. Aramızda çok şişman biri olsa belki onu taşıyamazlardı fakat kilolu biri
yoktu aramızda. Özgür'ün lamaya binmesine yardım etmek için bir adım atmıştım ki Caner'in benden önce davranmış olduğunu gördüm. Özgür'ü kalçalarından tutup itiyordu. Gidip müdahale etmek istedim fakat çok yanlış bir zamandı. Özgür de çok zorlanmadan binmişti zaten. Ben de seçtiğim bir lamaya atladım. Kötü kokuyordu, Özgür'ün saçlarını koklamayı tercih etsem de, henüz böyle böyle seçeneğim yoktu. Önce onları kurtarmalıydım. Nihayet ahırdan çıkıp yavaş yürüyen lamalarla çizlik kapısına ilerledik. En önde ben vardım. Hayvanı anlamaya çalışıyordum. Ani hareketler yapmadan ilerliyordum fakat biyoloji dersinde yaptığım araştırmadan hatırladığım kadarıyla bu hayvanların zıplıyor olmaları gerekiyordu. Bu şekilde zombileri atlatamazdık ki. Caner inip koşarak kapıyı açtı. Tekrar lamasına atladı. Kapı açılır açılmaz, aynı filmlerdeki sahneler gibi bir görüntüyle
karşılaştık. Çirkin yaratıklar karşımıza dizilmiş üstümüze doğru geliyorlardı. Yüzlercesi bize doğru yürüyordu. Hiç bu kadar yanyana görmemiştim. Bazıları henüz çürümemiş, bazıları kanla kaplanmış, kırmızı sıvıyı ellerinden kollarından akıtarak üstümüze yürüyor, bazıları da bacaklarını kaybetmiş sürünüyordu. iğrençti. Elena'nın öğürdüğünü duydum.
Sağ çaprazımda duran Özgür'ün korkmuş ifadesini görünce ona güven vermek için bir bakış attım. Sanırım görmüştü. Yüzündeki ifade biraz daha rahatlarken tekrar aylaklara döndüm. Yüzlerce zombiye karşı, lamalara binmiş 6 kişiydik. O an fark etmiştim, ne kadar şansımız olabilirdi ki?
Eğildim ve lamanın kulağına fısıldadım:
"Beni yarıyolda bırakma. Sana güveniyorum."
Lamayı okşadım ve sırtına doğru hafifçe vurdum. Daha hızlı ilerlemeye başladı. Aslında yaptığımız şey çılgıncaydı. Lamalara binmiş, bizim etimizi kemirmek isteyen canavarlara doğru koşuyorduk. Arkama baktığımda diğer lamaların da koştuğunu gördüm. Zombilere iyice yaklaştık. içlerinden geçmeye başladığımızda elleriyle bacaklarımı çekiştirdiler.
Lamanın boynuna iyice yapıştım. Adrenalini mi algılamıştı bilmiyorum ama lama da zıplayıp bağırmaya başlamıştı. Üzerinde durmakta zorlanıyordum ama yere düşsem anında parçalara ayrılıp yeneceğime emindim. Bir kısmını geçmiştik. Zombiler biz yanlarından geçtikçe arkalarını dönüp tekrar bize doğru yürüyorlardı. En azından yavaşlardı.
Yetişemiyorlardı. Tam çok az kaldı, kurtulabiliriz derken Özgür'ün çığlığını işittim ve afalladım. Boğazı yırtılana kadar bağırmıştı. "Özgüüüür!" diye bağırdım arkama doğru. Cevap gelmedi. "Özgür! Cevap ver bana." Yine ses gelmedi. Durdum. Silahımı cebimden aldığım gibi yere atlayıp ona doğru koşmaya başladığım. Yere düşmüş, üzerine atlayan zombileri itmeye çalışıyordu. Ben de aralarından geçerken saldıranları yumrukluyor, silahımla kafalarına vuruyordum. O korkuyla bunlar saniyeler içinde olmuştu. Ne kadar hızlı koştuğumu sonradan fark ettim. Özgür'e ulaştığımda birkaç saniyeliğine hiç hareket ve ses göremedim. Özgür onu itmeye çalışmıyordu. Bağırmıyordu. Bitmişti. Çok geç kalmıştım.
Ölmüştü.Özgür ölmüştü. -
36.
+1Gözlerimden akan yaşlar yavaşça yanaklarımdan süzülürken Özgür'ün üstüne atlamış olan zombiye silahımın arkasıyla vuruyordum. Vuruyordum... Vuruyordum... Yüzlerce kez vurmuş olmalıydım. Özgür'ün üstüne eğilmiş onu ısırıyordu. Onu... Onu yiyordu. Ve ben sadece vuruyordum. Her yer kan olmuştu. O karmaşanın içinde üstüme atlayanTümünü Göster
diğer aylakları tekme tokat etrafa fırlatıyordum. O adrenalinle ben bile şaşırmıştım ne yaptığıma. Ağlıyordum, bağırıyordum ve tüm güçümle vuruyordum. Sonunda yaratığın kafası dağılmış ve vücudu parçalara ayrılmıştı. Görüntü midemi bulandırdı. Ama kusmadım, kendimi tuttum. Umrumda değildi. Şuan ölsem umrumda değildi. Şuan diğerleri ölse umrumda değildi. Şuan lanet zombilerden biri kolumu ısırsa ve beni yemeye başlasa da umrumda değildi. Özgür... Özgür'üm ölmüştü. Ve ben şimdi fark ediyordum ki; sayılı günler içinde onu sevmiştim. Onu gerçekten sevmiştim. Kardeş gibi, eş gibi... Ne gibi kim gibi olduğunu umursamadan sevmiştim. O, bana aptal dünyaya olanlardan
sonra, güçsüz bedenlerimizin yaratıklara dönüşmesine izin vermezken tekrar sevebilmeyi öğretmişti. Ve bir daha hiçbir şeyi sevemeyecek olsam da umrumda değildi. Onu kaybetmiştim. Zombiyi yavaşça kenara ittim. Yediği şey, küçük Özgür'ün bedeni, kanı, her yerine bulaşmıştı. Şimdiden koku etrafa yayılmıştı. Öğürerek iteklemeye devam ettim. Özgür'den her ne kaldıysa görmek istiyordum. Yüzü, saçları, gözleri...
Belki hastalıklı bir düşünceydi bu. Ama ne kaldıysa görmeliydim.
Zombilerin parçalanmış vücutları tamamen kenara kaydığında önümde yatan şeye baktım. iç organları dışarı çıkmış, akan kan zeminde değişik yollar izlemişti. Geriye nerdeyse hiçbir şey kalmamıştı. Ama bu beden... Olması gerekenden biraz daha büyük gibiydi.
Ve tüylü. Ve toynakları vardı. Özgür değildi.
Zombilerin yediği şey, Özgür değildi. Yerde yatan belli ki Özgür'ün lamasıydı.
"Savaş!" Sesi duymamla arkamı dönmem arasında geçen zaman, ışık hızından bile hızlı olabilirdi. Mavi gözlerini görür görmez ona koştum. O da gelip üstüme atladı. Sıkıca kucakladım. Korkmuştu ama ağlamıyordu. Oysa ben ufacık bir çocuk gibi ağlıyordum. Ayaklarını yere bastı. Yanaklarımı okşamaya başladı. Ölmemişti. Yaşıyordu. Ve ben hem
korkmuştum hem de üzgündüm. Ağlamamı durduramıyordum. Eğilip ona karnından sarıldım. Kafamı göğsüne koydum.
"Öldün sandım... Öldün sandım... " Yüzümü kollarıyla sıkıca sarıp beni göğsüne bastırdı.
"Şşşt geçti... " Saçlarımı, yüzümü, yanaklarımı okşamaya devam etti. O an belki de zombiler yakınımıza yaklaşıyorlardı fakat onlarla uğraşmak istemiyordum. Özgür yaşıyordu. Onu daha da sıktım. Ne kadar çok ağladığımı önemsememeye başladım. Ağzım burnum birbirine karışmıştı zaten. Burnum akıyordu. Bebek gibi sesler çıkarıyor olmalıydım. Öyle
eğilmiş, iki büklüm bir halde karnına sarılıyordum. Dışarıdan garip göründüğümüze eminim. Ama artık normal olan ne vardı ki? Özgür benim sesim kesilir gibi olunca kolunu gevşetti ve beni kaldırdı. Vücudumu dikleştirdim, ona sarılan kollarımı çözdüm. Beni kolumdan tutup kimsenin göremeyeceği ve zombilerin olmadığı bir yere çekti. Masmavi gözlerine baktım. Onun da gözleri dolmuştu. Yine yanağımı okşadı.
"Burdayım."
"Burdasın."
"Çok mu korkuttum?" diye fısıldadı.
Kafamı salladım. Burnumu çekiyordum. Diğer elini de öbür yanağıma koydu. Yüzüme iyice yaklaştı. Baş parmaklarıyla dudaklarımı okşadı. Yüz hatlarımı inceliyordu. Sanki yüzümün her yerine, her noktasına bakmak zorundaymış gibi. Sonra bir anda, dudaklarımı okşayan parmaklarının yerini sıcacık dudakları aldı. Beni öpüyordu. Ağlamaktan ve titremekten kendimi toparlayamayacağımı bildiği için yüzümü ellerinin arasında iyice sıkmıştı.
Öpüşmemize o yön veriyordu. Bir elini boynuma doladığında kendime gelmiştim. Belinden tutup kendime iyice yaklaştırdım. Bunun olmasını uzun bir süredir istiyordum. Ve şimdi, o yumuşacık dudakları benimkilerle birleşmişti. Dünya gerçekten durmuştu sanırım.
Birbirimizden ayrıldığımızda ağlamam kesilmişti. Ama yüzümdeki gözyaşlarının tuzlu tadının Özgür'ün ağzında olduğuna emindim. "Hiçbir yere gitmiyorum." dedi. Gülümsedi. Ne o boynumdaki elini çekmişti ne de ben belindeki elimi. Öylece kalmıştık birkaç dakika.
Benim susuyor olmamın sebebi üst üste yaşadığım şoklardı. Önce öldüğünü sanmam, sonra yaşadığını öğrenmem, sonra öpüşmemiz. Onun yaptığı gibi yüzünü inceledim ben de. Kahverenginin en güzel tonundaydı saçları. Çocuksu yüzü, mavinin mükemmeliğiyle birleşmiş ve dünyadaki en güzel kızı yaratmıştı. Burnu, çenesi, dudakları... Hepsi sanki
ünlü bir ressamın paletinden çıkmış boyalar gibiydi. Dakikalarca burun buruna bakışmamızdan sonra sessizliği bozan o oldu:
"Gidelim mi?"
Kafamı sallayıp elinden tuttum. Saklandığımız yerden çıktık. Lama kalıntılarını yiyen birkaç aylak hariç hiçbir şey kalmamıştı çiftlik kapısının yakınlarında. Dikkatleri incin olduğu için koşarak yanlarından uzaklaşabildik. Kemal ve diğerleri çoktan kapıdan çıkıp gitmiş olmalıydı. Olan hiçbir şeyi görmemişlerdi. Biz de nihayet kapıdan geçtik ve boş
yolda koştuk. Sonra hayatımızı kurtaran bir ses duyduk. Korna. Caner'in minivanına ulaşabilmiş, bizi almaya gelmişlerdi. Yanımızda durdular ve kapı açıldı. Kemal ve Elena
kollarımızdan tutup bizi minivana çektiler. Ve Caner arabayı hızla depoya doğru sürmeye devam etti.
---
Elbette onu öldürmedim. -
37.
0Onlara olanları anlattık. Öpüştüğümüzü değil tabii ki. Bunu kendimize saklasak daha iyi. Oraya kadar olan kısmı. Özgür'ün nasıl kurtulduğunu ben de tam anlamamıştım. Hızlı hızlı ve nefes nefese anlattı:Tümünü Göster
"... Sonra lamadan atladım ve onu ayaklarımla zombilerin üstüne ittim. Hayvancağız üstlerine düşünce kalkmakta zorlandı, o sırada onu ısırmaya başlamışlardı bile. Pis yaratıklar, öyle hızlılar ki... " Herkes olayı bizim ağzımızdan pür dikkat dinlerken Caner de hızlıca önceden yalnızca bir kere gittiğimiz depoya sürüyordu. Onu her ne kadar sevmesem de yanımızda olması işimize yaramıştı. Hem arabasını kullanabilmiştik hem de
saklanabilecek bir yerimiz vardı. Özgür'ün öptüğü kişi de bendim ayrıca, Caner'den nefret etme sebebimin büyük bir kısmını Özgür'le olan yakınlığı oluşturuyordu. Depoya gelmiştik. Arabadan inip bahçe kapısından içeri girdik. Etrafta yaratıklardan yoktu. Caner büyük kapıya sertçe vurdu. Biri delikten baktı, Caner'i görünce kapı açıldı.
"Bunlar kim?" dedi daha önce görmediğim bir adam.
"Bizle yemeklerini paylaşan aile. Bu Özgür. Bu Kemal abi, Alp, bu da Elena, pek Türkçe konuşamıyormuş. Ve Savaş." Adam uzanıp elimi sıktı.
"Ben Aslan." dedi. Benden en fazla 10 yaş büyük olabilirdi. Geniş koridorda yürüdük. Kapısı açık olan bir odada 40'lı yaşlarında bir kadın ve küçük bir kız gördüm. Kadın kızın saçlarını örüyordu. Biz yürüdükçe hafızam yerine geldi ve buradan daha önce geçmiş olduğumu anladım. Aslan ve Caner yanyana yürüyorlardı "Sizi Salihler sandım." dedi Aslan.
"Onlar hala gelmediler mi?"
"Dört gündür yoklar." dedi adam ve sesinin tonu bir an bile değişmeden devam etti:
"Bence öldüler." Caner "bilmem" der gibi kafasını salladı. Büyük odaya gelmiştik. Aslan metal kapıyı çaldı. "Hoşgeldiniz eski dostlarım." dedi biz içeri girer girmez tanıdık bir yüz.
"Merhaba Bora bey." Kemal elini uzattı ve el sıkıştılar. Özgür'ü kaçırıp yiyeceğimizi elimizden alan bu adamdan her ne kadar tiksinsem de şuan ona ihtiyacımız vardı.
"Onlardayken saldırıya uğradık." dedi Caner bir sandalyeye otururken. Köşedeki koltukta oturan çocuk konuşmaya katıldı:
"Buraya getirmek zorunda mıydın onları?" Çocuğa baktım, bu daha önce Özgür'ü kaçırmasında Caner'e yardım eden Ozan'dı. Halbuki Özgür giderken ona sarılmıştı. iyi anlaştıklarını sanmıştım. içeri bir anda bir kız koşarak girdi. "Özgür!" dedi ve onun boynuna atladı. Özgür de coşkusuna karşılık verdi.
"Elif! Seni çok özledim!" Kız Özgür'ün yaşlarındaydı ve biraz tombuldu. Özgür kaçırılıp buraya kapatıldığında onunla ilgilenen kız olmalıydı bu. Özgür'ün burada neden iyi vakit geçirdiğini ve tekrar gelmek istediğini anlamış oldum. Elif'ciğim, buraya girmemen gerektiğini biliyorsun." dedi Bora. Elif özür dileyerek ve hepimize gülümseyerek dışarı
çıktı. Kapıyı arkasından kapattı. "20 yaşının altındakileri ve kadınları buraya sokmuyoruz da. Burası Başkan'ın odası gibi bir şey. Grubumuzu hayatta tutmak için toplantılar yaparız." dedi Bora. Başkan havalarını sevmiş ve alışmış olmalıydı. Burada yaşayan 25 kişi
olduğunu söylemişti önceden. Biz 5 kişi zor hayatta kalıyorken 25 kişiye bakmak zorunda olmak kötüydü. O da kendi yöntemleriyle halletmeye çalışmıştı. Bunların içinde yiyeceğimizi çalmak olsa da bunu depodaki insanları hayatta tutmak için yapıyordu. Ve anlayabilirdim
"Şimdi fazladan 5 kişiye daha mı bakmak zorundayız?" diye sordu Ozan'ın yanında duran adam. O, Ozan ve Caner'den biraz daha büyüktü. Neredeyse Bora abi kadar olgundu.
"Zorunda kaldım, Turgut abi. Ne yapsaydım, onları ölüme mi terk etseydim?" Bunu söylediği an beşimizde de bir titreme oldu. Özgür'ün neredeyse öldüğü aklıma gelince gözlerim dolmuştu sanırım.
"Terk etseydin. Bizim yaşama şansımız çoğalırdı." dedi adının Turgut olduğunu öğrendiğim adam. Caner onu umursamadan Bora'ya döndü:
"Yerimiz var, battaniyemiz de yatağımız da var. Salihler yemek bulduğu zaman da bolca yemeğimiz olacak. Kalabilirler, değil mi?"
Bora derin bir nefes aldı. Yere baktı. Odadaki herkes onun kararını bekliyordu. Sessiz geçen bir dakika bana bir saat gibi gelmişti. Onlarla yaşamayı hiçbirimiz istemiyorduk ama başka şansımız yoktu.
"Salihler sanırım gelmeyecek." dedi. Deminden beri bahsedilen bu Salih'in kim olduğunu merak ettim. Yemek aramaya giden bir grup mu oluşturmuşlardı?
"Berkay ve Cemre de mi?" diye sorarken sesi titredi Caner'in. Bora kafasını sallayınca Caner yüzünü buruşturup havaya baktı. Üzülmüştü. Derin bir nefes aldı.
"Bu yüzden yiyecek sıkıntısı çekiyoruz." dedi Bora. Özgür'e döndüm, suratı ifadesizdi. Elena ve Alp de yaşadıklarının şokunu yüzlerinden atamamışlardı. Kemal'e baktığımda ise soğuk kanlılığını yine koruyor, pür dikkat olanları izliyordu. "Ama üç kişi eksildiğine göre onları yanımıza alabiliriz, değil mi?" diye sordu Caner. Bora üzüntüyle bize baktı. Alp'in
üzerinde gözlerini uzun uzun gezdirdi. "Üzgünüm." diye cevap verdi en sonunda. Bir şeyler yapmalıydım. Artık pasif olmayı bırakmalı ve yardım etmek için çaba göstermeliydim. Ve yine böyle zor bir anda, aklıma bir fikir geldi. "Ben yiyecek aramaya giderim. Ve arkadaşlarınızı da bulurum." dedim. Odadaki bütün gözler benim üzerime döndü.
Turgut dalga geçer gibi gülmeye başladı. "Sen? Hahahah... Tek başına mı?"
"Ben de onunla giderim." dedi Kemal. Fikrimi beğenmişti, bana gurur duyar gibi baktı.
"Ben de." dedi Özgür de elbette. Cesaretini göstermekten çekinmezdi. Ona birkaç saniye baktım. Belki de o birkaç saniye diğer insanlar için azdı, fakat ben o birkaç saniye içinde Özgür'e ne kadar teşekkür ettiğimi, olanlara hala inanamadığımı ama ne olursa olsun ona sahip olduğum için çok şanslı olduğumu ve onu çok sevdiğimi anlatmıştım. Ve
işin güzel kısmıysa, gözlerinin içi gülerek bana baktığında anlatmak istediklerimin hepsini anlamıştı.
"Eğer gerçekten yiyecek bulabilirseniz, bizimle istediğiniz kadar kalmakta özgürsünüz." dedi Bora. Kararlı ses tonundan onun da fikrimi beğendiği anlaşılıyordu.
"Yalnızca gidecek başka bir yer bulana kadar kalacağız." dedi Kemal. Birkaç adım attı. Bora ona gülümsedi. Ve sıkması
için elini uzattı. -
38.
0iki gündür depodaydık. Açıkçası burada hayat güzeldi. Kahvaltı ve akşam yemeği için hep beraber yemekhaneye dönüştürdükleri bir yere iniyorduk. Zemin ve bütün duvarlar gri metalden yapılmıştı, son derece güvende hissettiriyordu. Dışarıya yemek bulmak için giden gruptaki 3 kişi hala geri dönmemişlerdi. Onların gitmesi ve bizim gelmemizle sayıları 27'ye çıkmıştı. Depo çok büyüktü. Salgının başlamasından önce burada ne vardı tam olarakTümünü Göster
bilmiyordum ama kalan kişiler için 50'ye yakın yatak, yastık ve yorgan vardı. Küçük çekmeceli dolaplar, eski çalışma masaları da odalara yerleştirilmişti. Çlftikteki lükse alışmış olabilirdim ama artık oraya dönemezdik. Çok tehlikeliydi. Ayrıca, depo da yeri gelince lüks sayılabilirdi. Lüks bir... hapisane mesela. Bize boş odalardan iki tanesini vermişlerdi. Birinde Özgür, Alp ve Elena kalırken diğerine de Kemal'le ben yerleşmiştik. Çok fazla eşyamız kalmamıştı. Birkaç parça giysimiz vardı sadece. insanların çoğu bize iyi davranıyordu. Caner bizi birkaç kişiyle tanıştırmıştı. Hepsi Ozan ve diğer orta yaşlı olan Turgut gibi değillerdi. Belki başkaları da bizi istemiyordu ama en azından onlar gibi yüzümüze söyleyen olmamıştı. 50'lerinin başında olan bir kadın dün öğlen odamıza geldi ve kirli çamaşırımız olup olmadığını sordu. Sonradan öğrendiğime göre adı Çiçek'ti ve çamaşır-bulaşık yıkama işlerine bakıyordu. Depoda belli bir yaşa gelen herkese farklı farklı görevler
vermişlerdi. Biz şimdilik sadece "Dışarıya Çıkmaya Gönüllü Olan Takım"dık. Ve insanlar bunu çok büyük bir cesaret göstergesi olarak görüyorlardı. Burada yaşayan küçük çocuklar da vardı. Hatta ufak Ada daha 2 yaşındaydı ve salgın başladığından beri aynı Özgür'ün Alp'e yaptığı gibi onu evlat edinen aileyle birlikte kalıyordu. Sema ve Cenk 30
yaşlarında yeni evli bir çiftti. Salgından birlikte kurtulmayı başarıp bebek arabasında ağlamakta olan Ada'yı da yanlarına almışlardı. Sabah kahvaltıda yanımıza oturan Sema, bütün olayı ayrıntılarıyla-fazladan ayrıntılarıyla anlatmıştı hepimize.
"... Elime telefonu alıp Cenk'i aramaya çalıştım ama ne cep telefonu ne de iş telefonu cevap veriyordu. Sonra kapı çaldı, açsam mı açmasam mı bilemedim. Eh bilirsiniz, ev hanımıyım. Öyle zırt pırt kapım çalmaz. Aslında mutluyumdur ben evde yalnız olmaya. Şikayetim yoktu yani. Ama güzel de bir kızım olsa fena olmaz diye düşünüyorum. Yalnızlık çekmeyeyim diye. Neyse işte şaşırdım tabi. Hem de televizyonlar da telefonlar da çalışmıyor yani. Eşimin gelmesi için de erken. Nasıl korktum nasıl korktum. Ben de aldım elime tencereyi tavayı, kapının yanına geçtim ve çekip açtım. Giren adamı göremedim önce, paralamışım biraz kocacığımı. Halbuki sağdan soldan o yaratıklardan çıkmaya başlayınca kocacığım atlamış arabasına evine gelmiş karısını kurtarmaya. Sonra ben bir iki parça bir şey aldım yanımıza, arabaya bindik ama ne fayda! Etrafımızı sarmışlar. Yerler et parçaları, insan organlarıyla doluydu. Ben hayatımda böyle çirkin bir sahne görmedim. Biz daha sokaktan çıkamadan inmek zorunda kaldık. Koştuk biraz, sonra bir de ne görsek? Kırmızı bir
bebek arabası. Merdivenin üstünde kalmış, tabi yaratıklar ulaşamamış oraya. Gittik kurtardık yavrucağı. Durmadan ağlıyordu. Kucağıma alıp sarıldım, inanmazsınız ama sustu o an... " "Hikayenin devdıbını da dinlemek isterdik Sema'cığım ama bizim gitmemiz lazım artık. Bugün dışarı çıkacağımız gün." dedi ve hayatımızı kurtardı Kemal. Yine.
Sema biraz kırıldı fakat bozuntuya vermedi. Zaten Ada'ya yemek zütürmesi gerektiğini söyledi ve masadan kalktı. Biz de ayağa kalktık. Elena ve Alp bizimle vedalaştıktan sonra odalarına gittiler. Özgür yanıma geldi ve koluma dokundu:
"Hayatta kalacağız."
"Söz."
Elini tuttum ama nerede olduğumuza dikkat etmemiştim. Bu halimizi Kemal'in gördüğünü fark ettim. Birbirine kenetlenmiş ellerimize baktı. Hemen çektim.
"Hadi, gitmemiz lazım." dedi Kemal. Yemekhaneden çıkarken Mustafa amca bana selam çaktı. O, 67 yaşında emekli bir denizciydi. Ve depodaki en yaşlı kişiydi. Bana dışarının durumunu sormuştu. Anlattığım korkunç şeyler karşısında
"Yine mi en güvenli yer okyanus?" demişti. "Bıktım bu okyanustan."
Bora abinin odasına doğru yürüdük. Attığım her adım beni daha çok korkutuyordu. Dışarda olmak eğer bir aracınız varsa çok da zor değildi. Hızlıca ilerleyebilir, zorda kalırsanız aylakları arabanızla ezebilirdiniz. Oysa depodaki tek araç minivandı ve onun kullanıp kullanılmayacağına da Bora abi karar veriyordu. Dönmeme şansımız olduğu zamanlar
minivanı yanımıza almamıza izin vermediğini söyledi. Haklı olduğu yerler vardı, giden gruptaki Salih, Berkay ve Cemre geri dönmemişler, dönememişlerdi. Bu durumda minivan da onlarla kalabilirdi. Ama yakınlardaki yiyeceklerin hepsi tükendiği için uzun mesafeyi koşmamız gerekiyordu, ki bu da çok zor ve tehlikeliydi. Arabasız her şey daha zor olacaktı.
Ayrıca, o kadar uzağa hiç gitmemiştik. O tarafta ne olduğunu bilmiyorduk. Belki de bunların binler, on binlercesi vardı. Ve keşfetmek zorunda olan bizdik; ben, Kemal ve Özgür.
Böyle bir durumda Özgür'ün yakınımda olması avantaj mı yoksa dezavantaj mıydı bilemiyorum. Onun bu kadar tehlikeli bir yerde bulunması yerine depoda güvende olmasını isterdim. Ama yakınımda olması da bana moral veriyordu. Zaten burada kal desem de kalmazdı ki. Toplantı odasına girdik. Ozan ve Bora masaya oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı. Caner ve Turgut ortada yoktu. Her zaman peşimizde gereksizce dolaşan Caner bey şimdi nerelerdeydi acaba?
"Hoşgeldin takım!" dedi Bora kollarını açıp. Ses tonu ve bakışları bile "Burası benim, hepiniz bana aitsiniz ve dediklerimi yapmak zorundasınız. Yoksa ölürsünüz." diyordu. Bunu dile getirmesine gerek yoktu. Gülümsese ve canayakın davransa bile orada kimin patron olduğunu göstermekten çekinmiyordu.
"Hazır mısınız?"
"Her zaman." dedi Kemal tüfeğini omzuna takarken.
"Kendinize dikkat edin ve lütfen geri dönün." diye öğütledi Bora. Aynı askere gidiyormuş gibi hissettim, ki askerliğimi daha yapmamıştım. Üniversite yüzünden ertelemek zorunda kalmıştım çünkü. Ama bu olayda da dönmemek vardı. Ozan bizimle kapıya doğru yürürken ellerimize birkaç kağıt tutuşturdu ve ne olduklarını açıkladı:
"Bunlar bu mahalleyi bilenler tarafından çıkarılmış ve doğruluk payı yüksek olan haritalar. Çok uzak mesafeleri göstermiyor ve bazı yerler yanlış olabilir ama yine de size yardım edebilecek her şeye ihtiyacınız var çünkü Bora da ben de geri dönme ihtimaliniz olduğunu sanmıyoruz." Cümlesini bitirir bitirmez onu boğazına yapıştığım gibi duvara ittim.
"Sen neden bahsediyorsun bin herif?"
"Savaş sakin ol." Kemal'in bana dokunan elini sertçe itip Ozan'ı sarsmaya devam ettim. Ozan geri çekilmeye ya da kendini kurtarmaya çalışmıyordu. Tam tersi, yüzüme iyice yaklaştı ve gözlerime baktı:
"Salih bile dönememişken, şu cılız bedenin ve küçücük kız arkadaşınla hayatta kalabileceğinizi mi sanıyorsunuz?" dedi. Kafasını duvara vurdum. Dediklerinin bir kısmının doğru olduğunu biliyordum ama onun da bilmediği şeyler vardı. Biz de güçlüydük. Ama bu yeterli miydi? Ellerimi gevşetip Ozan'la göz temasını kesmeden onu serbest bıraktım.
"Arkadaşlarınızı getireceğim."
---
Her şeyimizi kontrol edip kapıdan çıktık. Konserve yiyecekler ve birkaç sandviç almıştık yanımıza. Bize ait olan kurşunumuz azalmıştı ama Bora ve denizcilerin kralı Mustafa amca bize kendi silahlarından kurşun vermişlerdi. Dış kapıdan çıktık ve kendimizi ıssız sokağın ortasında bulduk. Bir süre kimse konuşmadı. Birbirimize bakıyorduk. Sevdiklerimizi korumak için ortaya atlamıştık fakat şimdi kimse ne yapacağını bilmiyordu. Özellikle Ozan tarafından gerçekler yüzümüze söylendikten sonra moralimiz yerlerdeydi. Özgür'le gözgöze geldiğimizde onun da aynı şeyleri düşündüğünü anladım. Ve bir anda bizi kurtaran bir ses duyuldu.
Caner minivana atlamış tam da önümüzde durmuştu. Camı açtı. Herkes şok geçirirken Özgür şaşkınlığını gizleyemedi:"Ne yapıyorsun burada?"
Caner iki elini yana açtı ve cevap verdi:
"Minivanı Bora abiden çalıyorum." dedi ve bir düğmeye basıp arka kapıyı açtı.
"Atlayın." -
39.
0Haritadan pek bir şey anlaşılmıyordu. Herkes buruşuk kağıtları eline alıp biraz evirip çevirmişti fakat bir yerden sonrası tamamen yanlıştı. Dolaşıp dursak da işaretli yere bir türlü gelememiştik. Bu yüzden arabadan inmek zorunda kaldık. Dört kişi ıssız yollarda elimizden geldiğince ses çıkarmamaya çalışarak yürüyorduk.Tümünü Göster
"Depodakileri sevdin mi?" diye sordu Caner Özgür'e. Bu çocuk asla akıllanmayacaktı. Özgür'ün onunla ilgilenmeyeceğini anlamıyordu.
"Evet, önceden görmediklerimle de tanıştım, herkes iyi insanlar."
"Seninle birlikte yaşamak güzel."
Bu çocuk ağzının ortasına bir yumruğu daha hak ediyordu. Ama bu sefer yumruk atan kişi ben olmalıydım. Sinirimi dışa vurmak istiyordum.
"Ee, Caner? Anlat bakalım, nedir bu iyilik meleği tavırları?" diye sordum. Minivanı çalması iyi bir şeydi, bizi ölüme terk etmemişti. Ama bunu neden yapmıştı?
"Senin de söylediğin gibi Savaşcığım, ben senin iyilik meleğinim." Sınırlarımı zorlamak için yaratılmış olmalıydı.
"Bir şeyi sadece iyilik olsun diye yapacak bir insan değilsin. Bunun karşılığında ne isteyeceksin?"
"Bir şey istemiyorum. Bak, tanışmamız iyi olmayabilir ama ben sadece Bora abinin emirlerini uyguluyordum. Yoksa Özgür'ü neden kaçırayım ki? Onu sevdim."
"Ama şimdi Bora'nın emirlerine uymuyorsun."
"Evet, kuralı çiğnedim. Ama hayatınız söz konusuydu. Of, bir teşekkür yeterdi. " diyerek konuyu kapattı. Dediklerinin hiçbir kelimesine inanmamıştım. Bence o yalancının tekiydi. Ama onu benim kadar iyi göremeyen biri karşıdan doğru söylediğine ve tamamen güvenilir biri olduğuna inanırdı. Saatlerce yürümüştük. Suyumuz bitmişti ve acıkmıştık da. Kim bilir minivanla aldığımız yolu ve bu yolu topladığınızda kaç kilometre ederdi. Bir saat daha yürüyüp sonra geri dönmek için sözleşmemizden 10-15 dakika sonra yolun sonunda
bir süpermarket göründü. Özgür sevinç çığlıklarıyla Kemal'e sarılmıştı. Herkes gülümsüyordu. Süpermarkete girdik, ilk olarak su bulmak için içecek reyonuna gittim. Etraf yağmalanmıştı. Hiç su yoktu.
"gibtir."
Özgür, Caner ve Kemal, yerde buldukları gofret gibi şeyleri çantalarına atıyorlardı ama yetmezdi ki. Salgın başladığında market yağmalanmış ve her şey çalınmıştı. Özgür derin bir of çekip dizlerinin üstüne düştüğünde yüzündeki hayalkırıklığını yakalamıştım. Böyle olmamalıydı. Buraya kadar gelmişken böyle bitmemeliydi. Derken... Aklıma yine bir fikir geldi.Ben ve fikirlerim. Süpermarkette kısa bir dolanmadan sonra "Sadece personel girişidir." yazan kapıyı bulup ittim. Karşıma merdivenler çıkmıştı. Merdivenleri atlayarak indikten sonra yolun sonunda iki kapı gördüm. Birini açtım ve baktım, personel
tuvaletiydi. Diğerini ittim fakat açılmadı. Etrfa kapının cdıbını kıracağım bir şey var mı diye kontrol ettim. Acil durumlarda kullanılması için duvara asılmış baltayı gördüm. Elime aldığım gibi kapıya geçirdim. Kalın cam parçalara ayrılmıştı. Ve sonunda girdiğim odanın tahmin ettiğim oda olduğunu görünce gülümsememi tutamadım. Stokların
tutulduğu depo. Raflar ağzına kadar yiyecek paketleriyle doluydu.
Koşup takıma haber verdim. Yarım saat sonra karnımız, çantalarımız ve ellerimizdeki poşetler dolmuş halde süpermarket kapısından çıktığımızda dışarıda bizi neyin beklediğinden haberimiz yoktu. Aylaklar. Herhangi bir şeyin sesini duymuş olabilirlerdi. Özgür'ün sevinç çığlığı, benim baltayla camı kırma sesim. Bizi ele veren her neydiyse sonumuzu hazırlamıştı. Ve herkesin eli kolu dolu, keyfi yerinde olduğundan kimse silahını eline almayı akıl edememişti. Yem gibi kalmıştık yani ortada. Hızlıca saydım, 13 tanelerdi. Tabancam elimde olsaydı bu mesafeden birçoğunu saniyeler içinde haklayabilirdim.
Yakındalardı. Caner ve Özgür daha geriden geldikleri için avantajlıydılar. Poşetlerimi yere bıraktım, koşmaya, bir andan da cebimden silahımı çıkarmaya çalışıyordum ama sırtımdaki ağırlıkla çok zor oluyordu. Sonunda çantamı da bırakmaya karar verdim ve onu yere koyup kafamı kaldırdığım anda yaratıkla gözgöze geldim. Zombi! Hemen önümdeydi. Ellerini bana uzattı ve kollarımdan tuttu. Yüzüme doğru bağırıyor, pis salyasını üzerime akıtıyordu.
Omzuma doğru uzandı. Dişlerini geçireceğini biliyordum. Ölüme daha önce hiç bu kadar yakın olmamıştım. ilk defa tam anlamıyla ölmek üzereydim ve başka bir şey düşünmüyordum. Yapacağım hareketlerin bir anlamı olmayacaktı. Onu
vurmak için yanlış bir pozisyondaydım ve kurtulamayacaktım. Acının gelmesini istiyordum. Ya da beyaz ışığın. Gözlerimi kapattım. Bekledim. Anneme söz vermiştim. Bekledim.
Sözümü bozacaktım. Ve üstüme bir anda bir ağırlık çöktü. Beklediğim şey bu değildi. Belki bir üşüme hissi olurdu, ya da o keskin acı. Ama hiçbiri yoktu. Sadece ağır bir şey hissediyordum. Gözlerimi açtım. Koyu mavi gökyüzünü gördüm. Zombi, üzerime düşmüştü. Vücudundan sızan iğrenç ötesi sıvı bedenimi kapladı. Berbat kokuyordu. Etrafıma bakıp olanları idrak etmem birkaç saniyemi aldı. Biri bana saldıran zombiyi vurmuştu. Fakat Caner de Özgür de Kemal de benim yanımda değillerdi. Kafamı kaldırdığımda daha önce
görmediğim bir yüzle karşılaştım. Uzun boylu esmer adam elini uzattı:
"Ben Salih." -
40.
0Uzattığı elini tuttum. Kafamı kaldırıp uzun bedenini izledim. Dar, siyah bir tişört ve kot pantolon giyiyordu. 3 numara siyah saçları dikkatimi çekti. Yaşadığımız duruma rağmen saçlarını yakın zamanda kestirmişti.Tümünü Göster
"Ben de Savaş." dedim ve beni yerden kaldırmasına izin verdim. Adama baktım, arkasından biri kız diğeri erkek iki kişi daha geliyordu. Bu üçlünün depoda sürekli bahsedilen takım olduğunu anladım; Berkay, Cemre ve Salih. Arkasındakileri gösterdi. "Bunlar da-"
Sözünü kestim. "Biliyorum, Cemre ve Berkay." dedim. Gözlerini kıstı ve çenesini öne doğru uzattı. "Depodan mı geliyorsunuz?" Kafamı salladım. Gözleri büyümüştü.
"Bizi aramaya ekip göndermeleri şaşırtıcı." dedi silahını cebine sokarken. Cemre, Berkay, Kemal ve Özgür de yanımıza yaklaştı.
"Aslında tam olarak sizi aramak için değil. Bu uzun bir hikaye. isterseniz minivana giderken konuşalım." dedi Kemal. Eliyle yolu gösterdi. Yaşı Salih'ten biraz daha küçük olan ve onun kadar yapılı olmayan Berkay atladı:
"Bize vermedikleri minivanı size mi verdiler? Pislik herif... Hem de Bora iti için o kadar şey yapmıştık... " Salih eliyle onu susturdu. "Yeni dostlarımızın yanında ağzını toplasan iyi olur Berkay. Zaten Bora iyi bir adam, ne yapacağını bilir. Eminim mantıklı bir açıklaması vardır." dedi. Caner de yaklaştı, kafasıyla depodan tanıdığı dostlarına selam verdi ve konuşmaya
katıldı:
"Evet, var. Minivanı biraz çalmış sayılırız. Yani ben çaldım." Saçlarını karıştırdı ve zoraki bir şekilde gülümsedi.
"Her şey gittikçe daha da ilginçleşiyor." dedi Salih. Sakallarını kaşıdı. Yerlerdeki poşetlerimizi ve çantalarımızı topladık. Minivana doğru yürümeye başladık. Yarım saat yürüdük. Bu süre içinde kimse konuşmamıştı. Sessizliği bozan Kemal oldu. Salih'le yan yana yürüyorlardı ve ikisinin de belli ki merak ettikleri şeyler vardı. "Neden depoya dönmediniz?" diye sordu Kemal. Salih, cevap vermeden önce derin bir nefes aldı.
"Dönemedik. Karşımıza hep aylaklar çıktı ve yönümüzü kaybettik. Verdikleri haritalar da bir işe yaramadı açıkçası. Bildiğin kaybolduk."
"Peki neden gönüllü oldunuz?"
"Bu takımdakilerin hepsi silah ve dövüş eğitimli, mesela Cemre polistir. Berkay taksör. Ben de başkomserdim, belki kod adımı duymuşsundur; Ölüm Makinesi. Salgın başladığında Cemre'yle çok önemli bir operasyon yürütüyorduk. Kaçakçı, serserinin tekinin peşindeydik. Uzun zamandır uğraşıyorduk ve sonunda yakalamıştık. Ama karşımıza bu salgın hastalık çıktı. Biz de ne yazık ki tutuklayamadık. Bu arada, bil bakalım kaçakçı kim?" dedi. Kemal bilemedi. "Berkay." dedi Salih ve güldü. Caner de gülümsüyordu. Bu hikayeyi depoda duymuş olmalıydı. Peşinden koşup yakalamaya çalıştıkları suçluyla salgında mahsur kalmaları gerçekten eşsiz bir hikayeydi. Salih devam etti:
"Neyse işte, önceden biz onu kovalar o da kaçarken, sonra hepimiz kaçmaya başladık ve depoyu bulduk. Sonrası malum, insanlar aç ve dışarı çıkacak kadar cesur kimse yok. Zaten gönüllüler olsaydı da hayatta kalamazlardı, kimse yeterli değil. Caner, sen neden burdasın?"
Caner bütün hikayeyi minivanı çalışına kadar anlatırken en arkada sessizce yürüyen Özgür'ün yanına gittim ve Kemal'in bizi duymayacağına emin olunca konuştum:
"iyisin, değil mi?"
"Çok iyiyim." dedi. Gülümsedi. Öyle çekiciydi ki insan bir anlığına zombi salgının ortasına düştüğünü unutuyordu. Bir insanın hep gülümseyebilecek olamaması ne kötüydü.
Bir anda onun tarafındaki elim yavaşça açıldı. Parmaklarımı ayırdı ve ufacık elini benimkinin içine yerleştirdi.
"Ne-ne yapıyorsun?"
"Elini tutuyorum." Tekrar gülümsedi. Sırıtışı tüm suratına yayıldı. Ona kızamıyordum bile.
"Yapmamalısın. Kemal abin görecek." dedim. Yüzü asıldı. Ama elini çekmedi.
"Umrumda değil. Er ya da geç anlayacaktır." derken elimi daha da sıktı.
"Benim umrumda." Kemal'in bizi böyle görmesini istemiyordum. Hele daha yeni ölümden dönmüşken, o kadar kişinin içinde bizi görmesi hoş olmazdı. Ben tam elimi çekecekken o beni bıraktı. Birkaç adım öne geçti. "Özgür!" Onu kolundan yakaladım. Umarım bu hareketimi önde Salih'le beraber yürüyen Kemal fark etmemişti.
"Yavaşlar mısın? Konuşmaya devam edecektim." dedim.
"Sadece yürü, tamam mı?" Kafamı salladım ve dediği gibi yaparak onun arkasında sessizce minivana kadar yürüdüm. Yanıma oturmadı. Yol boyunca da Berkay ve Cemre'nin soruları hariç hiçbir şey söylemedim. Depoya gelmiştik. Kapıyı çaldık, Caner küçük delikten bakan kapıdaki çocuğa kapıyı açmasını söyledi. Hepimiz sıra olmuş içeri girmeyi, kaçırdığımız minivanla ilgili olarak Bora'yla yüzleşmeyi bekliyorduk. Onlara Berkay, Salih ve
Cemre'yi geri getirmiştik, aynı Ozan'a önceden söylediğim gibi. Ama yine de neyle karşılaşacağımızı bilmiyorduk. Kapı gıcırdayarak açıldığında Ozan'la yüzleşmek istediğimden en önde duruyordum. Fakat yüzleştiğim kişi Ozan olmamıştı. Kapıyı açan Bora'ydı ve alnıma silahını dayamıştı. Sesinin daha önce duymadığım bir soğukluğuyla konuştu:
"içeri girin." -
41.
+1Alnımdaki silahın soğukluğu bir anda titrememe neden oldu. Tamam, kabul, beklediğim tepki bu değildi. Kızacağınıdüşünüyordum ama minivanını ödünç aldık diye alnımıza silah dayamaya kalkacağı aklıma gelmezdi. Berkay, Salih ve Cemre'yi gördüğüne sevinmiş bile görünmüyordu Bora. Ya da getirdiğimiz yiyeceğe. Diğer elinde de diğer silahınıTümünü Göster
tutuyor, Caner'e nefret kusan bakışlarla bakıyordu. Caner ellerini yukarı kaldırdı. Bir şeyler söylemek istedi ama Bora izin vermedi. Burada işlerin nasıl yürüdüğüne dair bilmem gereken çok şey vardı sanırım. "Yürüyün." dedi Bora. Yanında Ozan'ın da dikildiğini ve Kemal'e silahını doğrulttuğunu gördüm. Biraz arkaya baktığımda Turgut'u da gördüm. Yüzünde Ozan'ınkinden farklı bir ifade vardı. Ozan kalpsizce bakarken, Turgut daha
çok "Üzgünüm, sadece bana denileni yapıyorum." der gibi bakıyordu. Gözlerimi hafif çevirip Özgür'ü yokladım. Korkmuş görünüyordu ama daha genç bir kız olduğu için onu aynı şekilde karşılamamışlardı. Onlara arkadaşlarını geri getirmiştik, sinileriyle bunu bile görmezden gelebiliyorlardı. Ayrıca Ozan, Özgür'ü kaçırdıklarında veda ederken ona
sarılmıştı. Şimdiyse bizi itekleyerek içeri sokuyorlardı. Girdiğimizde bütün depo halkının girişte bizi beklediğini gördüm. Bora onları bizim davranışlarımız karşısında aldığımız cezayı görmemiz için çağırmış olmalıydı. Bora... Kalabalığın karşısında ayakta durduk. Alp'le göz göze geldik. Çenesi gerilmiş, kaşları çatılmıştı. Gözlerinde korku vardı. Diğer insanlara baktım. Çiçek abla, Mustafa amca... Hepsi şaşkındı. Bir gün içinde geri döndüğümüze mi, minivanı çaldığımıza mı, Salihlerin takımını geri getirdiğimize mi yoksa hayatta kalmayı başarabildiğimize mi şaşırmışlardı, bilmiyordum. Ama o kadar insanın karşısına bu şekilde silah zoruyla çıkmak küçük düşürücüydü. "Siz kendinizi ne sandınız bilmiyorum ama burası BENiM evim!" diye bağırdı Bora. Karşımdaki insanların bazıları ben,
Caner, Özgür ve Kemal'e acıyarak bakıyorlar, bazıları da arkamızda durmuş Bora'yı sakinleştirmeye çalışan Salih ve Berkay'ı izliyordu.
"Bora, bırak da konuşsunlar."
"Gittiğinden beri kuralları unuttun sanırım. Kapat o çeneni ve yapacaklarımı izle." dedi Bora Salih'e. Salih bir adım geri çekilde ve bir daha konuşmadı. Cemre'nin depodaki arkadaşlarına sarılmak için koştuğunu gördüm. Herkes onları öldü sanmıştı. En azından Cemre seviliyordu. Onlar kucaklaşırken tekrar Özgür'ü kontrol ettim. Bir bana bir Kemal'e bir de Caner'e bakıyor, olacakları kestirmeye çalışıyordu. Bora 'yapacaklarım' derken neyi kastetmişti acaba?
Doğrudan gözlerime baktı. Sanırım yapacaklarını şimdi öğrenecektik.
Ozan'a başıyla bir hareket yaptı. Ozan yavaşça onaylarken kafamın arkasında bir acı hissettim. Özgür'e bakmaya çalıştım fakat gözlerim kararmıştı, kafamı nereye çevirsem renkli noktalar görüyordum. Bacaklarımın kontrolünü kaybetmiştim. Yere düşerken Bora'nın az öncekine göre biraz daha sakinleşmiş sesini duydum:
"Burada, depoda, kurallara uymayanları kendimizce cezalandırırız. Karanlık Oda'yla tanıştığınızı sanmıyorum. Ozan, lütfen onları odaya zütür."
---
Kulaklarımı tiz bir çığlık tırmaladı. Hareket etmeye çalıştım. Bir yere oturtulmuştum. Bacaklarımı hareket ettiremiyordum. Kollarımı da. Gözlerim karanlığa alıştığında küçücük bir ışık vücudumu görebilmemi sağladı. Bağlanmıştım. Kollarım da bacaklarım da iplerle bağlıydı. Soğuk, beyaz zeminde oturuyordum. Neden depoda böyle bir yer vardı,
bilmiyordum ama burada daha önce neler yapıldığını kesinlikle öğrenecektim.
Neler olduğunu hatırlamaya çalışırken kafamın arkasının sızladığını hissettim. Kolumu zütürüp ovalamak istiyordum ama bırakın ellerimin serbest olmamasını, yerimden kıpırdayamıyordum bile. Belim de ağrıyordu. Ne kadar zamandır burdaydım acaba?
Özgür? Özgür nerde? Çığlık tekrar duyuldu. Kız sesiydi. Karanlığa doğru baktım ama etraǓa küçücük bir noktayı bile görmeye yetecek kadar ışık yoktu. Ne yapacağımı bilemeden, küçücük bir umutla karanlığın içine doğru seslendim:
"Özgür?" Cevap beklediğim süre olan bir saniyenin onda biri, sanki yıllar gibi gelmişti.
"Savaş?"
"Burdayım. iyi misin?"
"Ah, Savaş!" Birkaç tıkırtı duydum. Sonra onun arkasından tak tak sesleri...
Tak, tak, tak...
Sandalyesiyle birlikte yanıma yaklaşmak için zıplayan birini görür gibi oldum. iyice yaklaşınca seçebildim.
"Lanet olsun. Özgür... " Tahta bir sandalyeye bağlanmıştı. Gözünün altında, sol elmacık kemiğinin üstünde ortası hafifçe sarılaşmış bir morluk vardı.
"Bunu kim yaptı?"
"Ozan sana vurduğunda... Dayanamadım. Ona saldırmaya çalıştım."
"Onu öldüreceğim... Onu mahvedeceğim... " Evet, bu uzun zamandır aklımda olan bir şeydi.
"Savaş... " Sandalyesini yavaşça eğdi ve koluyla omzuma sürtündü. Başımı karnına koydum.
"Başka bir şeyin yok, değil mi?"
"Yok. Sen nasılsın?"
"Sinirli. Öfkeli." dedim. Burnumdan hızlı hızlı nefesler almayı durduramıyordum. Bora ve Ozan. Onları öldürmeliydim. Şuradan çıktığım anda. Elime geçen ilk öldürücü aletle.
Neler söylüyorum? Bora ya da Ozan'ın beni duyabilecek bir yerde olmasını umarak bağırdım:
"Aptal herif! Buradayım. Hadi, yüzünü göster!"
"Savaş, iyi misiniz?" Gelen cevap Kemal'dendi. Demek o da buradaydı.
"iyiyiz."
"Caner de burada. Ayağımın ucunda. Kötü dövmüşler sanırım. Daha ayılmadı."
"Onun yüzünden buradayız." Doğruydu. Minivanı o çalmıştı. Bu lanet karanlık odada olmamızın tek suçlusu oydu. Ama belki çalmasaydı hayatta olmazdık. Bu adama karşı nasıl davranmam gerektiğini gerçekten bilmiyordum. Aynı Kemal'in etrafındayken Özgür gibi. Ama şuan karanlıktaydık ve Kemal, Özgür'ün kucağına yattığımı göremezdi. Bir ses duydum. Galiba kapı açılmıştı.
"Uyanmışsınız."
Bora. içeri doğru yürüyordu.
Kör bir insan gibi, yapılan işleri seslerinden anlamaya başlamıştım. Anlayabileceğim şeyler yaptığı sürece şikayet etmeyecektim.
"Ozan. Işıklar." Işıklar teker teker açılırken gözlerimi kıstım. Görüşüm netleştiğinde kendimi toparlayıp etrafa bakındım. Işıklar açıkken, adının aksine Aydınlık Oda'ydı burası. Etraf bembeyaz fayanstı. Duvarlar, zemin, tavan. Beyazlığı bozan tek şey, kenarlardaki demir masalar, sandalyeler ve tavandan aşağı sarkan askılardı. Burası... Mezbahayı andırıyordu.
Daha dikkatli bakınca masaların üzerindeki kırmızı lekeleri gördüm. Burası tam anlamıyla mezbahaydı. Kafamı çevirip Bora'ya baktım. Aklımda bir sürü soru vardı. Neden suçlu Caner'ken biz de buradaydık? Bize ne yapacaktı? Ne zaman bırakacaktı? Neden bu kadar sinirlenmişti? Ama kafamı ona çevirince elinde gördüğüm cisim yüzünden sorularımı bir anda unuttum. Elinde kasap bıçağı tutuyordu. -
42.
0"Hazır mısın?"Tümünü Göster
"Eğer onun bir teline bile zarar gelirse... Seni öldürürüm. Buradaki herkes duysun ki seni öldürürüm." Bora elinde bıçakla Özgür'e doğru yürüyordu. Dediklerimi duyunca güldü.
"Sakin ol, pgibopat değilim. Sadece unuttuğunuz asayişi hatırlatacağım." dedi. Elimi kolumu bağlayan ipleri umursamadan onlara sürünmeye çalıştım. Gözlerim Kemal'e değince onun da aynı şeyi yapmaya çalıştığını gördüm. Ozan kollarını bağlamış, metal sandalyelerden birinde oturuyordu. Kaşları çatılmıştı ve bize bakmamak için gözlerini bütün duvarlarda yavaş yavaş gezdirmişti. Caner ise hala baygındı. Yüzü morluklarla doluydu. Gri tişörtünün kan damlamış yerleri siyahlaşmıştı. Ona acıdım. Kendi dostlarına bunu yapanlar kim bilir bize neler yapabilirdi?
"Yanlış yaptınız." dedi Bora
"Minivanı çalan Caner'di." diye bağırdım. Özgür'den birkaç adım uzaklaşıp bana doğru geldi.
"Siz de kullandınız. Ben yasaklamama rağmen, minivanı da alıp gittiniz."
"Hayatta kalamazdık!"
"Umrumdaymış gibi görünüyor mu? Buradaki herkesi eşit mi sanıyorsunuz? Kimse eşit değil. Bana yakın olanlar şanslı. Caner de bunu biliyordu, benimle dost olmuştu, ama bir aptallık yaparak vicdanını dinledi ve size yardım etti. Şimdi acı çekiyor. işler böyle. Dünya eskisi gibi değilse biz de değiliz. Gerçek bu. Kendinden başkasını düşünen acı
çekmeyi hak etmiş demektir. Minivanı zütürdüğünüzde ya burada bir şey olsaydı?"
"Lütfen... Özgür'e dokunma." dedim. Sesimin titrediğine emindim. Kemal'in bu halimi görmesine izin veriyordum.
"Dünyayı taktan bir salgın ele geçirmişken, neden küçük bir kızı umursuyorsun?" diye sordu Bora gözlerini kısıp.
Dudağının çok ama çok hafifçe yukarı kıvrıldığını gördüm.
"Ona dokunma. Buradaki herkes üzerine yemin ederim ki kendi ellerimle öldürürüm seni."
"Neden ama?" diye sordu daha da fazla gülümserken. Geriye doğru birkaç adım atıp Özgür'ün yanına gitti. Elindeki kasap bıçağını metal masaya bıraktı ve masadaki çantayı açıp parlak bir nesne çıkardı. Makas. Böyle bir durumda sanırım çok daha fazla kötü olabilecek bir şey görmediğim için mutlu olmam gerekiyordu.
"Bora, bırak da medeni insanlar gibi konuşalım. insanlığımız da ölmedi ya." Tahmin ettiğiniz gibi bu sesin sahibi Kemal'di. Her durumda olduğu gibi soğukkanlılığını yine koruyordu. Ama, lütfen şaka olduğunu söyleyin, medenilikten insanlıktan falan bahsediyordu. Ah Kemal abi, keşke işler böyle kolay olsa. "Yanlış," dedi Bora, biraz duraksayıp devam etti: "insanlığımız da öldü." Ve elindeki makası kaldırıp Özgür'ün güzel,
dalgalı, karamel rengi saçlarını kesti. Özgür gözlerinden akmak için onunla savaşan yaşlara teslim oldu. Derin derin nefesler alıyordu. Bir kız için bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu bilemezdim. Masal küçükken annem zorla saçlarını kestirdikten sonra saatlerce ağlardı. Neden bu kadar üzüldüğünü sorup alt tarafı saç olduğunu söylediğimde bana bağıran sinirli yüzünü hala hatırlarım.
"Bunun benden KAÇ YIL ÇALDIĞI HAKKINDA BiR FiKRiN VAR MI SENiN???"
"Uzar ki birkaç aya."
"Sen... Lanet olsun kes sesini!"
işte bu yüzden, üzerinde bırakabileceği etkiyi anlamıştım.
"Kuaförlüğümü beğendiniz mi?"
Yerimde duramadım ve iplerle sıkılmış bacaklarımı ona doğru rastgele savurdum. isabet bile etmemişti ama bu beni durduracak değildi. Kendi kendime debelenmeme kıs kıs gülmüştü.
Caner'in gözleri açıldı. Birkaç saniye nerede olduğunu, neler olduğunu anlamaya çalıştı. Herkese tek tek baktı. Gözleri Özgür'ü bulunca kısılıp bir çizgi haline dönüştü. Yerdeki saçlara baktı. Sonra da tiksinerek Bora'ya.
"Günaydın, günışığı." dedi Bora sırıtarak. Bizi cezalandırmak zorunlu olarak yaptığı bir şeydi ama bundan hastalıklı bir halde zevk de alıyor gibiydi. Caner doğruldu.
"Eskiden hayatımda tanıdığım en aşağılık adam olduğunu sanardım, Bora, ama şimdi hayatımda tanıdığım en aşağılık adam olduğuna eminim."
Bora hemen yanında bitti ve karnına bir tekme geçirdi. Ozan'ın yüzünü buruşturduğunu gördüm. Ne olursa olsun, arkadaşına böyle davranılması sinirine dokunuyor olmalıydı. Öyleyse Caner'i dövüp bu hale getiren kimdi? Turgut olabilirdi.
"Ağzımızı toplasak iyi olur. Bu odada bulunma amacımızı umutmayalım."
"Asıl şaşırdığım şey, Savaş ve Kemal'e bir şey yapmaman ama küçücük bir kızın saçını kesmen. Tek yapabildiğin bu mu? Eli kolu bağlı bir kızın saçını kesmek?"
Caner cesaret göstergesinin sınırlarını zorlayan bu konuşmasından sonra karnına ve bacaklarına tekmeler yemeye devam etti. Bora tüm gücüyle vuruyordu ama Caner susmuyordu.
"Ne oldu, korkaklığını kimse yüzüne vurmamış mıydı?"
"Kapa çeneni!"
"Herkesin sana taptığını sanıyorsun değil mi? Seni bir büyük olarak görüp saygı duyduklarını? Ben sana acıyorum Bora. Çok acıyorum." Tekmelerle inlemeye devam etti. Bora onu her tarafı kan olmuş tişörtünden tutup kaldırdı ve duvara vurdu.
"Sus diyorum."
"Ozan da bırakır yakında seni. Peşinde dolaşıp köpek gibi salyasını akıtıyor."
Bora bu lafan sonra kaşlarını iyice indirip Ozan'a baktı. Ozan 'beni karıştırmayın' der gibi bakıyordu. Bora yine Caner'i yakasından kaldırdı ve yüzüne bakmaya zorladı.
Caner artık ölmek üzereydi. Mahvolmuştu. Tükeniyordu. Bu halde kalsa kan kaybından en fazla birkaç saat dayanabilirdi. Ona bir şey olursa depodaki insanların hayatında çok da fazla şeyin değişmeyeceğini biliyordum. Kimse Bora'nın korkusundan üzülemez, kimse itiraz edip baş kaldıramazdı. Ama yine Caner'in bile sevenleri vardı. Mesela
Özgür, o üzülürdü. Salih de onu seviyor gibiydi. Ozan da kimseye belli etmese bile içten içe üzülecekti. Hatta belki ben bile. Biraz. Ama şuan elim kolum tam anlamıyla bağlıydı. Yapabilecek olsam, gerçekten yardım ederdim ama yapamıyordum. Beyaz zemin iyice Caner'in kanına bulanıyorken kimse ağzını bile açmadı. Bunu neden yaptığını da
bilmiyordum ki. Belki de bizi korumak için yapıyordu. Belki Özgür'ü görünce Bora'nın ona zarar vereceğini düşünmüştü. Belki de ona aşıktı.
"Neden uğraşıyorum ki?" dedi Bora ve bir anda durdu. Caner'i bıraktı. Ve pantolonun arkasına sıkıştırdığı silahı çıkardı. Özgür'ün ağlamaları, Kemal'in ortamı yatıştırma çabalarıyla karıştı. Eskiden kurbanlık hayvanları kesmek için kullanılan odada her şey yavaş çekimde gerçekleşiyor gibi olmuştu. Ozan, Bora'yı tutmak için bir adım attı ama herkes
onu durdurmak için fazla uzakta olduğunu biliyordu. Bora, "Seni öldüreceğim!" diye bağırırken kafayı yemiş, akıl hastanesinden kaçmış hastaları andırıyordu. Silahını
yerde kanlar içinde yatan Caner'e doğrulttuğunda Caner'in yüz ifadesi biraz olsun bile değişmemişti. Çünkü ölümü zaten hepimiz gibi o da bekliyordu. Beklemeye alışmıştık. Her an olabilirdi. Bir yerden bir aylak çıkıp hepimizi ısırabilirdi. Ölmeye şu kadarcık yakındık
ama cinayetimizin kendi türümüzden biri tarafından olmasını beklemiyorduk. incecik bir ip gibiydi hayat. Caner'inki kopuyordu. Yavaş yavaş hepimizin ipi kopacaktı.Bir silah sesi hepimizi yerinden sıçrattı. -
43.
0Bora, hiç beklemediğim bir şekilde dizlerinin üstüne düşerken içeri daha önce depoda yalnızca birkaç kez gördüğüm ama bana hep tanıdık gelmiş olan 30'lu yaşlarında biri girdi. Siyah saçlı, uzun boyluydu. Ama depoda görüşmemiz haricinde onu hiç görmediğime de emindim. Elinde silahıyla içeri dalmıştı ve Caner'i öldürmek üzere olan Bora'yıTümünü Göster
vurmuştu. "huur çocuğu... " Bora'nın sesi yavaşça yok oldu ve yere yığıldı. içeri giren adam hemen Caner'in üstüne atladı ve iplerini çözmeye başladı.
"Burada ne işin var?" diye sordu adama Caner. Zar zor konuşuyordu.
"Seni ölüme terk edemedim. Herkes zaten yeterince korkuyordu." Kolları çözülmüştü. Ayaklarını da çözdü. insanların bizim Karanlık Oda'ya kapatıldığımızı görünce ya da duyunca ne hissettiklerini merak ettim. Alp, Elena ve burada
tanıştığımız diğer kişiler... Ne hissetmişlerdi? Salih onları durdurmaya çalışmış mıydı? Ya kurtardığımız diğerleri, Cemre ve Berkay?
"Beni kurtarmana ihtiyacım yoktu." dedi Caner sinirle. Kegib kegib nefesler alıyordu.
"Belli."
"Hayatımı mahveden kişi de sensin zaten. Bıraksaydın da ölseydim."
Aralarında ne yaşandığını merak etmiştim. Adam Özgür'ü de çözdü. Özgür koşarak önce Kemal'in ellerini sonra da benimkileri çözdü. Ben kurtardığım ellerimle bacağımdaki ipleri çözmeye çalışırken Ozan'ın yerde yatan Bora'ya eğildiğini ve nabzını kontrol ettiğini gördüm.
"Ölmüş." dedi. Karşıya, boşluğa baktı. Neden böyle yaptığını bilmiyordum. Ne düşünüyordu ki? Üzülmüş mü yoksa sevinmiş mi olduğunu anlayamıyordum. Bize yardım etmeden, hatta ağzını bile açmadan kalktı ve Karanlık Oda'dançıktı. Bora ölmüştü. Başımızdaki adam.
Şimdi ne olacaktı?
Açıkçası filmlerdeki gibi bir isyan bekliyordum. Otorite bozulunca birileri ayaklanır, birileri öldürülür. Bunun bizden biri olmamasını umdum. Birbirimize sarıldıktan sonra Caner'i diğer adamla kucakladık. Odadan çıktık.
---
Caner'i o halde görenler kapıdan çıkar çıkmaz ya çığlık atmışlar ya da koşarak yanımıza gelmişlerdi. Onu yatağınayatırdık. Alp yanımızda bitmişti. Özgür'ün kucağına atladı ve Kemal'e sarıldı. Özgür'ün saçlarını sorduğunda Özgür susmuştu.
"Size yardım ederek büyük bir aptallık etti." diye söylendiğini duydum adamın. Kendi kendine konuşuyor gibi yaparak aslında bana söylüyordu.
"Bizi kurtardı. Ayrıca, sen kimsin?" dedim. Birinin bu soruyu sorması gerekiyordu. Bora'yı öldürmüş olsa da böyle
konuşamazdı. Bizi tanımadan atıp tutması canımı sıkmıştı.
"Adım Batuhan. Caner'in pek bahsetmekten hoşlanmadığı abisiyim."
işte. Ben de bunu bekliyordum.
"Hoşlanmamasına çok şaşırdım gerçekten." dedim ve kendimi kendi iğnelememe gülmemek için tuttum.
"Bence gidin ve Caner'i bir süre yalnız bırakın. Sizin yüzünüzden bu halde."
Daha fazla diretmedim. Çocuğun iyileşmesini istiyordum. Burada kalıp Batuhan denen herifle tartışacak halim de yoktu. Yorulmuştum. Özgür'ü belinden tutup dışarı çıkardım. O da endişelenmişti ve ben Caner'le bu kadar ilgilenmesine bir şey diyemiyordum. Ondan o şekilde hoşlanmadığını, sevdiği kişinin ben olduğumu bilsem de bir yanım bu kadar yakın olmalarını istemiyordu. Odama gittim. Kemal, Ozan'ı bulmaya ve depodaki insanların 'geleceğini konuşmaya' gitmişti. Bora öldüğüne göre, bunu insanlara açıklayıp yeni bir başkan seçilmesi gerekecekmiş ve ben bunun için kimlerin aday olacağını biliyordum;
Turgut, Ozan ve Kemal. Depoda kimse Kemal'i tanımadığı için onu seçmek istemeyeceklerdi elbette ama bu kadar çok insanı idare edebilecek bir tek o vardı ve Kemal belki de Ozan'la Turgut'u ikna edebilirdi. ikna etse iyi olurdu. Yatağıma uzandım. Uykumu uzun zamandır alamıyordum. iple bağladıkları yer kaşınıyordu, kıpkırmızı olmuştu.
Çekmeceleri karıştırıp merhem bulmaya çalıştım.
"Merhaba." irkildim. Arkamı döndüğümde kapıda Cemre dikiliyordu.
"Merhaba." Onunla daha önce pek konuşmamıştık. Sadece Salih, Berkay ve onu kurtardığımızda minivanda biraz sohbet etmiştik. Diğerlerinin aksine, onları kurtardığımız için teşekkür ettiğini hatırlıyordum.
"iyi olup olmadığına bakmaya gelmiştim." dedi. Bileklerimi gösterdim.
"Sürecek bir şey arıyordum."
Elini cebine atıp bir krem çıkardı. Açıkçası o, cebinde krem, nemlendirici falan bulunduran kadınlara pek benzemiyordu. Dar, siyah, askılı ve göğüslerini belli eden bir şey giyiyordu, altında da asker desenli bol bir pantolon vardı. Cebinde çakı falan taşıdığına emindim. Ama krem, ayna gibi şeyler... Sanmıyorum. Sonuçta Salih'in anlattığına göre başarılı bir polisti. Odama girdi ve kapımı kapattı.
"Pek sevilmiyorsunuz. Burada olduğum bilinmese daha iyi." Kremi parmak ucumla bileğime yaydım.
"Bora'ya tapıyor musunuz?"
Gülümsedi ve yatağıma oturdu.
"Ben değil. Ama bir çok kişi saygı duyup severdi. Kabullenmeleri kolay olmayacak. Ama daha önce de birileri ölmüştü, atlatırlar." dediği şey beni rahatlatmıştı. Gülümsedim ve teşekkür ettiğimi anlamasını umdum çünkü ağzımı açacak halim yoktu. Ve umarım bir an önce giderdi.
"Odan güzelmiş. Alıştın mı?" diye sordu. Kafamla 'şöyle böyle' işareti yaptığımda gülümsedi.
"Benimki de bu koridorda. Yalnız kalıyorum."
Bu... Ne demekti? Ne anlamalıydım?
Gözlerimin şaşkınlıkla kocaman açıldığına ve ağzımın bir 'o' şeklini aldığına emindim.
"Sıkılırsan... " Krem rengi nevresimin üstünde kayarak yanıma yaklaştı ve devam etti:
"Ziyarete gelebilirsin." Gittikçe yaklaşıyordu. Belki şaşkınlığımdan belki de neden böyle bir şey yaptığını merak ettiğimden yerimden kımıldayamıyordum. Burnu burnuma dokununca verdiği nefesi duydum. Bir saniye duraksadı, tepki vermediğimi görünce dolgun dudaklarını benimkilerin üstüne bastırdı. Ateşli bir öpücük değildi, dilinin sıcaklığını
hissetmedim. Sadece davetkardı. Fazlasıyla. Ve böyle bir kadının bu öpüşten daha fazlasını yapabileceğine eminim.
Özgür. Özgür'e ihanet mi ediyordum?
Cemre, yumuşak dudaklarını birkaç saniye sonra çekti. Dudakları hariç hiçbir şekilde temas etmemiştik. Ne beni istediğini gösterir bir şekilde çeneme dokunmuştu ne de parmaklarını saçlarımın arasına daldırmıştı. Sadece... öpmüştü. Bir öpücük. Bir gösteri.
Uzaklaştı. Yüzüme kısacık baktı ve ayağa kalktı. Yavaşça kapıma doğru yürüdü ama asla arkasına bakmadı, kapıyı açıp çıktı ve beni kendi pişmanlığımla, kendi sorularımla delirmeye bıraktı. Artık bir sorunum daha vardı ve bu sorunun adı çok güzeldi: Cemre. -
44.
+1Hepimiz odamızda isyan çıkmasını bekliyorduk. Bir hafta boyunca yemekler hariç insanların gözü önüne çıkmamaya özen gösterdik. Çünkü hala Bora'yı düşünen garip bakışlara maruz kalıyorduk. Bir kere Caner'e bakmaya gittim. Tıp öğrencisi olarak bildiğim şeyleri anlattım ve acısının azaldığını gördüm. ilginç bir şekilde buna sevinmiştim. Sonuçta, bizi korumak için bu hale düşmüştü. Sonra insanların garip bakışlarına aldırmadan odama döndüm. Salih'i hiç görmedim. Kimsenin onu cezalandırmadığını biliyordum. Bora yokken kimse cezalandıramazdı da. Ama belki de kendi kendisini cezalandırmıştı çünkü seçimlere bile gelmemişti. Berkay'ın bugün yemekte anlattığına göre Bora böyle durumlarda- yani kavga ve yaralamalarda, daha önce cinayet işlenmemiş- iki tarafı da dinler ve suçluyu belirleyerekTümünü Göster
birkaç hafta hapis cezası verirmiş. Daha doğrusu odalardan birine kapatırmış. Ama artık Bora yok. Ve ben isyan çıkmasının an meselesi olduğunu düşünüyordum. Şanslıydık ki, öyle bir şey olmadı. Depodaki insanlar her şeyi farkındaydılar ve kan dökülsün istemediler. Her şeyini kaybetmiş insanların daha fazla üzüntüye dayanamayacaklarına eminim. Aynı ilkokuldaki sınıf başkanı seçimleri gibi, Ozan, Turgut ve Kemal'in başkan olmasını isteyenler onların konuşmalarını dinledikten sonra el kaldırdılar ve Depo için yeni bir başkan seçildi. Kemal kendi konuşmasını yaparken kısa kesti. Dışarıdan bahsetti. Olanları bildiğinden, yaşadığından ve canı pahasına buradakileri koruyacağından. Küçüklerin ve bayanların önceliğinden de. Sıra Ozan'a geldiğinde pek de başarılı konuşamadı. Arkadaşı Bora'nın ölümü onu sarsmaya devam ediyordu. Kendini kürsüde bulunca bile titredi. Ondan önce orada ayakta duran kişi Bora'ydı. Üç aydır çok ölüm görmüştüm ama bu hastalıklı ve korkunç bir düşünce olsa da hiçbiri beni bu kadar rahatlatmamıştı. Güvende olmaya yakın bir duygu hissediyordum. Aylardır ilk defa. Ozan biraz kekeledikten sonra sıra belki de Bora
kadar acımasız olduğuna inandığım Turgut'a gelmişti. Buradaki herkesi tanıdığını, buradakileri koruyacağına söz vermeyeceğini, zaten koruyor olduğunu söyledi. Onları bir başkasının kendisinden daha iyi tanıyıp anlayamayacağını da Kemal'in inadına belirtti. Onu dinleyenlere baktığımda kafasını onaylarca sallayan birkaç kişi gördüm. Kemal'i uzakta gördüğümdeyse sıkıldığını belli eden bir şekilde omuz silkti. Konuşma bitti. Oylar sayıldı.
Kazanan Turgut oldu. Kemal'e oy veren 7 kişi vardı. Ben, Özgür, Alp, Elena, kendisi- evet kendine oy verdi- Sema abla ve Sema ablasayesinde eşi Cenk abi. Bizi çok seviyorlardı. En azından biz hariç birileri de vardı. Ozan üç oy aldı. Kendisi, eski arkadaşı Caner- onu suçlamadım- ve adı Emre olan uzun boylu genç bir çocuk. Seçimleri son anda yakaladığı belliydi, 18 yaşından küçük olanlar sayılmıyordu ve bu çocuk yaşını yeni doldurmuş gibiydi. Ozan hayalkırıklığı bile yaşamadı. Zaten kazanamayacağını biliyor olmalıydı.
Turgut ise geri kalan ve reşit olan herkesin oyunu aldı, iki kişi hariç; Cemre ve Salih. Cemre oy vermemeyi seçti. Salih ise ortalıkta yoktu ama onun oyunu Kemal'e vereceğini biliyordum. Berkay'ın aksine, o çocuk onu kurtarmamıza rağmen hala Turgut'un tarafındaydı. Onunla birlikte Caner'in abisi olan Batuhan, Sezen abla, Aslan, Ferit abi, Kazım abi, Çiçek teyze, Ela abla, Mustafa amca, Seher abla, Cihan abi ve Can da Turgut'a oy vermişti. Turgut'la birlikte 13 kişi sayıldı ve bu sayı bizi neredeyse ikiye katladı. Bu insanlara düşmanlık duymadım, duyamazdım da. Birlikte yaşamak zorundaydık ve haklılardı. Ben de aylardır tanıdığım ve zaten önceki başkanla birlikte yönetimde bulunan birine o
vermeyi tercih ederdim. Ama bu Kemal için üzülmeme engel değildi. Caner'in tekerlekli sandalyesinin yanında dikilirken, uzaktan Turgut'un Kemal'le el sıkıştığını gördüm ve bir şeylerin ters gitmemesini umdum. insanlar yavaş yavaş olayları unutacaktı, burada, aylaklardan uzakta, sonsuza kadar mutlu yaşayacaktık vs... Ama dertlerim burada
bitmiyordu. Cemre bana uzaktan el salladı ve yanıma doğru yürüdü. Kafamı çevirdim ama kaçmama fırsat kalmamıştı. Gülümsedi. Karşılık vermedim.
"Krem işe yaradı mı?" Kafamı salladım.
"Evet, tekrar teşekkürler."
"Seni iyi görmek güzel fakat Kemal'in seçilememesine üzüldüm." Elini dar siyah pantolonunun arka cebine attı.
"Ben pek şaşırmadım." dedim, konuşmanın bitmesini her zamankinden fazla umuyordum çünkü Caner, ona revirden bulduğumuz tekerlekli sandalye ile yanımızda oturuyordu. Sırf seçimler için ayaklanmıştı ve konuştuğumuz şeyleriduyacaktı, bunu da istemiyordum.
Cemre bir adım daha attı.
"Teklifimi düşündün mü?" Kaşlarını kaldırıp dudaklarını yaladı. Hayır, hayır, hayır...
Bu kız aptal mıydı? Böyle bir konu, şuan, şurada konuşulur muydu?
"Sonra konuşalım mı? Caner'i yatırmalıyım." Ve cevap beklemeden Caner'in sandalyesini arkasından tutup Büyük Salon'un çıkışına doğru itmeye başladım. Cemre'nin arkamdan "Bekliyor olacağım." diye bağırdığını duydum ve Caner'i daha hızlı ittim. Umarım konuştuklarımızı duymamıştı çünkü bir anlam çıkarması uzun sürmezdi. Cemre ile birlikte
yaşıyordu, onun nasıl olduğunu az da olsa bilmeliydi. Odasına az kaldığını fark ettim, boş koridorda yalnızdık.
"Ne teklifi?" Duymuştu.
Harika!
"Bu seni ilgilendirmez." dedim.
"Sen bilirsin." diye cevapladı. imalı konuşmuştu.
Yol bitene kadar hiçbirimiz ağzını açmadı. Özgür'e bir şeyler söyleyebileceğinden korkuyordum. Kapısını açıp onu içeri ittim ve yatağına bile yatırmadan, öylece bırakıp çıktım. Bu çocuğu asla sevmeyecektim.
---
Kapım akşama doğru yavaşça çaldı.
"Merhaba." Gelenin Cemre değil de Özgür olduğunu görmek beni rahatlattı. Karanlık Oda'dan sonra konuşma imkanımız olmamıştı ve ben onu özlemiştim. Kapıyı arkasından kapattığında ayağa kalkıp ona sarıldım. Yatağıma uzandık. Bu gülümseyen yüzü gerçekten
özlemiştim. Tam konuşmak için ağzını açacaktı ki elimi dudaklarına zütürüp onu durdurdum.
"Seni insanların içinde böyle izleyememek çok zor, izin ver de sana biraz bakayım." Gülümseyip birkaç saniyeliğine de olsa sustu. Her şeyden uzakta, aylaklardan, Turgut'tan, ölesiye dayak yemiş Caner'den, korkunç Cemre'den uzakta, sakinleşmenizi sağlayan böyle mavi gözler de vardı ve benim de ihtiyacım olan tek şey buydu. Özgür bu tatsız meseleyi
öğrenmeden Cemre'yi geri çevirmeliydim. Bunu yapmak zorundaydım. Özgür, yine kendisi olup bütün hızıyla konuşmaya başlayınca hafifçe kıkırdayarak düşüncelerimden sıyrıldım. Onun bu halini de seviyordum.
"işte, ben de bunu diyecektim. Biz. Sen ve ben. insanların içinde el ele tutuşabilmeliyiz. Birbirimizi izleyebilmeliyiz. Kaçmamız gerekmemeli."
Şaşkın ifadem karşısında gülüşünü tutamadı. Yüzünü yastığa gömüp kıkırtılarını durdurmaya çalıştı. Sonra durup kafasını kaldırdı ve yüzüme baktı. ifadesiz olduğumu görünce yüzü düştü, kaşlarını çattı.
"Senin de istediğini sanmıştım." Yatağımdan kalkmaya çalışırken onu kolundan yakaladım.
"Heey, nereye gidiyorsun?" Kolunu sertçe çekti. Üstümden atlayıp ayağa kalktı. Ben de kalkıp belini tuttum.
"Dursana! Özgür!" Kapının önüne geçip ellerimle geçişi kapattım. Gitmesini istemiyordum.
"Lütfen... "
"Geçmeme izin ver." Bizi herkesin bilmesini istiyordu. Ben de istiyordum ama biraz fazla hızlı ve garip geliyordu...
"istediğimizi yapamayız. Kemal abin burada ve ondan izin almalıyız."
"izin mi?" Omuzları aşağı düştü ve devam etti:
"Kaçıncı yüzyılda yaşıyoruz? Birbirimizi sevmek için izin mi alacağız? Bir de gidip iste oldu olacak." Güldüm.
"izin alacağım, o kadar." Bir adım attım ve elini tuttum. Dudağı hafifçe yukarı kalktığında gözleri de mutlulukla parladı. Elimi sıktı. Dudağının kıvrılan yerini hafifçe öptüm.
"Her şey güzel olacak." Cümlemi bitirir bitirmez sirenlerin çaldığını duydum. Bunlar, Depo'da acil durumlarda çalması için yerleştirilmiş kırmızı alarmın habercisiydiler.
içeride zombi var anldıbına geliyordu. -
-
1.
0Hikayeye devam etmeyecek misin ?
-
1.
başlık yok! burası bom boş!